• Sonuç bulunamadı

Kamu yayıncılığı açısından TRT haberciliği

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Kamu yayıncılığı açısından TRT haberciliği"

Copied!
170
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

GAZETECİLİK ANABİLİM DALI

GAZETECİLİK BİLİM DALI

KAMU YAYINCILIĞI AÇISINDAN TRT HABERCİLİĞİ

Adem AKSÜT

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Danışman

Doç. Dr. Caner ARABACI

(2)

İÇİNDEKİLER

TABLO LİSTESİ... IV KISALTMALAR...V BİLİMSEL ETİK SAYFASI... VII TEZ KABUL FORMU ...VIII TEŞEKKÜR... IX ÖZET ...X SUMMARY ... XI GİRİŞ ...1 Kavramlar Üzerine ... 3 Kamu ... 3 Kamu Hizmeti... 4 Kamu Yararı ... 4

Kamu Hizmeti Yayıncılığı ... 7

Özerklik ... 9

Haber Gerçek İlişkisi... 10

Nesnellik ve Tarafsızlık... 15

BİRİNCİ BÖLÜM ...19

KAMU YAYINCILIĞI KURUMU TRT...19

1.1. Türkiye Televizyonla Tanışıyor... 19

1.2. 1960'tan TRT'nin Kuruluşuna Kadar Radyo Yayınları ... 20

1.3. Televizyon Yayıncılığı Denemeleri ve TRT’nin Kurulması ... 21

1.4. 1970 – 1980 Arası TRT ... 24

1.4.1. Siyasi Gelişmeler... 24

1.4.2. Teknik Gelişmeler ... 29

1.5. Beş Yıllık Kalkınma Planlarında Televizyon ... 31

1.6. Askeri Darbelerin TRT’ye Etkisi ... 34

1.6.1. 27 Mayıs Askeri Darbesi ve TRT... 34

1.6.2. 12 Mart Askerî Müdahalesi ve TRT... 40

1.6.3. 12 Eylül ve TRT ... 45

(3)

1.8. TRT Vericilerinin PTT’ye Devredilmesi ... 50

1.9. İlk Özel Radyolar ... 51

1.10. Türkiye’de Özel Televizyon Yayıncılığının Başlaması ... 52

1.11. Özel Radyo ve Televizyon Yayıncılığında Yasal Düzenlenme... 53

1.12. 1990 Sonrası Sermayenin Basını Ele Geçirmesi ve Promosyon Yarışı ... 55

1.13. TRT ve Kamu Hizmeti Yayıncılığı ... 56

1.14. Habercilik Açısından TRT... 58

1.15. Ekonomi-Politik Açıdan TRT... 62

İKİNCİ BÖLÜM...67

AB VE ABD’DE KAMU YAYINCILIĞI ...67

2.1. İngiltere’de Kamu Yayıncılığı ... 67

2.1.1. BBC ve Kamu Hizmeti Yayıncılığı... 75

2.1.2. BBC Örgütlenme Yapısı... 79

2.2. Fransa’da Kamu Yayıncılığı ... 84

2.3. Hollanda’da Kamu Yayıncılığı ... 87

2.4. İsveç’te Kamu Yayıncılığı ... 88

2.5. İtalya’da Kamu Yayıncılığı ... 90

2.6. Almanya’da Kamu Yayıncılığı ... 93

2.7. ABD’de Kamu Yayıncılığı ... 95

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM...99

KURULUŞUNDAN BUGÜNE YASALARLA TRT ...99

3.1. 359 Sayılı Yasa ve Özerk TRT ... 99

3.1.1. Yönetimde Özerklik ... 102

3.1.2. Yayında Özerklik ... 102

3.1.3. Mali Özerklik ... 103

3.2. 359 Sayılı Yasaya Göre TRT’nin Yönetim Şekli ... 106

3.3. 2954 Sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu ... 108

3.4. 3984 Sayılı Radyo-Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkındaki Yasa ... 112

3.5. 6112 Sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun ve Genel Değerlendirme ... 115

(4)

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ...122

TRT VE SİYASİ YAPI ...122

4.1. TRT - Siyasi Yapı İlişkisi ... 122

4.2. Türkiye’de Basın-Siyaset İlişkisine Bakış... 124

4.3. İlk Yasaklar ve Yayın Basıp Yayını Durduran Genel Müdür ... 127

4.3.1. Genel Müdür’den Müdahale; “Bu film ancak Moskova’da seyrettirilir" ... 128

4.3.2 “Türkiye’nin Kalbi Ankara” Atatürk’ün İsteğiyle Çekilmişti ... 129

4.3.3. Yayınlardan Sonra, Kullanılan Sözcüklere de Yasak ... 129

4.3.4. Sansürün Adı “Ayrılık” ... 130

4.3.5. Demirel’den TRT Haberlerine Müdahale ... 132

4.3.6 Demirel’in Fırçası; “Apo, alt tarafı bir terörist”... 133

BEŞİNCİ BÖLÜM...134

25.08.2010 - 03.09.2010 ARASI TRT ANA HABER BÜLTENLERİNİN İÇERİK ANALİZİ ...134

5.1. Amaç... 134

5.2. Araştırmanın Konusu ve Önemi ... 134

5.3. Varsayımlar (Sayıltılar) ... 135 5.4. Sınırlılıklar ... 136 5.5. Yöntem ... 136 5.6. Evren ve Örneklem... 136 5.7. Tablo ve Analizler ... 136 SONUÇ VE DEĞERLENDİRME ...146 KAYNAKÇA ...149 ÖZGEÇMİŞ...158

(5)

TABLO LİSTESİ

Tablo 1: Haberin Süresi-Haberin Konusu………137

Tablo 2: Haberin Sırası-Haberin Konusu……….138

Tablo 3: Haberin Süresi-Haberin Aktörü……….139

Tablo 4: Haberin Sırası-Haberin Aktörü………..140

Tablo 5: Haberin Konusu-Haberin Aktörü………...141

Tablo 6: Haberin Konusu-Haberin Yayınlanış Biçimi……….142

Tablo 7: Haberin Süresi-Haberin Sırası………143

Tablo 8: Haberin Süresi-Haberin Yayınlanış Biçimi………143

Tablo 9: Haberin Sırası-Haberde Yer Alan Parti………..144

Tablo 10: Haberin Sırası-Haberin Yayınlanış Biçimi………...144

(6)

KISALTMALAR

AA: Anadolu Ajansı

ABD: Amerika Birleşik Devletleri AK Parti: Adalet ve Kalkınma Partisi BBC: British Broadcasting Corporation

BYTGM: Basın Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğü CGP: Cumhuriyetçi Güven Partisi

CHP: Cumhuriyet Halk Partisi

CIA: Central Intellıgence Agency – Amerikan İstihbarat Teşkilatı CKMP: Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi

CSA: Superior Audiovisual Council DP: Demokrat Parti

DPT: Devlet Planlama Teşkilatı DYP: Doğru Yol Partisi

EBU: Avrupa Yayın Birliği

ENCA: Haberler ve Güncel Olaylar Müdürü (Editor of News and Current Affairs) FIBA: Uluslararası Basketbol Federasyonu-Federation Internationale de Basketball FM: Frequency Modulation - Frekans Modülasyonu

IBA: Independent Television Authority IRA: İrlanda Kurtuluş Ordusu (IRA)

ITV: Independent Television(İngiltere’de özel yayıncılık alanında ilk ticari yayın kuruluşu)

İTÜ: İstanbul Teknik Üniversitesi

KDKA: ABD Westinghouse Fabrikası Radyosu KHY: Kamu Hizmeti Yayıncılığı

KPSS: Kamu Personel Seçme Sınavı MGK: Milli Güvenlik Konseyi MHP: Milliyetçi Hareket Partisi MİT: Milli İstihbarat Teşkilatı MP: Millet Partisi

(7)

MSP: Milli Selamet Partisi

NATO: Türkiye'nin Kuzey Atlantik Paktı NOS: Hollanda Yayın Kurumu

PAL: Phase Alternation Line

PTT: Posta Telgraf ve Telefon Genel Müdürlüğü RTBF: Belçika Kamu Hizmeti Yayıncılığı Kurumu RTÜK: Radyo Ve Televizyon Üst Kurulu

RTYK: Türkiye Radyo ve Televizyon Yüksek Kurulu TBMM: Türkiye Büyük Millet Meclisi

TC: Türkiye Cumhuriyeti

TRT: Türkiye Radyo Televizyon Kurumu TRT-DER: TRT Derneği

TSF: Telephonie Sans File, (İstanbul’da açılan telgraf ihalesini kazanan Fransız şirketi) TSK: Türk Silahlı Kuvvetleri

TTTAŞ: Telsiz Telefon Türk Anonim Şirketi

UEFA: Union of European Football Associations-Avrupa Futbol Federasyonları Birliği UNESCO: United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization- Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu

WEAF: İngiltere Havacılık ve Uzay Formu VOA: Voice of America- Amerika’nın Sesi

(8)
(9)
(10)

TEŞEKKÜR

Bu çalışmanın belli bir düzen içersinde yapılmasında desteğini hiçbir zaman esirgemeyen ve her dönemde bilgi birikimi ve tecrübesiyle yol gösteren danışmanım Doç. Dr. Caner Arabacı’ya, TRT’den elde ettiğim bilgileri temin etmemde yardımcı olan Erdoğan Yıldız’a, her zaman en yakınımda olup her dönemde destekleriyle beni dimdik ayakta tutan aileme ve arkadaşlarıma, çalışmanın hazırlık aşamasında benimle birlikte aynı yoğunluğu yaşayan ve çalışmamın en güzel şekilde tamamlanması için elinden gelen desteği veren en değerli varlığım eşime minnet ve şükranlarımı arz ederim.

(11)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Adı Soyadı Adem AKSÜT Numarası 084222001008

Ana Bilim / Bilim Dalı

GAZETECİLİK

Öğ

rencinin

Danışmanı Doç. Dr. Caner ARABACI

Tezin Adı KAMU YAYINCILIĞI AÇISINDAN TRT

HABERCİLİĞİ

ÖZET

Bu çalışmada, Türkiye’de televizyon yayıncılığının başlangıcından günümüze kadar olan süreç incelenmiştir. Yayıncılığın gelişimi dönem dönem ele alınmış, radyo yayıncılığından televizyon yayıncılığına geçiş süreci anlatılmıştır. Kamu hizmeti yayıncılığı söylemi ile kurulmuş olan TRT’nin yapısı ortaya konulmuş, siyasi yapı kurum arasındaki ilişkiler örneklerle açıklanmaya çalışılmıştır. TRT ana haber bültenleri incelenmiş, bu incelemeden çıkan verilerle kurumun söylemine yönelik sonuca ulaşılmaya çalışılmıştır.

TRT haberciliğini temel aldığım çalışmada, TRT’nin kamu yayıncılığı yapıp yapmadığı ortaya konulmuştur. Haber yayınları açısından bu zamana kadar protokol haberciliğinden öteye geçemeyen TRT, her ne kadar büyük bir ilerleme kaydetmişse de bu özelliğinden kurtulamamıştır. TRT, Avrupa ve ABD’deki kamu yayıncılığı kurumlarıyla kıyaslandığında hem kurumsal yapı hem de yayın felsefesi olarak benzerlerinin çok gerisindedir. Askeri ve siyasi baskılar altında çok az gelişme kaydedebilen TRT için, hem yasa hazırlamakla yükümlü olan siyasi otoritenin adımları, hem de demokratik ve etik olarak gelişmiş bir toplum, büyük önem arz etmektedir.

(12)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Adı Soyadı Adem AKSÜT Numarası 084222001008

Ana Bilim /

Bilim Dalı GAZETECİLİK

Öğ

rencinin

Danışmanı Doç. Dr. Caner ARABACI

Tezin Adı TRT JOURNALISM WITH REGARD TO PUBLIC

BROADCASTING

SUMMARY

In this study, we reviewed the history of television broadcasting in Turkey from the beginning to the present. Developmental stages in digital broadcasting have also been mentioned. The process of evolution in broadcasting with passage from radio broadcasting to television broadcasting was described. The structure of TRT which was set up with the aim of public service broadcasting was demonstrated with examples to explain the relationship between corporate and political structure. Main news bulletins presented in TRT were examined. Data obtained as a result of this analysis were used to draw conclusions about the discourse of the corporate.

This study which dwells upon TRT broadcasting seeks to reveal whether TRT does public broadcasting. TRT which cannot go beyond protocol journalism in terms news broadcasting cannot get rid of this character, tough it has made steps forward recently. Compared with its European and US counterparts, TRT falls far short in terms of both corporate structure and philosophy of broadcasting. Steps to be taken by the political authority to pass new laws and ethically, democratically and financially developed society are crucial for TRT which has developed very little under military and political pressures up to now.

Key Words: Journalism, Public broadcasting, Turkish Radio and Television

(13)

GİRİŞ

Var oluşundan bugüne kadar çeşitli sebeplerle iletişim kurma ihtiyacı hissetmiş olan insan, bunun için de farklı yöntemler kullanmıştır. Yazılı, sözlü ve görsel olmak üzere değişik iletişim şekilleri kullanılmış, zamana ve ihtiyaca göre, kullanılan iletişim şekilleri kendisine yeni kalıplar belirlemiştir. Bireysel olarak gerçekleştirilen iletişim, nüfusun hızlı artışıyla birlikte şekil değiştirmiş, bireysel iletişimin yerini kitle iletişimi almıştır. Ses veya duman gibi araçların kullanıldığı iletişim modelleri yerini daha modern iletişim araçlarına bırakmıştır. Önüne geçilemeyecek kadar hızlı seyreden teknolojik gelişmeler, insanların yaşam standart ve beklentilerindeki değişimi de beraberinde getirmiştir. Teknolojik gelişmelerle birlikte kendine hatırı sayılır bir yer bulan kitle iletişim araçları, ilk zamanlarda çok fazla dikkate alınmamış; ancak geçen zaman, kitle iletişim araçlarının hiç de hafife alınmayacak bir yapı olduğunu ortaya çıkarmıştır. Artan sayısıyla birlikte gruplara hatta daha ilerleyen süreçte devletlere ayrılan insanlık arasında hâkimiyet mücadelesi başlamış; bu mücadelenin en büyük ve önemli silahı olarak da kitle iletişim araçları en ön sırada yerini almıştır. Küçüğünden büyüğüne kadar hâkimiyet mücadelesi veren her türlü yapı, kitle iletişi araçlarından faydalanmıştır.

İçersinde bulunduğumuz zaman dilimi içersinde, iletişim yöntemleriyle birlikte iletişim araçları da çeşitlilik kazanmaktadır. Yazılı, görsel ve işitsel olarak çeşitlilik gösteren bu kitle iletişi araçları, devletlerin getirmek istedikleri değişikliklerin başında kendisini göstermektedir. Kitleler bu değişikliklerle yönlendirilmekte, devlet bu değişikliklerle kamuoyu oluşturma yoluna gitmektedirler.

Kitle iletişim araçlarının etkinliklerinden biri olarak görülen televizyon yayıncılığı ülkemizde ilk başlarda radyo yayınlarının gölgesinde kalmış, ardından radyonun çok daha ötesine geçmiştir. Kitle iletişimini radyodan ibaret görenler, televizyonun toplum üzerindeki etkisini görmeye başlamış ve televizyon yayıncılığı üzerinde bir hâkimiyet mücadelesi başlamıştır. Gerçekleştirilen deneme yayınlarının ardından 1964 yılında TRT ile tanışan Türkiye, uzunca bir süre, acemisi olduğu sistemin kurumsallaşmasının mücadelesini vermişti. Kamu hizmeti yayıncılığı yapmayı hedefleyen TRT, hiçbir dönemde bu hedefine ulaşamamıştır. Kurum olarak

(14)

İngiltere yayın kurumu olan BBC’yi örnek alan TRT’nin yayıncılık faaliyetleri, kamu yayıncılığı ile sınırlı kalmıştır. Protokol haberciliğinden öteye geçemeyen haber bültenleri, toplumun ihtiyaç duyduğu haberleri vermekten ziyade, devletin verilmesini uygun gördüğü bilgilerin halka ulaştırılması görevini yerine getirmiştir. Kimi dönemlerde, bu yapı kırılmaya çalışılır gibi gözükse de bu yapı hiçbir dönemde kırılamamıştır. Hatta bu yapı kimi dönemlerde abartılmış, devletin başındaki bir numaralı isim olan cumhurbaşkanının her haberi önem durumuna bakılmaksızın haber bültenlerinin ilk sırada yerini almıştır. Günümüzde kısmen de olsa kırılmış ve yayıncılık üzerindeki tekel de tamamıyla ortadan kalkmıştır. Devlet eliyle yürütülen radyo-tv faaliyetleri, artık, özel kişiler tarafından kurulan radyo ve televizyonlar aracılığıyla da yürütülmektedir. Türkiye’de 1993 yılında 1982 Anayasası’nın 133’üncü maddesinde yapılan Anayasa değişikliğiyle, özel radyo ve televizyonların kurulmasının önünü açan adım; 1994 yılında 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun’un kabul edilmesiyle somutlaşmıştır. Daha önceden yasal düzenlemeler olmadan faaliyet gösteren özel radyo ve televizyonlar ise bu şekilde yasal bir zemine kavuşmuş ve özel yayın faaliyeti hukuksallaşmıştır.

Kuruluşundan günümüze kadar TRT’nin yaşadığı sürecin incelendiği bu çalışma 5 bölümden oluşmaktadır. Giriş kısmında çalışmanın amacı ve yöntemi yönelik bilgiler yer alırken, çalışmanın temelini oluşturan kamu yayıncılığı ile ilgili yapı ortaya konulmaya çalışıldı.

Birinci ve ikinci bölüm, çalışmanın en geniş bilgiye sahip olan kısmıdır. Türkiye’de televizyon yayıncılığının gelişim süreci anlatılmış, ABD ve AB’de hizmet veren kamu yayın kurumları incelenmiş, kamu yayıncısı olarak ortaya çıkan TRT’nin kamu yayıncılığı söylemini ne derecede yerine getirdiği anlatılmıştır.

Çalışmanın üçüncü bölümünde ise yayıncılık alanında yapısal yasal düzenlemeler konu olarak ele alınmış, TRT’nin özerlik dönemleriyle ilgili bilgilendirmeler yapılmıştır. Dördüncü bölümde, TRT ve siyasi yapı arasındaki ilişkinin örneklerle ortaya konulması ve kurum üzerinde hâkim güç olan siyasi otoritenin kurumu nasıl istekleri doğrultusunda yönlendirdiğinin anlatılması hedeflenmiştir.

“Kamu Yayıncılığı Açısından TRT Haberciliği” isimli çalışmanın son bölümünde de, 12 Eylül Referandumu öncesinde TRT 1’de yayınlanan 10 günlük

(15)

ana haber bültenleri içerik yönünden incelenmiş, kurumun neleri haber olarak gördüğü ve siyasi gelişmelere bakış açısı ortaya konulmaya çalışılmıştır. 10 günlük ana haber bültenleri haber konusu, yöntemi, sırası ve süresine göre tablolar şeklinde anlatılmıştır.

Kavramlar Üzerine

Beş bölümden oluşan tez çalışmamın bu kısmında, çalışmanın üzerine kurulacağı kavramların tanımları üzerinde bilgilendirmelerde bulunuldu. Çalışmanın bütünlüğü için; kamu, kamu hizmeti, kamu yararı, kamu hizmeti yayıncılığı, özerklik, haber-gerçek ilişkisi ve nesnellik-tarafsızlık gibi kavramlar tanımlanmaya çalışıldı.

Kamu

Kamu sözcüğü, en yalın anlamıyla; genel, herkes, umumi, açık, halka ait,

ortak, müşterek anlamına gelmektedir. Kamu, toplumu ifade etmekte ve herkesin denetimine açık anlamını içermektedir. Ancak gündelik konuşmada kamu sözcüğü geçtiği zaman aklımıza hemen devlet ve devlete ait kavramlar gelir ve çoğu kez ‘kamu’ ile ‘devlet’ kavramlarının aynı anlamda kullanıldığı görülür. Sosyolog Meral Özbek ‘Kamusal Alan’ çalışmasında konuyla ilgili olarak şöyle demektedir:

“Kamuoyunun halka (umuma) ait olduğunu, kamu hizmetinin devlete

hizmet olmadığını, kamu yararının devletin düzen- güvenlik güçlerinin yararı anlamına gelmediğini biliriz. Yine de kamuoyundaki kamunun kim olduğunu düşünmeden, kamuyu devlet kavramıyla aynı anlamda kullanmayı sürdürürü.”(Özbek, 2004: 31).

Kamu kavramının anlamı, yayıncılık kurumları açısından değerlendirildiğinde

mülkiyet ilişkileriyle kısıtlanmaktadır. Yani, kamu yayın kuruluşları dendiğinde, mülkiyeti kamuya ait olan kurumlar kastedilmektedir. Kamu yayın kurumunun karşıtında ise özel yayın kurumu ya da kuruluşu, yani mülkiyeti özel kişilerin elinde olan yayın kuruluşları bulunmaktadır (Mutlu, 1999: 22). Birçok kamu kuruluşunun sermaye yapısı bunlara özel kişilerin de ortak olmasına elvermektedir; ama bu tür kurumlarda yönetimin belirlenmesini sağlayacak miktarda sermaye payı genellikle devletin olduğu için bunları devlet yayın kurumları olarak adlandırmak uygun olacaktır (Mutlu, 1999: 23).

(16)

Kamu Hizmeti

Kamu hizmeti kavramı verilen hizmetin niteliğiyle ilgilidir ve bu hizmeti

veren kurum ya da kişilerin mülkiyet yapıları önemli değildir. Örneğin, bir kentin özel bir firmaya ihale edilen toplu taşımacılığı, bu hizmetin kamu hizmeti niteliğini değiştirmez. Aynı şekilde eğer yayıncılık toplumun bir gereksinimini karşılıyorsa, bu işin özel firmalar ya da kamu firmaları tarafından yapılması, yapılan işin kamu hizmeti olma niteliğini ortadan kaldırmaz. Ne var ki, kamu hizmeti kavramının yayıncılıkta farklı bir anlamı vardır ve kamu hizmeti yayıncılığı topluma yönelik diğer hizmetlerden farklı birtakım ilkelerle tanımlanmaktadır (Mutlu, 1999: 23).

İlhan Özay da kamu hizmetini şu şekilde ifade etmektedir:

“Kamu hizmeti, toplumda ortak ve genel bir ihtiyacın belirmesi, bu ihtiyacın süreklilik taşıması yani giderilmekle tükenmemesi, her gün yenilenmesi ve tatmin edilmemesi halinde de toplumda bir huzursuzluk doğacağı, dirlik ve birliğin bozulacağı varsayımından hareketle, Devletin, ya o zamana kadar var olan ya da bu iş için özel yasayla kurulacak bir idare aracılığıyla kamu hizmeti dediğimiz bir etkinliğe girişmesi şeklinde tanımlanmaktadır” (Özay, 2002: 227).

Devlet ve diğer kamu kuruluşları tarafından doğrudan doğruya veya bir kamu kuruluşunun sıkı gözetimi, denetimi ve sorumluluğu altında toplumsal ihtiyaçları, yararları karşılamak amacıyla yapılan faaliyetleri kapsamaktadır (Tikveş, 1083: 12)

Topluma karşı ayrım gözetmeden toplumun tüm katmanlarının gereksinimini karşılaması kamu hizmetidir (Akgüner, 1998: )

Kamu hizmeti içerisinde, virtüel bir kamu hizmeti olduğu konusunda şüphe duyulmayan özel radyo-tv yayıncılık faaliyetinin, kamu hizmetinin temel ilkelerine uygun olarak yürütülmesi gerekir. Kamu hizmetinin temel ilkeleri; eşitlik, bedelsizlik, süreklilik, değişkenlik ilkeleridir. Bazı yazarlar tarafsızlık ilkesini de bu ilkeler arasında ayrı bir ilke olarak saymaktadır. Radyo ve televizyon yayıncılığı alanında bu ilkelerin uygulanması, bireylerin “haber alma hakkını” en üst seviyede kullanabilmelerine imkân sağlar (Günday, 2004: 299).

Kamu Yararı

Kamu yararı içermesi ve özel faaliyet olarak gereği gibi sunulmasının mümkün olmaması nedeniyle, yasama organı tarafından özel faaliyetler için söz

(17)

konusu olamayacak bir ayrıcalıklar ve yükümlülükler rejimine (spesifik hukuksal rejim) tabi tutulan ve sorumluluğu ile denetimi son tahlilde bir kamu otoritesi tarafından üstlenilen faaliyet kamu hizmetidir (Ulusoy, 2004: 13)

Radyo ve televizyon yayıncılık faaliyetleri, toplumun haber alma ve haberleşme hakkını sağlama yönünden genel yarar içermekte ve kurallara uygun bir hizmet sunulduğu takdirde kamu yararını gerçekleştirmektedir. Bir faaliyetin kamu hizmeti olup olmadığının anlaşılmasını sağlayan ikinci unsur, o faaliyetin özel faaliyet olarak sunulmasının mümkün olmamasıdır. Radyo ve tv yayıncılığının özel faaliyet olarak sunulması; ancak devletten alınacak yayın izni ile mümkündür (İşbir, 2007: 27).

Kamu çıkarı bir yanıyla çok düzayak, diğer yanıyla da hayli ideolojik tanılar yüklü bir kavramdır. Örneğin toplumun ortak olarak yararlanacağı, yani toplumdaki herkesin erişebilip kullanabileceği (en azından potansiyeli olan) mekânlar yaratmak kamu yararına, dolayısıyla da kamunun çıkarına bir iştir. Kavramın bu kullanımında herhangi bir sorun yoktur. Ancak fikirleri, düşünceleri, inançları da kamu çıkarı kavramına dayalı ölçütlerle etiketlemek ziyadesiyle ideolojik bir eylemdir ve burada bu kavram, belli ideolojilerin meşruiyeti için kullanılmaktadır. Zira aynı kavram bir başka zaman ve mekânda, bugün geçerli olan ideolojilerin tam tersi olanları meşrulaştırmakta kullanılabilir (Mutlu, 1999: 22-23).

Kamu hizmetinin yerine getirilmesindeki amaç, “kamu yararı” olarak ifade edilen toplumun tatminidir. İşte bu nedenle, İdarenin özel girişimcilerden farklı bir misyon ve vizyon anlamında üstünlüğe sahip olması gerekir. Bu üstünlüğe de “kamu

gücü” denir. İdarenin “kamu gücü” ayrıcalığından yararlanmasının tek nedeni “kamu yararı” gözetmesidir (Eren, 2008: 15).

Günümüz yayıncılık dünyasının önemli tartışmalarından birisi de kamu yayıncılığının çok kanallı ortamda yaşayıp yaşamayacağıdır. Önde gelen kamu yayıncılığı kuramcılarından Wedell'e göre; bazıları kamu yayıncılığının çok kanallı ortamda yaşayamayacağını iddia etmektedir (Yazıcı, 1999: 14) Wedell, kamu yayıncılığının yaşamayacağına dair bu tür görüşleri reddettikten sonra, karşı görüşünü belirtmekte ve şu temel yaklaşımlara dayanmaktadır (Yazıcı, 1999: 15-16-17):

(18)

- Yurttaşların, eşit bir şekilde, radyo ve televizyon sinyallerini (nerede olurlarsa

olsunlar) alma hakları, kamu yayıncılığının başından beri göz önüne aldığı temel bir ilkedir.

- İzleyicinin kamu yayın kurumuna olan inancı ve bağlılığı, yayın kurumunu kamu yararına çalışma konusunda daha da büyük bir sorumluluğa itmektedir.

- Kamu yararının, yayıncılık aracılığıyla sağlanabilmesinin en önemli yollarından birisi, her ne şekilde olursa olsun yayınlanan programların yüksek kalitede olmasının sağlanmasıdır. Ancak, yayıncılıkta program kalitesi herkesin farklı yorumladığı soyut bir kavramdır. Bazı sektörlerde kalite, pahalı, şık, çok satılan ya da marka imajı yüksek olan gibi değerlendirilir. Kültür endüstrilerinde ise kalite kimi zaman, kibirli, elitist, sadece çok zeki ve entelektüel insanların anlayabileceği bir şey gibi değerlendirilir. Bir diğer eğilim de kalitenin, ciddiyet, yüksek moral değerleri, ahlak ile ölçümlendirilmesidir. Bu türlü kalite yaklaşımları bir kenara bırakılarak yayıncılığa bakılırsa, kalite kimi zaman en iyi prodüktörü kullanmak, en ünlü oyuncularla çalışmak gibi de değerlendirilir. Oysa yayıncılıkta kalite tanımı o kadar da zor değildir. En basit tanımıyla bir programın kalitesi, o programın, belirlenmiş hedef kitlesinin önceden belirlenmiş gereksinmelerinin en iyi şekilde tatmin edilebilmesi için gerekli öğeleri taşımasıdır.

- Çeşitlilik, kamu hizmeti yayıncılığı ile ticari yayıncılık arasındaki en önemli

farklılıklardan birisidir. İyi yapılanmış bir kamu yayın kurumunda çok geniş bir program çeşitliliği içinde seçim yapma şansı vardır. Oysa, klasik bir ticari yayın kuruluşunda, diziler, arkası yarınlar, sinema, hafif eğlence programları akış planının en önemli ağırlığını oluşturacaktır.

- Kamu yararının ancak demokratik bir ortamda tesis edilebileceği göz önüne alındığında, kitle iletişim araçlarında tekelleşmeye gidilmesi, düzenleyici otorite tarafından mutlaka engellenmelidir.

-Kamu yararının son boyutu izleyici ve dinleyicilerin korunmasıdır. Ticari yayıncılık uygulamalarının ardından, ekranda ne gösterilmesi ya da radyoda neyin tartışılması gerektiği konusundaki editör yaklaşımı, seyircinin ve dinleyicinin korunması konusu, düzenleyici erkin öncelikli amacı haline gelmiştir. Kamu yararının en önemli unsurlarından birisi, çocukların zararlı yayınlardan korunması olmuştur. Bu durum gelecekte hangi noktaya kadar devam edecek ve hangi sınıra kadar gidecektir?

(19)

Program içeriğindeki şiddet (ve en uç örnek olarak seksin malzeme olarak kullanıldığı durumlar) kamu yararının gözetilmesini tekrar gündeme getirmektedir (Yazıcı, 1999: 15-16-17).

Kamu Hizmeti Yayıncılığı

Kamu hizmeti yayıncılığı kavramının tanımı, BBC'nin ilk yıllarına kadar uzanır. İlk kez, Sir John Reith (BBC'nin ilk Genel Müdürü) tarafından ortaya atılan kamu hizmeti yayıncılığının tanımı, BBC'nin kamu yararına, tekel olarak çalıştığı ortamda yapılmıştır (Yazıcı, 1999: 12).

Kamu hizmeti yayıncılığı, kamusal meşruiyetini hem mevcut siyasal iktidardan, hem de tecimsel çıkarlardan bağımsız yayın politikası sürdürmekten alan, eğitimden bilgiye ve eğlenceye çok geniş türde en üst kalitede programların en geniş coğrafi yayılımı kapsayacak ve olası en geniş izler kitleye ulaşacak şekilde yayınlanması olarak tanımlanabilir. Kamu yayıncılığı yayın tayfının sınırlı olduğu ve ulusa ait olduğu anlayışından temellenmektedir öncelikle. Yine bu anlayışa göre, siyasal iktidar, ulus-devletin koruyucusu olarak işlev görse de, yayıncıların işlerinden uzak tutulmalıdır (Mutlu, 1999: 23-24).

Kamu hizmeti yayıncılığı, radyo ve televizyon yayınlarının, kamusal enformasyon, kültür-eğitim ve eğlence kaynaklarını geliştirmekle yükümlü ulusal kültür kurumları olarak düzenlenmesi şeklinde tanımlanmaktadır (Mutlu, 1998: 194). Kamu hizmeti yayıncılığı ile tüm nüfusa yöneltilen ve tam kapsamlı bir programcılık sunan, kâr amacı gütmeyen ve ticari olmayan bir yayıncılık hizmetine atıfta bulunulmaktadır (McChesney, 2006: 314). Kamu hizmeti yayıncılığının felsefesinde, toplumun tüm kesimlerine erişim olanağı sağlanarak, program içeriklerinde çeşitliliğin elde edilmesi ve bunun korunması öngörülmektedir (Çaplı, 2001: 45-46). Farklı tanımlardaki ortak nokta toplumsal hizmettir. Kamu hizmeti yayıncılığı, topluma veya kamuya hizmet vermekle yükümlüdür ve temelini toplumsal hizmet oluşturmaktadır (Çaplı, 2001: 34)

Keane, kamu hizmeti yayıncılığı için “Kamu hizmeti medyasına ilişkin

çağdaş sav ağır bir meşruiyet sorununa paçayı kaptırmıştır. Tıpkı işçi sendikaları, siyasal partiler ve yasama organları gibi kamu hizmeti medyası da, devlet ve sivil toplumda hizmeti verdiği kitleyi temsilde, çağdaş rollerinin kapsamı ve niteliği konusunda derin bir kuşkuya sürüklenmiştir” (1991: 115) derken; Yengin,“Devletin

(20)

ideolojik aygıtları olarak değerlendirilen kamu hizmeti yapan radyo ve televizyon kuruluşları, liberalleşme rüzgarları ile eleştirel yaklaşımlara maruz kalmışsa da, kuralsızlaşan dönemde, özellikle kültürel açıdan iletişim özgürlüğünün korunması bakımından bir emniyet sübabı olarak görülmeye başlanmıştır” (Yengin, 1994: 35) diye değerlendirmede bulunmaktadır.

Günümüzde birçok iletişimci, kamu hizmeti yayıncılığına gerek kalmadığını savunur. Ancak tecimsel yayıncılığın bazı istisnalar içinde bulunduğu sorumsuzluk ve yaşamakta olduğumuz enformasyon çağında doğru ve gerekli bilgileri edinmenin her zamankinden daha çok önem kazanması göz önünde bulundurulduğunda kamu hizmeti yayıncılığının modası geçmediği gibi, giderek daha vazgeçilmez hâle geldiği gerçeği göz ardı edilemez (Çoban, 1997: 38).

Günümüzün çağdaş yayıncılık dünyasında, 'kamu hizmeti yayıncılığı' çoğunlukla kamusal, ruhsat ücretlerine dayanan gelirleri olan yayın kurumlarıyla, ticari (yani reklâma dayanan gelirleri olan ve kâr amaçlı) yayın kuruluşlarını ayrıştırmada kullanmaktadır. Bu tabana dayalı bir ayırım her zaman doğru değildir. Kamu yayın hizmeti ile ticari yayıncılığı, salt gelir kaynağı türüne göre ayırmak, bizi yanlışa götürür. Kamu hizmeti yayıncılığı kavramı son derece açıktır. Kamu yayın kurumunun öncelikle sorumlu olduğu kişi, hissedarları değildir. Ruhsat ücretlerini ve kamu yayın kurumunun gelir kaynaklarını doğrudan ya da dolaylı olarak belirleyen ve kontrol edebilen devlet de değildir. Kamu hizmeti yayıncılığının ortakları, sorumlu olduğu izleyici kitlesi, o yayın kurumunun ait bulunduğu ülkenin halkıdır. (Yazıcı, 1999: 12).

Kamu hizmeti yayıncılığı modelinde çıkar gruplarının ve siyasetin etkisinde kalmamak ve tarafsızlık son derece önemlidir, ancak yayın kuruluşunun ya da kurumunun devlet tarafından kurulması ve yayınlarının devlet tarafından yasalar gereği denetlenmesi söz konusu olabilir (Akgüner, 1998: 285-286).

Kamu hizmeti yayıncılığının diğer yayıncılık türlerinden belki en önemli farkı, toplumun eğitim, bilgilenme, sanat ve kültür ihtiyacını karşılamakla yükümlü olmasıdır. Ticari yayın kuruluşları izleyicinin en küçük ortak paydasını bulup daha ucuz programlarla daha çok seyirci kazanmayı hedeflerken, kamu yayıncılığı kurumları klasik batı müziği, belgesel, trafik programı gibi sırasında sınırlı sayıda izleyici gruplarının izlediği veya eğitici nitelikteki programları yayınlamak zorundadır

(21)

(Yazıcı, 1999: 12-13). Kamu hizmeti yayıncılığı örgütleri, kamu yararını gözetme amacıyla kurulmuş, toplumun tümünü programlarda çeşitlilik ilkesini göz önünde bulundurarak eğitmek, bilgilendirmek ve bunun yanı sıra eğlendirmekle yükümlü bağımsız, ancak devlet tarafından dolaylı veya dolaysız olarak denetlenebilen kuruluşlardır (Gürsoy, 1999: 32). Kalite, yüksek izlenme oranlarını/paylarını değil hedeflenen kitlenin gereksinimlerinin karşılanıp karşılanmadığını ifade eder. İzleyici ve dinleyicinin özellikle çocukların korunması kamu yayın kurumlarının temel ilkelerindendir. Kamu yayın kurumları, kültürel ortamın gelişmesini ve kuşaktan kuşağa kültürel geçişi sağlar (www.bianet.org, 2010).

Özerklik

Özerklik, çok genel olarak, bir kamu kurumunun ya da özel kurumun kendi kendini serbestçe idare etmesi olarak açıklanmaktadır. Kavramı kamu kurumları açısından ele alırsak, bir kamu kurumu, devlet idaresine, bir emir hiyerarşisi ile bağlı değil de, kendi kendisini yönetme hakkına sahip kılınmışsa, bu kamu kurumunun diğer klasik kamu kurumlarından bir ayrıcalığı bulunmaktadır (Taşer, 1969: 121). Kurum kendi örgütünü kendisi kuramıyor, hizmetini kendisi düzenleyemiyor, dışarıdan, devlet idaresinden bir yerindelik denetimine tabi tutuluyorsa, kurum devlet müdahalelerine karşı yetkilerini yargı yolundan savunmak olanaklarından mahrumsa, bu takdirde kendi kendisini idare hakkı da yok ve kısıtlanmış demektir ki, bu özerkliğin de yokluğu demektir (Öztürk, 1968: 87).

Kitle iletişim araçlarının özgürlüğü, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile haber alma ve verme özgürlüğüne dayanmaktadır. Radyo ve televizyon kurumlarının özgürlüğü de, bu araçlar yoluyla düşünce ve kanaatleri serbestçe açıklamak özgürlüğünü ifade eder ve bu araçlarla yayın yapanlara devletten, yayının yapımı ve yayım esnasında bir etkide bulunmamayı talep etme hakkını verir. Buna ek olarak devletin görevi, bu özgürlüğün var olmasını sağlayacak her türlü maddi şartları da sağlamaktır (Taşer, 1969: 136).

Kamu hizmeti yayıncılığından beklenen işlevin gerçekleşmesi için olmazsa olmaz tek koşul özerkliktir. Özerklik, idari ve mali olarak ikiye ayrılsa da birbirini tamamlayan iki önemli unsurdur. Biri olmadan diğerinin geçerliliği yoktur. Özerklik olmadan kamu hizmeti yayıncılığından da bahsedilemez. Özerklik, kamu yayın kurumuna devletin ve hükümetin müdahale etmesini önleyerek, kurumun ürettiği

(22)

hizmette kamu yararını ön plana çıkarır. Özerklik, sadece kurumu dış etkilere karşı koruyan bir zırh değil, iç dinamiklerin de kurumda etkili olmasıdır. Yani çalışanların yönetime katılması söz ve karar aşamalarında yer almasıdır. Kamu hizmeti yayıncılığında haber ve yayında editoryal bağımsızlık ancak özerklikle sağlanabilir (www.bianet.org, 2010).

Haber Gerçek İlişkisi

Olaylar haberlerin ham maddesini oluştururlar. Devamlı ve sürekli bir biçimde olayları yapan olgular, gerçekler üzerinde kuruludurlar. Haber olayla özdeş olmadığı, olamayacağı için, haberde gerçek payı değişkendir. Gerçek kalıcı, haber uçucudur. İlk kez bu hassas ilişkiyi değerlendiren 1920’li yıllarda Walter Lippmann olmuştur. Bir gazeteci olan Lippmann görüşlerinde William James’in etkisi altında kalmıştır. Bu hassas ilişkiyi değerlendirirken Lippmann şöyle demektedir:

“Haber ile gerçek aynı değildir. Haberin işlevi bir olayı iletmek, gerçekliğin işlevi ise saklı kalmış olguları gün ışığına çıkararak birbirleri arasındaki bağlantıyı kurarak insanoğlunun iletişimine olanak tanımak için gerçeğin resmini yapabilmektir. Lippmann’ın görüşlerinin kurumsal görüşler olduğu açıktır. Hiç kuşkusuz görüşlerini yaptıkları gözlemlere dayandırarak ileri sürmüştür. Yazarın görüşlerini dikkate almak, haber yapan gazetecinin haber/gerçek ilişkisini kurmak yönünden ne yapması gerektiğini görebilmemizi sağlayabilir. Gazeteci haber yapabilmek için eline geçen olay/olaylara ait olgular arasından bir seçim yaparak, olay/ olayları esas çerçevesine oturtabilmek için, doğal olarak olay/ olayların ardında yatan gerçeklere anlam vermek durumundadır. Olayı mümkün olduğu ölçüde aslına sadık olarak verebilmek içinde, haber/gerçek arasındaki ilişkiyi kurabilmelidir. Bu durumda olayın aslına sadık kalma, olayı oluşturan olgulara ait gerçeklere dayandırılması doğrultusundadır. Haberde olayın esas çerçeveye oturtulması gerçeği iyi bir şekilde yansıttığı ölçüde önem kazanmaktadır” (Tokgöz, 2000: 165).

Haberin gerçekliğe uygunluğunun anlamı görünürde gerçekliğin kabulü ile başlar. Habercinin görevi, olayları araştırıp maddi gerçeği bulup çıkartmak değil,

(23)

görünürdeki gerçekliğe uygun haber üretmesidir. Basın Hukuku literatüründe de tanımlandığı gibi haber verme hakkının gerçek unsuru, haberci tarafından olayın kamuoyuna o günkü duruma ve iddialara uygun olarak duyurulması anlamına gelmektedir. Bu durumda görünürde gerçekliğe uygun haber, gerçek haber sayılmaktadır. Haber yazım tekniğinin ve haberciliğin temel ilke ve kurallarına uygun yazılmış, haber kaynağı gerçek olan ve görünür gerçekliği tanımlayan haberler gerçeğe uygun haberlerdir (Yüksel, 2005: 64)

Aslında haber, var olan gerçeği mi yansıtmaktadır, yoksa haberde gerçek yeniden inşa mı edilmektedir? Akademik çevrelerde tartışmalar bu konu üzerinde yoğunlaşmaktadır. Günümüz insanı, televizyonun simgesel dünyası içinde doğar ve televizyonun tekrarlanan pratiği ile yaşar. Televizyon, tutum ve davranışları ekmektedir. Gerbner’a göre, televizyon sanayi sonrasından beri ilk defa güçlü bir kültürel bağ oluşturmuştur. Çalışmalarını Amerikan toplumu üzerine yoğunlaştıran Gerbner, televizyonun bu toplum üzerindeki etkisini şöyle analiz etmektedir; ‘Televizyon tıpkı Amerikan okulları gibi, Amerikan sistemi için fonksiyonel açıdan okuryazar cahiller üretir. Halka neyi ve nasıl tüketeceğini öğretir. Sonuç olarak televizyon, insan düşüncesini demokratikleştirmiyor. Tam tersine ekonomik, kültürel ve siyasal olarak bağımlı hâle getiriyor. Toplumsal olarak televizyondan edinilen ortak deney, birinin gerçeğinin ötekinin hayali umudu olmasıdır; yani bu gerçek, günlük ilişkilerde kendini ezenle ezilen, işverenle işçi, işten kovanla kovulan, toprak sahibi ile topraksız arasındaki ilişki olarak gösterir (Poyraz, 2002: 23).

Genel olarak baktığımızda, herhangi bir olay var olması açısından gerçektir. Ancak gazetecinin bu olayı ele alışı ve işleyişi sırasında kendi beyin süzgecinden geçirişi ve algılama şekliyle, kameranın olay yerindeki konumlandırılması farklı gerçeklikler üretmektedir. Televizyonun en önemli yeteneği olarak görülen canlı yayında yönetmenin birçok kameradan gelen görüntüleri sıraya koyarken bile gerçekliğin yeniden üretimi söz konusudur. Ayrıca kurumun da hegemonyası ve dünya görüşü haberin yapılışı ve aktarılışında önemli bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Örneğin medyanın neden özelleştirmeyi desteklediği, karşı çıkanları tutucular olarak tanımladığı, ya da yanlılığın neden hep statükodan yana olduğu gibi soru işaretleri vardır. Dolayısıyla şunu vurgulamak gerekiyor; aslında piyasada kâr etmeyi amaçlayan şirketler olarak örgütlenmiş kitle iletişim araçlarının ekonomi ve

(24)

siyasal güç merkezleriyle ilişkileri, belirli parti veya siyasal güçleri desteklemeyi aşan, dolayısıyla bütün siyasal-ekonomik-toplumsal yapı ve iktidar ilişkileri içinde ortaya çıkan eşitsizlikleri sorgulama dışı bırakan bir tavırdır (İnal, 1998: 6). Ayrıca alıcısının başındaki izleyicinin de gerçeği veya olayı algılayış biçimi ve kapasitesi farklılıklar yaratacaktır. İnsanın toplumsal yapıdan ve yetişme tarzından ortaya çıkan farklılıklar olması kaçınılmazdır. Gerçekliği etkileyen bu unsurları şu şekilde sıralayabiliriz;

1- Doğa ve toplumsal yaşamdaki dış gerçeklik 2- Haberi yapanların kendi gerçekliği

3- Haberle buluşan izleyicinin gerçekliği

Gerçekliğin aktarımında aynı olayın farklı gazeteciler tarafından değişik yorumlandığı ve aktarıldığı durumlarda sıkça görülmektedir. İki ayrı muhabirin aynı olayı haber yaparken ortaya koydukları bakış açıları, onların bağlı oldukları kurumun politikası, siyasal görüşleri doğrultusunda farklılaşmaktadır:

Wall Street Journal ve World Telegram and Sun, Moskova’nın sokakları hakkında bir haber yayınladı. Wall Street Journal muhabirinin yayınladığı haber şöyleydi;

“Moskova’nın sokakları rehber kitaplarının söylediği gibi temiz ve düzgün, metro da öyle, bağış bedeli olarak ayda 35 ruble kazanan süpürgeli, faraşlı ve el arabalı bir kadın ordusu sayesinde bu böyle. Bütün Moskova’da bir tane bile mekanik sokak yıkayıcısı göremedik”

World Telegram and Sun muhabirinin haberi ise ilkinden farklıdır;

“Moskova’da yüzlerce kadın, koca şehrin sokaklarını süpürürdü. Şimdi seyrek olarak bir düzineden fazlasını görürsünüz. Sokaklar dev fırçalama ve su püskürtme makineleriyle temiz tutulmaktadır”

(Postman, Powers, 1996: 22).

Görüldüğü gibi bir olayın haber olarak aktarılması sırasında algılama ve bağlı olduğu kurumun politikalarına kadar pek çok etken söz konusudur. Televizyonda yayınlanan haberlerin görsel olmasından dolayı kendi bağlamında gerçeğe daha yakın bir anlatım söz konusu olsa da yeniden gösterim ve yavaş çekim gibi özelliklerinden dolayı zaman atlamalı kurgular söz konusu olabilmekte böylece olaylar kendi doğal akışından koparılmakta ve olaylar öznel bir şekilde bu şekilde de analiz edilebilmekte

(25)

ve sunulabilmektedir (Uğur, 1998: 48). Aslında televizyon ve mikrofonu gerçekliği kaydetmez, gerçekliği kodlar; bu kodlama ideolojik olan bir gerçeklik duygusu üretir. Bu nedenle yeniden sunulan gerçeklik değil, ideolojidir; ve bu ideolojinin işleyişiyle televizyonun görselliği sağlanır. Böylelikle, doğruluk iddiasını gerçeğin nesnelliği içinde konumlandırmaya çalışır. Ve dolayısıyla ürettiği her doğrunun gerçek değil ideoloji olduğu gerçeğini gizler (Poyraz, 2002: 25).

İzleyici için televizyon haberlerini görece gerçeğe daha yakın kılan etmenlerden biri aracın kendine özgü teknolojik olanakları sayesinde yaşamın kendisine tanıklık ediyor/ettiriyor görünmesidir. Oysa, televizyon haberlerinin nesnelliği, aracın kendisi tarafından kurgulanan ve gerçeğin yalnızca gösterilmek istenen yanına tanıklık eden bir görsellikle değil, bilinen habercilik ölçütleriyle değerlendirilebilecektir. Bu anlamda izleyicinin tanıklık ettiği dünya, kurgulanmış gerçeklik yanılsamasına tanıklık ettiği bir dünyadır (İnal, 1998: 103).

Haberin gerçeklik değeri aynı zamanda haber içeriğinin doğruluğu konusunda da belirleyici olmaktadır. Dolayısıyla haber içeriği kadar, haber sunumunun da bu anlamda, nesnelliği bozmayacak tekniklerle gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Nitekim, televizyon haberlerinde verilen bilgilerle yaşanılanlar arasındaki örtüşmenin bire bir olduğunu kanıtlamak için, televizyon haber üreticileri olayla ilgili görüntülerin sunulmasıyla ‘muhabirlerimizden biri oradaydı’ izlenimini yaratmaktadır. Fakat izleyicilerin canlı olarak yayınlanan bir haber bülteninde bile, çeşitli dramatik öğelerle karşı karşıya bırakıldığını da belirtmek gerekir (Uğur, 1998: 49).

Haberin gerçek ile olan ilişkisinde bazı çarpıklıkların bulunduğu üzerinde hep durulur. Olaya ait gerçek bütün gerçekliğine değin, haber haline getirilmeyebilir. Haberde gerçek payı değişkendir. Değişken kalmaya da mahkûmdur. Gerçek açısından, zamanlılık öğesi önemli değildir. Haberde ise zamanlılık önem taşımaktadır. Asıl önemli olan gerçeğin kalıcı olması haberlerin zamanla unutulup gitmesidir (Tokgöz, 2000: 166)

Türkiye’de özel televizyon yayıncılığına geçildikten sonra TRT’nin yaratmış olduğu ‘ciddi haber’ görünümü bozulmaya başlamıştır. Kamusal yayıncılık örneği olan TRT döneminde akşam haberlerinden hiçbir zaman müzik kullanılmadı. Şimdi haber programlarının daha ilk başında izleyiciyi duygusal bir ortama

(26)

sürükleyen, haberin önemini vurgulayan türde müzik kullanılmaktadır. Gerçek hayatta olan olayların meydana gelişinde müzik yoktur. Bu nedenle gerçekliğe müdahale söz konusudur. Haber bültenlerinin arasında reklâmın girmesi de haberin gerçekliğini bozan bir yaklaşımdır. Haber alınıp satılan bir meta durumuna düşmektedir (Uğur, 1998: 49).

Haberlerin sunumunda doğruluğun, güvenilirliğin ne derecede olduğu artık ortadadır. “Bir haberin doğruluğu bundan böyle, nesnel kesin ölçütlere uygunluğu ve kaynağından aktarılmasıyla değil, öteki medyanın da aynı bilgileri tekrarlayıp onu “doğrulamasıyla” doğruluk kazanıyor… Tekrarlama kanıtlamanın yerini almış durumda. Haberin yerini doğrulama aldı. Televizyon (ajanstan gelen bir mesajı ya da görüntüyü temel alarak) bir haber sunuyor, aynı haberi basın, ardından da radyo verirse bu, o haberin doğruluğunun bir kanıtı sayılıyor” (Ramonet, 2000: 159).

Televizyonun yazı işleri müdürü haberleri seçer, bu seçim işleminde de konulardan bir gündem oluşturur ve bu, toplumun o günkü gündemi olur. Televizyon haberlerindeki iletileri nasıl söylendiklerine göre anlamak gerekmektedir. Haberciler, haber konusu edindiği konuya bir anlam yükler. Bir olaya ilişkin bir görüntünün, bir çok insanda farklı anlam yüklemesi mümkündür. Ancak televizyon çalışanları, niyetli bir şekilde, seçtikleri olay üzerinden, kendisinin yüklediği anlamla insanları düşünmeye yönlendirmeyi sağlamaktadır (Burton, 1995: 127).

İkna süreci her şeyden önce bir öğrenme ve öğretme etkinliğidir. Staasslar’a göre ikna edici mesajın amacı, bir sözcüğe olumlu ya da olumsuz bir tepki verilmesini sağlayarak öğrenmeyi sağlamaktır (Özerkan ve İnceoğlu, 1997). Haber seçme ve inşa etme bir sürecin sonucudur. Haber programları, bir araya getirilen insan yapımı şeylerdir. Aslında anlam bunların içinde inşa edilmiştir. Anlamlar öylece ortaya çıkmaz, oradadırlar, çünkü birisi onları oluşturur. İletişimin ne kadar bilinçli bir şekilde yapıldığını açığa vuran, haber yapımıyla ilgili çeşitli görüşleri vardır. Örneğin muhabir yada sunucu olayları bizim için yorumlarlar. Karşı karşıya gelme, sözü kullandıkları andan itibaren aslında onları yorumlamaya başlarlar. Yazılı metnin, haber metninin ya da haber görüntülerinin tüm kurgulanma sürecinin, özgün olayla ilgili bakış açısının inşa edilmesinin aracı olduğu açıktır. Sonuçta inşa etme kavramı dikkatleri iletişimin yaratıldığı gerçeğine çeker (Burton, 1995).

(27)

Nesnellik ve Tarafsızlık

Haberin objektifliği ya da nesnelliği kavramı, haberin yansızlığını ifade eder. Eleştirel kuramcılar haberin ve de habercinin objektif olamayacağını ileri sürerken, popüler-çağdaş kuramcılar haberlerin objektif olması gerektiğini savunur ve evrensel boyutta objektifliğe ulaşabilme ya da yaklaşabilmenin kriterlerini tanımlamaya çalışır (Yüksel - Gürcan, 2005: 65).

“Nesnellik kavramı gerçeklerin seçilmesiyle, düzenlenmesiyle, çerçevelendirilmesiyle ve değerlerle bağlantılı veya bağlantısız olarak kamu gündeminin oluşturulması sürecinde haberlerin nasıl yaratıldığıyla ve aktarıldığıyla ilgilidir. Nesnellik genel olarak kişinin gerçekleri, değerlerden ayırabildiği ve ayırması gerektiği bakış açısı olarak tanımlanır. Gerçekler dünyayla ilgili bağımsız geçerliliğe açık iddialardır; herhangi bireyin kişisel tercihlerinin çarpıtıcı etkilerinden uzak ifadelerdir. Değerler, dünyanın nasıl olması gerektiğine dair herhangi bir bireyin bilinçli ve bilinçsiz tercihleridir, son derece özneldirler ve diğer insanlar üzerinde hiçbir yasal etkisi yoktur ” (Almagor, 2002: 100). Schudson’un bu tanımını eksik olarak niteleyen Almagor habercinin içinde gelişip işlediği toplumun ahlaki değer yargılarını hiçe sayamayacağını belirtir. Almagor’un da belirttiği gibi haberci toplum içerisinde yaşayan bir bireydir ve değer yargıları toplumun değer yargıları çerçevesinde şekillenmiştir. Bu bağlamda değer yargılarını kenara koyarak habere yaklaşması imkânsız gibi görünmektedir.

Objektifliğin sağlanabilmesi için ortaya atılmış bazı ilkeler bulunmaktadır (Tokgöz 2000: 311):

1. “Bir sorunu farklı yönleriyle ele alarak ve sunarak dengeli ve tarafsız olmak 2. Haber yazarken kesinliğe ve realizme uymak.

3. Haberde tüm ana geçerli noktaları sunmak.

4. Yorum ile olguları birbirinden ayırmak, fakat fikri geçerli olarak kabul etmek.

5. Yazarın kendi tutumu, yorumu veya katılımının etkisini azaltmak. 6. Aykırı, yanlı olma ve hınç alma amaçlarından kaçınmak.”

Haberde objektiflik önce yazımında, sonra yayınında olmak üzere iki aşamada değerlendirmektedir. Yazımla ilgili ilkeler, habere, muhabirin öznel görüşünün girmemesi, metnin olayın bütün yönlerin anlatması, kaleme alınış biçiminde

(28)

tarafsızlık, haberin ön yargı taşımaması, eksik yön bulunmaması gibi kurallardır. Haberin okunduğu, dinlendiği ya da izlendiği anda birilerinin lehinde veya aleyhinde anlaşılması da haber yazımının nesnelliği ile ilgili ölçütlerdendir. Haberin yayınlandığı kitle iletişim aracında nasıl konumlandırıldığı, ne uzunlukta verildiği, ilk cümle ve paragrafta ne söylendiği gibi hususlar ise haberin yayını sırasında nesnel davranılıp davranılmadığını ölçmekte kullanılabilecek kriterlerdir (Güz 1997: 50-51). Aslında toplumun, izleyici olarak haberciden beklediği de nesnel bir habercilikten yani olayların tanımlanmasından öte, olayların toplumsal önemini açıklaması ve olayları yorumlamasıdır. Hatta çoğu bu beklenti içindeki izleyici, kendi hayat görüşüne uygun yorumlar yapan yayın organlarını tercih eder. Bu durum izleyici beklentileri ile şekillenen yayıncı kuruluşlarda çalışan gazetecinin de nesnellik sergilemesini zorlaştırmaktadır (Çaplı, 2002: 89).

Nesnelliğin tıkandığı bu noktada ‘tarafsızlık’ unsuru ön plana çıkar. “Tarafsızlık, nesnellik ve gerçekliğin yansıtılması stratejileri arasında bir köprü sağlamaktadır. Tarafsızlık, gazetecilik pratikleri açısından ve liberal tasarımları çerçevesinde, olayla ilgili taraflar çoğulluğunun sergilenmesi ve onlara eşit yer verilmesi olarak değerlendirilmektedir” (Dursun, 2001: 129). Diğer bir deyişle kitle iletişim araçları çoğulcu olmalı toplumda mevcut olan değişik bakış açılarına yer vermelidir. Bu açıdan tarafsızlık, nesnelliğe göre daha somut olarak uygulanabilir görünmektedir.

Tarafsızlık birçok yayın kuruluşunda olduğu gibi, "temel değer" olarak algılanmalıdır. Yapımcının konu seçiminde, program hazırlığında ve haber oluşturup yayınlamada özgür olması gereğinden dolayı bu ilke ilk başta biraz kısıtlayıcı algılanabilmektedir. Ancak sorumlu yayıncılık gereği, olayları her kesimden insana aktarırken bu ilkenin gözetilmesi hayati önem taşımaktadır. Yapımcı her görüşe eşit yayın şansı tanımalıdır ve bu eşitlik süre olarak değil, özgül ağırlık olarak değerlendirilmelidir. Katılımcılara yapımla ilgili bilgi verilmeli ve getirecekleri öneriler değerlendirilmelidir. Saygın bir yapım, doğru bilgi ve doğru haberlerden oluşmalıdır. Kaynağın ve bilginin doğruluğundan emin olmak, yapımdaki yanlışların yayına yansımadan saptanması, aykırı görüşleri sunarken tarafsız olabilmek gibi konular yapımcıların sorumluluğundadır.

(29)

“Boyutları büyüdükçe ve en azından Kuzey Amerika’da belirli coğrafi alanları tekelleştirmeye başladıkça gazeteler nesnellik iddiasında bulunmak zorunda kalmışlardır. Gazete sahipleri aksi takdirde kamusal sorumluluklar dayatılması ve yasalara başvurulması konusunda baskının artabileceğini düşünüyordu, Dolayısıyla nesnellik, halkın gazetecilikle birlikte anmak istediği çok önemli bir övgü ifadesi; medya organizasyonlarının etki ve prestij elde etmek için benimsedikleri ve yaydıkları nadide bir fikir; gazetecilerin üzerine liyakat yemini ettikleri profesyonel gazetecilik abidesi haline geldi” (Almagor, 2002: 98). Nesnelliğin ortaya çıkışında, gazetelerin devletle karşı karşıya gelmeme kaygılarının yanı sıra ekonomik kaygılar da vardı.

Gazeteciliğin ilk yıllarında partizan bir yayın anlayışıyla hareket eden gazeteler, ‘para basını’ olarak anılmaya başlanmış ve okuyucu kitlelerini büyük oranda kaybetmişlerdir. Bu kitleyi tekrar elde etmek ve ticari anlamdaki zararlarını düzeltmek isteyen gazeteler ‘nesnellik’ söylemi ile hareket ederek bu kitleleri tekrar kazanmış ve yüksek tirajlara ulaşmıştır (Brian, 1994: 25). Tekelleşen medyanın baskı altında kalma korkusu, partizan basının ticari kayıpları ve partizanlıktan tecimselliğe geçişi ile ortaya çıkan nesnellik, haberde bulunması gereken vazgeçilmez niteliklerden biri olarak gösterilmektedir. “Nesnellik önüne sadece gerçekliğin geçebildiği bir etik, bir ideal olarak ortaya çıkmıştı. Nesnellik, ‘tamamen güvenilir haberciliğin temelinde, yazarın kapasitesinin özü gibi vazgeçilmez’ mutlak bir gazetecilik disiplini olarak tanımlanıyordu (Almagor, 2002: 98).

“Nesnellik gazetecilerin Alvin Gouldner’in doğru olarak tanımladığı gibi, statükonun yöneticileri olan önemli kişi ve elitlere bağımlılığını teşvik ettiği için doğası gereği muhafazakârdır” (Aslan, 2002: 66). Gazeteciler seçkin ve egemen kişileri haberlerine kaynak olarak gösterdiğinde nesnel olarak nitelenirken, haberden sonuç çıkardıklarında ise taraflılıkla suçlanmaktadır (İrvan, 2003:149). Mesleki görevlerinden biri de topluma ışık tutmak, toplumu yönlendirmek olan gazetecinin, haberleri salt tanımlarla sunması ve izleyiciye olayların olası sonuçları ile ilgili aktarımda bulunmaması veya mevcut düzene eleştirel yaklaşımlar getirmemesi, meslek ilkeleriyle çelişeceği gibi Gouldner’in de değindiği şekilde bağımlısı olduğu statükonun devamlılığına da katkıda bulunacaktır.

(30)

Nesnellik her ne kadar haberin nitelikleri arasında gösterilse de gerek akademisyenler gerekse medya tarafından uygulanabilirliği olmayan, hatta bazen daha da ilerisinde uygulanmaması gereken bir nitelik olarak tanımlanır. Haberde nesnellik uygulanabilir bir ölçüt olsaydı, bir olayı ele alan beş ayrı gazetenin de aynı haberi yazması gerekirdi (Atabek, 2006: 173) Nesnellik ve tarafsızlığı karşılaştıran Orhan Erinç ise basının belirli yayın ilkeleri gereği tarafsız olamayacağını, önemli olanın basının bağımsız olması gerektiğini belirtir (www.byegm.gov, 2010). Nesnelliğin öznellikle bozulması, kaçınılmazlığından dolayı kabul edilebilirken önyargılarla ve taraflılıkla bozulması ciddi sorunlar ortaya çıkarabilir. Bu çerçevede Türkiye’de yaşanan PKK terörünü ele alırsak; çıkan çatışmada şehit edilen askerlerle ilgili haberleri aktaran bir muhabirin üzgün bir yüz ifadesine sahip olması veya ‘hunharca bir saldırı’ şeklinde bir tabir kullanması doğal karşılanabilir. Nitekim terör, uluslararası değerler çerçevesinde de kabul edilemez bir olgudur. Fakat bu haberi verirken muhabirin belirli bir toplumu hedef alan açıklamalarda bulunması veya siyasi bir ideolojinin dilini kullanması, toplumda karmaşa yaratabileceği gibi habercinin sorumluluk ilkesiyle de çelişen bir durum oluşturacaktır. Aynı şekilde habercinin siyasi veya ekonomik çıkarları çerçevesinde, bağımsız habercilikten ödün vererek ortaya koyduğu söylemler, haberciliğe zarar veren hatta günümüzde karşı karşıya kaldığımız, haberciliği öldüren bir ortam oluşturabilir.

(31)

BİRİNCİ BÖLÜM

KAMU YAYINCILIĞI KURUMU TRT

1964 yılında kurulan ve Türkiye’yi televizyon yayıncılığı ile tanıştıran TRT, kamu hizmeti yayıncılığı hedefiyle yola çıkmış, bu doğrultuda kendisine örnek olarak İngiliz Yayın Kurumu olan BBC’yi almıştır. Kamu hizmeti yayıncılığı yapmayı hedefleyen TRT bu hedefine hiçbir zaman tam anlamıyla ulaşamamış, yapılan yayınlar kamu yayıncılığı ile sınırlı kalmıştır. Çalışmanın bu bölümünde Türkiye’nin yayıncılık tarihi, TRT ile BBC’nin kurumsal yapısı ve yayıncılık anlayışı incelenmiş, iki kurum arasında karşılaştırma yapılarak TRT’nin kamu yayıncılığı bakımından hedeflerine ne ölçüde yaklaştığı ortaya konulmaya çalışılmıştır.

1.1. Türkiye Televizyonla Tanışıyor

Radyo yayınlarının Türkiye'ye çok gecikmeden gelmesine karşın, televizyon yayınları gelişmiş Batı ülkelerine göre, hayli gecikerek gelmiştir. Bunda televizyon yayıncılığının teknoloji olarak pahalı yatırımlar gerektirmesinin rolü büyüktür. 1960'tan önceki yıllarda, kamuoyuna televizyon yayıncılığı konusunda örnekler sunan kurum, köklü bir üniversitemiz olan İstanbul Teknik Üniversitesi'dir. 1952-1953 akademik yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Televizyonu, cuma günleri 17.00-18.00 saatleri arasında düzenli olarak yayın yapmaktaydı (Öngören, 1982: 273).

Türkiye'de televizyon yayıncılığı 16 Temmuz 1952 tarihinde İTÜ'de başladı. 100 watt gücündeki bir vericiyle Taşkışla binasının üç odasına yerleştirilen cihazlardan yapılan yayın, dördü İTÜ'ye ait olmak üzere toplum 10 adet televizyon alıcısına gönderiliyordu (Özçağlayan, 1998: 202). Bu yayınlar, evlerde televizyon ekranlarının karşısında izlenmiyordu. Çünkü İstanbul'da televizyon alıcısı olan kişiler parmakla sayılacak kadar azdı. İşte bu nedenle, İTÜ Televizyonu’nu izlemek isteyenler, İstanbul Teknik Üniversitesi'nin Gümüşsuyu'ndaki binasına gelmek zorundaydılar (Öngören, 1982: 273). Daha sonraki yıllarda televizyon alıcı cihazı satın alanlar, komşu ülkelerin televizyon yayınlarını da izlemeye başladılar. 1964-1968 yılları arasında televizyon alabilenler; Bulgar, Romen, Yugoslav

(32)

televizyonlarını izleyebilmek amacıyla, konutlarının damlarına, çatılarına 'özel ve çok güçlü' olduğu iddia edilen antenler yapmaya başladılar (Tuğrul, 1975: 142). Kamuoyunun bu ilgisine karşın, devletin televizyon yayınlarına başlanması konusundaki girişimleri daha sonraki yıllara rastlar. Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda Türkiye'de televizyon yayınları öngörülmemiştir. Plan, eğitim ve ulusal bütünlüğün sağlanması konusunda etkili bir araç olan radyolardan daha iyi yararlanılması ve yurdun her köşesinde en az bir millî radyo istasyonunun dinlenmesinin sağlanması ana amaç olarak belirlemiştir. Bu amaç sağlandıktan sonra da "radyo programları Batı Radyoları seviyesine çıkıncaya kadar televizyonun ekonomimiz için pahalı olduğu" görüşü savunulmuştur (DPT Raporu: 44-45). İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda ise, televizyon şebekesinin kurulması işinin "beşer yıllık üç plan döneminde gerçekleştirilmesi" kararlaştırılmıştır (DPT: 313-317). Devletin kalkınma planlarında açıkladığı nedenlerle, Türkiye'de televizyon yayınlarının kapsamlı olarak başlaması yıllar sonraya kalmıştır. Çok az sayıdaki televizyon alıcısıyla yakın komşuların ve İstanbul Teknik Üniversitesi'nin televizyon yayınlarını izlemekle yetinilmiştir (Cankaya, 2003: 54). Bu yapı 27 Mayıs 1960 tarihinde gerçekleştirilen askeri darbeye kadar böyle sürdü. 27 Mayıs darbesinin gerçekleşmesi, radyonun yapısında büyük değişiklikler olacağının habercisiydi (Yazıcı, 1999: 36).

1.2. 1960'tan TRT'nin Kuruluşuna Kadar Radyo Yayınları

27 Mayıs 1960 darbesi, hem Türk siyasal yaşamına, hem de radyo yayıncılığında önemli gelişmelere sebep olmuştur. Ülkede, artan enflasyon, ağır bir döviz krizinden kaynaklanan ekonomik durgunluk ve siyasi olaylar siyasal ortamı iyice gerginleştirmiştir. Nisan 1960'da, DP Meclis Grubu'nun, muhalefetin yıkıcı olarak betimlenen ve bir askeri ayaklanmayı amaçladığı düşünülen faaliyetlerini soruşturmak için bir komite kurulmasını sağlamasının ardından çeşitli olaylar yaşanmıştır. Yaşanan olaylar sebep gösterilerek, DP hükümetine ve uygulamalarına karşı olan subay grubu tarafından 27 Mayıs sabahı askeri darbe yapılmış ve hükümet görevden uzaklaştırılmıştır (Ahmad, 1995: 162-163). 27 Mayıs sabahı devletin tüm kurumları gibi, radyo da silahlı kuvvetlerin eline geçmiştir. Dinleyiciler, o sabah duymaya alışık olmadığı müzik ve anonslarla uyanmıştır: "Dikkat dikkat... Muhterem

(33)

birkaç dakika sonra size hitap edecek” (Gülizar, 1994: 85). Radyonun o dönemde

çok etkin bir kitle iletişim aracı olarak kabul edilmesi nedeniyle, darbe sonrasında bu aracın kullanılması da ayrıntılı olarak düzenlendi. 27 Mayıs darbesi ile birlikte, radyolarda canlı yayınlar bir süre yasaklandı. Tüm programlar önce banda kaydediliyor ve sıkı bir denetimden geçirildikten sonra yayına veriliyordu. Canlı yayın zorunluluğu doğduğunda da çok sıkı önlemler alınıyordu (Cankaya, 2003: 56).

Radyo örgütü, daha önce olduğu gibi 27 Mayıs darbesi sonrasında da TRT kurulana kadar, 5392 Sayılı Basın Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğü (BYTGM) Yasası uyarınca yönetilmişti. Örgüt yapısı içinde yer alan dikey birimler arasındaki iş bölümüne ilişkin sıkıntılar, radyolar arasındaki yatay koordinasyon eksikliği, örgütün yapısında önemli değişiklikler yapılmasını gündeme getirmişti. Bu değişiklikler, TRT Genel Müdürlüğü’nün doğmasıyla sonuçlanacaktı. Ancak, yapıya ilişkin değişikliklerin temel gerekçesi, program üretilmesi ve yayının sağlıklı biçimde sürdürülmesi açısından, kimi birimlerin görevlerini yeniden tanımlama ve yeniden bazı birimler oluşturma çevresinde yoğunlaşmıştı. 27 Mayıs sonrasında birçok birim gerçek anlamda işlevsel olmamış, personelin de yetkileri tam olarak belirlenmemiştir (Yazıcı, 1999: 36).

1.3. Televizyon Yayıncılığı Denemeleri ve TRT’nin Kurulması

Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT), devlet adına radyo ve televizyon yayınlarını gerçekleştirmek amacıyla, 01 Mayıs 1964’te, özel yasayla özerk tüzel bir kişiliğine sahip olarak kuruldu (www.trt.net.tr). Teknik donanımın başlangıçta Federal Almanya'dan gelmiş olmasına karşılık, yayın planlama ve politikaları açısında İngiltere'den BBC örnek alınmıştır. Yayınların içeriğindeki dizi programlara bakıldığında da, Almanya'dan çok İngiltere'den program alışverişi yapıldığı görülecektir (Aziz,1999: 23).

TRT'nin ilk kuruluş yılı olan 1964 yılında TRT Yönetim Kurulu bu konuda önemli kararlar aldı. Öncelikle Alman Teknik Yardımı çerçevesinde, televizyon ile ilgili çalışmalar yapmak üzere Alman Herr Langan'ın 10 gün süre ile Türkiye'ye gelmesine karar verdi. Teknik yardım çerçevesinde teknik araçların gelmesini sağladı. Bu çalışmalar sırasında, Eylül 1964 tarihinde, işbirliği çerçevesinde, Almanya'dan televizyon ile ilgili teknik donanım geldi. Henüz bu araçların konulacağı televizyona uygun binanın olmaması, bu konuda TRT yönetiminin çabuk

(34)

hareket etmesini gerektirdi. Tüm bu çabalara karşılık TRT, ilk kuruluş yıllarında televizyon yayınları ile ilgili olarak, anlaşmanın gereklerini yerine getirilmesi konusunda çok hızlı bir çalışma içine giremedi (Aziz, 1999: 21).

Türkiye Radyo Televizyon Kurumu’nun kuruluşundan daha önce, ilk kez Türk Telsiz Telefon A.Ş.’ye bağlı olarak gerçekleştirilen radyo yayınları 1964’te TRT çatısı altında toplandı. Radyo yayınlarının yönetiminin özerk ve tarafsız bir kamu iktisadi kuruluşu olarak düzenlenmesini öngören 1961 Anayasası uyarınca, 1964 yılında 359 Sayılı Yasayla TRT bünyesinde devam eden radyo yayınları, vericilerinin güçlendirilmesi ile daha geniş kitlelere ve alana ulaştı. 1974 yılında, TRT’nin merkez ve bölge radyolarının birleştirilmesiyle TRT-1, TRT-2 ve TRT-3 radyo yayınları oluşturuldu.

Türkiye’nin ilk deneme televizyon yayını 31 Ocak 1968’de Ankara’da Mithatpaşa Stüdyosu’nda Mahmut Tali Öngören’in açılış konuşmasıyla başladı. İlk deneme yayınlarına siyah beyaz olarak başlanan TRT televizyonunda haftada 3 gün yayın yapılmasına karar verilmiştir. İlk gün gerçekleşen yayını TRT spikerlerinden Jülide Gülizar “TRT Meydan Savaşı” kitabında şöyle anlatmaktadır:

“31 Ocak 1968 Çarşamba… Mithat Paşa’daki 47 ve 49 numaralı binaların bodrum katlarında insanlar oradan oraya koşuşturuyorlar. Telaş ve heyecan dorukta…

Kolay değil, az sonra Türkiye’deki ilk TV yayını yapılacak. Yıllardır sürdürülen çalışmaların boşa gitmemesi, yayının kazasız belasız başlatılıp bitirilmesi için bu koşuşturmalar, bu yürek çarpıntıları…

Saat 18.30… Akşamın ilk saatlerinden beri TV’lerini açık tutan izleyiciler, ekranlarının ışımasıyla birlikte heyecanla yerlerinden fırlayıp alkışlamaya başlıyorlar. Televizyonu olanların sayısı öylesine az ki o yıllarda… Ama ‘ilk yayını’ görmek isteyen meraklılar televizyonu olan evleri tıklım tıklım doldurmuşlar. Gözlerini kırpmadan, soluk alıp vermekten bile korkarak ekrandaki ‘test diası’nı seyrediyorlar.

Saat 19.15… Ekranda TRT harfleri beliriyor. İzleyicilerden bir alkış daha…

(35)

Ve anında sinyal müziği başlıyor.

Saat 19.25… Ekrandaki görüntü değişiyor, sinyal müziği susuyor. Sol üst köşede Ankara Televizyonu yazısı ve ortada bir Atatürk heykeli görünüyor…

Saat 19.29… Gonga vurulup saat ayarı veriliyor.

Saat 19.30… Televizyonun ilk spikeri Nuran Ermen yayının açılışını yapıyor.

Saat 19.31… TV Müdürü Mahmut Tali Öngören’in Başlarken adlı konuşması.

Saat 19.35… Prof. Afet İnan ve öğrencileri Türk Devrim Tarihi adlı belgesel programı sunuyorlar.

Saat 20.00… Bir kez daha gonga vurulup saat ayarı veriliyor. Ve ekranda televizyonun ilk haber spikeri Zafer Cilasun… Sağ üst köşede 31 Ocak 1968- ilk TV haberi yazısı.

Saat 20.10… Zeynep Esen hava raporunu okuyor. Saat 20.15… Bir çizgi film. Kötü Adam- İnatçı Çiçek… Saat 20.38… Yine bir belgesel. Antalya Ormanları…

Saat 20.50… Nuran Ermen yayını kapatıyor. Anonsun hemen ardından ekranda Türk bayrağı dalgalanıyor. İstiklal Marşı’yla ilk yayın bitiyor. İlk gece atlatılmıştır. O kadar dikkate, telaşa, heyecana karşın iki kez arıza oluyor yayında. Toplam beş dakika dolayındaki bu arızalarda, hemen ‘arıza diası’ geliyor ekrana. O yılların izleyicileri anımsayacaklardır. Bu, trafik sinyal lambasının yanındaki bir polis. Omuz hizasında kaldırdığı sağ elinde ünlü polis düdüğü. Sol eli ise ‘durunuz’ işareti yapar durumda. Parmaklarının hemen ucuna değen bir baloncuk içinde ‘lütfen bekleyiniz’ yazısı. İlk yayın saat 20.50’de bitiyor, ama televizyonlarını kapatan izleyicilerin televizyon üzerine konuşmaları sabaha kadar sürüyor”

(Gülizar, 1995: 15-16).

Haftada 3 gün, üçer saat olarak başlayan deneme yayınları 1 yıl sonra haftada 4 güne çıktı. 1970’de İzmir Televizyonu, ardından 1971’de İstanbul Televizyonu faaliyete geçti (www.trt.net.tr, 2010).

(36)

1.4. 1970 – 1980 Arası TRT

Temelleri yeni atılmış bir kurum olarak TRT için 1970 ve 1970’li yıllar çok zor geçmiştir. Bir taraftan bir taraftan maddi imkânsızlıklar kurumun karşısına çıkarken, diğer taraftan da müdahaleler kuruma olumsuz yönde etki etmiştir. Teknik yönden yapısını geliştirmeye çalışan TRT, Türkiye’de ve dünyada yaşanan olağanüstü olaylarla sebebiyle zamanını verimi kullanamamıştır. 1970 ve 1980 arasındaki dönemi teknik ve siyasi yönden ele almak konuyu daha net ortaya koymamıza yardımcı olacaktır.

1.4.1. Siyasi Gelişmeler

Siyasi partilerin özerk TRT’yle ilgili düşünceleri, kurum içinde yaşanan iç çekişmeler, çatışmalar, bütün bu sorunların kamuoyuna yansıması ve beraberinde gelen 12 Mart 1971 Darbesi… 12 Mart ile ülkede her şey değişmiş, bu değişimden TRT de oldukça etkilenmiştir (Cumhuriyet, 1971). Başbakan Erim’in sekiz ay süreyle basın danışmanlığını yapan gazeteci Kurtul Altuğ “12 Mart ve Nihat Erim

Olayı” adlı kitabında bu konuyla ilgili şöyle demektedir:

“... Başbakanın bir korkusu vardı: TRT ve AA. Bu iki kuruluşun biri özerkti. Başbakan o kapıdan geçmek için behemehal bir kanun değişikliği istiyordu. Hiç unutmam, Hariciye Köşkü’nde bizim tertiplediğimiz bir yemekte, Başbakan çok konu arasında TRT yayınlarına özellik tanıdı ve Kasaroğlu’yla aralarında hafif bir tartışma da geçti.

Başbakanın aklı tek taraflı yayın yapan bir devlet radyosunu, devlet televizyonunu almıyordu. Erim şöyle dedi:

TV’de sıkılmış yumruklar, insanın içini karartan köy manzaraları… Hiç böyle şey olur mu? Özellikle dış haberlere değinmek istiyorum. On da bile TRT tarafsız değildir.

Başbakan o yemekten sonra bir gün beni odasına çağırdı. Bu TRT’yi ne yapacağız, dedi.

Erim, Öztrak’ın hasta olduğunu biliyor, TRT’nin emin ellerde olmadığına inanıyordu. Başbakana bildiğim kadarıyla TRT’de olup bitenleri anlattım. Başbakan hala TRT’de köşe başlarını tutan birtakım kişiler hakkında pek olumlu kanaat izhar etti.

(37)

Başbakan bu en yüksek tirajlı yayın organının tarafsız, ama Türk Devleti’nin, Türk Milleti’nin emrinde bir TRT olmasını istiyordu. Başbakanın basınla ilgili emri, TRT’yle ilgili oldu. İlgili bakanlara TRT Kanununun hazırlanmasını emretti.” (Eren, 2008:

111).

Bir süre sonra yapılacak anayasa değişiklikleri belli olmuş, “Ülkenin ve

milletin bölünmezliği esasına aykırı her türlü faaliyetin anayasa dışı kabul edilmesi”

ilkesi benimsenmiştir. TRT’yle ilgili olarak da özerkliğin kaldırıldığı ve yerine tarafsız yayıncılık ilkesinin getirildiği belirtilmiştir. Anayasa’nın değiştirilmiş 121. maddesi şöyledir:

“Radyo ve televizyon istasyonları, ancak devlet eliyle kurulur ve idareleri tarafsız bir kamu tüzel kişiliği halinde düzenlenir. Kanun, yönetim ve denetimde ve yönetim organlarının kuruluşunda tarafsızlık ilkesini bozacak hükümler koymaz. Her türlü radyo ve televizyon yayınları, tarafsızlık esaslarına göre yapılır. Haber ve programların seçilmesinde ve sunulmasında ve kültür ve eğitime yardımcılık görevinin yerine getirilmesinde devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünün, insan haklarına dayanan millî, demokratik, laik ve sosyal cumhuriyetin, millî güvenliğinin ve genel ahlakın gereklerine uyulması, haberlerin doğruluğunun sağlanması esasları ile organların seçimi, yetki, görev ve sorumlulukları kanunla düzenlenir.”

Başbakan Nihat Erim, bu değişikliğin nedenlerini şöyle açıklamıştır:

“TRT’de öyle yayınlar oldu ki, bundan tedirgin olmayan, rahatsız olmayan vatandaşımız kalmadı. Bana getirdiler bazı yayınları. Mesela ‘Köyün Saati’nde yapılmış olanı, okudum, tüylerim ürperdi.” (Cumhuriyet, 1971).

Başbakan ayrıca, TRT’yle ilgili beklentiler konusunda da, “TRT’den istenen,

haberlerinde, yayınlarında objektif olmasıdır. Doğru haber vermesi, iktidarın borazanı gibi ötmemesidir. Bu sağlanacaktır, böyle olacaktır. Bugün demokrasiler, kamuoyu demokrasisidir. Siz kanunlara, anayasalara istediğinizi yazın, eğer kamuoyu onlara sahip çıkmazsa, onların kontrolünü yapmazsa, o kağıt üzerinde

Şekil

Tablo 1: Haberin Süresi-Haberin Konusu
Tablo 2: Haberin Sırası-Haberin Konusu
Tablo 3: Haberin Süresi-Haberin Aktörü
Tablo 4: Haberin Sırası-Haberin Aktörü
+5

Referanslar

Benzer Belgeler

Afyonkarahisar Ticaret Borsası Başkanlığı Karahallı İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Afyonkarahisar Gençlik Spor İl Müdürlüğü Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü

Sekonder amiloidoz, reaktif amiloidoz ya da AA Tip amiloidoz olarak adlandırılan amiloidoz türü genelde kronik inflamatuvar hastalıklarda görülür.. Daha önceleri

Anadolu Üniversitesi Rektörlüğü Yunus Emre Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu Mali İşler Sorumlusu. -

Daha sonra konufl- ma ve lisanla ilgili olan, öndeki Broca alan› ile arkadaki Wernicke alan›n›n baz› bölgeleri karfl›laflt›r›lm›fl.. Kekemelerde çok daha genifl ve

“Şişman kızla sevgili olan erkek” başlığı altındaki entryler “olumlu”, “olumsuz” ve “olumlu görünen olumsuz” kategorilerine ayrılarak

Kanunun amacı, kamu hukukuna tâbi olan veya kamunun denetimi altında bulunan veyahut kamu kaynağı kullanan kamu kurum ve kuruluşlarının yapacakları ihalelerde uygulanacak esas

**** Faydalı şasi boyu, hava bacası ve şasi son noktası arasında kalan kısım olarak hesaplanmıştır.. STANDART EKİPMAN ABS

Başvuru esnasında yukarıda belirtilen belgelerin dışında belge istenmesi eksiksiz belge ile başvuru yapılmasına rağmen hizmetin belirtilen sürede tamamlanmaması veya