nın boşalıvermiş oluşuna hiç şaşmadı. Yarılanmış kadehten bir yudum aldı, gözleri tekrar kapandı; dudakları ara sından, boğuk, pürüzlü sesiyle, fakat tam “usul„ le, “falsosuz» , “ bir kendi me, bir hali perişanıma baktım,, şarkı smı söylemeğe başladı.
Onun boğuk, pürüzlü sesi, cırlak hanendelerin kırıtmayı andıran yayga ralarından daha çok tesirli idi. Şarkıyı bitirince, bir yudum rakı içti, küçük bir tabak içindeki tuzlu leblebilerden bir iki tane aldı, uzun uzun çiğnedi.
Kısa bir sükûttan sonra:
— Bu şarkının, bende çok derin, unutulmaz bir hatırası vardır, dedi. Bir zamanlar Mehmet Celftl, Andelip mer humlarla Ahmet Refik, ben, Büyükada ya postu sermiştik. Bir kadını seviyor dum.
Güldü. Niye güldü? O zamanki sev' gisine mi, bunu hatırlayışına mı, şimdi ki haline mi gülüyordu ?
Tekrar dalgınlaştı:
— Çok güzel, çok kibar bir kadın dı. Size, bu aşkın safahatını uzun uza dıya anlatacak değilim. Bütün sevgi lerde olduğu gibi, günün birinde, araya soğukluk girdi. Ben Adada duramadım; Kalamışa geçtim, Todorinin gazinosuna kapağı attım. Akşam olunca, dertlerim kabamdı. Maceramızı bilen bir arkada şım vardı, onunla dertleşirdim. O da yoktu. Perişan bir halde idim. İçtiğim rakı değil, sanki zehirdi. Unutmak is tiyordum, fakat unutmak istedikçe, onu daha kuvvetle hatırlıyor, daha candan anıyordum. Karanlık bastırdıkça, ayrı lık acısı da bastırıyordu. Yalnızlıktan çıldıracaktım. O gece, demin söyledi ğim şarkıyı yazdım, besteledim. Bu şar kı, o geceki halimi anlatır.
Makamla değil, konuşur gibi şarkıyı tekrar e tti:
Ahmet Rasiııı ıneılıum.
Bir
fendime,
bir hali perişanıma bahtım, Zalim, seni yadeyliye, ah enliye çaktım. Sen yoksun, o yok, ben yalnız çıldıracaktım, Zalim, seni yadeyliye, ah eyliyeçaktım-Bir yudum rakı içti, meze almadı;
sesi, daha yorgunlaşmıştı:
— Aradan seneler geçti. Bu aşk ate
şinin üstüne de karlar yağdı, bu ateş de
söndü. Ben, aşk fırtınasından kurtul
muş, hayat kasırgalarına tutulmuştum.
Çok sıkıntılı, fena günler geçirdim.
Vaktinden evvel çöküyordum. Sevdi
ğim kadın, bir gün Kadıköy vapurun
da beni görmüş, yanındakilere :
T î* Tl
— Aman, Rasim bey ne hale gel
m iş! demiş. Dostlar, bunu, hemen ba
na yetiştirdiler. Öyle bunalmış bir za*
marnındıki böyle açmışa üzülmedim.
Öne eğdiği başını ağır ağır sallı
yordu :
— Aradan yine seneler geçti. Bir
gün, Kadıköy vapurunda, o kadına rast-
geldim. Ne hale gelmiş, yarabbim, ne
hale gelmiş; solmuş, sararmış, zayıfla
mış, kötülemiş, bitmiş! Eve döndüm,
zavallının perişan, mükedder hali, göz
lerimin önünden gitmiyordu. O zaman
da şu şarkıyı“ yazdım, besteledim.
Ustad, gözlerini kapadı; boğuk, pü
rüzlü sesile, tam “ usul,, le “ falsosuz,,
okumağa başladı:
Sen söyle ne oldun, yine avare mi kaldın? Candan sevenin kalmadı, ağyare mi kaldın? Şaştım, seni gördüm de perişan ve mükedder! Benden beter oldun, daha biçare mi kaldın? Sönmüş o güzel gözlerinin nuru-nigâhı,
Uçmuş o kefnan kaşlarının rengi-siyahı, Tutmuş seni en sonra demek gönlümün ahi, Benden beter oldun, daha biçare mi kaldın?
Sustu, içini çekti. Kadehi eliyle itti,
kalkmak istedi:
— Bana, Yervant ağayı gönderin.
Üstadı, hatıralarıyle başbaşa bıraka
rak odadan sessizce çıktık.
* •
Tarih, tekerrürden ibarettir, derler.
Bana kalırsa, hayat, tekerrürden ibaret.
Bu maceranın bir benzeri, benim
başımdan da geçti. Yalnız ben, şarkı
yazıp bestelemedim; Üstadınkileri ken
di kendime tekrar ettim.
Bundan anlıyorum ki çok yaşamak,
pek zevkli birşey olmıyacak. Çünkü
insan, yaşadıkça, kendi hayatını tekrara
başlıyacak sanıyorum!
“ Hİ7IMit ptti iliual
i m l i m i
»I Çul,, UlyC:
Midhat Cemal KUNTAY
i f t iu ft u fıkrayı yazdığım şu sü- ı fr ” tunda bir fıkra okudum:
Ahmet Rasime ve başkala rına bir takvimin yapraklarında haksız şeyler yazıldığından ve bu takvimi «üstad tanınmış bir Türk meşhurunun adını taşıyan biı mat baa» nın bastığından edilen bir şi kâyet fıkrası.
Bu fıkrada kabahatli olarak gös terilen basın müessesesinin sahibi «Üstad tanınmış bir Türk meşhuru» olduğuna göre gönlümde mutlaka derin bir yeri vardır, bu yeri sarsıp rahatsız etmemek için adını öğren memeyi ve takvimi görmemeyi ter cih ettim. Yalnız fıkrayı tamamen okuyanıamazlık edemedim: Bu, ba na, fıkradaki imzanın bir muzipli ği oldu: Ercüment Ekrem Talu. Fık rada Ahmet Rasimin 4 suçu var;
1 — Az bildiği fransızcasile tercü me yaptı.
2 — Baba Tahirin gazetesine yazı yazdı.
3 — Abdülhamidin devrinde ye tiştiği için akidesi yoktu.
4 — Her devire uydu.
1 — Tanzimattan sonra, bizim tenkid hayatımızda kızdığımız mu harrire ilk söylenen söz daima şu olmuştur: İyi fransızca bilmiyor sam! İyi fransızca bilmek evvelâ, ne ¿lir? Onu bilsek. Yani, ¿izde, her Fransız şairini anlayacak yazı a- damlar pek mi çok ? «Anatoi Fransa m hile «anlaşılmaz» bulduğa
bazı Fransız şairlerini, bizde Sün- bülzade Vehbi’nin divanı gibi gü rül gürül okuyup bülbül gibi an latacaklar pek mi fazla? Sonra Ah met Rasim, her kelimesinde, fuka ralığının ve sâyinin birer damla a- lın teri duran fran«ızcasilc, devle tin siyasî bir mükâlemesini politi ka kongrelerinde yanlış idare etti de memleketi mi batırdı? Heveskâr lığı ve gençliği zamanında zayıf bir tercüme yapan adamı lütfen affe- * diverelim, canım!
2 — Ahmet Rasim, Baba Tahirin gazetesine yazı yazmakla Baba Ta- hir’in hüviyetini paylaşmadı, kendi temiz hüviyetini götürdü. Baba Ta hirin adı bu gazetenin kanısında vo makineslndedir. Hem Ahmet Rasim daha 9 gazeteye yazdı: Ceridei Ha vadis, Tercümanı Hakikat, Saadet, İkdam, Sabah, Malûmat, Serveti Füııun, Tanin, Hak, Tasviri Efkâr.
3 — Abdülhamidin devrinde ye tişmek, hiç kimse için, akidesiz ol- mıya sebep diye gösterilemez sanı rım. Tertemiz adamlar Abdülhaml- din sade devrinde değil, sarayında bile vardı. Gazi Osman Paşa İkinci Abdülhamidin saray müşiriydi, Na mık Kemalin ihtilâl arkadaşı olan Menapir zade Nuri Bey yine o sa rayda kâtipti.
4 — Ahmet Rasime «her devir* uydu» nasıl denilir? Hayat boyunca hiç memur olmadı. Devlet
Ahmed Rasimin candan dost edind'ği insanlar arasında, Kadıköylü Mardik bü yük bir yer tutar. Üstad, cümle başında bakir nükteler savuran bu zeki ve se vimli sakiye bir gün:
— Sen, demiş, bana ahrette de h;zmet et... Ben öldükten sonra her sene meza rıma bir. şişe rakı dök. Gelirken hesabını getirirsin.
Mardik, her sene, üstadın ölümünün yıldönümünde bu vasiyeti yerine getir mektedir. Bu vazifesini, rasladığı birçok zorluklara rağmen, bugüne kadar bir de fa ihmal etmemiştir. Bir defa, mezarlık bekçisi, Mardiği, Ahmed Rasimin meza rına şişeyi boşaltırken görmüş, ve yaka paça karakola sürüklemiş. Mardik o za man bu suçla mahkemeye verilmişti. Fa kat Ahmed Rasimin vasiyetini bilenlerin hüsnü şehadetleri sayesinde hapishaneyi boylamaktan kurtuldu!
Ercümend Ekrem Talu, ricam üzerine Mahmud Sadığın ve Süleyman Nazif in hatıralarını da anlatmıya başlarken, gi riştiği bir işin eksik kalmasından korkan bir insan endişesile:
— Aman, dedi, Mardikle konuşmayı
ihmal etme... Ahmed Rasimin bu cephe sini herkesten iyi tanıyan Mardik sana, üstada dair, unutulmamaya lâyık nefa sette hatıralar, hikâyeler anlatacaktır!
"T"
i .» *5 l1.0
L* ONaci SaduUah
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi