• Sonuç bulunamadı

Türkçe gülebilmenin sevinci:Ataol Behramoğlu şiirinin yurdunda

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türkçe gülebilmenin sevinci:Ataol Behramoğlu şiirinin yurdunda"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

13

S A N A T IN İÇ İN D E N

Ataol Behram oğlu şiirinin yurdunda...

3 Temmuz 1989 Pazartesi (7 )

_______ Doğan HIZLAN

A

TAOL Behramoğlu'yla

yıllar sonra bir araya gel­ dik. Şairlikten, sürgünlükten konuştuk. Yoğun ve dağınık gündemimize çekidüzen ver­ meye çalışm adık, aksine, keyfini çıkardık. Değişmeler, gelişmeler, yakınmalar... Şa­ irin vatanı, dilinin konuşul­ duğu yer... Ataol da bunu savunuyor.

Klasik sorulardan ne ben, ne o hoşlanır. ‘En çok neyi

özledin?’ sorusu da bu yüz­

den teyp bandına geçmedi. Bir yaz bahçesinin rehaveti içinde eksenimiz, şür oldu.

“En çok neyi özledim, biliyor musun?” diye söze

b a şla d ı... “ T ü rk çe g ü l­

m ey i...”

Ataol, yurt dışında yaşa­

dığı süre, T ürk edebiyatım tanıtm a çabasını hep yeni­ ledi. ANKA adlı Türk edebi­ yatı ürünlerini yayınlayan, Fransızca bir dergi kurdu.

► HÜRRİYET: “ A taol, A N K A 'd a n b a ş la y a lım s ö z e ... O rada yaşad ığın günlerin güzel bir giri­ şim i.”

ATAOL: “ ANKA, yaban­ cı dilde yayınlanan, T ürk edebiyatını tanıtan, nitelikli ve kapsandı ilk dergi. Her sayı bir özel sayı. Son sayı­ şım görmüşsündür, İstanbul' a ayrıldı.

^ “Evet, Vedat Türkali' nin bir giriş yazısı var. Türk şairlerinden örnek­ le r in ç o ğ u , F r a n s ız c a - -Türkçe iki dilde yayınlan­ mış. Yılda kaç kez yayın­ lanıyor?”

- “D ö rt kez. Fransız Ya­ zarlar Birliği'nin de destek vermesi, derginin ciddiliğine bir kanıt. Yardımın bir bö­ lümü, Fransa dışındaki ülke­ lerin kütüphanelerine yapılan abone karşılığı.

“Gelecek sayılarımızdan biri, Sürgün Edebiyatı'na, di­ ğeri de Fransız Devrimi'ne avrıldı. Sürgün Edebiyatı özel Sayısı'nın giriş yazışım

Demir ö z lü hazırbyor.”

İs ta n b u l,

bir yaşam biçimi..*

^ “Sürgün şair, sürgün edebiyatı... Birbirine teğet

!

:eçen a m a b irb irin d en arkh kavramlar. Ne der­ sin? Senin özlem şiirlerini de bu açıdan değerlendir. Gezgin Ataol ile sürgün Ataol'un Paris karşılaştır­ m aları...”

“özlem şiirleri dedin. '

Kızım a M ektuplar' T ü r­

kiye'de yazılmaya başlandı. Benim için sürgünlük, ül­ kem de başlam ıştı. K endi y urdunda saklanm ak çok başka bir şey. Anlatılması güç bir acı. Şöyle özetleyebi­ lirim: Aileni görmek müm­ kün, ama imkânsız. Yakıcı bir duygu. 0 dönemde duy­ duğum en yakıcı hasret, ço­ cuğuma duyduğum hasretti. Y ab an cı ü lk ed e zo ru n lu olarak yaşamak, anlatılması çok zor bir duygu, 70'lerin başında da P aris'teydim , ama bana hiçbir zaman ya­ kın gelmedi, yaşamına katıl­ dığım bir kent değil Paris.

► “ S ü r g ü n ” ve " G ö ç­ m en” . Zaman zaman bir­ birinin içinden geçiyor, am a sence farkb değil mi? Sürgün kendi yurdu dışın­ da y a şa m a y a m a h k û m edilmiş, kendi ülkesine dö­ nem iyor, oysa göçm en is­ tediği zam an ülkesine ge­ lebiliyor. Birinde seçim in­ sanın kendine bağh, diğe­ rinde başkalarına...”

- “İki kavram çok farklı, biz A N K A 'da bu ayrımı be­ lirttik. Siyasal nedenlerle ül­ kesinden ayrılıp başka ülkede yaşamak zorunda kalanlar. Nâzım H ikmet'in dizesiyle, '

Sürgünlük zor zenaat.' ' Yabancı ülkede yaşam ak ve yaratm ak' ise yurt dışına

sürgün olarak gitmeyen ama sonradan bu konuma düşen­ ler. Dergideki başlık aynmı, sanırım, iki olaya bakışımızı özetliyor, ö rn e ğ in F ak ir

Baykurt dergimize yazdığı

yazının başlığım şöyle koy­ muş: Sürgün Müyüm, N e­

yim?'”

f- ‘

(Fotoğraf: Sinan ÛZBALKAM)

PARİS ŞİİRLERİ...

Yaşadığı Paris. A taol Behramoğlu'nun hayran olduğu kentlerden değilm iş... Yahya Kem al'in P aris'te yazdıkları onu çok etkilem iş, başka yerde zorunlu yaşamanın buruk ş iirin i yazm ış... Ş iirin sorunlarına, edebiyatımıza yen i b ir açıdan bakıyor...

Ona göre, toplum daki b irik im i dünyaya taşıyabilm ek için başka çabalara gereksinim var... Bunun için ilkönce burnu büyüklükten ve taşra ¡ılıktan kurtulm ak gerekiyor...

Türkçe

gülebilmenin

K İ M

sevinci...

•B e h r a m o ğ lu , T ü rk ed eb iy atın a k a r ş ı k a p a lı b ir

d ü n y a ile k a r ş ı k a rş ıy a o ld u ğu m u z k an ısın d a...

• Yurt dışında işçi topluluklarına okuduğu şiirler

arasında; en çok beğenilenler modem Türk şairleri...

Yalın güzelliğin şairi

MR Ataol Behramoğlu 1942'de Ç atalca’ kara Ü n iversite si D u ı

S ıla doğdu. A nka ra Ü n iversite si D il ve I * T arih-C oğrafya F a k ü lte s i Rus D ili ve E debiyatı B ö lü m ü ’nü b itird i. K a rd e şi Ş a ir Nihat

B e h ra m ’la b irlik te M ilita n d e rg is in i çıkardı.

İsmet Ö zel’le b irlik te H a lkın D o stla n d e rg is in i de yayın lad ı. 1981 ’de Asya A frik a Y azarlar B irliğ i Lotüs E debiyat O d ü lü ’n ü kazandı. Ş iirle r 0969-1982), (ş iirle rin d e n seçm eler). E s k i B ir Nisan. Kızım a M e k tu p la r ş iir k ita p la rın d a n b ir bölüm ü. İy i B ir Y urttaş A ra n ıyo r,

ş iir-k a b a re türün de b ir çahşm asıydı. Yaşayan B ir Ş iir, B e h ra m o ğ lu 'n u n ş iir üzerinde denem elerini iç e riy o r. Lermontov’un ş iirle rin i.

Vera Tulyakova Hikmet'in N izım ’la

Söyleşi s in i de d ilim iz e çe vird i. Namık Kem al’

den Nevzat Ç e lik ’e 2 c iltlik B üyü k T ü rk Ş iir i A n to lo jis i ’n i hazırladı.

ÖĞLE SONRASI

Sürgünlükten şiire. İstanbul'dan Ege'ye kadar aklım ıza düşen ne var­ sa konuştuk A taol'la. "Bileşim m ucizesi" diye tanım lanan İstanbul'un karmaşasını özlemiş.

^ “Ya göçm en edebiyatı? Onun oluşm a nedeni, ko­ num u, yazarları?...”

- “Göçmen edebiyatı ayrı bir kavram. Y urt dışında ya­ şayan insanlarımız var. Bu insanların arasında da yeni bir edebiyat oluşuyor, geli­ şiyor. Göçmenlik seçime bağ­ lı bir olay. Yeni kuşaklarla birlikte özellikle Almanya'da bir göçmen edebiyatı çıktı ortaya. Bu ister Almanca is­ ter Türkçe yazılmış olsun, kesinlikle Alman toplumun- dan renkler taşıyor, örneğin Makedonya'da bazı arkadaş­ larımız Türkçe şiirler ya­ zıyor, ama bunlar T ürk şu- rinden farklı. Elbette Türk edebiyatıyla bağlar taşıyan yanları var, ama bunlar daha çok yazıldığı bölgenin izlerini taşıyor.”

► “İstanbul, değişken bir şehir. Türkiye de öyle.

Bıraktığın İstanbul'la bul­ duğun İstanbul için ne dü­ şünüyorsun?”

- “ Benim, “ Bir Sabah Tamdık Bir Şehre Girerken" şiirimi düşün. Bir sabah ta ­ mdık bir şehre g irerk en /H ü ­ zünlü tuhaf şeyler düşünür insan / Sadece o şehrin değil / Kendisinin de değiştiği duy­ gusunda.

“Olay bu. Hayat akıp gi­ diyor, her şey değişiyor. Hem heyecan veriyor, hem de hü­ zün. Şimdi benim ruhumda bir İstanbul var. Çocuklu­ ğumda görmeden hakkında duyduklarım, gördüğüm ilk gençliğimin İstanbul'u. İs­ tanbul'un o çok renkli, koz­ mopolit, cıvıl cıvıl yaşamı var benim ruhumda. Yani İstanbul'da sevdiğim şeylerin değiştiğini sanmıyorum. Ah­ met Hamdi Tanpınar'm de­ diği gibi. İstanbul bir bileşim mucizesi.”

► “Biliyor musun Ataol, bir zaman gelir, insanın içinde bir özlem duygusu kıpırdar. Belki her zaman değil, am a senin yakıcı d u ygu d iye n ite le d iğ in duygu, özlem in doruğu, lavı bu mu? A n latsan a...”

- “Avustralya'dan İsveç’ e kadar birçok ülke gezdim, çok güzellikler gördüm. F a­ kat fstanbul'suz, Türkiye'siz yaşayamayacağımı ne zaman anladım bilir misin? Geçen yıl Kıbrıs Rum Kesimi'nde bir yazarlar toplantısına çağ­ rıldım. Bir sabah deniz kıyı­ sında, salaş bir kahvede, mu­ şamba masalar üstünde sade kahvelerini içen insanları gör­ düm. 0 atmosfer dışında ya­ şayam ayacağım ı anladım . Balkanlar'ın, Akdeniz'in hele hele Ege'nin atmosferi bu. Bu güneş olmadan, bu kar­ maşa, bu yaşam biçimi ol­

madan biz yaşayamayız. Ya­ şam a kültürü, rom antizm yapmak istemiyorum, ama içimde öyle bir duygu var ki, bir bakıma Türkiye'de kay­ bolmaya geldim.”

t f m

JL ürk aydını

İki ateş arasında...*

^ “ Bir Türk şairinin, ya­ zarının; kısaca bir Türk edebiyatçısının yurt dışın­ da tanınm ası çok zor. Na- sd tanınabilir, nasıl oku­ nulduk kazanabilir? M üm ­ kün m ü , koşullan çok mu ağır?...”

- "Çok önemli bir soru. Açık biçim de cev ap v e ­ reyim.. Yurt dışına çıktığım ilk günlerde. Amnesty In ter­ national benden bir konuşma istedi. Konuşmama şu sözler­ le başladım: Türk aydım iki ateş arasındadır. Biri kendi ülkesinde karşılaştığı b as­ kılar, diğeri de yabancı ülke­ lerde karşılaştığı Türklere karşı önyargılar ve tu tu m .”

^ “İki ciltlik büyük bir şiir antolojisi hazırla dm. Hazırlık yaparken bütün Türk şairlerin i yeniden okudun, üstelik toplu bir b ak ış süzgecinden g

eçi-—

k i m d i r

rerek. Türk şiiri hakkında düşüncelerin, değerlendir­ m e ölçütlerin değişti mi? Abartarak soruyu sürdü­ reyim , sevm ediğin şairleri se v m e k zorunda kaldın mı?

- “ Biraz tuhaf kaçacak ama, sevmediğim şair yok. Ne var ki, birinin tek şiirini severim, diğerinin otuz şu- rini. Türk şiirinin genel yapı­ sında çok ilginç bağlantılar gördüm. T ürk şiirinin geli­ şimi içinde umulmadık şairler arasında umulmadık bağlan­ tılar var. Şimdi C ahit Sıtkı Tarancı ile Cemal Süreya arasında ilişki var dediğimde; spkülasyon yaptığım kara­ sına varabilirler.”

Antoloji bana, Türk şii­ rine genel bir bakış açısı ka­ zandırdı. A taol'un çok ilgi çekici bir gözlemini iletmek isterim.

Ataol, çoğunluğunu işçi­

lerin oluşturduğu salonlarda nice şiirlerini okumuş, top­ lumsal konulu olanlardan çok daha fazla ilgiyi onun birey­ sel şiirleri çekmiş. Halk şair­ lerinden daha çok modem şairler sevilmiş.

Şiirimiz, insanımız adına büyük bir kazanç değil mi? Ne sevindirici bir gözlem.

Hoş geldin A taol, iyi şiir­ lerde buluşmak üzere...

M

İstanbul F e s tiv a li'n d e

A K M /B üyük Salon, 18.30

□ MOSKOVA Radyo-TV Büyük Senfoni Or­ k estrasının ikinci konserinde solist yine piyanist Di­ mitri Alexeev. Orkestra, Beethoven'in “ 3 Nolu Sen­ foni Eroıca”smı ve Bernstein'ın “Batı Y akası'tun

ö y k ü s ü ” nden S ü itin i s e s le n d irire n , A le x e e v

Gershwin'in “Mavi Rapsodisi "ni yonımlavacak. (Bi­

let var. 30.000, 25.000, 20.000) AK M /K onser Salonu, 21.30

□ İSTANBUL Üniversitesi Türk Müziğini Araştırma

ve Uygulama Grubu, Prof .Dr. Ayhan S o n g a r ve

Yard. Doç.Dr, Rahmi Oruç Güvenç yönetiminde bir

konser verecek. (Bilet var. 10.000)

Yapalı, romantik bestecileri seviyor

Ayhan Songar: “Türk müziği,

Arap veya Bizans kökenli değir

PESTtVALİN en ilginç topluluklarından biri, ve bu

■ akşam Atatürk Kültür Merkezinde konser verecek

olan İstanbul Üniversitesi Türk Müziğini Araştırma ve Uygulama Grubu, Prof.Dr. Ayhan Songar ve Yardımcı Doç.Dr. Rahmi Oruç Güvenç

yönetimindeki topluluk, klasik Türk musikisinden ve Türk halk musikisinden örnekler verecek. Bat müziğinin matematik temellere oturduğunu belirten Songar. tek sesli

fakat çok makamiı Türk müziğinin ise daha yumuşak ve ruhu etkileyici olduğunu savunuyor, iddia edildiği gibi Türk müziğinin Arap veya Bizans kökenli olmadığını söküyor Türk Müziğini Araştırma ve Uygulama Grubu'

nun, klasik Türk müziği ve halk müziği arasındaki tavır farklarını ortaya koyduğunu ve bunun için de enstrümanlardan yararlandığını belirtiyor.

B

U yıl Uluslararası İstan­

bul Festivali'nin genç ko­ nukları arasında yer alan pi­ yanist Yapalı ile Festival ve genç kuşakların müzik anla­ yışı hakkında görüştük.

HÜRRİYET; “Sayın Nihan

Yapalı, İstanbul Belediye

Konservatuvan'nda başla­ dığınız müzik eğitiminizi, Alm anya'da sürdürüyor­ sunuz. Bir sanatçının ye­ tişm esinde, eğitim in rolü nedir?"

YAPALI: - “Kendi açımdan

baktığım da, konservatuvar eğitiminin son aşamasında olduğum u söyleyebilirim . F re ib u rg 'd a k i konservatu- vara birincilik ile girdim. Bu­ rada çalışmak, harika bir şey. Piyano hocam Vitali

Margıılis. dünya çapında bir

pedagog... Bana müzik konu­ sunda istediğim her şeyi ve­ reb ileceğ in e in a n ıy o ru m . Ama şunu söylemek istiyo­ rum, müzik eğitimi, kişinin kendisini yetiştirmesi açısın­ dan yaşam boyu sü rm e ­ lidir..."

^ “ 1988 yılında, IBM'in d ü zen led iği U lu slararası Müzik Yarışm asında bi­ rincilik kazandınız. Bir

pi-Festivaiin genç sanatçılarından Nihan Yapalı

yanistin m eslek yaşam ın­ da başardı olması için, ne yapması gerekli?”

“Bence bunun iki şartı var. Birincisi, piyano edebi­ yatının güçlü eserlerini iyi yorumlayacak bir tekniğe sa­ hip olmak; İkincisi, güzel

sanatların tiim dallarını iyi bilmek. Bence, iyi bir piya­ nist olmak için eseri seslen­ dirmede gerçek mükemmeli­ yete varmak gerekli...”

► “ H a n g i b e s t e c i l e r i kendinize daha yakın

bu-BÜLENT çiziyor

IH

& İRISI, Ş A P K A S IN I DEVAM LI B E N İM ODAYA

glptAKIYOlZ-9

Ur.

'H-^ S î

¿»•s-Ahm et ALTAN

günün

sozu

Her kahraman sonun­

da bir yük oluyor.

Emerson

Kahramanlar

K

AHRAMANLARIN beyaz atları

vardı eskiden, tüylü şapkaları, ko­ caman kılıçları, parlak çizmeleri var­ dı... Savaşırlar, dövüşürler, korkmaz­ lardı... Kahramanlar eskiden çok kahramandı.

Lâkin gün döndü, devran döndü, teleks, telefon, telefaks, televizyon çıktı mertlik bozuldu.

Kahramanlar beyaz atlarını, tüylü şapkalarını, kocaman kılıçlarını, par­ lak çizmelerini... En fenası da kahra­ manlıklarını kaybettiler... Kahraman­ sız kahramanlar oldular.

Amerikan gazeteleri geçen hafta kahram anların içyüzünü yazdı... Amerika'nın en kahramanları, Beyaz Saray'ın yönetecileri, o sırım gibi, gü­ neş gözlüklü, temiz gömlekli general­ ler, bilumum senatörler “erkek fahl-

şelerte” alemler yapmışlar.

Beyaz Saray'a İki gün İki gece ka­ pattıkları oğlanları bir de sahte kredi kartlarıyla dolandırmışlar.

Vay anasına, bu Amerikan kahra­ manları neler yapıyor derken, bu se­ fer de Küba'nın kahramanları giriver­ di televizyon haberlerine.

Sosyalizmin değerli evladı, Küba'

HİŞŞŞT!...

Selam

Jüt S e zan savaşta as­ kerleri şöyle selamlıyordu:

“Ave Sezar, seni ölüme gidenler selamlıyor”

ö z a li da “liberalleri" selamlıyor: "Ave özal, seni Demlrel'e gidenler selamlıyor." .

nın, Angola'nın, Etiyopya'nın kurtarı­ cısı, Gorbaçev'e bile “icabında” postasını atan Castro'nun o müthiş yardımcıları... Generallerin en gene­ ralleri, göğüslerine, omuzlarına, ku­ lak deliklerine madalyalar asılmış o muhteşem kahramanlar “kokain ka­

çakçısı” çıktılar.

Kübalı generaller, kurtarmaya git­ tikleri Afrika'dan kıymetli taşlar kaçır­ mışlar... Sonra, gözü körolsun pa­ raya alışmışlar, ülkeye dönünce taş yerine kokain işine başlamışlar.

Kokainci generaller, bu arada ba­ kanlıklarda çalışan görevlileri de rüş­ vete alıştırmışlar

Şimdi hep beraber mahkemede yargılanıyorlar... Galiba Kübalılar kahramanlarını kurşuna dizecekler.

Teleksler, televizyonlar, gazeteler kahramanların ipliğini pazara çıkarır­ ken... Kendine, komşusuna, karısına, komutanına, kedisine kızdıkça hart­ tadak karnına bıçağı batırıp harakiri yapan kahraman Samurayların ülke­ sinden de haberler geldi.

Eski başbakan ve en kahraman milletvekilleri, çuvallarla rüşvet al­ mışlar bir şirketten... Japonlar o kah­ ramanları kovalayıp, yerlerine yeni başbakan bulmuş... Onun da reşit ol­ mayan bir geyşayla, pirinç rakıları içip alem yaptığı, karşılığında dört ayda 440 milyon ödediği anlaşılmış.

Sovyetlerde eski devlet başkanı

Bre)nev'in halk kahramanı damadı

ise, pırlantalar ve inanmayacaksınız ama kasalarla karpuz rüşvet almak­ tan hapis yatıyor... Orada da hergün yeni yolsuzluklar çıkıyor ortaya.

Ne oldu bu kahramanlara.. Nerde o eski kahramanlar... Bunlar oğlancı, kokainci, rüşvetçi, karpuzcu oldular... Teleks, telefaks, televizyon çıktı, her- şey aydınlanıp ortaya döküldü... Kah­ ramanlar kahramansız kaldılar.

D em irel-D alan pazarlığı:

A l İstanbul'u ver bakanlığı

Dosya

C

EMAL SABAN tam 26 yıl öğret­

menlik yaptı... Geçen Şubat ayın­ da Ankara'ya gidip emekli olmak için Emekli Sandığı'na başvurdu.

Aradan beş ay geçti ses yok... Haziran'ın başında yeniden gitti... Emniyet Sandığı, MIHI Eğitim Bakan­ lığından emeklilik için “onay bel­

gesi” getirmesini söyledi.

Onu da alıp Emekli Sandığı'na

verdi. Gene beklemeye başladı. Beş aydır maaş almıyordu... Ki­ rada oturuyordu ve üç çocuğu vardı... Hayat zordu kısacası.

Haziran'ın sonunda hala ses çık­ madığını görünce telefon edip, “ne

oldu benim emeklilik” diye sordu.

Ne olduğunu söylediler.

- Sizin dosya kayboldu... Bulur­ sak emekli olacaksınız.

Anket

luyor, eserlerini yorum la­ m a k t a n z e v k a lı y o r ­ sunuz?”

- “B ütün bestecileri çok seviyorum. Belli dönemler­ deki duygulanm a göre, bu ilgi bazıları üzerinde yoğun­ laşır. Şu sıralar romantikleri, özellikle de C hopin'i ken­ dime yakın hissediyorum.”

► “Türk besteciler hak­ k ın d a n e d ü ş ü n ü y o r ­ sunuz?”

- “T ürk bestecilerin eser­ lerine, resitallerimde her za­ man yer vermek istiyorum. Türk bestecilerin eserlerini yorumlarken ayrı bir zevk alıyorum ve değişik bir duy­ g u la n m a n ın içinde b u lu ­ yorum kendimi.

^ “İstanbul Festivali'ne, daha doğrusu bir uluslar­ arası festivale ilk kez k a ­ tıldınız. Neler hissediyor­ sunuz?”

- “Evet, ilk defa çaldığım bir uluslararası festivalin kendi ülkemde olması, benim için ayrı bir önem taşıyor. Festivaller, sanatçılar için bir sergi niteliğinde. Ben de İs­ tanbul Festivali'ndeki resita­ limde tüm becerimi en iyi bi­ çimde göstermeye çalıştım .”

B

İR reklam ajansının yayınladığı

Ayda Bir isimli dergi de bir anket yapmış... Çeşitli mesleklerden insan­ lara “ayda kaç kez banyo yapıyor­

sunuz” diye sormuş... Herkes de­

ğişik cevaplar vermiş.

Hıdır Söylemez... Seyyar satıcı:

- Çoook... Haftada İki sefer.

Cem Acar... İşsiz:

- Her cumartesi yıkanırım.

Eğlencelik

Y

ASALARIMIZA göre “eğ­ lence” yerlerinin yıl so­

nunda gösterdikleri hasılat vergi memurları tarafından ye­ tersiz bulunursa, memurlar bu konuda araştırma yapıp orta­ lama bir hasılat saptıyorlar... Aradaki farkın vergisini eğlen­ ce yerinden alıyorlar.

Vergi memurları Van'da bazı genelevlerin de hasılatı düşük gösterdiğini düşün­ düler... Ve ek vergi istediler. ,

Bunun üzerine genelevin avukatları Danıştay'ın 1980 yı­ lında aldığı kararı buldular.

Hamamların “eğlence yeri” olduğunu belirten Danış­

tay'a göre, genelev “eğlence

yeri” değildi... Bu nedenle

vergi memurları ek vergi çı­ karamazlardı.

Danıştay, kararında gene­ levin “ne yeri” olduğunu ise belirtmemişti.

D U N Y A H A L I

Mustafa Eker... Emlakçı

- Sular akarsa ayda iki üç kere.

Fahri Deliorman... Muhasebeci.

- Her sabah yavu... Veya İki günde bir... Hlh, hih, hlh.

Aygün Kara... Organizatör:

- Günde bir kere.

Tamer Mercan, öğrenci:

- Ne banyosu yahu... Bilmi­ yorum.

Haşim Baloğlu... Teknisyen:

- İşimin gereği her akşam İş dö­ nüşünde.

Ekrem Pehlivan... Memur:

- Ayda mı? Orada yanıldın işte, haftada üç kez.

Fahri Başaran... işadamı:

- Genç bir işadamı olarak kaç kez banyo yapmam gerekiyorsa o kadar.

Bahri Halaçoğlu... Memur:

- Haftada üç dört kez.

Mesut Karadağ... Futbolcu:

- Abi bana hiç sorma. Günde iki defa yıkanıyorum.

Gülşen Kaya... Öğrenci:

- Haftada bir İki defa.

Cemil Aksu... Bekçi:

- Normalde ayda Uç kara.

Canan Abdan... Avukat:

- Ayda dokuz kere falan.

Ziya Çebni... Büfeci:

- Pazar günleri hariç her gün.

Sadık Mete... Çay ocakçısı.

- Ayın her cuması yıkanırım.

Hüseyin Kıroğlu... Oto satıcısı:

- Aaaa... O da nereden çıktı? si­ zin başka işiniz yok mu?

Kurs

A

MERİKA'da acil durumlarda uçak kullanabilmeleri için yol­ culara kurs veriliyor.

Uçak Sahipleri ve Pilotlar Der- neği'nin denetiminde yapılan kurslarda, pilotun ani olarak has­ talanması halinde uçağın nasıl kontrol altına alınabileceği öğreti­ liyor.

Uçak kullanabilmek için gerek­ li belge 40 veya 60 saatlik kurslar­ dan sonra veriliyor.

WÊÊÊÊÊÈÊÊSÊÊÊÈÊÈÈÈÈÈÈÊÊÊÈÊÊÊÊÈÊ

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Günler aylar geçmiş... Ermeni lejyon askeri Türk köylerini, evlerini, üzerinde Fransız üniforması ve elinde Fransız bayrağı ile silahı, bas­ maya, yakmaya,

--- OMANYA’nın hâkimi Nicolae Ceausescu, T ürkçe ya z ılış ıy la N ik o la Çavuşesku. --- <1965'ten beri Romanya Komünist Partisi’nin Genel'Sekreteri.

Giriş bölümünde kısaca bahsetmiş olduğumuz gibi müzik, Türk toplumunda batı toplumları aracılığıyla ortaya çıkmış bir olgu değildir. Orta

Ankara Radyosu’nun müzik alanında “bir okul olarak anılması”nın sebebi, bu eğitim faaliyetlerine verdiği önem, eğitiminin kalitesi ve bu eğitimin

Osmanlı vatandaşı olup Avrupa’da müzik eğitimi alarak ülkesine dönen ve bu alanda çalışmalar yaparak Osmanlı’da Batı müziğinin gelişmesinde etkileri

Istanbul (A.A.)- Le Koç Hol­ ding, l ’un des plus importants groupe industriels de Turquie, a reçu le certificat d ’honneur 1990 de l ’Association “Europa Nostra”,

ölümünün 10’uncu yıldönümünde Kemal Tahlr İçin düzenlenen 15 dakikalık televizyon programını izledim, Kemal Tahir yaşasaydı, sa­ nırım çelişkili

14 mayısta kaç Süleyman Efen­ diye yazık olmuştur, sayılmakla bitmez. Kaç Osman Efendi kalmış­ tır veya kalacaktır, doğrusu ben daha fazla buna merak