• Sonuç bulunamadı

HABERLERE KONU OLAN KİŞİLERE İLİŞKİN ETİK SORUNLAR

Gazetecilerin etik sorumlulukları yalnızca okurlarına/ izleyicilerine ve haber kaynaklarına karşı değildir. Gazeteciler aynı zamanda haberlerine konu olan kişilere karşı da sorumluluk taşımak durumundadır. Bu sorumluluk, habere konu olan kişilerin özel yaşamlarının ihlal edilmemesini ve kişilik haklarının korunmasını içerir. Bu bağlamda gazeteci hem haberi oluşturacak enformasyonun toplanması aşamasında hem de haber haline getirilmesi aşamasında etik kuralları gözetmek durumundadır.

Haberlerde yer alan kişilerle ilgili olarak basının kişilerin özel yaşamına girerek mahremiyetlerini ihlal etmesi, gazetecilik etiği söz konusu olduğunda sık sık gündeme gelen bir konuyu oluşturur. Bu konudaki ahlaki ikilem, basının haber alma özgürlüğü ile bireyin özel yaşamının çatışmasından kaynaklanır. Daha çok şöhretli kişilerin, özel yaşamlarının korunması talepleriyle ve paparazzilerle gündeme gelmesine karşın basının özel yaşamı ihlali, sıradan yurttaşların daha çok zarar görmelerine yol açabilmektedir.

Bu konuyla ilgili olarak çok sayıdaki örnekten biri de Hürriyet’te yer almıştır. Hürriyet, 16 Mayıs 2005 tarihli nüshasında birinci sayfada değerlendirilen “Üniversite Amfisinde Esrar Partisi” başlıklı bir haber yayınladı. Habere ilişkin

olarak İstanbul Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi amfisinde esrar içen biri kız biri erkek iki öğrencinin fotoğrafı da gazetede yer aldı. Ancak, haberde kız öğrencinin ismi açıkça yazılırken erkek öğrencinin isminin baş harfi verilmiş, fotoğrafta da kız öğrencinin yüzü açıkça görülürken, erkek öğrenci tanınmayacak biçimde yansıtılmıştı. Ayrıca, haberle ilgisiz biçimde 20 yaşındaki genç kızın evlenip boşanmış olduğu bilgisi yer alıyordu. Hürriyet Okur Temsilcisi Doğan Satmış’a, gelen okur mektuplarında erkek öğrenci korunurken, kız öğrencinin deşifre edildiği, cezasını çektikten sonraki hayatının karartıldığı, boşanmış olmasının esrar kullanmasıyla bir ilgisinin olmadığı, uyuşturucu kullanma yöntemleri konusunda ayrıntılı bilgilerin verilmesinin yanlış olduğu yönünde eleştiriler yer aldı (Hürriyet, 23 Mayıs 2005).

Kişinin özel yaşamıyla ilgili haber yapılması, kişilik haklarına saldırı gerekçesiyle eleştirilirken, kamu yararı gerekçesiyle savunulmaktadır. Bu konuda Basın Konseyi Meslek İlkeleri, “Kişilerin özel yaşamı, kamu çıkarlarının gerektirdiği durumlar dışında, yayın konusu olamaz” (md.5) ilkesini getirmiştir. DYH Yayın İlkeleri’nde ise, “Kişilerin özel yaşamı - ilgilinin açık veya kapalı rızası olduğu anlamına gelen yaşam şekli ve kamu çıkarlarının gerektirdiği durumlar dışında - yayınlara konu edilemez” (md.11) hükmü yer almaktadır. TGC Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nin Gazetecinin Temel Görev ve İlkeleri bölümünde, “Gazeteci; kamuya mal olmuş bir şahsiyet bile olsa, halkın haber alma, bilgilenme hakkıyla doğrudan bağlantılı olmayan hiçbir amaç için, izin verilmedikçe, özel yaşamın gizliliği ilkesini ihlal edemez” (md.7) ifadesi yer almaktadır. Bu konu bildirgenin Gazetecinin Doğru Davranış Kuralları bölümünde ise “Özel Hayat” başlığı altında düzenlenmiştir.

Bildirgede, bu durumlarda dahi, özel hayatın kamuya açılan kesitinin mutlaka konuyla doğrudan ilgili olması veya ilgili kişinin özel hayatının onun kamusal faaliyetini de etkileyip etkilemediğinin gözetilmesi gerektiği belirtilmiştir. Özel yaşama yalnızca etik kurallarla değil, aynı zamanda yasalar, anayasalar ve uluslararası sözleşme metinleriyle de koruma getirilmiştir. Örneğin, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin 12. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 8. maddesi, özel yaşamın korunmasına ayrılmıştır.

4. BÖLÜM

BASINDA ETİK SORUNLARIN YANSIMALARI 4.1. BASININ İNANDIRICILIĞI SORUNU

Türk basını, haber ve yorum gibi, basının iki temel değeri üzerindeki tarafsızlığını koruyamaması ve bu olumsuz gelişmeyi destekleyen çeşitli sebeplerle bir ‘güven bunalımı’ içerisine sürüklenmiştir. Hiç şüphe yok ki; başta, haber ve yorumdaki subjektiflik olmak üzere, lotaryalar, genel toplum ahlakına aykırı yayınlar ve daha başka sebeplerle, Türk basını bugün, ciddi bir şekilde, ‘inandırıcılık’ sorunuyla karşı karşıya kalmıştır.

İster yazılı, ister görsel basın olsun, hiçbir yayıncının, kendi yazarına yayıncılık yapmaya hakkı yoktur. Buna mutlaka karşı çıkılmalıdır. Gazetecilerin veya televizyonların, bir şantaj aracı haline dönüşmesi toplumu rahatsız eder. Bugün olmasa da gelecek günlerde bunun zararı görülür. Saygınlık asla göz ardı edilmemelidir. Çünkü gazetecilik bir itibar işidir. İtibarınızı kaybederseniz, yok olursunuz. Yalan haberden çok daha zararlı olan maksatlı haberdir.( Basın kendini sorguluyor, 1996:21)

Yayıncılığın gücünü kullanarak, kişilere ve kurumlara şantaj yapmak, haberleri çarpıtarak, yanlı bir şekilde topluma aksettirmek, lotarya çılgınlıkları sebebiyle, diğer medya kuruluşlarını karalamak ve habere yorum katmak derken, medya, toplumun gözünden düşmüştür. Gazeteci yazar İlhan Selçuk, bu konuyla ilgili olarak ‘Medyanın saygınlığı bugün yok. Ne yazık ki, kendi ellerimizle bu saygınlığı yok ettik’ (Selçuk, 1996:14) diyor.

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından düzenlenen ‘Medyada Saygınlık ve Güvenilirlik’ isimli panelde konuşan İlhan Selçuk, aynı konuyla ilgili görüşlerine devamla şunları da söylüyor:

‘Diyelim ki eğer herhangi bir gazetede bir haber varsa, ekonomiye, bankaya ya da piyasaya ilişkin -acaba bu haberi neden yazdı, arkasında ne var- diye düşünmek zorunda hissediyoruz kendimizi. Eğer öyle düşünmezsek, bir tuzağa girdiğimiz hissine kapılıyoruz. Gazetede bir manşet var, bu manşet niye atıldı. Acaba hangi holdingin işine yarıyor? (Selçuk, 1996:15) Bu örnek de bize gösteriyor ki; mesleğin içinde olanları bile, kendi camialarına güvenleri kalmamıştır. Meslek içerisine kadar sirayet eden bu güvensizliğe en iyi kanıt; Basın Konseyi tarafından 1992 yılında gerçekleştirilen bir araştırmadır. Basın Konseyi’nin Şubat 1992’de sarı basın kartı taşıyan kişiler arasında yaptığı araştırma, Türkiye’de yazılı basının en önemli sorununun ‘saygınlığın yitirilmesi’ olduğunu ortaya koymuştur. Oysa daha önce ‘saygınlık’ diğer bir değişle ‘prestij’ Türkiye’de yazılı basının sorunları arasında gösterilmiyordu. Söz konusu çalışma ’prestij kaybının yaşanan diğer sorunların kaçınılmaz sonucu olduğunu gösterdi. Basın Konseyi’nin hazırlayıp, sarı basın kartı sahibi 5 bin kişiye gönderdiği anket formlarından 512’sine yanıt geldi. (…) Basın konseyi, üyelerine gönderdiği aylık yayın organı ‘Özgür Basın’da, araştırma sonucunu 1992 yılı başında Türk basınının en önemli sorunu gazetecilik mesleğinin saygınlığının kaybolması şeklinde ‘net’ bir ifadeyle duyurdu.

Basın Konseyi’nin anketine katılanların %64.5’i ‘saygınlığın kaybolması’ sorununun ‘çok önemli’, %24’ü ise ‘önemli’ olduğunu belirtti. Sorun için ‘önemsiz’ ya da ‘hiç önemli değil’ diyenlerin oranı ise %2.8 gibi çok küçük bir azınlık olarak kaldı. (Özdoğan, 1993:160-161)

Hazır sırası gelmişken bu konuyu tartışmakta yarar vardır. Kamuoyu araştırmalarıyla basının saygınlığını kaybettiği tescil edilmektedir. Bunun nedenleri her nedense fazla irdelenmemektedir. ‘Belki de bugünkü basının yaptığı promosyonlar veya pazarlama şirketleri aracılığıyla sattıkları mallar yüzünden, okur, yayın organına eskisi kadar güven duymamaya başlamıştır. Çünkü okurun istediği sadece haberdir, bilgidir. Hele özel çıkar uğruna halkın aldatılması yanlıştır. (Demirkent, 1995:191-192)

Bütün bu olumsuz gelişmeler, doğal olarak, halkın basına olan inancını zedelemektedir. ‘İstanbul Üniversitesi, İletişim Fakültesi öğrencilerinden oluşan Akamedya grubu, 1995 yılının ilk aylarında bir araştırma yapmıştır. Araştırma sonucunda, okurların %86 oranında basına güvenmediğini ve basını saygın bulmadığı ortaya çıkmıştır. (Nebiler,1995:112)

‘Fransa’da kamuoyu araştırma firması Sofers’in Telerama, La Groixç L’Evenement ve Mediaspouvoirs dergisi için yaptığı bir araştırma halkın medyalara güveninin azaldığını göstermektedir.. Halkın %67’si basına, radyoya ve televizyona güvensizlikle bakıyor. Medyalara güvenenlerin oranı ise sadece %33’dür.

Televizyon haberlerinin doğruluğuna inanmayanların oranı %49, inananların oranı ise %51. Daha önce 1988-89 yıllarında yapılan araştırmalar, halkın %65’inin televizyon haberlerine güvendiğini göstermişti. (Medyalara Güvensizlik, 1994:3)

Görüldüğü gibi, medyalara yönelen güvensizlik sadece Türkiye’nin sorunu değil. Yukarıda Fransa örneğinde olduğu gibi başka ülkelerde de benzer sorunlar yaşandığı bir gerçek basının inandırıcılığı sorunu, TÜSİAD’ın gerçekleştirdiği kamuoyu yoklamasının neticeleri ile örneklendirerek bitirelim.

‘TÜSİAD’ın Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyelerine yurt çapında yaptırdığı, ‘Türk Toplumun Değerleri’ konulu araştırma, basını da kapsadı. 17 bölgede, tesadüfi yöntemle 1030 kişi içinde yapılan araştırmada, ‘kurum ve kuruluşlara duyulan güven’ saptandı. Ankete katılanların %39.7’si basın için ‘pek güvenmem’, %17.7’si ‘hiç güvenmem’, %27’si ‘oldukça güvenirim’, %15.6’sı ‘çok güvenirim’ yanıtlarını verdi.

Ortaya çıkan sonuca göre basın, güvenilirlik sıralamasında ancak 11. olabildi. Yani sondan ikinci sırada yerini aldı. Halka göre büyük şirketler güven sıralamasında basını izledi ve 12. olarak sonuncu sırada yerini aldı. Araştırmayı yapanlar şu yorumu yapmaktadır:

Basının verdiği haberlerin ve yaptığı yorumların büyük bir kitle tarafından itimada şayan görülmediği izlenimini veren bu bulgu, yeterince gazete satılmamasında, basının önemli bir kısmının yıllardır yakındığı bir ortamda, önemle

üzerinde durulmaya değerdir. Ciddi habercilik, mantıklı ve bilgilendirici yorumculuğa dayanan gazetelerden çok sansasyonel haber peşinde koşan gazetelerin, hem tiraj hem de sayı olarak son yıllarda artan önemi, bu bulgumuzun ışığında belki de basının, artık haber kaynağı olarak Türkiye’de önemini yitirmekte olduğunun bir işareti sayılabilir. (Türk Toplumunun Değerleri, 1991:22-23)

Benzer Belgeler