• Sonuç bulunamadı

1980 sonrası Türk yazılı basınının etik açıdan değerlendirilmesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "1980 sonrası Türk yazılı basınının etik açıdan değerlendirilmesi"

Copied!
93
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ GAZETECİLİK ANA BİLİM DALI

1980 SONRASINDA TÜRK YAZILI BASINININ ETİK

AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN

PROF. DR HALİL İBRAHİM GÜRCAN

HAZIRLAYAN DUYGU IŞIK

(2)

ÖNSÖZ

Meslek etikleri -bu arada kuşkusuz iletişim etiği- son yılların gözde konularından biridir. Türkiye’de de tarihimizin hiçbir döneminde görülmediği kadar çok etik üzerinde konuşulup yazılmaktadır.

Türkiye’de iletişim etiği devletle sermaye arasında sıkışmış bir konudur. Gazetecilik mesleğini ve geleceğini düşünmek Tek Parti döneminde, 1930’lu yıllarda, önemli bir konu idi. Basın Birliği bu nedenle kurulmuştu. Yasa “her gün herkese her konuda akıl öğreten” bir mesleğin düzenlenmesine ilişkin kaygılara yanıt aramanın ürünüydü. Tek Parti yönetimi üç mesleği -hekimlik, avukatlık, gazetecilik meslek odası biçiminde örgütleyerek özerk bir yapıya kavuşturmaya çalışmıştı. Bunlardan sadece gazetecilik, İkinci Dünya Savaşı sonrasının getirdiği dünya koşullarının etkisiyle bu düzenlemeyi ortadan kaldırmayı başarmıştır. Bedi Faik, Sedat Simavi’nin bu konuda önemli katkılarda bulunduğunu anılarında anlatır. Bu çabaların sonucu gazeteciliğin nasıl bir meslek olduğu konusunda kafalar karışmış, gazetecilik gerçekten gazeteci olanların yanı sıra başka işten sıkılanların çalıştığı bir iş haline gelmiştir. Bunun bir bakıma sonucu, Basın Birliği yasasının yürürlükten kaldırılmasından sonra gazeteciler tarafından etik konusunda atılan bütün adımlar -1960 Basın Şeref Divanı, 1987 Basın Konseyi, Gazetecinin Haklar ve Sorumluluklar Bildirgesi- gazeteciler arasında sorun yaratmıştır. Herhangi bir etik metni, genel olarak üzerinde anlaşma sağlanan ilkeler bütünü olmasına rağmen Türkiye’de bir etik metni meslek mensupları arasında bölünme/parçalanma nedeni olmuştur.

Türkiye'de 1990'lardan sonra kitle iletişim araçlarındaki (gazete, radyo ve televizyon) sermaye yapısının değişmesiyle içerik yönünden de büyük bir dönüşüme uğrayan Türk basını bu çalışmanın konusu olmuştur.

Türkiye'de basın dışı sermayenin kitle iletişim araçları sahipliği, öncelikle çıkar ilişkilerini ön plana çıkarmış, daha sonrasında da tekelleşmeyi doğurmuştur. Gazete sayfalarına, televizyon kanallarına, yayınlara ve politikalara yansıyan bu dönüşüm Türk basınının basın etiğini olumsuz yönde etkilemiştir. Çeşitli yönlerden eleştirilen günümüz basını, özellikle basın dışı sermayenin politikaları doğrultusunda

(3)

oluşturulan haber ve programlardan dolayı sık sık eleştiri almaktadır. Toplum yaran yerine ticari ilişkileri, basın etiği yerine reyting ve tirajı önemseyen basın organlarının dürüstlüğü ve saygınlığı yok olmaya yüz tutmuştur.

Farklı yetki ve sorumluluk taşıyan tümünün uyması gereken bir etik metni ile Türkiye’de etik bilincinin geliştirilmesi zordur. Etik herkesi -okuru, gazeteciyi, sorumlu yazı işleri müdürünü, genel yayın yönetmenini ve iletişim aracının sahibini- farklı biçimlerde ilgilendirmektedir. Bu nedenle farklı sorumluluklara göre farklı metinlerin yazılmasının gereği dikkate alınmalıdır.

1980 sonrasında Türk yazılı basınının etik açısından değerlendirilmeye alındığı bu çalışmanın hazırlanması sırasında yönlendirme, teşvik ve her türlü desteği ile bana yardımcı olan Sayın Hocam Prof Dr HALİL İBRAHİM GÜRCAN hocama katkılarından dolayı teşekkür ederim.

Aynı zamanda maddi ve manevi desteklerini esirgemeyen aileme teşekkürü bir borç bilirim.

(4)

İÇİNDEKİLER

GİRİŞ... ……….1

BİRİNCİ BÖLÜM ETİK 1.1. ETİK………...…3

1.1.1. ETİK KAVRAMININ TANIMI………...3

1.1.2. MESLEK ETİĞİ………...5

1.1.3. İLETİŞİM ETİĞİ………...7

1.1.4. BASIN ETİĞİ………...10

1.2. TÜRK BASININDA ÖZDENETİM MEKANİZMALARI…………...11

1.2.1. BASIN AHLAK YASASI………...12

1.2.2. BASIN ŞEREF DİVANI DENEMESİ………...14

1.2.3. IPI’NIN BASIN AHLAK İLKELERİ………...18

1.2.4. BASIN KONSEYİ………...20

1.2.5. BASIN AHLAK İLKELERİ………...22

İKİNCİ BÖLÜM 1980 SONRASI DÖNEMDE BASIN ETİĞİ 2.1. 1980 SONRASI DÖNEMDE İLETİŞİM ALANINI ETKİLEYEN GELİŞMELER………. …….24

(5)

2.1.2. 1980 ASKERİ DARBESİ...………...26 2.1.3. 1982 ANAYASASININ KABULÜ………...…...28 2.1.4. 1983 SEÇİMLERİ………...………30 2.1.5. 1990 SONRASI TİCARİ-ÖZEL KANALLARIN İLETİŞİM

ALANINA GİRMESİ………31 2.2. 1980 SONRASI DÖNEMDE YAŞANAN GELİŞMELERİN TÜRK BASIN ETİĞİNE YANSIMALARI………...………33

2.2.1. SİYASET VE BASIN ETİĞİ ARASINDAKİ İLİŞKİ………33 2.2.2. YENİ İLETİŞİM TEKNOLOJİLERİ VE BASIN ETİĞİ…...………36 2.2.3. EKONOMİK GELİŞMELER VE BASIN ETİĞİ ARASINDAKİ İLİŞKİ………...41 2.2.4. KÜLTÜREL DEĞİŞİM VE BASIN ETİĞİ………...………..45

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

BASINDA YAŞANAN ETİK SORUNLAR

3.1. HABER KAYNAKLARINA KARŞI ETİK SORUMLULUK…..……….48 3.2. SERMAYE YAPISINDAN KAYNAKLANAN ETİK SORUNLAR..…..51 3.2.1. TEKELLEŞME………...51 3.2.2. ÇIKAR ÇATIŞMASI………...54 3.2.3. REKLAM VERENLERİN ROLÜ………..57 3.2.3.1. BASIN SEKTÖRÜNDE REKLAM VERENİN ROLÜ………58 3.2.3.2. BASININ REKLAM PASTASI……….60

(6)

3.2.3.3. REKLAM VERENİN TERCİHLERİ……….………61

3.3. HABERLERE KONU OLAN KİŞİLERE İLİŞKİN ETİK SORUNLAR..62

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM BASINDA ETİK SORUNLARIN YANSIMALARI 4.1 BASININ İNANDIRICILIĞI SORUNU………65

4.2 HALK NASIL ETKİLENİYOR……….68

SONUÇ………74

(7)

GİRİŞ

Etik tartışmaları, son yıllarda, dünyada ve Türkiye’de öne çıkan konular arasına girmiştir. Birçok ülkede ulusal etik komisyonları bulunmakta, her meslek kendisini etik temelde sorgulamaktadır. Meslek etikleri arasında iletişim etiği de bu çerçevede dikkatleri üzerine toplamaktadır.

1980 sonrasında Türk yazılı basınının etik açısından değerlendirilmesi olgusunun incelenmesi konusunda takip edilen yöntem yazılı kaynakların taranması şeklinde gerçekleştirilmiştir. Basın, toplumdaki gelişen olayları halka sunan, toplumun kültürel anlamda gelişimini sağlayan, eğlendirme unsuru bulunan bir mekanizmadır. Kitle iletişim araçları vasıtasıyla toplum gerçeği, doğruyu öğrenir. Çünkü basının sosyal sorumluluğu vardır ve basın toplum yararını gözönünde bulundurmalıdır. 4. Kuvvet olarak adlandırılacak kadar büyük bir öneme sahip olan basının, etik ilkeler dahilinde davranmaması durumunda toplum gelişimi olumsuz yönde etkilenecektir. Etik ilke ve kurallar dahilinde objektif, tarafsız ve dürüst olması gereken basın kuruluşlarının hem kendi gelişimine hem de toplum gelişimine katkıda bulunması gerekir.

Basın kamuoyunu yansıtır, verdiği bilgiler dahilinde toplumun sağlıklı gelişimini sağlar. Kendi içinde de tüm baskılara ve etkilere karşı koyarak basın özgürlüğünü ve basın etiğini korur. Çünkü dış etkenlere dayanıksız olan bir basın, asli görevlerini, işlevlerini yerine getiremeyerek toplumun yararını gözardı eder.

Basında etik anlayışı gerek dünyada gerekse Türkiye'de yıllardır tartışılan bir konudur. Özellikle Türkiye'de 1980 sonrasında ekonomik yönden baskı altında bulunan basın kuruluşlarının yanlış yönlere sapmaları bu tartışmalara hız kazandırmıştır (Demirkent; 2000, 98). Bu tarihten itibaren doğruları sunması gereken ve toplum yararını ön palana çıkarması gereken basın organlarının sermaye yapılarında önemli değişimler yaşanmıştır. Ticari, politik çıkar ilişkilerinin alana yansımasıyla birlikte basın dışı sermaye tekelleşen yapısıyla etik anlayışı sarsıcı yayınların, politikaların oluşmasına neden olmuştur.

(8)

Türkiye'de basın kuruluşlarının ticari şirketler, holdingler eline geçerek kendi ekonomik ve politik anlayışları doğrultusunda oluşturulması Türk basınının etik dışı davranmasına sebep olmuştur. Etik dışı bu davranışlar Türk basınında güvenin zedelenmesine neden olmuştur. Toplumsal işlevlerini yerine getiremeyen ve basın alanında yaşanan tekelleşme eğilimleri Türkiye'de basının eleştirilmesinde temel nedenlerden oluşmuştur (Nebiler; 1995, 75).

1980 sonrası dönem ve Türk yazılı basını ile sınırlandırılan bu çalışma ile yazılı basının yürütülmesindeki temel sorun alanlarının incelenmesi, normların ve işlerlik koşullarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır.

Çalışmanın birinci bölümünde, etik kavramına değinilerek meslek etiğinin ne olduğu anlatılmıştır. Etiğe işlerlik kazandırılabilmesi için kendini düzenleme gerekliliği üzerinde durularak iletişim etiği ve özdenetim mekanizmaları ele alınmıştır.

İkinci bölümde, 1980 sonrası iletişimi etkileyen faktörler incelenerek bunların siyasal kültürel ekonomik açıdan basın etiğine etkileri üzerinde durulmuştur.

Basında yaşanan etik sorunların anlatıldığı üçüncü bölümde, haber kaynaklarına karşı sorumluluk, habere konu olan kişilere karşı sorumluluk yanında sermaye yapısından kaynaklanan etik sorunlar konusundaki temel tartışmalara yer verildi. Etik tek ve biricik olaylara içerimlenmiş olduğundan, sorunların ve bu sorunlarla ilgili normların incelenmesinde, Türkiye’den ve Türkiye dışından örneklerle konu somutlaştırılmıştır.

Son bölümde ise etik sorunların halk üzerindeki yansımaları yapılan araştırma ve anket sonuçları çerçevesinde yorumlanmıştır.

Dünya ölçeğinde farklı bir boyut kazanmış olan basında etik sorunu, Türkiye özelinde çok daha değişik yan unsurları bünyesinde barındırmaktadır. Sonuç olarak bu çalışma Türk basınının bugünkü durumunu ve sorunlarını etik konusundan hareketle bir kavrama girişimidir .

(9)

BİRİNCİ BÖLÜM 1.1. ETİK

1.1.1. ETİK KAVRAMININ TANIMI

Son zamanlarda dillerden düşmeyen etik, pratik felsefenin insanların ahlaki eylemlerini konu alan ve bir eylemi ahlaki açıdan iyi bir eylem yapan niteliksel durumla ilgilenen bir alanıdır.

Etik sözcüğü, köken olarak Yunanca’daki ethos sözcüğünden gelir ve iki farklı kullanımı vardır. Yunanca’da εθος olarak yazılan ilk kullanımı alışkanlık, töre, görenek anlamlarını taşır. Eylemlerini geçerli töreye uygun olarak eğitim yoluyla düzenlemeye alışkın kişi, genel kabul gören “ahlak yasası” normlarını izlediği sürece etiğe göre davranmaktadır. Ama dar anlamda ve asıl anlamıyla ηθος olarak yazılan etiğe göre eylemde bulunan ve davranan kişi, aktarılan eylem kurallarını ve değer ölçülerini sorgulamadan uygulamayıp; aksine, kavrayarak ve üzerinde düşünerek talep edilen iyiyi gerçekleştirmek için onları alışkanlığa dönüştüren kişidir. Etik böylelikle karakter anlamını da almakta, erdemli olmanın temel tavrı olarak pekişmektedir. (Pieper, 1999:30). Günlük dilde ise etik sözcüğü, bazen töreyi/ahlakı bazen de karakteri/ahlakiliği vurgulayacak biçimde kullanılmaktadır.

Türkçede günlük kullanımda etik ve ahlak sözcükleri çoğu zaman aynı anlamda kullanılsalar da aralarında ayrımlar vardır. Türkçe’ye Arapça’dan geçen ahlak sözcüğü hulk sözcüğünün çoğuludur. Hulk sözcüğü, bir insanın yaradılışı gereği gerçekleştirdiği davranışları anlatır ve huy, adet alışkanlık anlamındadır. Ahlak ise bir toplum içinde kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimleri ve kuralları ile iyi niyetler ve güzel huyları kapsar. Etik sözcüğü ise insan davranışlarını ahlakilik kuralları içinde araştıran ahlak bilimi anlamındadır. Ancak, Türkçe kullanımda ahlak ve ahlaki anlamlarını da içermektedir. Türkçe sözlükte de etik sözcüğü “töre bilimi”, “Bir meslek grubunun uymak zorunda olduğu davranışlar bütünü”, “etik bilimi” ve “ahlaki, ahlakla ilgili” karşılıklarını kapsamaktadır. Çoğunlukla hekimlik mesleğinde kullanılan deontoloji sözcüğü ise meslek ahlakı, ödev bilgisi anlamına gelmektedir.

(10)

Gazetecilik söz konusu olduğunda gazetecilik ahlakı, meslek ilkeleri, davranış kodları, gazetecilik deontolojisi ve gazetecilik etik kuralları gibi adlarla anılan kodlar, mesleği düzenleyen davranış kurallarına işaret etmektedir. Gazetecilik etiği ise hem uyulması gereken kuralları hem de gazetecilik ahlak kurallarının incelenmesini kapsamaktadır.

İyi bir “varoluş tarzı”, bilgece bir eylem yolu arayışına karşılık gelen etik, felsefenin bir parçası, pratik varoluşu iyi tasarımı etrafında düzenleyen parçasıdır (Badiou, 2004:17). Etiğin asıl amacı, “insanın iyi temellendirilmiş ahlaki kararları kendi başına vermek durumunda olduğunu ve başka hiç kimseye – ne her hangi bir otoriteye ne de sözde daha yetkin kişilere (anne-baba, öğretmen, din adamı vb.) – teslim olmaması gerektiğini gösterebilmektir” (Pieper, 1999:21). Bir başka deyişle etik, bireyi vesayet altına almak yerine toplum içinde diğerleriyle birlikte yaşarken, bireyin kendini nasıl kendi olarak gerçekleştirebileceğine yada neyse o olarak varolabileceğine ilişkin yolları gösterecektir. Dolayısıyla etik, insan merkezlidir; insanlar arası ilişkilerin düzenlenmesi ve yönlendirilmesi ile ilgilenir. Bugün çevre etiği gibi kavramlardan söz edilebilse de bu, küresel eko-sistemdeki bozulmaların insan neslini ve gelecek kuşakları tehdit eder hale gelmesindendir ve kökeni yine insana dayanır.

Kuçuradi (1988:4), etik ilişkinin hem kendisi hem de onu meydana getirenler gerçek olan, dolayısıyla her biri tek -eşsiz- olan bir ilişkiler türü olduğunu belirtir. Bu yüzden önceden belirlenmiş katı ahlak normları kişiye her durumda rehberlik edemez. Kişi, son aşamada, yaşadığı gerçek ve biricik ilişki içinde kendi yolunu kendisi bulacaktır. Bu arayışta etiksel bir karar verme, ilişkilerin değerlendirilmesiyle ilgilidir. Bir değerlendirme etkinliği ise üç aşamadan oluşur. İlk aşama değerlendirenin ilişkide olduğu kişinin eylemini veya tutumunu anlamasıdır. İkinci aşama, eylemin yapıldığı koşullar içinde başka eylem olanakları bakımından özelliğini görmesidir. Eylemin etik değeri olan değerliliğinin-değersizliğinin ya da doğruluğunun-yanlışlığının görülmesi, yani o eylemin insanın değeriyle ilgisinin kurulması da bir eylemi değerlendirmenin üçüncü aşamasını meydana getirir. Ancak yaşamda doğru yada yanlış değerlendirmeler yerine, çoğu zaman eylemlerin ezbere

(11)

değerlendirmeleriyle yani değer biçmeler ve değer atfetmelerle karşılaşılır. Değer

atfetme, bir eylemin, onu değerlendirenle ilgili sonuçları açısından

değerlendirilmesidir. Değer biçme ise yalnızca davranışı hesaba katarak, hazır genel değer yargısına göre sonuç çıkarmaktır (Kuçuradi, 1988:16-19). Değerler etiğin bir bileşenidir. Diğer bileşen ise güçtür. Değerler paydır ve güç de paydadır. Matematikte olduğu gibi, eğer payda sıfır ise, pay ne kadar büyük ya da önemli olursa olsun, hiçbir şeyiniz yoktur. Eylem yok, seçim yok. (Pieper (1999:18), etiğin bir amacının da “ahlaki eylemin, insanın isterse gerçekleştirebileceği, istemezse vazgeçebileceği keyfi bir eylem olmadığını; aksine, insan olarak varlığına ilişkin vazgeçilmez bir niteliğin ifadesi olduğunu gösterebilme, yani insanı sevmeyi öğretebilme” olduğunu belirtir. Etik, temellendirilmiş sonuçlara varmayı amaçladığından ne ahlakileştirme ne ideolojiye dönüştürme ne de dünya görüşü ortaya koyma gibi bir amaca sahiptir. Ahlaki eylemlere belirli bir yöntem kullanarak yaklaştığı için nesnel geçerliliği de olan, öznelerarası bağlayıcılığı kanıtlanabilen önermelerle ilgilenir (Pieper,1999:17).

Her ne kadar etik bilişsel olduğu sürece nesnel olabilse de bilimle arasında kökten bir fark vardır. Ancak, bu fark etikle bilimleri karşı uçlara koymaz. Bilim ne kadar ilerlerse ilerlesin, etiğe duyulan gereksinim ortadan kalkmayacaktır. Çünkü Koslovski’nin (2000:40) de belirttiği gibi bilim ve teknik, kendi bilgilerinin kullanımında neyin iyi olduğunu, kendilerinden yola çıkarak veremezler. “Bilim sorunları net bir şekilde ortaya koyabilir, çeşitli alternatif eylem çizgilerinin göreceli bedellerini hesaplayabilir, uygulamanın en iyi yolunu gösterebilir. Ama bilim bizi seçim yapma ve karar verme gibi insani sorumluluklardan kurtaramaz” (Mayor ve Forti, 2004:65-66).

1.1.2 MESLEK ETİĞİ

Badiou’ya (2004:41) göre, etik diye bir şey yoktur. Sadece bir şeyin etiği (siyasetin, aşkın, bilimin, sanatın etiği) vardır. Pieper (1999:86) de etiğin yalnızca özerk (kuramsal) bir bilim olarak değil, uygulamalı bir bilim olarak da yapılabildiğini; genel etiğin, ilkelerinin belirli yaşam ve eylem alanlarına uygulanmasıyla, yorumlayan, özel, somut bir etik haline geldiğini belirtir. Toplumsal

(12)

etik, iktisat etiği, ekoloji etiği, barış etiği gibi uygulamalı etikler arasında da meslek etiği önemli bir yer tutar.

Felsefe bilimi açısından bakıldığında, etik kavramının tarihinin eski olmasına karşın, iş ahlakı olarak bu kavramın tartışılması, çok eskilere gitmez. Aslında, Platon ve Aristo’dan beri zanaatkarın işini nasıl doğru yapacağı konusunda bazı ilkeler vardır. Osmanlı döneminin önemli bir kurumu olan Ahiliğin en önemli özelliklerinden biri iş yapma ahlakı olarak tanımlanmıştır. Max Weber de kapitalizmin gelişmesini belirli bir dünya görüşü olarak protestan etiğine bağlamıştır. Bütün bunlar, “doğru nedir?” sorusuna yanıt vermenin yanısıra, “doğru iş nasıl yapılır” sorusuna yanıt olarak etik tartışmasının bir geçmişi olduğunu gösterse de, meslek etiklerinin iş dünyasında sistematik olarak tartışılması görece yeni bir olgudur. Kuçuradi ( 2000:22), kültürler ötesi ortak normlar getirme arayışı ile felsefede metaetiğin egemenliğinin bir araya gelmesiyle, meslek etiklerinin son yirmi yılda tartışılmaya başladığını ve günümüzde “moda” olduğunu belirtmektedir.

Tepe (2000:123-124), her mesleğin karşılaştığı kimi etik sorunlardan hareketle, kendisine ait bir etikten söz etmesiyle meslekler kadar etikler olduğu izlenimi verildiğine, bunun sonucu olarak da birbirinden tür olarak farklı birçok etiğin olduğunun düşünüldüğüne ve -etikle ilgisi olmayan bilgiler bir yana- etik bilgideki ortaklığın gözden kaçırıldığına dikkati çeker.

Meslek etiği, belirli bir mesleği icra ederken kişinin ne yapması ya da ne yapmaması gerektiği ile ilgilidir. Bütün meslek gruplarının ahlakları, genel ahlaki ilkeye, mesleğinde olabildiğince iyi olma ilkesine dayanır. Burada, çalışma ve emeğin kendisine bir değer yüklenir. İş sadece teknik kurallar aracılığıyla değil, diğer insanları doğrudan ya da dolaylı olarak ilgilendiren ahlaki kurallar temelinde icra edilecek bir etkinlik olarak tanımlanır. Platon, bir işin iyi yapılması için yalnızca uzmanlığın yeterli olmadığını, iyiye niyet etmenin de önemli olduğunu vurgular. Başka bir deyişle, “İyiyi istemeyen için bilgi, şans olmaktan çok bir tehlikedir; açıkça o, bilgisiyle mesleki bilgi olmasaydı yapamayacağı kötüyü daha iyi bir şekilde

(13)

yapabilir; böylelikle kişinin mesleğinde iyi olmasıyla, kötü daha kötü olmaktadır”(Koslovski, 2000:40).

1.1.3. İLETİŞİM ETİĞİ

İletişim etiği, iletişimle ilgili mesleklerde çalışanların meslek etiğini anlatmaktadır. Bu çerçevede, haber ajanslarında, gazetelerde, radyo ve televizyon kuruluşlarında ya da internet ortamında habercilik işiyle uğraşanların yanında, söz konusu basınların haber dışındaki içeriklerini oluşturanların ve kendileri basın olmasalar da ürünleri basında yer alan reklamcıların ve halkla ilişkilercilerin meslek etiğini de kapsamaktadır.

1970’lerde kitle iletişim araçlarının büyümesi ve çeşitlenmesiyle iletişim etiği konusundaki araştırmalar da ivme kazanmıştır. Bu çerçevede, basın sorumluluğu, basın performansı ve kamusal yarar sorunları, iletişim etiğinin merkezi haline gelmiştir. Enformasyon toplayıcılar ve haber üreticiler rolleri verilen kitle iletişimciler, içerik izleyiciyi etkileyebileceğinden dikkat gösterilmesi gereken konumlara yerleştirilmişlerdir Çünkü gazetecinin iletme görevini iyi yapabilmesi, olan biteni doğru aktarabilmesine, dolayısıyla olayları, durumları doğru değerlendirebilmesine bağlıdır. Bunu yapabilmelerinin temelinde yatansa onların bilgisel ve zihinsel donanımlarıdır (Tepe, 2000:128). Söz konusu bilgisel ve zihinsel donanımı sağlamanın yollarında de mesleğe ilişkin etik değerlerin belirlenerek yaşama geçirilmesidir.

Her meslekte olduğu gibi iletişimle ilgili mesleklerde de etiksel ilke ve değerlerin belirlenmesi ve yaşama geçirilmesi kendi kendini düzenlemeyle gerçekleşir. İletişim alanında kendi kendini düzenleme kavramı, belli bir yoruma açık ve öznel bir kavram olarak belirmektedir. Geleneksel kendini düzenleme kavramı, basın profesyonellerinin kendilerinin gönüllü olarak oluşturdukları bir dizi kuralı ve bu kuralların uygulanmasına ilişkin yapıları anlatır. Kimileri bu geleneksel kavramın tek geçerli kendini düzenleme yöntemi olduğunu savunarak normların benimsenmesini zorlayan kendini düzenleme yapılarına karşı çıkarlar. Bu yaklaşıma göre, kendini düzenlemenin basın çalışanlarının serbest bir seçimi olması gerekir ve

(14)

etik standartlara uyup uymamaya yalnızca basın profesyonelleri karar verebilir. Basının belli mesleki standartları benimseme sorumluluğunun olduğu, ancak bu standartların uygulanmasının bir düzenleyici yapının ya da devlet yapısının gözetimi altına girmediği kendini düzenleme sistemlerinden de söz edilebilir.

Pek çok ülkede meslek kuruluşları kendi ahlak standartlarını belirlemektedir. Avustralya, Kanada, Kolombiya, Mısır, Finlandiya, Jamaika, İrlanda, Fransa, Macaristan, Hindistan, Endonezya, Yeni Zelanda, Nikaragua, Nijerya, Norveç, İsveç, İsviçre, İngiltere, ABD, Venezuela, Yugoslavya gibi ülkelerde gazeteciler cemiyeti veya sendikası gazetecilerin yükümlülüklerinin listesini belirleme görevini üstlenmiştir. Buna karşılık basın ahlak kurallarının bazıları kamu yetkilileri tarafından belirlenmiştir. Bu tür örneklere İtalya, Kamerun, Madagaskar, Sri Lanka gibi ülkelerde rastlanır (Tokgöz, 2003:123).

Bir başka kendini düzenleme ise yasa koyan kendini düzenlemedir, burada kendini düzenleme yapılarının yaratılmasını hukuk üstlenir. Bu uygulama tipi, etiğin yasa haline getirilemeyeceği, yasal bir gereklilik haline getirildiğinde hukukun bir parçası yapıldığı gerekçesiyle kendini düzenleme olarak görülmeyebilir. Ancak, hukuk tarafından desteklenen kendini düzenleme yapıları, belli ulusal bağlamlarda kabul edilebilir bir çözüm olabilmektedir. Bir ülkenin siyasal, yasal ve kültürel gelenekleri, en uygun düzenleme biçiminin oluşturulmasında önemlidir. Demokrasi deneyimi fazla olmayan ülkelerde, hukukla desteklenen kendini düzenleme yapılarının oluşturulması bir orta yol çözüm sunabilir. Bununla bağlantılı olarak, kendini düzenleme sistemleri, bir ülkeden diğerine ihraç edilemez. Ülkeler arasındaki farklılıklardan dolayı, bir ülkede çok iyi işleyen bir kendini düzenleme yapısı başka bir ülkeye aktarıldığında etkili olmayabilir.

Özetle, kendini düzenleme tüm sorunlara çözüm üretmede yeterli değildir. Bu nedenle, yüksek basın standartlarını garantilemek için yasa ve piyasa gibi öğelerle birlikte işlev görmelidir. Genellikle düzenleme ve kendini düzenleme arasında tümleyici bir ilişki vardır.

(15)

Avrupa’da en yaygın kendini düzenleme mekânizması, davranış kodları ve bu kodlara ilişkin yürütme yapılarıdır. Çoğu Avrupa ülkesi, gazeteci örgütleri tarafından benimsenen ya da bazı durumlarda yayıncı örgütlerinin de katıldığı gazetecilik etik kodlarına sahiptir. Benzer şekilde, kodları yönetmek için basın konseyleri vardır. Basının kendini düzenlemesi tartışılırken genellikle davranış kodları ve basın konseylerinde odaklanılır. Ancak, etik kodlar yanında, basının kalitesini ve halka sorumluluğunu garanti etmede okur mektupları, editöryal kurulda yurttaşların yer alması, ombudsmanlar, tüketici ve okuyucu dernekleri gibi başka mekânizmalar da bulunmaktadır (Bertrand, 2000:45).

Genellikle, etik kodlar ve diğer basın sorumluluk sistemleri, sorumlu gazeteciliği teşvik etmede etkili araçlar durumundadır. Uygulandıkları yerlerde tatmin edici sonuçlar vermişlerdir. Buna karşın, basın konseyinin gazeteciler üzerinde bir denetim kuracağını ve basın özgürlüğüne bir sınırlama getireceğini düşünerek, konsey oluşturulmasına karşı çıkanlar da bulunmaktadır. Ancak, genellikle basın konseyinin sorumlu gazeteciliği geliştirmede etik kodlar kadar değerli ve meşru olduğuna inanılmaktadır.

Kendini düzenleme sistemi, sadece bağımsız olduğunda etkili olabilir; sistemin ekonomik kaynaklarının her zaman endüstriden gelmesi, hiçbir zaman hükümet ya da diğer kamusal yapılardan gelmemesi gerekir, aksi durumda bağımsızlığını yitirir.

Bunun yanında, gazetecilerin etik konusunda eğitilmeleri de kendini düzenlemenin etkisini artırmak için gereklidir. Gazetecilerin eğitimi, yüksek kişisel etik standartlara dayanan etkili kendini düzenlemenin en iyi temeli olduğundan, eğitim çabalarının özellikle üniversite içindeki çalışmalarla da güçlü bir biçimde desteklenmesi gerektiği kabul edilir.

Kendini düzenleme yaptırımlarının yeterince güçlü olmaması bazen de hiçbir yaptırımın bulunmaması nedeniyle, kendini düzenlemenin basını, örneğin kişilerin mahremiyetini ihlal etme, şiddetten kaçınma ya da aşırı sansasyon eğilimi gibi konularda caydırmada etkisiz kaldığı öne sürülebilir. Ancak, basın pratiklerinin kötü örneklerine karşın kendini düzenleme hâlâ en önemli çözüm olarak görülmekte;

(16)

özellikle üzerinde çok fazla durulan, en çok tartışma yaratan noktaların yasada yer almaması gerektiği üzerinde uzlaşılmaktadır.

Sonuçta, basın alanında yasama ve kendini düzenleme arasında açık ve zorunlu bir uygunluk ve birbirini bütünleme olmalıdır. Kendini düzenleme, sürdürülmesi ve geliştirilmesi gereken bir sistemdir. Zorlayıcı ya da dayatıcı kendini düzenleme, en iyi uygulama olmasa da belli koşullar altında yararlı olabilmektedir. En uygun düzenleme türünün belirlenmesinde ise bir ülkenin ulusal özellikleri büyük önem taşımaktadır.

1.1.4 BASIN ETİĞİ

"Basın özgürlüğü yasalarla sınırlandırılır. İletişim özgürlüğü demek, basına heyecan sömürüsü hakkı ve kişileri sindirme hakkı tanımak değildir. İletişim araçları ve oralarda çalışanlar yasalarda çizilen sınırlara saygı göstermezlerse bir basın terörü yaratılır. Basın terörü de, siyasal terör, anarşizm ve devlet terörü kadar tehlikelidir" (Topuz, 1994:7).

Yazılı ve görsel basının önemi giderek artarken etik değerlerin konuşulması, tartışılması ve korunması da vazgeçilmez bir ilkeye dönüşmektedir.

Birçok araştırma alanı gibi 'basın etiği' de bir konu başlığı olarak gerçekte talep ettiğinden daha fazla kuramsal alanla kesişmektedir. Basını bir toplumun kendisi hakkında konuşmasına aracılık eden formlar, etiği de doğru eyleme yönelik pratik bir ilgi olarak ele almak çok daha kapsamlı sorunları ve konulan açığa çıkaracaktır. Alanın bugünkü merkezinde basın profesyonellerinin çalışmalarında ortaya çıkan zor sorunların aşılması yer almaktadır.

Savaş zamanındaki haberler, barış zamanlarındakilerden farklı doğruluk ve ifşa etmek ölçütlerine göre mi üretilmelidirler? Muhabirler ve editörler, reklamcılardan gelen dışsal baskılar ve yönetimden gelen içsel baskılarla nasıl baş edebilirler? Kamunun bilme hakkı ile ünlü kişilerin özel yaşamlarına saygı arasındaki çizgiyi neye göre çizmek gerekir? Yada sağlıklı-kamusal tartışma gereksinimi ile yanlış açıklamaların arasındaki çizginin nereye çizilmesi gerekmektedir? Kendisine ve

(17)

başkalarına karşı şiddet tehdidinde bulunarak basının dikkatim çekmeye çalışanlara karşı ne yapılmalı?" (İrvan, 1997:253).

Bütün bu tespitlerin açılımı ve soruların cevabı ahlakilik kavramında mündemiçtir. Bu durumda kural belli bir coğrafya veya evrensel ahlak kuralları çerçevesinde kabul gören normlardan birisi de olsa, uygulamada doğacak hatalar, basının ahlaki görünümüne darbe vurabilecektir. Böylece sadece ahlaki normların muhteviyatı değil, bu kuralları yorumlayan ve uygulayan zihniyetle ilgili problemler de ortaya çıkmaktadır.

Gazetecilikte etik denince akla gelen ilk dört şey adil, gerçek, objektif ve doğru olmaktır (Eryılmaz, 1999:23-24). Etik meziyetler ise, "dürüst", "hassas", "doğru sözlü" gibi tipik meziyetlerdir (O'neill, 1994:38). İyi bir gazetecinin bu kavramlara sıkı sıkıya bağlı olması gerekmektedir. Ancak bu yasal yaptırımlardan daha çok gazetecinin kendi kendini denetlemesiyle mümkündür. Tabii ki denetim ile amaçlanan, mesleğe olan saygının sağlanmasıdır.

Yukarıda verilen bilgiler ışığında aslında meslek ahlaki sorunu hemen her dönemde ve toplumda bir olgu olarak karşımızda durmaktadır. Buna karşılık gazeteci de yine her dönemde haberini özgürce yazmak istemektedir. Fakat burada iletişim özgürlüğünün önemli bir kamusal görev olduğunu unutmamak gerekiyor. Bu bakımdan meslek için denetim kaçınılmaz gözükmektedir. Kendi kendini kontrol müessesesi, hem mesleğe saygınlık kazandıracak hem de meslek dışı müdahalelerin oluşturacağı olumsuzluklara karşı etkili bir savunma mekanizması olacaktır.

1.2. TÜRK BASININDA ÖZDENETİM MEKANİZMALARI

Türk basınında etik tartışmalar özellikle 90'lı yıllarda kurulan özel ticari kanalların kurulması ve paralelinde basını olumsuz yönde etkileyen sorumsuz yayıncılık anlayışıyla birlikte daha fazla yoğunlaşmıştır. Özellikle büyük sermaye gruplarının eline geçen Türk basınında etik tartışmalar yer etmiştir. Tarihsel gelişimi içinde 1960'dan sonra özdenetim mekanizmaları oluşturulmaya çalışılmıştır. 1990'lara gelindiğinde ise sermayenin basın alanında yoğunlaşması ve basın

(18)

kuruluşlarında yaşanan tiraj ve rating kaygısı basın etiğine darbe vurmuştur. Bunun sonucunda Türkiye'de basın alanındaki yaşanan rekabet ortamında mesleki etikten yoksun bir yayın anlayışı yer etmiştir. Bu nedenlerle mesleki özdenetim mekanizmalarının çalışmaları hız kazanmış, ayrıca yasayla oluşturulan kurullarla basın alanı yaptırıma bağlanmaya çalışılmak istenmiştir. Aşağıdaki bölümlerde Türkiye'de basın etiği anlayışı çerçevesinde oluşturulmak istenen özdenetim ve yasal kuruluşlara değinilecektir.

1.2.1. BASIN AHLAK YASASI

Türkiye'de, 1960 yılına kadar, basının özdenetimi için herhangi bir kurumsal girişimde bulunulmamıştır. 27 Mayıs 1960 tarihinden önceki deneyimler ve sonraki gelişmeler, basının özdenetim gereksinimini gündeme getirmiş ve İstanbul (Türkiye) Gazeteciler Cemiyeti ile İstanbul (Türkiye) Gazeteciler Sendikası'nın ortak girişimi sonucu, 24 Temmuz 1960 günü, saat 15.00'te düzenlenen törenle, Basın Ahlak Yasası, gazeteciler ve yayın kuruluşları temsilcileri tarafından imzalanmıştır. (Türkiye Gazetecileri, Hak ve Sorumluluk Bildirgesi, 1998:6)

Uygulamaları denetlemek için de, Basın Şeref Divanı'nın kurulduğu aynı törende, 24 Temmuz (2. Meşrutiyet'in ilanı ile sansürün kaldırılış tarihi) "Basın Bayramı" ilan edilmiştir.

BASIN AHLAK YASASI HÜKÜMLERİ

Basın İlan Kurumu Genel Kurulu'nun, 20 Mayıs 1964 tarihinde aldığı 25 no'lu kararda, "Basın Ahlak Esasları" şöyle belirlenmiştir: (Akgüner, İlal ve Öngören, 1995:194).

"Madde 1- 195 sayılı Kanun'un 49. maddesinde sözü edilen (Basın Ahlak Esasları) aşağıda gösterilmiştir:

1. Bir amme müessesesi olan gazetecilik mesleği, bu mesleğin dışında kalan özel yada ahlaka aykırı maksat ve menfaatlere alet edilemez ve amme menfaatlerine zarar verici bir şekilde kullanılamaz.

(19)

2. Yazı, haber, fotoğraf ve sair şekillerde yapılacak yayınlarda, şu hususlara riayet edilir:

a) Ahlaka aykırı yada müstehcen yayında bulunulamaz.

b) Şahıs, müessese ve zümreleri hedef tutan yazılarda, galiz kelimeler kullanılamaz, şeref ve haysiyetlere karşı haksız yayın yapılamaz.

c) Amme menfaatini ilgilendirmeyen hallerde, fertlerin hususi hayatları, küçük düşürücü şekilde teşhir edilemez.

d) Şahıslar, müesseseler ya da zümreler aleyhinde iftira ve isnatta bulunulamaz. e) Din istismar edilemez.

3. Haberlerde ve olayların yorumunda hakikatlerden tahrif ya da kısaltma yoluyla maksatlı olarak ayrılmaz, doğruluğu şüphe uyandırabilen ve tahkiki gazetecilik imkanları içinde bulunan haberler, tahkik edilmeden ve doğruluğuna emin olunmadan yazılamaz.

4. Gazetenin yada gazetecinin şahsi yada taraf tutan kanaatlerine, haberlerin metninde yer verilemez.

5. Haber başlıklarında, haberin ihtiva ettiği hususlar tahrif edilemez

6. Amine menfaati mutlak lüzum göstermedikçe, "mahrem" kaydıyla verilen malumat yayımlanamaz.

7. Gazeteci, kaynakların mahremiyetini koruyacak ve kendisine verilen sırlara saygı gösterecektir.

8. Haber, yazı yada resim kaynaklarının, yayın tarihi için koydukları zaman kaydı ihlal edilemez.

9. İlan, reklam mahiyetindeki haber, resim yada yazıların, ilan yada reklam olduğu, tereddüde yer bırakmayacak şekilde belirtilir.

(20)

10. Mevkutelerin verdikleri yanlış bilgilerden dolayı yollanacak haklı cevap yada tekzipler, cevap yada tekzibe neden olan yazının tesirini tamamıyla giderecek şekilde, en kısa bir zamanda yayımlanır.

11. Yazı, haber, fotoğraf ve sair şekillerde yapılacak yayınların kaynaklarıyla, kadro mensupları, baskı yada fiili satış adedi okuyucuya açıklanmak istendiği takdirde, yanlış yada yanıltıcı bilgi verilemez.

12. 5953 sayılı Kanun'un, 6253 sayılı Kanun'la değişik 20. maddesine uyularak Bayram gazetelerinin çıkarıldığı günlerde, başka günlük gazete çıkarılamaz.

(Bu bent, Genel Kurul'un, 14 Mayıs 1993 tarih ve 125 sayılı kararıyla metinden çıkarılmıştır.) (Akgüner ve Öngören, 1999:195).

1.2.2. BASIN ŞEREF DİVANI DENEMESİ

Türkiye'de kendi kendine denetimin kurumsallaştırılması bağlamında ilk örnek "Basın Şeref Divanındır.

27 Mayıs 1960 ihtilali ve ihtilal sonrası, Milli Birlik Komitesi'nin, basın hürriyetini sınırlayan yasaların uygulamasını durdurması, gazetecilere yoğun bir serbestlik alanı kazandırmıştır. Bu alan içinde, baskılardan kurtulmanın verdiği özgürlükle, gazete ve dergiler, özellikle düşürülen iktidarın mensupları hakkında sorumluluk duygusuyla bağdaşmayan yayınlara girişmiştir (Kızıl, 1988:117).

Özgürlüğün kötüye kullanılması olarak nitelendirilebilecek bu durum basın için endişe verici olmuştur. Ayrıca bu gidişin basın özgürlüğünü kısıtlayıcı bazı düzenlemelere yol açabileceği görüşü ağırlık kazanmaya başlayınca yapılan görüşmelerle kendi kendini kontrol sisteminin bir an önce gerçekleştirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Milli Birlik Komitesi de bu olguyu desteklemiştir.

24 Temmuz 1960 tarihinde 132 basın kuruluşu tarafından kabul edilerek Basın Şeref Divanı yaşama geçirilmiştir (Bülbül, 2001:169).

(21)

Basın Ahlak Yasası'nın uygulanmasını sağlamak için oluşturulan Basın Şeref Divanı'nın 10 üyesi şöyle belirlenmiştir:

"Gazeteciler Cemiyeti (İstanbul) 1, İstanbul Gazeteciler Sendikası 1, Ankara Gazeteciler Cemiyeti ve Sendikası 1, İzmir Gazeteciler Cemiyeti ve Sendikası 1, Türkiye Gazete Sahipleri ve Sendikası 1, Türkiye Gündelik Siyasi Gazete Sahipleri Sendikası 1, Türkiye Gazete Sahipleri Federasyonu 1."

Basın mensubu olmayan öteki üç üyeden biri, İstanbul Üniversitesi profesörleri arasından Üniversite Senatosu'nca, ikinci üye İstanbul Barosu Yönetim Kurulu tarafından Baroya mensup avukatlar arasından seçilmekteydi. Basın mensubu olmayan 3'üncü üye ise İstanbul İli sınırları içinde görevli olan en kıdemli ceza hakimiydi.

Basın Şeref Divanı üyelerinin görev süresi 2 yıl olarak belirlenmiştir. Görev sürelerinin bitiminden en az 2 ay önce yeniden seçim yapılmakta, daha önce görev yapmış üyeler divana yeniden seçilebilmektedirler.

İstifa yada çeşitli nedenlerle boşalan üyelik için, o üyeyi seçmiş kurul tarafından 1 ay içinde yeniden seçim yapılması da öngörülmüştür.

Yüksek Hakimler Kurulu'nun oluşmasından sonra, bu kurulca seçilmesi öngörülen hakim üyenin, Divan'da görev alamayacağı görüşü ortaya atılmıştır. Onun yerini, İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsü Müdürü ya da onun görevlendirdiği kişi almıştır.

Türkiye Gündelik Siyasi Gazete Sahipleri Sendikası'nın, Basın Şeref Divanı üyeliğinden ayrılmasından sonra da bu üyelik, SBF Basın-Yayın Yüksekokulu Müdürü yada onun görevlendireceği kişiye verilmiştir (İçel, 1986:215).

Basın Şeref Divanı'nın Başkanı ile 2. Başkanı, basın mensubu olmayan üç üye tarafından kendi aralarında gizli oyla seçilirdi. Basın mensubu 7 üyenin kendi aralarından seçtikleri Genel Sekreter'in görevi, Başkan'la görüşerek Divan'ı toplantıya çağırmak, gündemi hazırlamak, başvuru ve şikayetleri kabul etmek, görüşme

(22)

zabıtlarını tutmak ve Divan'la ilgili öteki işleri yürütmekti. Ücretli Genel Sekreter'e, işlerinde yardım etmek üzere, Divan dışından ücretli bir katip görevlendirilirdi.

Divan'ın basın mensubu olmayan üyeleri, katılacakları toplantılar için hakkı huzur alırlardı. Divan toplantısı için, üçte iki çoğunluk gerekir, bu çoğunluk içinde, basın dışı üyelerden en az birinin bulunma koşulu aranırdı.

Türkiye'de basının kendi kendini denetleme konusunda Basın Şeref Divanı ile

başlayan bu ilk denemesi kısa zamanda başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu başarısızlığın önemli nedenlerinden birinin "teşhir" yaptırımının etkisiz olduğu öne sürülmüştür. Daha etkili bir yaptırım uygulanması için araştırmalar yapılmış, bu bağlamda Basın İlan Kurumu hakkındaki kanunun 49.maddesinden yararlanılarak yasaya uymayan gazetelerin ilanlarını süreli olarak kesmek yoluna gidilmiştir.

Bu uygulamalar nedeniyle gazeteler, maddi yararlarını ilgilendiren bu yaptırımlar nedeniyle, verdikleri taahhüdü geri almış, ilan kesme karalan aleyhine açılan iptal davaları da Danıştayca da uygun bulunmuştur (Bülbül, 1997:318).

Basın Şeref Divanı'nın rolü ve yasanın önemi, askeri yönetimin 1961 seçimleriyle parlamenter yönetime devri ile azalmış, 1967 yılından sonra da işlevini yitirerek ortadan kalkmıştır. Basın ahlak yasası yürürlükte kalmakla birlikte, işlerliği tartışılır olmuştur.

Basın Şeref Divanı deneyiminin, başarısızlıkla sonuçlanmasının nedenleri şöyle özetlenmektedir:

1. Basın Şeref Divanı'nın, yalnızca ceza verici bir örgüt olarak kurulması, dolayısıyla, basın mensuplarınca, adeta bir umacı gibi görülmesi ve bu yüzden sevgi ve prestij elde edememesi (İçel, 1986:218).

2. Uyguladığı teşhir niteliğindeki ahlaki yaptırımın etkili olamaması ve bu yaptırımın, gazetecileri yeni hareketleri tekrarlamaktan alıkoyacak bir araç niteliği taşımaması.

(23)

3. Basın İlan Kurumu Yasası'nın 49. maddesinin işletilmesi yoluyla, ahlak yasasını ihlal eden gazeteler aleyhinde, ilan kesme tarzındaki mali yaptırımların uygulanmasına teşebbüs edilmesinin, gazetecilerin can evine dokunmuş olması nedeniyle, ters yönde işlemesi ve gazetelerin taahhütlerini geri alarak, Basın Şeref Divanı'ndan çekilmeyi yeğlemeleri.

4. Şeref Divanı'nın, çalışmalarının devamını sağlayacak mali kaynaklardan yoksun hale düşmesi.

5. Türkiye'deki siyasal hayatın ve ideolojik tartışmaların, kazandığı yoğunluk dolayısıyla, Basın Ahlak Yasası'na aykırı hareketlerin çoğalması ve dolayısıyla kurulan büronun bunları izleyemez hale gelmesi. Arada bir yapılan kovuşturmaların ise bu nedenle bir tür adaletsizlik duygusu yaratması.

6. Basın Şeref Divanı'nın, gerek basın mensupları arasında, gerek Türk kamuoyunda arzulanan itibarı elde edememiş bulunması: Divan kararlarının, ahlaki bir yaptırım olarak kamuoyunda gerektiği biçimde etki yapamaması.

7. Türk kamuoyunun, Basın Ahlak Yasası'na aykırı yayınlarda bulunan gazeteciler üzerinde, etkili bir denetim gerçekleştirememesi.

8. Türk basınında, belirli ahlaki standartların, kuşaktan kuşağa geçen bir kültür mirası olarak henüz yerleşmemiş bulunması.

9. Türkiye'deki süreli yayınların, esas itibariyle patronlarının etkileri altında bulunmaları nedeniyle, basında çalışanlara yönelik bir yaptırımın etkili olmasına olanak bulunmaması.

Basın Şeref Divanı'nın, askeri darbe koşullarında kurulduğu, 1960 ihtilalinin etkisinin azalması ve parlamenter sistemin işlemeye başlamasıyla öneminin azaldığı ve işlerliğini yitirdiği görüşü de, önemli bir iddia olarak savunulmaktadır (Demir, 1998:68).

Öte yandan, Basın Şeref Divanı'nın faaliyete geçtiği 1960 yılı Ağustos ayından, işlevinin fiilen sona erdiği 1967 yılı sonuna kadar incelediği olay sayısı 148'dir.

(24)

Bunların 102'si başvuru üzerine, 46'sı da resen ele alınmıştır. 148 olaydan 72'sinin, Basın Ahlak Yasası'na aykırı yayınlarla ilgili olduğu belirlenmiştir. Bu yayınlardan 27'si kınanmış, 33 olayda ihtarda bulunulmuş, öteki 12'si için uyarma ve dikkat çekme yollarına gidilmiştir.

Bu arada, Basın Ahlak Yasası'nın 8 yıl içinde en fazla ihlal edilen maddesi, ikinci madde olmuştur. 41 kez ihlale uğradığı belirlenen bu maddenin özellikle, "Şahıs, müessese ve zümreleri hedef tutan yazılarda galiz kelimeler kullanılamaz, şeref ve haysiyetlere karşı haksız yayın yapılamaz. " hükmünün yer aldığı (b) bendi ile iftira ve isnatları yasaklayan (d) bendine aykırı yayınlarla karşılaşılmıştır (Özgen, 1988:233).

1.2.3. IPI'NIN BASIN AHLAK İLKELERİ

Basın Şeref Divanı deneyiminin başarısızlıkla sonuçlanması üzerine, uzun süre bu konuda herhangi bir girişim yapılmamıştır. Ancak, 14 Şubat 1972 tarihli genel kurul toplantısında, İstanbul Gazeteciler Cemiyeti, Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) tarafından hazırlanan, 9 maddelik "Gazetecilerin Basın Ahlak Kuralları"nı kabul etmiştir (Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi, 1998:6).

Bu ilkeler şunlardır:

1. Gazeteci ve gazete yazarları, halka kesin ve doğru haber vermeye dikkat etmeye mecburdurlar. Bunlar, haberlerin ayrıntılarıyla doğru olduğunu kontrol etmekle mükelleftirler. Esaslı bir noktanın isteyerek değiştirilmesi yada unutulması yasaktır.

2. Gazetecilik, halk yararına hizmet etmelidir. Halk yararı aleyhine şahsi bir çıkar aramak yada özel bir yarara üstünlük vermek, gazetecilik mesleğiyle kabili telif değildir.

3. Basın yoluyla namus ve haysiyet kırıcı yazılar yazmak ya da iftira ve isnatlarda bulunmak, hakaret etmek, tediyeler kabul etmek, ve sahibinin haberi olmadan aktarma yapmak, ağır mesleki suçlar teşkil eder.

(25)

4. Halk lehine iyi niyet taşımak ve göstermek, mesleki vazifelerin temelini teşkil eder. Neşri sırasında doğru olmadığı açık surette görülen yanlış haberlerin, onu neşredenler tarafından derhal hakikatin yayınlanması suretiyle tashihi mecburidir. Doğruluğu teyit edilmemiş bütün rivayet ve haberler bu kayıtla neşredilmelidir.

5. Bir gazeteci, ancak haysiyet ve vakarını, tarafsızlığım ispat edebileceği bir vazifeyi kabul etmelidir.

6. Bir haber yada yorumun muharriri, yazısının doğruluğunu garanti ettiğini belirtmedikçe, onun mesuliyetini taşır.

7. Herkesin namus ve itibarına hürmet etmek icap eder. Bir kimsenin şeref ve şöhretini zedeleyecek şekilde hususi hayatiyle ilgili haberler ve yorumlar yapmak yasaktır. Yalnız memleket ve amme menfaatine yapılan bu çeşit neşriyat, bu yasağın dışındadır. Bir kimsenin itibarını zedeleyecek böyle bir haber yayımlandığı takdirde, bu neşriyatta bahis konusu olan kimsenin, yapılan neşriyata cevap vermesine müsaade edilmelidir.

8. Yabancı bir memleketteki hadiselerin tasvir ve tahlili, ancak bu memleketler hakkında, sahih ve tarafsız bilgilere sahip gazeteciler tarafından yapılmalıdır.

9. Gazeteci, bir haberi yada fotoğrafı almak için, namuskarane usullere başvurmalıdır.

Bu dokuz ana kural, gazetecilik mesleğini yapacak olanların, bunları taahhüt etmesi prensibi üzerine vazedilmiştir" (Koloğlu, 1999:69-76).

1.2.4. BASIN KONSEYİ

Türkiye'de 1960 yılında basında özdenetim denemesi olan Basın Şeref Divanımın başarısızlıkla sonuçlanmış, ancak kendi kendini denetim yolundaki çalışmalar devam etmiştir. 1982 Anayasası ile birlikte, kitle iletişim araçlarını düzenleyen yasalarda bazı önemli değişiklikler yapılmıştır. Özellikle, Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu Yasası bakımından getirilen değişikliklerin ardından yapılan diğer bazı yasa değişiklikleri, basının kendi kendini denetleme konusunu tekrar

(26)

gündeme getirmiştir (Tokgöz, 1994:64). Basın, kendi kendini denetleme yönünden basın meslek ilkeleri koyma, basın konseyi kurma arayışı içine girmiştir.

Bu bağlamda oluşturulması düşünülen konsey, 12 Eylül döneminin ortaya çıkardığı olumsuzlukların önlenebilmesi ve basın özgürlüğünün geliştirilmesi yönünde çaba sarf etmeyi amaçlamaktadır diyebiliriz. Diğer taraftan ise konsey, depolitize olmanın getirdiği magazinleşme ve diğer olumsuzluklar sonucunda oluşan güven bunalımının aşılması ve halkın yeniden basına olan güveninin sağlanması doğrultusunda da çalışmanın yanısıra; gazetecilerin iyi yetişmesi için adımlar atmayı da planlamaktadır.

1986 yılında, Oktay Ekşi, Hasan Cemal, Güneri Cıvaoğlu, Yalçın Doğan, Teoman Erel, Orhan Erinç, Yurdakul Fincancı, Güngör Mengi ve Rauf Tamer, bir çalışma grubu oluşturarak, "Daha özgür, daha saygın bir basına kavuşmak isteyen gazetecilerin, kendi özgür iradeleriyle bir araya gelmelerini sağlayan bir ortak zemine dayanarak, Türk basınının kendi kendini denetlemesi konusunda, batı demokrasisi içindeki ülkelerde başarılı örnekleri bulunan bir sistemi getirebilmek ve yaşatabilmek" amacıyla öneriler toplamaya başlamışlardır.

Bu çalışmalara Gazeteciler Cemiyeti (İstanbul) ve İzmir Gazeteciler Cemiyeti temsilciler göndererek katkıda bulunmuşlardır. Türkiye Gazeteciler Sendikası Başkanı Oktay Kurtböke de, kendisini ve sendikayı angaje etmeden bu çalışmalara katılmıştır (Güvenilir Gazetecilik İçin Basın Konseyi, 1996:59).

Bu süreçlerin ardından Basın Konseyi, 6 Şubat 1988 tarihinde, Konsey Sözleşmesini 28 gazete, 22 dergi, 11 haber ajansı, 6 yayın kuruluşu ve 6 basın kuruluşunun imzalamasıyla resmen kurulmuştur (Tokgöz, 1994:64). Konseyin temel amacı, dışarıdan müdahale edilmeksizin basının kendi kendini denetlemesine dönüktür. Görevi ise basın özgürlüğünü korumak ve basım denetlemektir.

Basın konseyi 1988'de ilk kurulduğu zaman üç organdan oluşmaktaydı. Bunlar Basın Konseyi Üyeler Kurulu, Basın Konseyi Temsilciler Kurulu ve Basın Konseyi

(27)

Yüksek Kurulu'ydu. 1997 yılında Temsilciler Kurulu feshedilmiş, bugünkü şekliyle konsey, Üyeler Kurulu ve Yüksek Kurulu'ndan oluşmaktadır (Kızıl, 1988:141).

Basın Konseyi, gündemine aldığı konuyu kamuoyunda bir bildiri ile duyurmak ve kınamak biçiminde tavır koyabilmektedir. Konsey basın mensupları ve basın organları hakkındaki başvuru ve şikayetleri değerlendirip "şikayetleri yersiz bulma", "uyarma", "kınama", "teşhir" kararları verebilmektedir. Bu kararlan Basın Konseyi Yüksek Kurulu vermekle yükümlüdür. Ancak bütün bu yaptırımların günümüzde caydırıcı özelliği tartışılmaktadır.

"Basın Konseyi'nin organları:

1) Basın Konseyi Üyeler Kurulu (BKÜK), 2) Basın Konseyi Yüksek Kurulu'dur. (BKYK),

Basın Konseyi'nin bir Genel Sekreteri ve Genel Sekreter e bağlı, yeterli elemanlardan oluşan bir bürosu vardır" (Basın Konseyi 2001 Yıllık Raporu, 2002:269)

1.2.5. BASIN AHLAK İLKELERİ

Türkiye'de 6 Şubat 1988 tarihinde kurulan Basın Konseyi tarafından oluşturulan Basın Ahlak İlkeleri toplam 16 maddeden oluşmaktadır. Ve 1960'daki Basın Ahlak Yasası daha geliştirilmiş bir şeklidir. Ahlak yasasında yer almayan bazı ilkeler Basın Ahlak İlkelerinde eksiklikleri saptanmış, çağdaş ahlak anlayışının belirlenmesi sağlanmıştır. Aşağıda bu ilkeler 16 madde halinde sırasıyla yer almaktadır.

1. Yayınlarda hiç kimse, ırkı, cinsiyeti, sosyal düzeyi ve dini inançları nedeniyle kınanamaz, aşağılanamaz.

2. Düşünce, vicdan ve ifade özgürlüğünü sınırlayıcı; genel ahlak anlayışını, din duygularını, aile kurumunun temel dayanaklarını sarsıcı yada incitici yayın yapılamaz.

(28)

3. Bir kamu müessesesi olan gazetecilik mesleği, ahlaka aykırı özel amaç ve çıkarlara alet edilemez.

4. Kişileri ve kuruluşları, eleştiri sınırlarının ötesinde küçük düşüren, aşağılayan veya iftira niteliği taşıyan ifadelere yer verilemez.

5. Kişilerin özel yaşamı, kamu çıkarlarını gerektirdiği durumlar dışında, yayın konusu olamaz.

6. Soruşturulması gazetecilik olanakları içinde bulunan haberler,

soruşturulmaksızın veya doğruluğuna emin olunmaksızın yayınlanamaz.

7. Saklı kalması kaydıyla verilen bilgiler, kamu yaran ciddi bir biçimde gerektirmedikçe yayınlanamaz.

8. Bir basın organının dağıtım süreci tamamlanmadan o basın organının özel çabalarla gerçekleştirdiği ürün, bir başka basın organı tarafından kendi ürünüymüş gibi kamuoyuna sunulamaz. Ajanslardan alınan özel ürünlerin kaynağının belirtilmesine özen gösterilir.

9. Suçlu olduğu yargı kararlarıyla belirlenmedikçe, hiç kimse "suçlu" ilan edilemez.

10. Yasaların suç saydığı eylemler, gerçek olduğuna inandırıcı makul nedenler bulunmadıkça kimseye atfedilemez.

11. Gazeteci, kaynakların gizliliğini korur. Kaynağın kamuoyunu kişisel, siyasal, ekonomik vb. nedenlerle yanıltmayı amaçladığı haller bunun dışındadır.

12. Gazeteci, mesleğin saygınlığına gölge düşürebilecek yöntem ve tutumla haber araştırmaktan sakınır.

13. Şiddet ve zorbalığı özendirici yayın yapmaktan kaçınılır,

14. İlan ve reklam niteliğindeki yayınların bu nitelikleri, tereddüde yer bırakmayacak şekilde belirtilir.

(29)

15. Yayın tarihi için konan zaman kaydına saygı gösterilir.

16. Basın organları, yanlış yayınlardan kaynaklanan cevap ve tekzip hakkına saygı duyarlar.

(30)

İKİNCİ BÖLÜM

1980 SONRASI DÖNEMDE BASIN ETİĞİ

2.1. 1980 SONRASI DÖNEMDE, İLETİŞİM ALANINI ETKİLEYEN GELİŞMELER

2.1.1. 24 OCAK KARARLARI

24 Ocak 1980'de Türkiye ekonomisi kabuğunu kırmıştır. "24 Ocak Kararları", 1980'den 2000'e 20 yıl boyunca adım adım uygulandı. Uygulamalar sonucunda bugün Türkiye'de, mali sermaye spekülatörleri, "kara para" sahipleri, borsa simsarları ve uluslararası şirket ortağı, holdingler dışında, halinden memnun olan hiç kimse kalmamıştır.(Aydoğan, 2005:76) Ekonomi büyük bir şok yaşamış ve ülkenin 57 yıllık rotası değişerek, neredeyse resmi iktisat politikası olan karma ekonomi yerini serbest piyasa ekonomisine bırakmıştır (Birand, 1999:139). 24 Ocak kararlarıyla 57 yıldır uygulanan korumacı politikalardan vazgeçilmiştir. Bu kararlar daha sonraları Türkiye'yi liberalleşmeye doğru götüren kararlar olmuştur. Ekonomik unsurların önceliği iletişim alanına ve toplumsal katmanlara sıçrayarak, serbest piyasa modeli Türkiye'de her alanda etkili bir rol oynamaya başlamıştır.

1979 yılında ara ve senato seçimlerinde Adalet Partisi Süleyman Demirel başkanlığında azınlık hükümetini kurmuş ve hükümette Turgut Özal Devlet Planlama Teşkilatı Başkanı olmuştur (Işık, 2002:154). Müsteşar Özal kurduğu çalışma grubu ile birlikte oluşturdukları istikrar programını hazırlayıp 24 Ocak kararlarını yürürlüğe koymuştur. Tarihe 24 Ocak Kararları olarak geçen ve IMF'nin daha önce yaptıramadığı isteklerini içeren program; Türkiye'yi tek taraflı olarak yabancı sermayeye açıyor,tarım, ticaret ve sanayide ulusal hedeflerden vazgeçiliyor ve günlük kur uygulamasına geçilerek Türk Lirasındaki değer yitimi sürekli hale getiriliyordu. Milli kambiyo rejiminden vazgeçiliyor, ithalat liberasyonu adıyla dışalım serbest kılınıyor, kotalar kaldırılıyor ve kamu yatırımları kısılıyordu. KİT'lerin özelleştirileceği, temel ürünlerde destek fiyatlarının kaldırılacağı, ücret artışlarının

(31)

düşük tutulacağı, tarım ürünlerindeki taban fiyatlarının sınırlanacağı açıklanıyordu. (Büyük Larousse, 19.Cilt:11827)

Bu tarihi kararla birlikte Kredi Kurulu, Yabancı Sermaye Kurulu, Ekonomik Koordinasyon Kurulu gibi örgütlerle ekonomi yeniden yapılandırılmaya çalışılmıştır (Tokatlı, 1999:21).

24 Ocak kararları istikrar Programındaki uygulamalara baktığımızda aşağıdaki hususlara yer verilmiştir (Birand, 1999:139):

• İhracatın kredilerle teşvik edilmesi ve ithalatın serbestleştirilmesi öngörülmüştür.

• Bir dolar 47 liradan 70 liraya çıkartılmıştır. • Döviz kurları günlük ayarlanmaya başlanmıştır. • Faizler ve fiyatlar serbest bırakılmıştır.

• Yabancı sermayeye kapılar sonuna kadar açılmıştır.

• Ekonomide kamu ağırlığı azaltılarak, KİT açıklarının zamlarla kapatılması benimsenmiştir.

• Ücretlerdeki artışa ve tarımda destekleme alımlarında frene basılmıştır.

1980 öncesinin kapalı ekonomisinde dış rekabetten uzak kalan Türk sanayisi 24 Ocak kararları ile liberal ekonomi yolunda ilk adımları atıp ihracata yönelmiştir. TL'nin dünya para birimleriyle konvertıbl olması ise ancak 1989'da gerçekleşmiştir. (http://arsiv.sabah.com.tr/2005/12/01)

Bu kararlar doğrultusunda, ekonomisi ve kurumlarıyla liberal bir yapıya doğru yönelmeye başlayan Türkiye’de, liberal politikaların bir sonucu olarak büyük sermayenin egemenliğinde mülkiyet yoğunlaşmalarının yaşandığı bir süreç başlamıştır.

(32)

Sermaye bu yönelişiyle iletişim alanında da kendini göstererek radyo ve televizyonda özelleşme sürecini etkilemiştir. Basının gücünden yararlanmak isteyen basın dışı büyük şirketler basın alanına yönelmiştir. Bu şirketler pek çok farklı sektörde kendilerini göstererek tekelci yapısıyla sermayenin gücünden yararlanarak basın grupları oluşturmuşlardır.

Böylece Türk ekonomik ve siyasal yaşamında 24 Ocak Kararlan diye anılan bu önlemler paketi Türkiye'de pek çok konuyu etkilediği gibi, radyo ve televizyonda özelleşme sürecini de etkilemiştir.

2.1.2. 1980 ASKERİ DARBESİ

12 Eylül askeri müdahalesi Türkiye'de önemli kökten değişimleri de beraberinde getirmiştir. Her şeyden önce, özgürlükçü ve toplumsal demokratik hakların kullanılmasında kolaylıklar sağlayan 1961 Anayasası iptal edilmiş ve yerine her şeyin en ince ayrıntısına kadar açıklandığı zaman zaman da yasaklandığı 1982 Anayasası yürürlüğe konmuştur.

12 Eylül dönemindeki aşırı yasakçı ve merkeziyetçi tutumu, yazar Murat Belge bir eserinde şöyle yorumlamaktadır:

"Merkeziyetçi eğilim 12 Eylül döneminde varabileceği en üst düzeye varmıştır. Bir toplum çeşitli yöntemlerle, çeşitli yönetim anlayışları altında varlığını bir şekilde sürdürebilir. Ama varlığını bir şekilde sürdürmek, kendini en iyi biçimde geliştirmek, zenginleştirmek değildir. Bundan sonra Türkiye'nin çağdaş bir toplum olma yoluna girmesi, merkeziyetçiliğin mengenelerinden çıkmasıyla birlikte gerçekleşebilecek bir olaydır. Çünkü bu toplum, merkezdeki tek bir beynin kavrayamayacağı ve yönlendiremeyeceği kadar karmaşıklaşmıştır. Buna bağlı olarak, merkeziyetçi baskı nedeniyle inisiyatifli bireyler yetiştirme imkanından daha uzun süre yoksun tutulursa, kendi içinden çürümeye başlayacaktır" (Belge, 1992:354).

1970 yılların sonunda, Türkiye’de tırmanan anarşi ve terör olayları ülke gündeminin baş sıralarına oturmuştur. Sokak çatışmaları tırmandıkça ölen insanların sayısı artmış, gençliğin sağ ve sol ideolojilerde, kamplaştığı ileri sürülmüş, yasadışı

(33)

örgütlerin eylemleri kamuoyu en çok ilgilendiren ve endişelendiren konu olmuştur. 1960’lardan bu yana olayların içinde yer alan kent gençliğinin siyasetten arındırılması amaçlanmıştır. Sol düşünceden gelebilecek her türlü muhalefetin engellenebilmesi için gerekli önlemler alınmış ve her türlü baskı uygulanmıştır. Aşırı sağ ideolojiyi yansıtan eylemler de 12 Eylül rejimi tarafından baskı altına alınmıştır.( Çankaya, 1997:61)

Nitekim, 12 Eylül'de yetişen genç kuşakların ülke ve toplum sorunlarına ileriki dönemlerde umarsız yaklaşımı ve toplumsal kurtuluştan çok, sorunlara "bireysel" çözümler üretme çabalarının arkasında, bu uygulamanın etkisi önemli ölçüde bulunmaktadır.

1970'li yıllarda, siyasal açıdan sancılı bir dönem yaşamakta olan Türkiye’de artan anarşi ve terör olayları ülke gündeminin ilk sırasına oturmuştur. Büyük kentlerde şiddet öğesinin ağır bastığı ideolojik eylemler, ekonomik sorunlar ve toplumsal kargaşa, demokratik rejime ara veren askeri darbeye neden olmuştur (Birand, 1999:135).

Bu dönemde enflasyon ve grevlerle yaşanan ekonomik darboğaz, 24 Ocak kararlarının getirdiği ağır develüasyon, önü alınamayan zamlar, sayasal iktidarın çözüm üretememesi toplumun siyasal gerginliğini arttırmıştır.

1980 Türkiye'de bir dönüm noktası olmuştur. Yaşanan askeri müdahaleden sonra ekonomiden, siyasete, sokaktan sanata kadar Türkiye'ye ilişkin her analizin "80 öncesi ve 80 sonrası" diye başlamasına yol açmıştır.

Askeri yönetimin toplumdaki pek çok faaliyeti yasakladığı bu dönemde iletişim özgürlüğü de etkilenerek basın organlarına bazı sınırlamalar getirilmiştir. Askeri yönetim komutanları gazete kapatma yetkilerini sık sık kullanmışlardır. Bu yüzden gazeteciler, sıkıyönetimin basın organları üzerinde kurduğu baskılar nedeniyle bu dönemde askeri yönetimi rahatsız etmeyecek konular üzerinde durarak ılımlı bir çizgide ilerlemişlerdir (Işık; 2002, 159). Gazeteciler, işveren karşısında düşünsel

(34)

bağımsızlıklarını da toplu sözleşme ve grev yasalarında yapılan değişikliklerle büyük ölçüde kaybetmişlerdir.

Terör ve anarşi nedeniyle askeriyenin idareye el koyması yeni bir Türkiye'nin kapılarını açmıştır. Demokrasinin ara verildiği bu dönem Türkiye'de başta anayasa olmak üzere, bir çok yasanın yeniden hazırlandığı bir dönem olmuştur (Bostancı, 1998:25).

12 Eylül 1980 askeri darbesini yapanlar Türkiye'yi 12 Eylül öncesine getiren

koşulların 1961 Anayasası'na uygulanmasından kaynaklandığı görüşünü

savunmaktadırlar. Bu yüzden uzun dönemli amaçlan, kendi görüş ve anlayışlarında bir toplum yapısı kurmaktı. Bu nedenle de yeni Anayasa ile, ülkeyi zarara uğrattıklarını düşündükleri mekanizmaları yeniden düzenlemeye yönelmişlerdir.

2.1.3. 1982 ANAYASASININ KABULÜ

Türk toplumsal yaşamının tüm alanlarında geniş ve derin değişiklikler vaat eden Milli Güvenlik Konseyi 1981 Ekiminde yeni bir Anayasa için hazırlıklara girişmiştir.

İlk önce Anayasa taslağının hazırlanması için Danışma Meclisi oluşturulmuştur. Milli Güvenlik Konseyi tarafından son şekli verilen anayasa metni 7 Kasım 1982 Pazar günü yapılan halkoylaması ile % 91, 4 oranında "Evet" oyu ile kabul edilmiştir (Uyguç ve Genç; 1998, 78). Yapılan değişikliklerle istenilen amaç, "merkeziyetçi" bir yapı oluşturmaktı. Bu merkeziyetçi yapı özellikle Cumhurbaşkanlığının yetkilerini arttırmak yönünde olmuştur. Gerek yeni siyasal partiler ve seçim yasaları gerekse öteki yasalarda yapılan değişiklikler "siyasal iktidar" açısından "güçlü hükümet" formülünü gerçekleştirmeye yöneliktir.

1982 Anayasası ile bir yandan seçim yasasına % 10 oranında barajlar konurken, öte yandan hükümetin yetkileri de arttırılmıştır. Böylece siyasal iktidarın hem parlamentoda hem de hükümette güçlü kılınması amaçlanmıştır. Güçlü bir Cumhurbaşkanı ile güçlü bir hükümet, Türkiye'de anarşi ve teröre karşı 12 Eylül yönetiminin etkin gördüğü bir durum olarak uygulanmak istenmiştir. 1982 Anayasası

(35)

bu görüşle hazırlandı ve referandumla kabul edilerek, Cumhurbaşkanlığına da % 91.4 oranıyla Kenan Evren getirilmiştir (Kongar, 1998:199).

1982 Anayasasında yapılan yasal düzenlemelerle birlikte gerçekleştirilen Anayasa değişiklikleri 61 Anayasası ile getirilen mekanizmaları hemen hemen tümüyle sınırlandırmış ve kısıtlamıştır. Tüm düzenlemelerle ilgili örgüt, kuruluş yada kuruma siyaset yasağı getirilmiş ve bu kurumlar üzerinde merkezi denetim arttırılarak özerkçe davranma alanı kısıtlanmıştır (Birand, 1999:251), Böylece devlet, kişisel ve örgütsel hakların karşısında daha güçlü kılınmak istenmiştir.

1982 Anayasası her ne kadar referandum sonucunda kabul edilmiş ve Türk halkından yüzde 90'nın üzerinde kabul oyu almışsa da, o dönemdeki olağanüstü koşullarının, böylesi bir oy oranının çıkmasında etkisi çok büyük olmuştur. Üstelik askeri yönetim 1982 Anayasasının oylanmasından önce muhalif fikirlerin açıklanmasına meydan vermemiş, buna karşın hazırlanan ve oya sunulacak olan anayasanın lehinde o dönemde tek kanallı devlet televizyonundan propaganda çalışmaları yürütülmüştür. Aynı durum yazılı basın için de geçerli olmuştur. Yasağa uymayan ve muhalif fikir öne süren gazeteler ise, hemen kapatma cezası ile karşı karşıya kalmıştır. Ayrıca 12 Eylül öncesi terörizm görüntülerinin televizyon kanallarından yayınlanmasıyla topluma adeta "aba altından sopa gösterilmiş" ve bu anayasayı ile yöneticileri oylarınızla onaylamazsanız yine eski günlerin karmaşası içine düşersiniz mesajı verilmiş ve amaçlanan hedefe ulaşılmıştır. (Belge, 1992: 354).

1982 tarihinde kabul edilen Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile iletişim alanında da düzenlemelere gidilmiştir. Anayasanın 133. maddesinde radyo ve televizyon istasyonlarının devlet eliyle kurulacağı ve idarelerinin kamu tüzel kişiliği halinde düzenleneceği belirtilmiştir. Bu madde şöyledir: "Radyo ve televizyon istasyonları, ancak devlet eliyle kurulur, ve idareleri tarafsız bir kamu tüzel kişiliği halinde düzenlenir."

(36)

2.1.4. 1983 SEÇİMLERİ

Türkiye'de 12 Eylül askeri yönetimi, 1982 Anayasası'nın kabulünden ve darbenin lideri Kenan Evren'in Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra ülkenin yeni seçimlere götürülmesine karar vermiştir. Ancak askeri yönetim, bu seçimlerin sadece görünüşte serbest olmasını, ama esasta kendi görüşlerini uygulayacak bir hükümetin iktidara gelmesini istemiştir (Kongar, 1998:218). Siyasi parti kurmayı serbest bırakan Milli Güvenlik Konseyi ancak seçimlere katılacak olan partileri ve kurucuları veto etme yetkisini elinde tutmuştur.

Kurulan ve seçime girme hakkı elde eden ilk parti, kurcusu emekli orgeneral Turgut Sunalp olan Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP) olmuştur. Ve bu parti Kenan Evren ve Milli Güvenlik Konseyi tarafından yapılan açıklamalarla desteklenmiştir (Işık, 2002:160).

Daha sonrasında Turgut Özal, liberal ekonomiyi savunan Anavatan Partisi'ni (ANAP), Başbakanlık müsteşarlığı yapmış olan Necdet Calp Halk Partisi'ni (HP), Erdal İnönü Sosyal Demokrat Partisi'ni (SODEP), Süleyman Demirel Doğru Yol Partisi'ni (DYP) kurmuşlardır (Kongar, 1998:219). Ancak kurulan tüm partilerin Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylanması gerekiyordu. Ve buna göre her partinin en az 30 kurucusunun MGK tarafından onaylanması, her partinin 34 ilde 1500 yeni aday bulması gerekiyordu (Birand, 1999:266).

Bu gelişmelerden sonra SODEP ve DYP veto edilerek seçimlere katılamamıştır. Böylece Calp'in Halkçı Partisi, Sunalp'in Milliyetçi Hareket Partisi ve Özal'ın Anavatan Partisi Kasım 1983 seçimlerine katılmaları kesinleşmiştir (Tokatlı, 1999:38).

6 Kasım 1983 yılında gerçekleştirilen genel seçimlerde liberal ekonomiyi savunan ANAP % 42, 9 oy alarak 211 milletvekiliyle tek başına iktidara gelmiştir (Işık, 2002:162). 1983 seçimleri ile böylece merkez sağın güçlendiği görülmüştür.

1983 seçimleriyle liberal ekonomiyi savunan Anap'ın tek başına iktidara gelmesi Türkiye'nin radikal bir değişim sonucunda yeni bir döneme girmesine neden

(37)

olmuştur. Türkiye'de bu dönemden sonra kamu ekonomisinin ekonomik faaliyet alanının daraltılması, buna karşılık özel ekonominin faaliyet alanının genişlemesi hedeflenmiştir (Eksen; 1999, 100). Bu süreçle birlikte piyasaların, dış ticaretten başlayarak hızla serbestleştiği, kamunun piyasa üzerindeki kontrolünün azaldığı bir yapı ortaya çıkmıştır. Piyasa güçlerindeki serbestleşmeye bağlı olarak ortaya çıkan genişleme, basın sektörü açısından pazarın çok hızlı büyüdüğü bir ortam yaratmıştır.

1983 seçimlerinin sonrasında Türkiye'yi tek başına 1991 yılına kadar yöneten Anap böylece serbest piyasa ekonomisinin toplumun tüm katmanlarında yer etmesine neden olmuştur.

2.1.5 1990 SONRASI TİCARİ-ÖZEL KANALLARIN İLETİŞİM ALANINA GİRMESİ

Türkiye'de 1927 ve 1964 yıllarında başlayan radyo ve televizyondaki devlet tekeli ve denetimi 1980'lerin sonlarında fiilen kırılmaya başlandı. Ülke sınırları dışından yayına başlayan televizyon kanalı ardından, birbiri ardına açılan özel radyolar, ülkede elektronik yayıncılıkta yeni bir dönemin başlamasına neden oldu (Çankaya, 1997:71).

Böylece 1980'li yılların sonunda radyo ve televizyon yayıncılığınca devlet tekelinin kırılması, özel girişimin elindeki radyo istasyonlarının sayılarının artması, özel-ticari televizyon kanallarının açılması ve yayıncılık alanındaki değişimler 1990 ve sonrası iletişim alanında Türkiye gündemine yerleşmiştir.

1982 Anayasası'nın 133. maddesiyle koruma altına alman radyo ve televizyon yayıncılığında devlet tekeli yasası 1 Mart 1990'da deneme yayınlarına başlayan Türkiye'nin ilk özel ve ticari kanalı olan Magic Box Star 1 ile fiilen kırılmaya başladı. 7 Mayıs 1990 tarihinde yayına başlayan Star 1 yasalardaki boşluklardan yararlanarak yayınını sürdürmüştür. Bu kuruluş daha sonra adını İnterstar olarak değiştirerek, 27 Ocak 1992 yılında Tele On adıyla başka bir kanal daha kurmuştur. (Şeker, 1999:43).

Referanslar

Benzer Belgeler

2001, Inverse eigenvalue problems for Sturm-Liouville equation with spectral parameter linearly contained in one of the boundary conditions. Inverse Problems,

Significant reductions in mtDNA 8-OHdG levels were seen in the liver, kidney, and pancreas of diabetic rats treated with rice bran oil compared with diabetic rats

Kademesinde Müzik Eğitiminde Kullanılan ġarkıların Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Müzik Eğitimi Bölümü ÇıkıĢlı Müzik Öğretmenleri Tarafından

As a result of the analysis, it was found that the general self-efficacy perceptions had the negative effects on the job burnout of teachers, and, it was determined that it had a

A prompt then were given to PT4 about the difference between a kite and a square, the preservice teacher arranged the characteristics of the two figures in order after thinking

KH grubunda epidermis, bağ dokusu lifleri, yağ bezi hücreleri kuvvetli pozitif reaksiyon gösterirken, ter bezlerinin bazıları ve dermisteki bağ dokusu hücrelerinin

Ermeniler Nahçıvan’a da saldırdı Cabbar SIKTAŞ İĞDIR/ MİL-HA “ 7 ZERBAYCAN’ın \ Dağlık Karabağ ____ bölgesinde Azeri-Ermeni çatışması hızla sürerken,

Geçmişte yapılan araştırmalarda, çekirdeğin kütlesi Chandrasekhar limitine (kararlı bir beyaz cücenin sahip olabileceği en büyük kütle) yaklaştığında, magnezyum