• Sonuç bulunamadı

Cumhuriyet sordu Nail Çakırhan yanıtladı:Şehirlerde değil, hapishane ve tımarhanelerde yaşıyoruz

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Cumhuriyet sordu Nail Çakırhan yanıtladı:Şehirlerde değil, hapishane ve tımarhanelerde yaşıyoruz"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

CUMHURİYET/2

OLAYLAR VE GÖRÜŞLER

12 EYLÜL 1983

CUMHURİYET SORDU

NAİL

YANITLADI

Nail Çakır han (Nail V) 1910’da Ula'da doğdu.

İlkokulu Ula, ortaokulu Muğla, liseyi Konya’da okudu.

1929’da İstanbul’a geldi Tıp ve H ukuk'ta kısa süre

okudukdan sonra hayat okuluna atıldı. Şairlik, gazetecilik, muhasebecilik, yazarlık, inşaatçılık yapan

Nail Çakırhan 1983 yılı Ağa Han Mimarlık Ödülünü kazandı.

Bana zoraki mimar diyebilirsiniz. Hasbelkader mimar oldum.

“Şehirlerde değil, hapishane

ve tımarhanelerde yaşıyoruz”

ALİ SİRMEN — Sayın Nail Çakırhan, Ağa Han Ödüllerinin dağı­

tılması sırasında ilginç bir olay oldu. Tanınmış avukatlarımızdan biri “ Yahu Afi Sirmen, bizim Nail şair değil miydi? Nereden çıktı bu Ağa Han Ödiilü?” diye sordu. Evet efendim, şairlikle başlayan yaşamınızda, mimariye geliş nasıl oldu?

NAİL ÇAKIRHAN — Ben 1929’da İstanbul’a geldim. Bir süre Tıb-

biye’de, bir süre de Hukuk Fakültesi’nde okudum. Sonra da Cum- huriyet’te çalışmaya başladım. Cumhuriyet’ten çok etkilendim. Çün­

kü bu gazetenin bir patronu vardı ki, Yunus Nadi, siz tabii ona ye­ tişemediniz. Yanında çalışan insanların herşeyiyle ilgilenirdi. Ben böyle bir patron az gördüm. Ben Muğlalıyım, o da Muğlalıydı. Ba­ na Muğlalı derdi. Çağırırdı zaman zaman yanına, konuşurdu. Bir- gün sabahleyin idareden geçiyordum. Orada Zekeriya çalışırdı..

SİRMEN — Zekeriya Sertel mi?

ÇAKIRHAN — Evet Zekeriya Sertel. Ne diyorduk? Evet birgün

idarenin önünden geçerken, beni çağırdı. Ve “ Muğlalı bizim tas­ hihler çok kötü çıkıyor. “ Sen onlara da bakar mısın?” dedi. Ve ben de böylelikle Hayat Ansiklopedisinden başka Cumhuriyet’in tashih­ lerini de yapmaya başladım. Ertesi gün de beni idareden çağırdılar ve dediler ki: “ Beyefendi söyledi. Eminönü’ne kadar gideceksiniz, orada saatçi bilmemkim var ona uğrayacaksınız” . Ben de kendi ken­ dime “ Herhalde Yunus Nadi Bey’in saati falan var, onu alacağız, ” diye düşündüm. Dükkâna gittim. Saatçi saatleri çıkardı ve bana sordu: “ Hangisini istiyorsunuz?” Ben de “ Ben buraya saat alma­ ya gelmedim, Yunus Nadi Bey gönderdi” dedim. Ama üsteledi, “ Evet efendim biliyorum kendisi bana telefon etti. Siz hangi saati istiyorsanız alın.” Onlardan birini aldım. İşte ilk saatim böyle ol­ du. Sonra parasını taksitle maaşımdan kestiler.

SİRMEN — Sizin bu tashihler arasında bir de Atatürk’ün kendi eliy­ le yazdığı bir maddenin de tashihi vardı galiba?

ÇAKIRHAN — Evet Yunus Nadi Bey birgün yine beni çağırdı. “ Bi­

liyorsunuz” dedi, “ Hayat Ansiklopedisi Atatürk’e geldi ve Atatürk’­ ün kendi elyazısıyla tashihler var. Kendisi çok titizdir. Bunun tas­ hihini ben de başkasına emanet edemem, sen yapar mısın?” dedi. “ Tabii hiç merak etmeyin yaparım” dedim. Çok dikkatle yaptım. Hiç bir hata çıkmadı. Yunus Nadi Bey de çok memnun oldu. Bu arada bir başka gün de bana “ Size kitap kısmını da vereyim mi? Vaktin var mı? dedi. Ben de “ Siz istedikten sonra tabii vakit bulu­ rum ” dedim. Ben bu arada hem Hayat Ansiklopedisi’nin, hem ga­ zetenin, hem de kitapların tashihini yapıyordum. Birgün Yunus Nadi Bey “ Muğlalı kaç para alıyorsun?” dedi. “ 120 lira efendim” de­ dim. “ Ben milletvekilliğinden 87 lira alıyorum. Demek ki, sen ben­ den de fazla kazanıyorsun” demişti Yunus Nadi Bey de. Gerçekten o zamanlar 120 lira iyi paraydı. Ben bir arada Mekki Sait ile birlik­ te münavebeyle Yenigün’ün sekreterliğini yaptım. Yenigün o zaman­ lar Cumhuriyet’in çıkardığı bir öğleden sonra gazetesiydi.

SİRMEN — Bu tashihler sırasında, yeni yazı yeni çıkmış o sıralar­ da. İlginç olaylarla karşılaştığınız olur muydu?

ÇAKIRHAN — Evet olurdu tabii. Mesela Ağaoğlu Ahmet Bey’in

yazıları gelirdi. Eski harflerle yazardı. Türkçesi de çok kötüydü. Biz o yazıları Türkçeleştirir, adeta yeniden kaleme alırdık.

SİRMEN — Bu tek bir örnek mi?

ÇAKIRHAN — Hayır, bir çok kişinin yazısı bıı durumdaydı. Ben

çarpıcı olduğu için bu örneği verdim.

SİRMEN — Yazıları yeniden kaleme alınanlar “ Ben bunu böyle yaz­ mamıştım” diye itiraz etmezler miydi?

ÇAKIRHAN — Hayır öyle bir durumla karşılaşmadım. SİRMEN — Cumhuriyet’te kaç yılına kadar çalıştınız?

ÇAKIRHAN — 1931 ’e kadar 1931 ’de zorunlu bir ayrılık oldu.

1935’de İstanbul’a döndüğümde tekrar Cumhuriyet’e girdim. Son­ ra da, Zekeriya’nın isteğiyle Tan’a girdim. Tan olaylarını biliyor­ sunuz. Tan matbaası basıldıktan sonra, bir yıl kadar yurt dışına git­ tim. Fransa, Avusturya, İtalya’da kaldım.

SİRMEN — Nail Bey, tabii bütün bu süre içinde şiir hayatınız de­ vam ediyor...

ÇAKIRHAN — Evet ediyordu.

SİRMEN — Yalnız, sizi hep Nail V diye bilirler. Çünkü şiirlerinizi Nail V diye imzalıyorsunuz. Nereden geliyor bu V?

ÇAKIRHAN — Evet, bu konuda bir çok da söylenti var. Oysa olay

tümüyle bir rastlantıdır. Ben Konya Lisesinde öğrenci iken 15 ya­ şında dergi çıkarıyordum. Yazarlarım da öğretmenlerimdi. Dergiy­ le uğraştığımdan serbestçe girip çıkıyorum okula da. Birgün bir şii­ rimin altında baktım Nail’in yanına bir V düşmüş ve tashihte de görülmemiş. Ben eyvah ne yapacağız diye düşünürken, hocam Sa­ adettin Nüzhet dedi ki: “ Aldırma, bundan böyle sen de bütün şiir­ lerini Nail V diye imzalarsın. İşte bu V’nin öyküsü de budur.

SİRMEN — Henüz mimarlığa gelmedik.

ÇAKIRHAN — Evet, ben Avrupa’dan döndükten sonra 1951 yı­

lında bizim hanım A dana’nın Kadirli İlçesine bağlı Karatepe diye bir yer var. Orada daha önce başladığı kazıları sürdürüyor. Geç Hitit devri kalesi var orada. Büyük büyük kapılar var. Kabartmalar var. Bunların restorasyonu söz konusu oluyor. Halet, A nkara’ya gidi­ yor ve diyor ki: “ Bunu Türkiye’de yapan yok. Bir İtalyan heyeti getirelim.” İtalya’dan bir restorasyon heyeti geliyor. Ben de o sıra­ larda gezmek için oraya gitmiştim. Gidiş o gidiş. Sonra kaldım. Bu çalışmalar 1956 yılına kadar sürdü. Ben de orada çalıştım. 1956 yı­ lında bunların üstüne korumak için birer saçak yapmak gerekti. Et- hem Menderes tahsisat çıkardı. Bir demüteahhitbuldu. Temelleri kazıldı. Yağmur mevsimi de gelmişti. Fakat, müteahhit bir ay ka­ dar kaldıktan sonra kaçtı gitti. Ethem Menderes’e gittik. O da dedi ki: “ Eğer siz kalırsanız orada. Ben işi emanete aldırırım.” Biz de kaldık. İstenen iş çıplak beton dökmek. O zamana kadar da Türki­ ye’de bu işin hiç tecrübesi yok. Ethem Menderes diyor ki: “ Peki bunu yapın, ama kim yapacak? Türkiye’de bunu yapan yok ki.” Ben de mecburen “ Ben yaparım” dedim. Ustalar bulduk, kitaplar alıp okudum ve biz bu çıplak betonu döktük. Gayet dikkatli kalıp­ lar yaptık, çalıştık. Gündüzleri çalışıyoruz, geceleri ben kitap oku­ yorum. Arada laboratuvar testleri yapıyoruz. Bu iş üç yıl sürdü. Ama çok da başarılı oldu. O kadar ki, Mersin limanının beton döküm ü­ nü yapan bir DanimarkalI betoncu vardı, bu adam aynı zamanda Yeni Delhi’deki Kongre binasının betonlarını döken mühendis. Adam gelir, bizim yaptığımız betona hayran hayran bakar “ Nasıl yapıyorsunuz? Biz bu kadar tecrübemiz olduğu halde, bu kadar iyi yapamıyoruz” diyordu.

Y aşam ım ,şair ve

C um huriyet

’te

g a ze te c i olarak

başladı. Yunus

N adi Bey ile

ilgili

un utam ayucagım

anılarım

vardır.

Sanıyorum, betonun o kadar iyi olmasının nedeni benim işi yapar­ ken öğrenmem ve en küçük bir hatayı bile ortadan kaldırmaya ça- lışmamdı. Üç yılda bu iş bitti. Bir de kazı evi yaptık. Fakat iş onun­ la da kalmadı. Çevrede köyler var. Fakat bir tek okur-yazar yok. Peki ne yapalım bunlara? Kendi kendimize dedik ki “ Biz bunlara bir okul açalım.” Tuttuk orada, resmi olmayan bir kazı okulu aç­ tık. Orada çocuklara ders vermeye başladık. Sabahattin Rahmi

ta-“ Canım benim. Seni sensiz yaşamak O kadar zor... O kadar zor ki...

Tek tesellim, sana bir yıl daha yaklaşmam. Nur içinde yat, ruhun şad olsun!”

Gönül Karcıoğlu

NEREYE UÇAR GÖKYÜZÜ

REFİK D U R BA Ş’ın

yeni şiir kitabı

YAZKO YAYINLARI

BOĞAZLIYAN SULH HUKUK

HAKİMLİĞİNDEN

1983/28

Davacılar Boğazlıyan Çalapverdi köyünden Emine Doğanyiğit, Fat­ ma Atila ve Zübeydc Karaca vekilleri Av. Mustafa Aydoğan’ın da­ valılar Hacı Doğanyiğit ve M ustafa Doğanyiğit aleyhine açmış ol­ duğu terekeye temsilci davasının yapılan duruşması sırasında:

Davalılardan MUSTAFA DOĞANYİĞİT’e bugüne kadar dave­ tiye tebliği edilemediği gibi adresi de tesbit edilemediğinden ilanen tebligat yapılmasına karar verilmiş olmakla tebliği üzerine duruşma günü olan 13.10.1983 günü bizzat mahkemeye gelerek veya temsi- len bir vekil gönderip muris Seyyar Doğanyiğit terekesine oğlu Hacı Doğanyiğit’in mümessil olarak tayinine muavafakat edip etmediği­ ni bildirmesi gerektiği, tebliğe rağmen gelmediği takdirde muavafa­ kat etmiş sayılacağı hususu HMUY.nın 509, 510. maddeleri gereğince ilanen tebliğ olunur.

Basın: 24257

İ L A N

Beyoğlu 2. Noterliğinden Şirketimiz me­

murlarından Bay Mehmet Remzi Tüzün adı­

na verilmiş 972 sayılı 8.1.1980 tarihli vekâ­

letnamenin kendisi başka bir göreve tayin

edildiğinden iptal edildiğini ve hükümsüz

bulunduğunu bildiririz.

The Shell Company of Turkey Ltd.

Türkiye Şuhcsi - Merkezi Londra'da

Bu sayıda:

En çetin 48 saat:

• Partiler son

vizelerini bekliyor...

• il Başkanlarının

seçim tahminleri...

• Türkiye yabancı

sermaye pazarında...

• 007 no'lu seferin

esrarı...

Yaşadığımız

günleri

anlamak için

Haftalık Habar Dergisi

Haberlerin ardındaki gerçek

Nokta'da...

1. hamur, ofset baskı, ku?e kapak 68 sayfa

VEFATLAR

İÇİN

Yurtiçi, Yurtdışı, cenaze nakledilir. Cenaze ilaçlama, malzeme, tabut, bütün işlemler

hassasiyet ve süratle yapılır.

Tel.: 147 20 06

140 68 86

İşletmede ayrıca 18 ambulans mevcuttur. Cenaze ilanlarından hizmet bedeli

alınmaz, acı günlerinizi paylaşır, günün her saatinde

emrinizdeyiz. İSLÂM CENAZE İŞLERİ

Cumhuriyet

Bilgisayar Ekleri

(Eksik eklerinizi 40 TL.’Iık pul göndererek isteyebilirsiniz)

9

biat bilgisi dersi veriyor. Ben Matematik dersleri veriyorum. Halet tarih coğrafya falan, bir de aşçımız var. Bunlara elinde kepçe ders çalıştırıyor... Şimdi o cin gibi çocukların hepsi üniversiteyi bitirmiş­ lerdir. 1960 ihtilalinden sonra bir okul seferberliği oldu. Burada da araya müteahhitler giriyor. Biz kalktık gittik Sami Küçük’e “ Yap­ mayın! Bu işi de müteahhide vermeyin! Onlar 100.000 liraya bir okul yaparlarsa biz dört okul yaparız dedik. Onlar karar vermişler, “ Artık karar verilmiş, olmaz. Ama siz.in bölgeyi serbest bırakalım” dedi­ ler. O zaman da Kaymakam Mehmet Can vardı. Köylüler kumu taşı taşıdılar, hep birlikte okulları yaptık. Orada da altı yedi okul yap­ tım mimar olarak. Bu seferberlik sırasında çok okul yapıldı, öyle ki, o dolaylarda o güne kadar tüm Cumhuriyet döneminde 28 okul yapılmış, sonra okul sayısı 130’a çıktı. Bu arada meslek okulları ve kurslar açtık. Şimdi bu kurslarda yetişenlerin yaptıkları Kadirli ki­ limleri uçakla Amerika’ya gönderiliyor. İşte beş yıl kadar süren bu zaman içinde iki meslek okulu, altı-yedi ilkokul ve lojmanlarını yap­ tım. Ormanlarda orman bölge şefliği ve lojmanlarını yaptık. İşte böyle başladı ve gelişti mimarlık çalışmaları. Bu çalışmalardan sonra Türk Tarih Kurumu’nun uygulamasını yaptım. Sonra Almanların A nkara’da yapmak istedikleri lise binasını yaptım.

SİRMEN — Peki Muğla’daki yapılar?

ÇAKIRHAN — 1969 yılında hastalandım, Muğla’ya gittim. Zaten

Muğlalıyım ben. Orada babamdan kalan bir yer var. Eskimiş çü­ rük. Hadi bunu restore edeyim dedim. Onu restore ettim. Sonra ora­ da ucuz arsa vardı. Akyaka Gökova’da kendi evimi yaptım. O ev ödül aldı.

SİRMEN — Peki Gökova’da kaç ev yaptınız?

ÇAKIRHAN — 18 ev yaptım. Ama ben bunları yapıp para kazan­

mayı falan düşünmüyorum. Kızkardeşim, arkadaşlarım vs. hep is­ tediler, kıramadım ve bu evleri yaptık.

SİRMEN — Sizin mimari ödülUnü almanız, bazı mimarların eleşti­ risine yol açtı, neden?

ÇAKIRHAN — Şimdi, bence bunu anlatabilmek için mimarlık ne­

dir onu anlatmak gerek. Efendim, bu betonlar, apartmanlar vs ne­ reden çıktı? Bunlar bizim geleneğimizde yok. Şimdi Avrupa belli bir teknolojik düzeye ulaşmış, mesela bir fabrika kuruluyor ve ge­ lişiyor. Bunların etrafında da lojmanlar kuruluyor. Bunlar başlan­ gıçta tek katlı, ama büyüdükçe bunlar araziye sığmıyor ve çok katlı olmaya başlıyor. Üst üste betonlar dikmeye başlıyorlar. Ve böyle­ likle fabrikalar etrafında işçi mahalleleri oluşuyor. Dikkat edilirse apartm anlara ilk orada rastlanır. Şimdi bir de Batı dünyası dediği­ miz teknoloji dünyasının esası ticaret. Binaenleyh, satış için büyük merkezler lazım, bürolar lazım. Gökdelen denen olay da bu. Tek­ nolojinin bu düzeye geldiği bir ülkede bu durum normal. Ama ka­ nımca, bunların en kötü örneklerinin kopyalarını getirerek, bizim ülkelerimize ya da İslam ülkelerine, Üçüncü Dünya ülkelerine dik­ menin âlemi yok. Bu kötü bir ithal oluyor. Ve evlerin şekli de ithal edilmiş oluyor. Yani herşey meta haline gelmiş oluyor. Bizdeki apart­ man kültürü oradaki en kötülerin kopyalan oluyor. Bunun hiç bir anlamı yok. Bu durumda bir yozlaşma ve yabancılaşma başlıyor ve insanlar doğaya hasret kalıyorlar. Çünkü her yer apartm anlar, gö­ ğü göremiyorsunuz, denize giremiyorsunuz; yeşili görmüyor, insanlar bir hapishane içinde gibi birbirlerine ve kendi kendilerine yabancılaşıyorlar. /

İşte ben bu mimariye katılmıyorum.

SİRMEN — Sayın Çakırhan güney bölgesinde Gökova’nın dışında da bina yaptınız mı?

ÇAKIRHAN — Yaptım, Bodrum’da dört restorasyon, bir ev, Dat­

ça’da bir motel, bir lokanta yaptım.

SİRMEN — Peki efendim. Bodrum, Marmaris ve Datça bölgesin­ deki son yıllardaki yapı faaliyeti olumlu mu sizce?

ÇAKIRHAN — Bu yapsatçı denen esnaf var ya, mesleği ne olursa

olsun ona girmiyorum, bunlar sizin peşinizden geliyorlar. İnsanlar kıyıya git /orsa, onlar da peşlerinden oraya gidiyorlar. Bunun so­ nucu ola k da 10 yıl içinde bu bölgede de muazzam bir kanserleş­ me oldu, şte bunu önlemek gerek. Ben bunu önleyemem, param yok. Devletten de yardım görmüyorum. Ama benim yaptığım evler bir ölçüde önleme rolünü oynadı. Çünkü yavaş yavaş bu tip evler­ de oturmak isteyen insanlar çıktı ortaya, önce aydınlardı bunlar. Sonra yavaş yavaş zenginler de ve fakirler de...

SİRMEN — Sizin yaptığınız binaların öbürlerine oranla yapım ko­ laylığı ve ucuzluk gibi bazı üstünlükleri de var sanıyorum. ÇAKIRHAN — Evet. Bir kere ucuz oluyor. °7o 35-50 dolayında daha

ucuz oluyor. Bunların bir iyi tarafı da çok çabuk bitiyorlar. Yani 15 günde bir evi bitirdiğim oluyor. Bir de tabii sağlık açısından ba­ zı yararları var. Mesela oradaki beton apartm anlarda oturmak bir sorun.

SİRMEN — Peki Sayın Çakırhan, sizin Ağa Han Mimari Ödülünü almanıza eleştirel değil de, olumlu yaklaşan mimarlar da oldu mu? ÇAKIRHAN — Oldu tabii. Çok oldu. Mesela Mimarlar Odası. Ba­

na telefon eden tanıdığım tanımadığım mimarların % 90’ı olumlu yaklaştı. Benim bu arada bir de önerim var. Bakın Türkiye’de 20.000 mimar var. Hepimiz dağılalım yurt düzeyine, 3 senede 30’ar yapı yapsak, 600.000 yapı eder. Mesken sorununun çözümünde halka yol göstermiş oluruz. Halk teşne bunları yapmaya Devletin cebin­ den de beş kuruş çıkmamış olur. Bakın Ağa Han Mimari Ödülü ile ilgili bir makale okuyorum Cor6a diye bir mimar diyor ki “ Bilhas­ sa İslam ülkelerinde iskân sorununu çözmek için halkın elinden ge­ len mimariye yönelmeliyiz,” diyor. “ Bizim mimarlarımızın görevi oralara gidip onlara yol göstermektir. Ama binayı yapmaya gelin­ ce sıra, aradan çekilmeliyiz.” diyor.

SİRMEN — Sayın Çakırhan, ahşap mimarinin korunması sorunu var değil mi?

ÇAKIRHAN — Ben ahşap bir evde doğdum. Yetmişbeş yıllıktır.

Yetmiş yıl sonra bir onarım görmesi gerekti. Annemin evi 140 yıl­ lıktır. Ağa Han onu istiyor, bir ev müzesi haline getirecek. Şu için­ de oturduğumuz ev 140 yıllıktır.

A p a rtm a n la r...

A p a rtm a n la r.

Yeşile h asret

,

d en ize h asret

,

h a tta bir avuç

g ö k y ü zü n e

h asret...

in sa n la r

b irb irin e

y a b a n c ı h a tta

k en d i ken din e

ya b a n cı.

SİRMEN — Efendim sanıyorum ki, ahşaptan söz etmemizin nede­ ni, ele aldığımız yörenin özelliği, yoksa başka bir yörede de, yine yerel malzeme ile ahşap olmayan çözümler de bulunabilir değil mi? ÇAKIRHAN — Tabii. Ben Orta Anadolu’da bina yapsam, kerpiç

bina yaparım, dağ köylerine gitsem taş bina yapın derim. Önemli olan yörenin geleneğine, malzemesine, ihtiyacına uygun olması. Me­ sela ben Bodrum’da da ev yaptım. Bu taştır ve bambaşka bir evdir öbür yaptıklarımdan.

SİRMEN — Peki efendim. Mimari çevrenin yozlaşması, yerel mal­ zemenin ve ihtiyaçların bir yana bırakılarak, yeni teknolojinin yan­ lış bir biçimde ithali ve uygulanmasının sonucudur diyebilir miyiz? ÇAKIRHAN — Evet diyebiliriz tabii ki, üstelik de, kâr faktörü bu

yozlaşmayı getirmiştir. Çünkü bir müteahhidin yukarıda verdiğim örneğe uygun bir bina yapıp satması halinde fazla bir kârı,kazancı olmayacaktır.

SİRMEN — Sayın Çakırhan, size zoraki mimar diyebilir iniyiz? ÇAKIRHAN — Evet, daha önce de belirttiğim gibi hasbelkader mi­

mar oldum ben.

SİRMEN — Bundan sonraki tasarılarınız?

ÇAKIRHAN — Ağa Han bana, orada yapacağım bir restorasyoı

için yüklüce bir para veriyor. Ben de düşündüm taşındım, bu resto rasyoıı bir ev restorasyonu olur ve müze ev olur, onu da Ağa Ha Mimari Ödüllerine hediye edeceğim. Ben artık 73 yaşındayım. Bur dan sonra yine inşaata girebilir miyim bilmiyorum. Ama, anıların da yazmak istiyorum. Çünkü anılarımın ilginç olduğunu sanıyorun

SİRMEN — Teşekkür ederim Sayın Çakırhan.

Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Sistem açılış için hazırlanırken grid üzerinde, 2007 yılında yaklaşık 44 milyon ve 2008 içerisinde ise şu ana kadar 65 milyon hesaplama yapıldı.. Cern Gridin

Instructional design has been defined as models or plans that can be used to shape the curriculum, organize instructional materials and guide instructional

Bu ne­ denle çok sevdiği Datça’ya gidebilmek için havaların iyice serinlemesini bekli­ yor.. Onun yaşamı hep yazı,

Germain- des-Pres semtindeki kahve, bar ve meyhane çevresinin tanınmış kişilerinden biri olan ressam Mustafa Fikret Mualla Saygı, kı­ saca Fikret Mualla

M üzaye­ deyi düzenleyen Ahmet Utku, "Osman Hamdi’nin böyle bir eseri bir daha satışa çıkamayacak" d i­.. ye

O yüzden, o devirde lise öğrencisi olup ta, sonradan Haşan - A li Yücel’in Türk maarifine Uzandırdığı müsbet hamlelerin değerini ölçmek imkânından

karşısında Oruç, k.rbeş bin muharibin nazarında bir azrail olmuş­ tu — Oruç, silâhsız kalan sağ eliyle takma sol kolunu omuz başından ko­ pardı ve