• Sonuç bulunamadı

Sükutiler akademisi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Sükutiler akademisi"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

TARİHTEN SAHiFELER

Sükûtîler akademisi

Eski zamanlarda İranın Hemedan şehrinde (Encümeni hâmuşan) is­ minde bir cemiyet teşkil edilmişti ki şimdi biz buna (Sükûtîler akademi­ si) der isek daha asrî bir isim (yer­ miş oluruz.

Bu cemiyetin nizamnamesine göre âzasımn adedi yüzü geçemezdi. Bu yüz zattan her biri az ve öz söyleyip yazmak mecburiyetinde idiler. İranın bütün hakimleri, âlimleri, edipleri bu encümen âzalığını kendilerine fahrü şeref sermayesi sayarlardı.

Zamanın şöhret sahibi olmuş edip ve müelliflerinden hakîm Zâb cemi­ yette bir âzahk münhal olduğunu haber alır. Cemiyet merkezine gide­ rek kapı önünde durur ve (Hakîm Zâb açık âzalığı âcizane niyaz eder) diye kısa bir dilekçeyi bir hizmetçi ile reise gönderir. Hakîm geç kal­ mıştı. Bu âzalığa başkası seçilmişti; ancak bu seçim bazı nüfuz sahipleri­ nin tavsiyeleri ve tazyikleri ile ker­ hen vaki olmuştu.

Encümen az ve öz yazmakta üs- tadlardan sayılan hakîm Zâb'm ta­ lebine karşı red cevabı vermek mec­ buriyetinden dolayı yeis içinde kal­ mıştı. Reis bu cevabı hakîme nasıl bildireceğinde tereddüt ediyordu. Düşündü, taşındı; nihayet buldu:

Bir kâseye bir damla daha konul­ sa taşacak derecede su doldurdu. Hakîmi içeriye çağırttı. Zâb tevazu ile meclise girdi. Reis ayağa kalka­ rak, fakat bir kelime bile söylemiye- rek müteessir bir tavır ile kâseyi gös- te-di.

Hakîm Zâb işi anladı. Yüzün yüz bir olmasında bir mahzur olamıya- cağını düşündü. Yerde bir gül yap­ rağı görmüştü. Hiçbir söz söylemi- yerek eğildi, bu yaprağı aldı; el yor- danrile suyun üstüne koydu. Kâse­ deki su taşmadı, dökülmedi.

Meclisin bütün âzası bu zarifane cevabı pek beğendiler. Fevkalâde olarak ve alkışlarla müttefikan ha­ kîmi âzalığa kabul ettiler.

Encümene âza olanların isimleri­ ni deftere kendileri yazmaları ve kı­ sa bir teşekkür nutku irat etmeleri usul ve teamül icabından idi.

Hakîm Zâb deftere yazdığı ismi- ,ıin hizasına arkadaşlarının adedi uUv.1 100 rakamını yazdı; sonra bu rakamın sol tarafına bir sıfır koydu. Solda sıfır I

Bunu göstererek: — Ne arttı! Ne eksildi!

Dedi. Nutkr bundan ibaret kaldı! Reis de bu tevazua karşı 100 ra­ kamının soluna bir I rakamını ilâve etti: 1100.

Bunu göstererek, hakîmin pek kı­ sa nutkuna:

— Kıymetimiz bu kadaT arttı! Sitayişile karşılık verdi.

* * *

İngiltere ve Amerikada kuaker (titreyici) ismini taşıyan bir mezhep salikleri vardır ki ibadetleri en ziya­ de sükûtilikle geçer.

Bunlar her türlü tezyinattan âri bir salonda toplanırlar. Sükûn ve sükût içinde ruhulkudsün gelmesini bek­ lerler. Ruhulkudsün geldiği de an­ cak vücutta bir titreme ile hissedile- bileceğine inandıkları için içlerinden birisi kendisinde böyle bir titreme duyarsa sükûtu ihlâl eder. Ayağa kalkıp söz söylemeğe başlar. Diğer­ leri gene sükût içinde bu hatibi din­ lerler. Hutbe bitince, içtima da niha­ yet bulur.

Eski Yunanlılar arasında Isparta- hlar kısa ve müessir söz söylemekle meşhur idiler. İsparta şehrinin bu­ lunduğu Lakonya kıtasına izafetle böyle sözler için lâkonik tabiri alem olmuştur.

Vecizeler her dilde, her zamanda, her yerde makbuldür. Arapları (Hayrülkelâm ma kaile ve delle) derle.

Bu vecizelerden hareketlere ve vakıalara uyanlar, bunları duyanla­ rın ve okuyanların zihinlerinde mah- kûk olarak ebedî kalırlar. Ordular­ da böyle kısa ve müessir sözlerin ruhlarda uyandırdığı şevk ve gale­ yan ile harikalar vücuda getirildiği­ ne tarihte misaller eksik değildir. Bilâkis uzun nutuklar ne kadar özlü olursa olsun, bu derece tesir yapa­ maz. Hele lâfazanlık, gevezelik sa­ yılacak derecede uzayan sözler insa­ na usanç vermemek kabil olmaz.

Meşhur bir darbımesel vardır; (Sükût altındır!)

Yerine göre!

Çünkü çok ve uzun söz kadar ha­ zan sükûtun da fenalığı görülebilir. Boş ve mânâsız olunca kısa söz de insanı gülünç mevkide bırakır. Na- polyon:

— Bir işi bitirmek isterse*ıı’z bir kişiye, uzatmak isterseniz iki, üç ki­ şiye, bitirmemek isterseniz komisyo­ na havale ediniz!., dermiş.

Bizde de eskiden sonu gelmez mü­ nakaşalar için:

— îş medreseye düştü I Denilirdi.

En doğrusu sükûtta da, söz söyle­ mekte de ifrattan, tefritten sakın­ mak!

1876 Osmanlı - Rus savaşında başkumandan — Serdarı ek re m —— Çırpanlı Abdi paşa ■— Abdülkerim Nadir paşa — zamanındaki sükuti­ lerin başı idi. Osmanlı ordusunun en muktedir kumandanlarından Ahmet Eyüp paşa da sükûtîlikte ondan pek aşağı kalmazdı. İkisi de eski Heme­ dan akademisinin muteber âzası ola­ bilirlerdi I

Bir gün Ahmet Eyüp paşa, A b ­ dülkerim paşayı çadırında ziyarete gelir. Eskiden böyle ziyaretlerde mükellef uzun tütün çübuklarile mi­ safire ikıam edilirdi. Paşaların ikisi de nargile tiryakisi oldukları, hele Abdi paşanın nargilesi hiç boş dur­ madığı için Ahmet Eyüp paşaya da bir nargile getirilir. Çadır içinde bir nargile muzikası başlar; amma ara­ da hiç söz yok! Bir müddet sonra Ahmet Eyüp paşa kalkar; veda se­ lâmım verirken, Abdi paşa Rumeli şivesile:

— A be! Gidiyor musun? Ne iyi görüşüyorduk!

Der. Tabiî, paşaların bu görüş­ mesi nargile gurultuları arasında kalbden kalbe olmuştu!

Bu iki sükûtî kumandan bu kalbı musahabe esnasında ağızlarını da açıp muharebe ve ordu ahvali hak­ kında konuşsalardı, belki uğranılan perişanlığın biraz önüne geçebilecek tedbirler bulurlardı!

Askrî Tıbbiye Nazırı olup 1888 de vefat eden meşhur Marko paşa zeki, zarif, kâmil bir zattı. Mute­ dil sükûtîlerdendi.

Kendisine iş için müracaat eden­ leri sabır ile dinler, daha doğrusu ses çıkarmayıp dinliyor gibi görünür, başından savardı. Böylelikle o ka­ dar çok dert dinlemişti ki, nihayet

(Derdini Marko paşaya anlat!) sö­ zü darbımesel olmuştu.

Sükûtîlik bazan zıddına verilir bir vasıf olarak da kullanılmıştır. Avcı Sultan Mehmedin meşhur sadrâza­ mı Merzifonlu Kara Mustafa pa­ şa mensuplarından olup hicrî 1 102 tarihinde vefat eden şair Ahmet efendi gayet lâtifeci, hicve, tezyife mail bir zat olduğu halde (Sükûtî) lâkabile yadedilirdî.

Abdülhamitten meşrutiyete raü- devver sadrâzam Kâmil paşa ise ha­ kikî sükûtîler partisi mensuplarından idi. Kâmil paşanın, belki asabîlik­ ten, çenesi çok oynardı amma dili pek az hareket ederdi!

Meşrutiyetin ilk haftalarında Bul­ gar kapı kâhyası Geşof ile çıkardığı

(ziyafete davet) ihtilâfı gittikçe şid­ detlenmesi üzerine, Kâmil paşa:

— Bulgarlar darılırlarsa bizi ba­ rıştıracak dostlar bulunur!

Demişti.

Bu lâkonik cümle o zaman paşa­ nın çok şeyler bildiğini, fakat bildik­ lerini sakladığını gösteren manidar ve parlak siyasî bir söz sanılmıştı, j

Hakikatte bu parlaklık sırf bir cilâ- dan ibaretti. Çünkü paşanın bahset­ tiği barıştırıcı dostlar ancak Bulgar­ ların ilân ettikleri istiklâli Osmanlı hükümetine tasdik ettirmek için meydana çıktılar! Kâmil paşanın bu siyasî vecizesinin kimseyi aldatamı- ya*ı bir blöf olduğu çarçabuk anla­ şıldı!

Taraftarlarının methede ede gök­ lere çıkardıkları bu «siyaset pirinin» bu cümlesi kısa, fakat boş söze bir misal olarak tarihe yadigâr kaldı! '

Süleyman Kânı trtem

Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Sonuç olarak başta sorulan soruya geri dönüp, konuyu toparlayacak olursak; geçtiğimiz haftalarda bu sayfalarda tartıştığımız gibi ortada sosyal medya

Anadolunun yalçın bir kaya gibi yekpare olduğunu göster­ mek için valilere, kolordu kuman­ danlarına, müstakil mutasarrıflıkla­ ra şifre ile direktifler

A fter treatm ent the dam p residue is dissolved in 0.1 M

Bu şekilde elde edilen küple olmıyan indirgenmiş matris denklemlere tatbik edilecek ’’çevrimsel Chebyshev yarı iteratif” metodunun asimtotik yakınsama hızı

Büyük T gen bölgesinin araştırıldığı real-time PCR yönteminde pozitif JCV örneği ekran görüntüsü (530 kanalında).. Koyu yeşil çizgi negatif kontrolü, açık mavi

Hükümdar 1892'de semt görev yapan Hacı Hüseyin sakinleri için Meşrutiyet Camü'ni yaptırdı ve Efendi, sahip olduğu arazilerin babasının inşa ettirdiği Teşvikiye Camü'ni

Son zamanlarda dünya genelinde nargilenin popülaritesinin artmasındaki başlıca etkenler arasında; sigara endüstrisinde kullanılan üretim ve pazarlama

Dolayısıyla Hindistan; gerek nüfus yoğunluğu ve gerekse de Gayri Safi Milli Hâsıla olarak yüksek hızlı demiryolu yapımına birkaç yıl içerisinde girmek için yeterli