• Sonuç bulunamadı

Kur'an-ı Kerim'e göre şirk ve müşrik toplum

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Kur'an-ı Kerim'e göre şirk ve müşrik toplum"

Copied!
77
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI KELAM BİLİM DALI

KUR’AN-I KERİM’E GÖRE ŞİRK VE MÜŞRİK TOPLUM

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Danışman

Prof. Dr. Süleyman TOPRAK

Hazırlayan Şeyda ÖNAL 074244051008

(2)

İÇİNDEKİLER

KISALTMALAR………..………..…3

ÖNSÖZ……….………..4

BİRİNCİ BÖLÜM

ŞİRK

A-Şirkin Anlam ve Mahiyeti…… ……….6

B- Kur’an-ı Kerim’e Göre Şirk………..10

C- Ehl-i Kitab’ın Müşrikliği Meselesi………...13

1- Ehl-i Kitab’ın Müşrik Olduğunu Kabul Edenler ...………...

13

2- Ehl-i Kitab’ın Müşrik Olduğunu Kabul Etmeyenler ………....

15

İKİNCİ BÖLÜM

MÜŞRİK TOPLUM

A-MÜŞRİK TOPLUMUN GENEL DURUMU………...19

B-MÜŞRİK TOPLUMUN DİNİ DURUMU………..23

1- Allah İnancı………...…...23

2-

Ahiret İnancı………..………...27

C- MÜŞRİK TOPLUMUN SOSYAL DURUMU……….…..…….…..30

1- Haksız Yere Cana Kıyma……….…...30

a- Evlat Öldürme………..………....

32

b- İntihar………..………...

34

2-Baskı Altına Alma………....36

a- İşkence ve Eziyet………..…….

36

b- İkrah………..….

37

3- Kötü Muamele………..…39

(3)

aa-Mehir ………..………...

41

ab- Boşanma………..……….………..

42

b- Yetimlere Kötü Muamele………...

46

c- Kölelere Kötü Muamele………...

46

4- Gösteriş Ve Övünme………...47

5- Hile Ve Yalanlama………...52

6- İffetsizlik………...………..………...54

a- Zina……….…...

54

b- Müşrik Kadınların İffetsizlikleri………...…..

55

c – Müşrik Erkeklerin İffetsizlikleri ………...…....

57

7- Kötü Alışkanlıklar……….……57

a- İçki………...…....

57

b- Kumar (Meysir)……….………..……….…...

59

c- Sihir ………...

60

D- MÜŞRİK TOPLUMUN SİYASİ VE İKTİSADİ DURUMU……….61

1- Ticari Hayatta Haksızlık Ve Aldatma………....…………...61

2- Azgın Olmaları…….……….63

3- Dünyaya Aldanmaları.………...………...65

SONUÇ……….………...69

(4)

KISALTMALAR

a.g.e. : Adı geçen eser a.s. : Aleyhisselam b. : ibn, bin bsk. : baskı bkz. : Bakınız c. : Cilt

CÜİFD: Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi çev. : Çeviren

DİA : Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi Ed. : editör

Haz. : Hazırlayan

Hz. : Hazreti

İA : Milli Eğitim Bakanlığı İslam Ansiklopedisi İhts. : İhtisar

md. : Madde

nşr. : Nâşir, neşreden s. : Sayfa

sad. : sadeleştiren

S.D.Ü. İlah. Fak. : Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi thk. :Tahkik eden

trc. : Tercüme eden

ts. : Tarihsiz, baskı tarihi yok Üniv. : Üniversitesi

vb. : Ve benzeri y.y. : Yayın yeri yok

(5)

ÖNSÖZ

İman ve tevhid fıtrattandır. Fert olarak insan, doğuştan fıtrat üzere (imana ve tevhide müsait şekilde) doğduğu gibi, ilk din de tevhid dinidir. İlk insan, tevhidî mesaja sahip bir peygamberdir. Tevhid İslam inancının temelini oluşturur. Tevhid üzerinde bütün peygamberler ittifak etmişler ve mesajlarına temel oluşturmuşlardır.

Tevhid ve şirk insanlık tarihi boyunca insanların bağlanageldiği iki inancın adıdır. İnsanlık tarihi şirkle tevhid arasındaki mücadeleden ibarettir. Tevhid sadece kalplere değil, fiillere yansıyan, insanlar arasındaki kardeşliği sağlayan, alemdeki bütün insanları ırk, dil, bölge ve imtiyaz gibi özelliklere tabi tutmadan evrensel bir barışa çağıran sulh ilanıdır. Dünyayı refahın, huzurun ve saadetin beşiği yapmaya davet eden bir sistemdir. Tevhid adaleti emreder ve bütün insanları eşit görür.

Şirk, insan zihnindeki bir sapmayı ve sıkıntıyı ifade etmektedir. Tevhid hakikatinden sapan kimselerin, kendi kendilerine düştükleri açmazları, sürüklendikleri yanlışları ve bunun sonucu olarak yaratılış kanununa aykırı düşmeleri böylelikle ortaya konmaktadır. Şirk; Allah’a zâtında (sayı olarak), sıfat ve tasarrufunda (yapıp etmelerinde) ortak tanıma eylemi veya inanışıdır. Şirk koşmak salt bir inkâr olayı değildir. Şirk koşanlar, yani müşrikler inançsız insanlar değildir; aksine, Allah'a inanan ama yanlış inanan, inancı tevhide aykırı olan ve Allah’ın yanında başka varlıklara da ilâh diye tapınan kimselerdir.

Kur’an, şirk üzerinde ısrarla durmaktadır. Çünkü tarih boyunca dinsiz toplumlardan çok şirk koşan toplumlarla, ateist insanlardan çok müşrik insanlarla karşılaşıyoruz. İnsanlar, Tevhidden uzaklaştıkça, din adına çok çeşitli yalanlar, hurâfeler uyduruyor, kendi kafalarından sahte tanrılar icad ediyor; sonra da onlara yine kendi kafalarına göre ibâdet ediyorlar. Bazı toplumlar başlangıçta Tevhide bağlı iken zamanla çeşitli nedenlerle şirke düşmüşler, dinlerini bozmuş ve yanlış bir şekilde inanıp din adına ilâhlar, ilkeler, törenler, âyinler ve ibâdet türleri uydurmuşlardır.

Tevhid inancının önemi, bu inançtan sapmanın neticesinde insanın akıbeti, bazı eskiden süregelen ve günümüzde yenileri ilave edilen şirk çeşitlerinin neticeleri düşünüldüğü zaman ortaya çıkıyor. İnsan, bu akıbete düşmemek için fıtrattan gelen özelliğini yani tevhid inancını korumalı ve kaybetmemelidir. İşte bu nedenden dolayı tevhid inancını kaybedip, Allah’ın birliğini kabul etmediği zaman insana neler olduğunu görmek ve bunun sonucunu anlamak için şirk konusu üzerinde çalışmaya karar verdim.

(6)

“Kur'an-ı Kerim'e Göre Şirk Ve Müşrik Toplum” diye adlandırdığımız çalışmamızı “Şirk” ve “Müşrik Toplum” diye iki bölümde inceledik.

Birinci bölümde, şirk kelimesinin anlam ve mahiyeti, Kur’an-ı Kerim’e göre şirk, Ehl-i kitabın müşrikliği konusunu inceledik. Böylece şirk kelimesinin tam olarak ifade ettiği anlamı tesbit etmeye çalıştık.

Şirk kelimesinin ifade ettiği anlamı kavradıktan sonra ikinci bölümde müşrik toplumun genel durumunu belirledik. Şirk toplumunun dini, sosyal, siyasi ve iktisadi durumunu ele aldık.

Bu çalışmamızda terimlerle ilgili olarak muteber sözlüklerden, ayetlerin yorumu ve anlaşılması ile ilgili olarak çeşitli tefsirlerden ve hadis kitaplarından, itikatla ilgili konularda; akaid ve kelam kitaplarından, fert ve toplum ile alakalı konularda sosyo-psikolojik kaynaklardan yararlanmaya özen gösterdik.

Bu çalışmamda bana yardımcı olan danışman hocam sayın Prof. Dr. Süleyman Toprak’a teşekkür ederim.

Konya-2009 Şeyda ÖNAL

(7)

BİRİNCİ BÖLÜM

ŞİRK

A- Şirkin Anlam ve Mahiyeti

Sözlükte “şirk” kelimesi; riya, nifak, ortak olmak anlamlarına gelir. Alışverişte veya mirasta ortak olmak; iki veya daha fazla kişinin maddî veya manevî bir durumda ortak olması şeklinde de tanımlanmıştır.1 Toprakta ortak olmak, (el-istirakü fi’l-ard) arazi sahibinin başkasına, arazinin yarısını veya üçte birini vermesi veya belli bir oranda hissesini vermesi anlamına gelir; Ömer b. Abdülaziz’in “şüphesiz şirk caizdir” sözü bu anlamda söylenmiş bir sözdür.

“Şirk” kelimesinden türemiş “şerîk” kelimesi, ortak anlamına gelir ve çoğulu da “şürekâ”dır. Kelimenin ifal babından “eşrake billah” şeklinde kullanımı ise, “Allah’a ortak koşmak” manasına gelir2. Şirk koşan kişiye müşrik denir. İki veya daha çok ilâh tanımak, herhangi bir varlığı ma’bud (ibadet edilen) olarak bilmek, Allah’ın yaratıcı, kadim, bâkî... gibi sıfatlarını başka varlıklara vermek şirktir. Kısaca şirk, Allah’ın ilâhlık vasıflarını Allah’tan başkasına vermektir. Şirk; tevhidin temeli olan “lâ ilâhe illâllah” gerçeğinin dışına çıkmak, Allah’tan başka ilâh(lar) olduğunu inanç, söz veya eylemle iddia etmek, Allah’ın dışında ibâdet edilecek, duâ edilecek, gerçek anlamda güç ve kudret sahibi olduğunu kabul etmektir.

“Şirk” kelimesi Kur’an-ı Kerim’de bazı ayetlerde sözlük anlamında kullanılmıştır. Hz. Musa’nın tebliğ vazifesini ifa ederken kardeşi Harun’un kendisine yardımcı olmasını talep ederken “Ve onu işime ortak kıl”3 şeklinde ettiği dua ve “yoksa göklerin yaratılmasında mı Allah’a ortaklıkları var” ayetlerin de kelime sözlük anlamında kullanılmıştır.

Kelime bazı hadislerde de sözlük anlamında kullanılmıştır. Hz. Peygamber’in Hz. Ömer’i Hacca uğurlarken söylediği “kardeşim dualarına beni de ortak et”4 cümlesinde kelime yine sözlük anlamında kullanılmıştır.

1 İsfehânî, Ebü'l-Kasım Hüseyin b. Muhammed B.Mufaddal Râgıb, Müfredat, İstanbul 1986, 451-452;

İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, Dâr Sâdır, Beyrut ts. X, 448.

2 Zebîdî, Ebü'l-Feyz Murtaza Muhammed b. Muhammed b. Muhammed; Tacü’l-Arûs min Cevâhiri'l-Kamûs,

thk.İbrahim Terzi, Dâru İhyâi't-Türâsi'l-Arabî, Beyrut 1975, VII, 138.

3 Tâhâ, 20/32.

4 İbn Mâce, Muhammed b. Yezîd Ebû Abdillâh el-Kazvînî, Sünenu İbni Mâce, thk. Muhammed Fuâd

(8)

Istılahta, ilahlığında Allah’a ortak koşarak, Allah’tan başkasına ibadet etmek, meydana gelen işi ilgisi olmayan birine isnat etmektir5. İsfehânî, şirki büyük ve küçük şeklinde ikiye ayırmış, büyük şirki; Allah’ın yanında ona ortak ilahlar ihdas etmek; küçük şirki ise; bazı işlerde Allah rızasını terk ederek riya niyetiyle iş yapmak şeklinde tanımlamıştır6.

Yukarıda zikrettiğimiz tarifleri kapsayan genel bir tarif olarak şirk; Yüce Allah’ın ulûhiyetinde, sıfat ve fiillerinde eşi ve ortağı bulunduğunu kabul etmek ve O’nun ortağı olduğunu isbat etmek şeklinde tanımlanmıştır7.

Şirkin tam olarak açıklanıp anlaşılabilmesi için zıddı olan tevhidin de bilinmesi gerekir. Dihlevi’ye göre “tevhid”in dört mertebesi mevcuttur;

- Vacibü’l-Vücûd vasfını sadece Allah’a hasretmek ve O’ndan başkasının varlığını vacip görmemek.

- Arşın, göklerin, yeryüzünün ve diğer varlıkların yaratılışını sadece Allah’a hasretmek.

- Göklerin, yeryüzünün ve bu ikisi arasında bulunan her şeyin idaresini sadece O’na tahsis etmek.

- O’ndan başkasını ibadete layık görmemek8.

- Kur’an’ın indiği dönemde, müşrikler, Yahudiler ve Hıristiyanlar arasında yukarıda zikrettiğimiz ilk iki maddeye inanç noktasında ihtilaf mevcut değildi. Bu husus Kur’an’la da sabittir. İhtilaf ve farklılık son iki maddeye inanç noktasında idi9.

İzmirli İsmaîl Hakkı şirkin beş çeşit olduğunu ifade etmiştir; İzmirli İsmail Hakkı ise şirki 5 kısma ayırmaktadır:

1-) Şirk-i İstiklâl: İki müstakil ilah isbat edenlerin şirkidir. Birbirinden ayrı iki ilâhın varlığını kabul etmek; Allah ile birlikte başka bir ilâh tanımak yahut tamamen ayrı olmak üzere Allah’tan başka bir veya birden fazla mâbudun varlığına inanmaktır. Eski Türklerdeki yer ve gök tanrısı inancı veya mecûsîlerin iyilik ve kötülük tanrısı inançları gibi.

2-) Şirk-i Teb’iz: Cenâb-ı Hakkın bir olduğunu söylemekle beraber, ilahlardan mürekkep olduğuna inananların şirkidir. Allah’ın bir olduğunu kabul etmekle beraber, birden

5 Münavi, Muhammed Abdu’r-raûf, et-Tevkîf alâ Mühimmât'it-Teârîf, thk. Muhammed Rıdvân ed Dâye,

Daru’l-fikr, 1.bsk. Beyrut 1420, s. 428.

6 İsfehânî, Müfredât, s. 452.

7 Björkmann Wolther, “Şirk” İA, İstanbul 1979, XI, 566.

8 Dihlevî , Veliyyullah , Huccetullahi’l-Bâliga, trc.Mehmet Erdoğan, İstanbul 1994, I, 218. 9 Yıldırım , Suad, Kur'ân’da Uluhiyyet, İstanbul 1997, s. 262-263.

(9)

fazla tanrının toplanmasından meydana gelmiş bir Allah kabul etmektir. Hristıyanların teslis, yani Allah’ın baba-oğul-ruhul kudüs toplamı olarak bir olduğu inancı gibi.

3-) Şirk-i Takrib: Âlemin yaratıcısının bir oldugunu söylemekle beraber, Allah’a yakınlık hasıl etmek ve Allah katında şefaatçi olması için Allah’tan başkasına, heykellere ve putlara tapanların sirkidir Allah’a yaklaştıracakları zannıyla bir takım putlara tapınmak; Kâinatın yaratıcısının ve düzenleyicisinin bir olduğuna inanmakla beraber ona yaklaştıracağı inancı ile insanların kendi yaptıkları put, heykel ve benzeri şeylere tapmasıdır. Peygamberimiz zamanında yaşayan cahiliyye Arapları putlara, kendilerini Allah’a yaklaştıracakları iddiası ile tapıyorlardı. Kur’an-ı Kerim onların şöyle dediklerini anlatır: “Allah’ı bırakıp da kendilerine bir takım dostlar edinenler derler ki: Biz bunlara ancak bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsınlar diye tapıyoruz.”10

4-) Şirk-i Taklid: Çevrenin etkisinde kalarak düşülen şirk; Ataların bâtıl inanışlarını aynen sürdürmek, bâtıl da olsa atalar dinine inanmak. Hususi olarak beğenip seçtikleri için değil de, atalarından geldiği için bâtıl olduğu halde kabul ettikleri inanç, düşünce ve yaşama biçimi, şirktir. Genellikle insanların çoğu, dinini araştırıp delilleriyle bilerek, bâtılı haktan ayırıp seçerek değil; içinde bulunduğu toplumda o din bulunduğu için, bulduğu saflığı veya yanlışlığıyla birlikte bir dine sahip olur. Bu husus Kur’an-ı Kerim’de müşriklerin ağzından şöyle belirtilir: “Atalarımızı bir din üzerinde bulduk. Biz de onların izlerine uyarız.”11

5-) Şirk-i Esbâb: Eşyanın tabiatının, hakikî müessir olduğuna inanların şirkidir. Tabiatçılar ve onlara tâbî olanların şirkidir.12

İslam öncesi dönemde muhtelif bölgeler, çeşitli din ve inançların tesiri altında kalmıştır. Allah Teala zaman zaman hak dinler göndermiş, insan oğlu hak dinlerle gönderilen peygamberlerin şeriatlarını kabul etmişlerdir.

Örneğin Arabistan gönderilen Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail Araplar inanmış, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’den sonra uzun zaman geçince Araplar putlara tapmaya başlamışlar, bu durum İslamiyetin zuhuruna kadar devam etmiştir.

Konu ile ilgili kaynaklarda Arabistan’a putperestliğin ilk olarak nasıl girdiği ve yayıldığı konusunda iki yaklaşım mevcuttur.

İbn Kelbî, Arapların Kabe’ye büyük bir saygı gösterdiklerini, bu saygının bir gereği olarak da, yolculuk için Mekke’den ayrılan herkesin, Kabe’ye saygı olsun diye oradaki taşlardan bir tanesini yanında götürdüğünü, konakladıkları veya gittikleri yerlerde Kabe’nin

10 Zümer, 39/ 3 11 Zuhruf, 43/ 23

(10)

etrafında tavaf ettikleri gibi bu taşın etrafında da tavaf ettiklerini; bu suretle yavaş yavaş hoşlarına giden ve beğendikleri başka taşlara tapma adetinin ortaya çıktığını ve sonra gelen nesillerin de birbirlerini bilinçsizce takip ettiklerini ve bu şekilde Arapların eski dinlerini unutarak putlara tapmaya başladıklarını ifade etmiştir13.

İbn Kelbî’nin kaydettiği diğer bir rivayette; Huzâa’lı Amr b. Luhayy, Kabe’nin perdedarlığını yapıyordu. Yakalandığı ağır bir hastalıktan kurtulmak ümidiyle şifalı sularından faydalanmak için Sam’daki Belka ülkesine gitti ve orada şifalı sularla yıkandıktan sonra yakalandığı hastalıktan kurtuldu. Belka halkının putlara taptığını görünce; bunların ne olduğunu sordu, onlar da “bunlar bizim taptığımız putlardır, onlardan yağmur yağmasını ve düşmanlarımıza karsı zafer kazanmayı dileriz ve bu isteklerimize icabet ederler” şeklinde karşılık verince, Amr onlardan Hubel adındaki putu alarak Mekke’ye götürmüş ve Kabe'nin çevresine dikmiş ve insanları bu puta tapmaya çağırmıştır.14.

Câhiliye devri Arapların taptığı putlar mahiyetleri itibariyle üç gurupta toplanmaktadır;

- Maden veya tahtadan insan şeklinde yapılan putlar “sanem”. - Taştan veya ağaçtan insan şeklinde yapılan put olan “vesen”.

- Muayyen bir şekli olmayıp tapmak için kullanılan taş olan “nusub”dur15.

Müşrikler evreni yaratan, rızık veren, işleri idare eden bir Allah inancına sahiptiler. Ancak bu inançla birlikte putlara tapmaktan da geri durmuyorlardı.

Müşriklerden bazıları putlara tapmalarını, Allah’ın çok yüce olması ve bu yücelik dolayısıyla vasıtasız olarak ona ibadet etmenin doğru olmadığı, dolayısıyla bu ibadetin ancak aracı olan putlar vesilesiyle yapılacağına inandıkları için Allah’a yaklaşmak için putlara taptıklarını ifade ediyorlardı. Diğer bir kısmı, meleklerin Allah katında makam sahibi olduğunu söyleyerek, melek şeklinde olduklarını iddia ettikleri putlara tapıyor ve bu şekilde Allah’a takarrub iddiasında bulunuyorlardı. Başka bir gurup ise, putları tıpkı Kabe gibi kıble edindiklerini ve Allah’a ibadet ederken putlara yöneldiklerini söylüyorlardı. Diğer bir gurup müşrikte, Allah’ın her put için bir vekil (cin) kıldığını ve bu vekilin putlara hakkıyla ibadet eden kimsenin dileğini Allah’ın emriyle yerine getireceğini; yine aynı

13 İbnu’l Kelbî, Kitabü’l-Asnam, trc.Beyza Bilgin, İstanbul 2003, s. 40; Çağatay, Neşet, İslam Öncesi Arap

Tarihi ve Cahiliyye Çağı, Ankara 1971, s. 104

14 İbnu’l Kelbî, a.g.e., s. 59; Çağatay, a.g.e., s. 106. 15 İbnu’l Kelbî, a.g.e. s. 58.

(11)

vekilin Allah’ın emriyle, ibadetini hakkıyla yerine getirmeyen kimsenin basına da sıkıntı ve musibet getireceğine inanıyorlardı16.

B- Kur’an-ı Kerim’e Göre Şirk

Kur’an-ı Kerim’de “şe-ri-ke” kelimesi ve türevleri 167 yerde geçmektedir17.

Kur’an-ı Kerim’de müşriklerin Allah’a ortak koşmaları putlara tapmak18, cinleri ortak koşup, O’na kız ve oğul isnat etmek19, Allah’a batıl zan ve isnatlarda bulunmak, Allah’a ve

putlara hisse ayırmak20 şeklinde bildirilmektedir. Ayrıca müşriklerin, putları, Allah ile kendi aralarına şefaatçi koyduklarına dikkat çekilmektedir21.

Kelime Kur’an’da üç vecihte kullanılmıştır; -Allah’a denk başka bir varlık tanımak22.

-Kendisine ibadet etmeksizin bir varlığa itaat etmek23. -Amellerde riya yapmak.24

Kur’an’da şirk, herhangi bir şeyi, kavramı veya bir kimseyi tercih etme, önem ve kıymet verme, yüceltme bakımından Allah’la eşit düzeyde görmek veya bunu davranışlarıya göstermektir. Kur’an bize Allah’ı birçok sıfat ve isimleriyle tanıtmış ve O’ndan başka ilâh olmadığını kesin ifadelerle bildirmiştir. İlâh, Allah’ın Kur’anda bildirilen özelliklerine sahip olan varlıktır. Allah gerçek ve tek ilâhtır; Allah’ın sıfatlarına sahip olan başka hiçbir varlık olamaz. İşte, Allah’ın herhangi bir sıfatına başkasının Allah’la birlikte veya bağımsız olarak sahip olduğunu iddia etmek, Allah’tan başka ilâh kabul etmektir, yani şirktir.

Müşrikler şirk işlerken Allah’ın varlığını ve O’nun kâinatın yaratıcısı olduğunu kabul ederler fakat sevgi, tazim ve ibadet noktasında ona ortaklar ihdas ederler. Zümer suresinde, müşriklerin putlara tapma sebebi olarak zikrettikleri Allah’a yaklaştırma

16 Âlûsî, Bulûgü'l-Ereb fi Ma'rifeti Ahvâlî'l-Arab, tsh. Muhammed Behçet Eseri, Dârü'l-Kütübi'l- İlmiyye,

Beyrut ts., II, 197-198.

17 Çanga, Mahmut, Kur’ân-ı Kerim Lügati, İstanbul 2004, s. 263-264. 18 Hacc, 22/30; Ankebût, 29/17,25.

19 Enam, 6/100. 20 Enam, 6/156

21 Enam, 6/95. Kapar, Mehmet Alî, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, ed. Vecdi Akyüz, İstanbul 1994,

II, 311-312.

22 Nisâ 4/36, 48, 116; Tevbe, 9/3. Kelime, Kur'ân’da en fazla bu anlamda kullanılmıştır. 23 İbrahim, 14/22; Enâm, 6/121.

(12)

iddiaları, aynı ayetin hemen akabinde müşriklerin bu iddialarının boş ve anlamsız bir yalan olduğu ifade edilerek, Allah tarafından yalanlanmıştır25.

Müşriklerin putlara yükledikleri “şefaatçi” misyonu da yine Kur’an tarafından tekzîb edilmiş ve şefaat kişinin yalnızca Allah’ın izin verdiği kullara has olduğu ifade edilmiştir26. Yine büyük şirkin muhtevası içinde; Allah’tan başkasının önünde eğilmek veya secdeye gitmek, Allah’tan başkası için adakta bulunmak, Allah’tan korkar gibi başkasından korkmak, Allah’tan başkasına tevekkül etmek, rızık sahibi olarak Allah’tan başkasını bilmek vb. hususlar bu kapsamda değerlendirilmiştir27.

Kur’an’da müşriklerin genel olarak vasıfları; putlardan yardım beklemek28, Allah’ı ve ayetleri yalanlamak29, peygambere ve meleklere düşman olmak ve ahreti inkar etmek30 şeklinde anlatılmaktadır. Ayrıca müşrikler haksız yere mal gasp eden31, ahde vefasızlık gösteren32, hakka kulak tıkayan33, zalim, yalancı ve hâin kişiler olarak nitelendirilmişlerdir. Bundan dolayı Kur’an’da müşriklerin asla dost edinilmemesi ve onlardan yardım istenmemesi de emredilmektedir34.

Kur’an-ı Kerim şirkin başlangıcı olarak Hz. Adem sonrası döneme işaret edilmektedir. Elmalılı, Allah Telalanın, Hz. Adem ve Havva validemizin dualarına icabet ederek onlara salih evlatlar verdiğini, sonra insanların sayısının çoğaldığını, ilerleyen dönemde çoğalan nesillerin Allah’ın kendilerine vermiş olduğu evlatlarla Allah’a ortak koşmaya başladıklarını ve doğan çocuklarına “güneşin oğlu” veya buna benzer isimler koyarak şirk ifade eden tabirler kullandıklarını ifade etmiş; başlangıçta tek cins, tek ümmet olan insanların bu şekilde ayrı ayrı cins ve milletler haline geldiğini ifade etmiştir35.

25 Zümer, 39/3. 26 Bakara, 2/255.

27 İbn Kayyim el-Cevziyye, Ebû Abdullah Şemsuddin Muhammed, Medâricü's-Salikin, 751/1350,

Dârü'l-Hadis, Kâhire 1983, I, 348. 28 R’ad, 13/14. 29 A‘raf, 7/37. 30 Bakara, 2/90. 31 Bakara, 2/160-161. 32 Tevbe, 9/12. 33 Bakara, 2/19. 34 Hacc, 22/38.

(13)

Ebû’l Abbâs, Nahl suresindeki “Allah’a ortak koşanlar”36 ayetinde zikredilen kimselerin müşrik olmalarının sebebinin hem Allah’a, hem de şeytana inanmalarından kaynaklanmadığını, ilgili ayette zikredilen kimselerin müşrik olmalarının sebebinin “Allah’la beraber şeytana ibadet etmelerinden kaynaklandığını ifade etmiştir37.

Uluhiyetin hususiyetlerinden birini müstakil olarak, bir başkasına tanıyan herkes, Kur’an nazarında müşriktir. Bu varlıkların ister Allah’a müsavi tutulsun38, ister bir takım yarı tanrılar sayılsın, ister yaratma da dahli olmayan şefaatçiler sanılsın39, isterse ibadete hedef olmadığı halde Allah gibi emir ve yasakları yerine getirilsin, yani yaratıklar üzerinde tam bir hüküm sahibi sayılsın40, isterse insanlar tarafından uydurulan ve tazim olunan varlıklar olsun ve isterse tapınma ve mutlak hüküm yetkileri mülahaza olunmaksızın sadece kendisine verilen sevgi, ancak Allah’a verilmesi gereken veya daha fazla bir sevgi olsun41.

Kur’an-ı Kerim’de Allah’a ortak koşulan varlıklar anlamında “şerik” kelimesinin müradifi olan “nidd”, “cibt” ve “tâgût” gibi bir takım kavramlar kullanılmıştır.

Sözlükte “nidd” kelimesi; es, benzer, denk, zıt manalarına gelir42. Kelime Kur’an’da

çeşitli türevleriyle birlikte altı yerde geçmektedir43. İsfehânî, her “nidd”in “misil” manasına geldiğini; fakat her “misl”in “nidd” manasına gelmediğini ifade etmiştir44.

“Cibt” kelimesinin aslının “cibs” olduğu ifade edilmiş; Allah’ın dışında kulluk edilen tüm varlıklara “cibt” denildiği gibi putlara, kahinlere ve sihirbazlara da “cibt” denildiği belirtilmiştir45. Elmalılı, “cibt” kelimesinin aslı olan “cibs” kelimesinin; pis ve alçak manalarına geldiğini ifade etmiştir46.

Kur’an-ı Kerim’de “tâgût” kelimesi sekiz yerde zikredilmişken47 “cibt” kelimesi bir yerde zikredilmektedir. ki kavramın birlikte zikredildikleri ayetin tefsirinde Taberî, “cibt” ve “tâgût” kelimeleriyle ilgili yapılan rivayetleri şu şekilde kaydetmiştir;

36 Nahl, 16/100.

37 Zebîdî, Tacü’l-Arûs, VII, 138. 38 Enâm, 6/26; Şuarâ, 26/98. 39 Yunus, 10/18; Zümer, 39/3.

40 Tevbe, 9/31; Nisâ, 4/117, 119; İbrahim, 14/22. 41 Bakara, 2/165.

42 İbn Manzûr, a.g.e., III, 413. 43 Çanga, a.g.e., s. 500. 44 İsfehânî, Müfredat, s. 796.

45 İsfehânî, Müfredât, s. 182; İbn Manzûr, a.g.e., II, 21. 46 Yazır, a.g.e, III, 9.

(14)

- Bir kısım müfessirlerin görüşü olarak, “cibt” ve “tâgût”, müşriklerin Allah’tan başka taptıkları putlar anlamına geldiğini;

- İbn Abbâs’tan gelen bir rivayette İbn Abbâs; “cibt”i; put; “tâgût”u ise, putların önünde bekleyen ve kendilerine soru soran insanları yanlış şekilde yönlendiren kimseler anlamına geldiğini;

- Bir kısım insanların görüsü olarak, “cibt” kelimesinin kahin; “tâgût” kelimesinin de Yahudilerin lideri olan Ka’b b. Eşref olduğu;

- Hz. Ömer’den gelen bir rivayette, “cibt” kelimesinin sihir; “tâgût” kelimesinin de şeytan anlamına geldiği;

- Mücahid’den gelen bir rivayette, “cibt” kelimesinin sihir; “tâgût” kelimesinin de, insanların emiri olarak aralarında hükmeden şeytan suretindeki insan olduğu;

- Katade’den gelen bir rivayette, “cibt” kelimesinin şeytan; “tâgût” kelimesinin de kâhin anlamına geldiğini ifade etmiştir48.

C- Ehl-i Kitab’ın Müşrikliği Meselesi

Müfessirler arasında Ehl-i Kitab'ın müşrik olup olmadığı tartışmalı bir meseledir. Her iki görüş sahipleri de kanaatlerini ifade ederken değişik ayetleri delil olarak zikretmişlerdir. Gerçektende ulemanın mesele ile ilgili zikrettiği nasslara bakıldığında, her iki tarafın da yaklaşımlarını destekleyen birden fazla delil olduğu görülmektedir. Dolayısıyla mesele hakkında iki farklı yaklaşımın olmasının tabii olduğu kanaatindeyiz. Ehl-i Kitabın müşrikliği meselesi birden fazla veçhesi olan –hukuki boyutu da dahil- müfessirler ve fakihler arasında tartışmalı meselelerden biridir.

1- Ehl-i Kitab’ın Müşrik Olduğunu Kabul Edenler

Müfessirlerden bir kısmı özellikle Tevbe suresi ve Al-i İmran suresindeki konu ile ilgili ayetleri esas alarak Ehl-i Kitab'ın müşrik olduğunu belirtmişlerdir. Ancak bu yaklaşımı benimseyen müfessirlerin “şirk” kavramını daha ziyade “küfür” kavramı gibi değerlendirerek İslam dışı tüm inançları ifade eden genel bir kavram olarak yorumladıkları görülmektedir. Ehl-i Kitab'ın müşrik olduğu yaklaşımını ileri süren müfessirlerin, İslam dışındaki tüm inanç ve akideleri aynı kategoride değerlendirmeye tâbi tuttukları ve “küfür”

48 Taberî, Muhammed b. Cerîr b. Yezid Ebû Cafer; Câmiul-Beyân an-Tevî'li’l-Kur'ân, Dâru’l-fikr, Beyrut

(15)

ve “şirk” kavramlarının da bu inanç ve akidelerin tümü için geçerli olduğu anlayışına sahip oldukları anlaşılmaktadır.

Müfessirlerden Razî, konuyu Bakara suresindeki müşrik kadınlarla evlenme yasağı ayetinin49 tefsirinde ele almış ve meseleyi diğer müfessirlere göre daha kapsamlı bir değerlendirmeye tâbi tutmuştur. Razî konu ile ilgili değerlendirmesinde “müşrik” kelimesinin Ehl-i Kitab’ı ve diğer tüm inanmayan insanları kapsadığını ifade etmiştir.Razî, Ehl-i Kitab'ın müşrik lafzının muhtevasına dahil olduğunu ifade etmek için Kur’an-ı Kerim’den konu ile ilgili başka ayetleri ve Hz. Peygamber’in bir hadisini delil olarak istidlal etmiştir50. Ayrıca Razî, Ehl-i Kitab’ın müşrik sayılamayacağı yaklaşımını ileri süren müfessirlerin görüşlerini ve onların konu ile ilgili delillerini de eleştirmiştir. Razî, Ehl-i Kitab’ın müşrik isminin muhtevasına girmediğini iddia edenlerin delil olarak zikrettikleri ayetleri değerlendirirken, ayetlerde Yahudi, Hıristiyan, Müşrik, Sabiî ve Mecusilerin veya başka ayetlerde; Ehl-i Kitab ve Müşriklerin ayrı ayrı zikredilmelerine cevap olarak;51

Ahzab suresinin yedinci ayeti ile Bakara suresinin doksan sekizinci ayetlerini delil olarak zikretmiştir. Razî, şayet Ehl-i Kitab'ın müşrik lafzının muhtevasına girmediğini iddia edenler; Bakara suresindeki ayette, melekler ifadesinden sonra Cebrail ve Mikail’in isimlerinin ayrıca zikredilmesini; Ahzab suresinde de; Nebiler ifadesinden sonra Hz. Peygamber ve Hz. Nuh’un hususen zikredilmesini onların kemaline dikkat çekmek için ifade edilmiştir derlerse; onların bu yaklaşımlarına; sizin de delil olarak zikrettiğiniz ayetlerde müşriklerin, Ehl-i Kitab'ın ve diğer gurupların ayrı ayrı olarak zikredilmesi onların küfürdeki dereceleriyle alakalı olması yönündendir diyerek cevap verilir, demiştir52.

Elmalılı, müşrik kelimesinin Kur’an’da zahiri ve hakikî olmak üzere iki anlamda kullanıldığını ifade etmiş ve zahiri açıdan Ehl-i Kitaba müşrik denemeyeceğini; çünkü onların diğer müşrikler gibi açıktan açığa Allah’a ortak koşmadıklarını ancak hakikî anlamda yani İslam’ı ve tevhidi inkar etme noktasında ve Allah’a evlat nisbet etme noktasında şirk işlediklerini dolayısıyla hakikî manada Ehl-i Kitaba müşrik denilebileceğini ifade etmiştir53.

49 Bakara , 2/221

50 Razî, Ebû Abdullah Muhammed b. Ömer Fahruddin, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, ed.Ahmet Hikmet

Ünalmış, trc. Komisyon, Akçağ Yayınları, Ankara 1989, V, 135-142. Konu ile ilgili olarak Nisâ, 4/48; Mâide, 5/73 Nisâ, 4/48; ayetleri ne bakınız.

51 Bakara, 2/105; Hacc, 17/17; Beyyine, 98/1. 52 Razî, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, V, 137-138. 53 Yazır, a.g.e., II, 94.

(16)

Klâsik tefsir bilginleri Yahudilerin “Uzeyr, Allah'ın oğludur” şeklindeki Hıristiyanların “İsa, Allah'ın oğludur”, “İsa, Allah'dır” ve "Allah, üç ilâhın üçüncüsüdür" diyenleri şöyle açıklamışlardır; `Yahudilerin ve Hıristiyanların yüce Allah'a oğul yakıştıran sözleri, müşrik Arapların, O'na kız çocuğu yakıştıran sözlerinin bir benzeridir şeklindedir.

2- Ehl-i Kitab’ın Müşrik Olduğunu Kabul Etmeyenler

İlk ve son dönem müfessirlerinden bir kısmı ise Ehl-i Kitab'ın müşrik kategorisine girmeyeceğini ifade etmiş ve genel olarak Kur’an'ın inanç noktasındaki dinler taksiminin buna izin vermediğini belirtmişlerdir. Taberî, Bakara suresindeki konu ile ilgili ayetin tefsirinde, müşrik ve Ehl-i Kitab kavramlarını kâfir kavramının muhtevasında değerlendirmiş fakat hususi anlamda müşrik kavramını Ehl-i Kitab’tan farklı bir şekilde ele almış ve müşrik kavramını putlara taparak Allah’a ortak kosanlar seklinde tanımlamıştır.54 Ehl-i Kitab'ın müşrik olduğunu iddia eden müfessirlerin delil olarak zikrettikleri Bakara suresinin 135. ayetini Taberî, yukarıda ifade ettiğimiz ayrıma göre izah etmiş ve müşrik kavramını tanımlayarak iki gurubu farklı şekilde zikretmiştir55.

Taberî, Katade ve Said b. Cübeyr’e dayandırdığı iki farklı rivayette, müşrik lafzını, kitap sahibi olmayan putperestler olarak yorumladıklarını nakletmiştir.56. Taberî, Hacc suresindeki konu ile ilgili ayetin tefsirinde müşrik lafzını, putlara tapan kimseler olarak yorumlamış57, Beyyine suresinde de müşrikler ve Ehli Kitap ifadelerini ayrı ayrı guruplar olarak yorumlamıştır58.

İbn Kesîr, Beyyine suresinin tefsirinde “Ehl-i Kitap” ifadesiyle Yahudi ve Hıristiyanların; “müşrik” ifadesiyle de putperest ve ateşperestlerin kastedildiğini ifade etmiştir59.

Reşid Rıza, Bakara suresindeki ilgili ayeti yorumlarken Ehl-i Kitab'ın müşrik lafzının muhtevasına girmeyeceğini; çünkü Kur’an’da, “müşrik” kavramıyla, kendilerine kitap verilmeyen inkarcıların yani müşriklerin kastedildiğini ifade etmiştir60.

Reşid Rıza, ilgili ayetin tefsirinde, meseleyi su şekilde izah etmiştir; her hangi bir meselede bilgi sahibi olan bir kimseye, sahip olduğu az bilgiden dolayı alim

54 Taberî, a.g.e., I, 474. 55 Taberî, a.g.e., I, 564. 56 Taberî, a.g.e., II, 377. 57 Taberî, a.g.e., X, 129. 58 Taberî, a.g.e., XV, 262-264

59 İbn Kesîr, Tefsir'ul Kur'ân'il-Azîm, 5.bsk. Beyrut 1416/1996, IV, 539. 60 Reşîd Rıza, Tefsîri’l-Menâr, Kâhire ts. II, 349.

(17)

denemeyeceğini, alim isminin gerçek manada ilim sahibi insanlar için kullanılabileceğini söylemiş ve Ehl-i Kitab'ında bazı noktalarda şirke düşseler bile - sahip olduğu az bilgiden dolayı bir kimseye alim denilemeyeceği gibi- taşıdıkları bir kısım sirk işaretlerinden dolayı Yahudi ve Hıristiyanlara da müşrik denilemeyeceğini ifade etmiştir61.

Mevdûdi, Kur’an da Ehl-i Kitap kavramından kastın, önceki peygamberlerle gönderilen ve sonradan tahrif edilmiş olsa bile ellerinde kitap bulunan herhangi bir kitaba inanan kimselerin; müşrik kavramıyla da, hiçbir peygambere inanmayan ve hiçbir kitabı bulunmayan kimselerin kastedildiğini ifade etmiştir. Mevdudi, Kur’an-ı Kerim’de Ehl-i Kitab'ın şirk işlediklerinin pek çok ayette ifade edildiğini, ancak bu ayetlere rağmen Ehl-i Kitap hakkında Kur’an'ın hiçbir yerde "müşrik" kelimesini kullanmadığını söylemiştir. Mezkur insanlar Kur’an-ı Kerim’de “Ehl-i Kitap”, “Yahudi”, “Nasara” veya kendilerine “kitap verilenler” olarak zikredilmiştir.

Mevdudi, Ehl-i Kitab'ın asıl dininin tevhid dini olduğunu; bunun tersine Kur’an’ın Ehl-i Kitap olmayanlar için ıstılah olarak "müşrik" kelimesini kullandığını, çünkü onların asıl dininin şirk dini olduğunu ve müşriklerin tevhidi kesinlikle inkar ettiklerini belirtmiştir.

Mevdudi, bu iki grup arasında sadece ıstılah olarak değil, şeriatın hükümleri ve uygulanması bakımından da fark olduğunu, Ehl-i Kitab'ın kestiklerinin Müslümanlar için helal; Ehl-i Kitap’ın kadınlarıyla evliliğin caiz olduğunu; bunun tersine müşriklerin kestikleri hayvanın etinin yenmesinin ve kadınlarını nikahlamanın helal olmadığını ifade etmiştir62.

Razî, müşrik lafzının Ehl-i Kitab’ı da ihtiva ettiği görüşünde olmasına rağmen Ehl-i Kitab'ın kızlarıyla evlenme noktasındaki izinle ilgili olarak bu görüş sahiplerinin meselenin izahında hiçbir sıkıntıyla karşılaşmadıklarını ifade etmiştir63.

Tabatabai, konu ile ilgili değerlendirmesinde Ehl-i Kitab'ın sirkinin putperestlere göre daha hafif ve gizli olduğunu ifade etmiş ve şirkin derecelerinin olduğunu ve bu derecelere göre de, salih kulların dışında tüm insanların –müminler de dahil- şirke düşebileceklerini ifade etmiştir. Ancak Tabatabai’ye göre değişik dereceleri bulunan ve birçok insanın düşmesi muhtemel olan şirk çeşitlerini göz önünde bulundurularak müşrik niteliğini herkes için kullanmayı gerektirmez. Çünkü birine bir fiil isnat etmek, onu bir vasıfla nitelemekten, bu vasfı onun için ad olarak kullanmaktan farklıdır. Nitekim farzlardan herhangi birini terk eden bir kimse o farzla ilgili olarak küfre girmiş sayılır,

61 Reşîd Rıza, a.g.e, II, 349.

62 Mevdudi, Tefhimü'l-Kur’ân, trc. Ahmet Asrar, İstanbul 1997, VII, 413-414 63 Razî, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, V, 141

(18)

ancak ona kâfir denmez. Ali İmran suresindeki ilgili ayette Haccı terk etmek küfür olarak nitelendirilmiştir. Ancak Haccı terk eden kimse kâfir değildir. Sadece bir farzla ilgili olarak küfre sapan bir fasıktır. Kur’an’da geçen salihler, şükredenler, temizler, fasıklar ve zalimler gibi sıfatlar için de aynı şey geçerlidir. Bu sıfatlar köken olarak ortak oldukları fiillerle özdeş değildirler. Şu halde isimlendirme ve nitelendirme ayrı bir konu ve ayrı bir hükme tabi, bir fiili birine isnat etmek de ayrı bir konu ve ayrı bir hükme tabidir. Tabatabai, Kur’an’ı Kerim’de “müşrikler” niteliğinin Ehl-i Kitap’la ilgili olarak kullanımının pek belirgin olmadığını ifade etmiştir64. Tabatabai, konu ile ilgili Hz. İbrahim’den bahseden ayetlerde müşrik ifadesinin Ehl-i Kitaba raci olmadığını ifade etmiştir65.

Konu ile ilgili değerlendirmesinde Süleyman Ateş, Kur’an-ı Kerim’in müşrik tabiri ile ilâhi bir kitaba sahip olmayan, Allah’a inanmakla beraber başka tanrılara da tapanları kastettiğini ifade etmiştir. Ateş, Tevbe ve Mâide suresindeki ayetlerle ihticac ederek Ehl-i Kitab'ın müşrik olduğunu iddia edenlerin yaklaşımlarının Kur’an’ın zahirine aykırı olduğunu belirtmiş ve Ku’an’ın hiçbir yerde kitap ehline müşrik demediğini ve sürekli Ehl-i Kitap ile müşrikleri tefrik ettiğini ifade etmiştir. Ateş, Kur’an’da müşrik kadınlarla evliliğin yasaklanmış olmasına rağmen; Ehl-i Kitab'ın kadınlarıyla evliliğe izin verilmesinin ve Ehl-i Kitab’ın kestiklerinin yenilmesine cevaz verilmesinin konu ile ilgili ayrıma mesned teşkil eden deliller olduğunu ifade etmiştir66.

Muhammed Esed, Kur’an Mesajı adlı eserinde Ehl-i Kitab'ın putperestlerden farklı olduğunu ifade etmiş ve Hıristiyanların Allah’tan başka varlıklara tanrısal nitelikler yakıştırmış olsalar da, bu varlıkları öz olarak daha çok tek tanrının tecellisi – ya da tecessümü- olarak gördüklerini ve dolayısıyla kendilerinin yalnızca Allah’a kulluk ettiklerine inandıkları için putperest kategorisinden ayrıldıklarını; ayette ifade edilen Allah’a ortak koşanlar ifadesiyle kastedilen putperestlerin ise Allah’ın birliğini ve essiz ve ortaksız olduğunu açıkça reddettikleri için müşrik kategorisinde yer aldıklarını belirtmiştir67. Esed, konu ile ilgili başka bir ayette “müşrik” kavramını hiçbir semavi kitaba inanmayan puta tapıcılar olarak tarif etmiştir68.

64 Tevbe, 10/30,31; Beyyine, 98/1.

65 Tabatabai, Muhammed Hüseyin, el-Mîzân fî Tefsiri’l-Kur’ân, trc.Vahdettin İnce, İstanbul 1998, II, 335-

337.

66 Ateş, Süleyman, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neş., ts., I, 381-383

67 Esed, Muhammed, Kur'ân Mesajı, trc.Cahit Koytak, Ahmet Ertürk, 5. bsk. İstanbul 2002, 669-670. 68 Esed, Muhammed, a.g.e., 1292.

(19)

Sonuç itibariyle, Kur’an-ı Kerim’de Ehl-i Kitab ifadesiyle Yahudi ve Hıristiyanların kastedildiği ve müşrik kavramının Ehl-i Kitab'ı kapsamadığını söyleyebiliriz. Çünkü konu ile ilgili nasslar bir bütün olarak değerlendirildiğinde başta kadınlarla evlilik olmak üzere kestikleri hayvanın etinin yenilmesi ve cizye verme meselesi vb. hukuki meseleler olmak üzere müşrikler ve Ehl-i Kitab'tan bahseden ayetlere bakıldığında belirgin ayrımların yapıldığı açıkça anlaşılmaktadır.

(20)

İKİNCİ BÖLÜM

MÜŞRİK TOPLUM

A

-

MÜŞRİK TOPLUMUN GENEL DURUMU

Kur’an-ı Kerim’de, insanın yeryüzünde halife olarak yaratıldığı69, diğer varlıklara üstün kılındığı70, suretinin en güzel biçimde şekillendirildiği71 ifade edilmiştir. Öte yandan insan, göklerin ve yerin kabul etmediği emaneti kabul etmek suretiyle önemli bir vazifeyi yüklenmiştir72.

İnsanın ferdî vazifeleri, temel olarak şu iki noktada toplanabilir: Bedeni ve ruhi vazifeler. Hayatın devam edebilmesi için nefsin korunması zaruridir. Çünkü insan ancak, kuvvet ve gücü nispetin de dinî ve medeni vazifelerini yerine getirebilir.

Bedenimize ait vazifelerimiz ilk olarak temizliktir. Temizlik kavramı vücut temizliğini, elbise temizliğini73, yiyecek temizliğini74 ve ev temizliğini75 kapsamaktadır. Kur’an-ı Kerim, kıyafet temizliğine; abdest almayı ve gusletmeyi emretmekle de beden temizliğine önem verdiğini göstermektedir76.

İkinci olarak sağlık ve sıhhatimizi korumamız, üzerimizdeki yükümlülüklerdendir. İslam’da sıhhat insanların kulluk vazifelerini en iyi şekilde eda edebilmeleri için ihmal edilmemesi gereken bir nimettir.

İnsanın kendi varlığına karşı vazifeleri olduğu gibi içinde yaşadığı topluma karşıda görevleri vardır. İslam ahlâkında toplum bir sürü veya kalabalık değildir. O kendisinde ilâhi güzelliklerin bir bir sergilendiği örnek ve insanlığın sergilendiği bir topluluktur. Tabii olarak böyle bir toplumun gerçekleştirilmesi birçok hak ve sorumlulukların, toplumun fertleri arasındaki hayatiyetine ve tatbikine bağlıdır.

Toplum ile ilgili vazîfeler ise; adalet, ihsan, emri bi’l-ma’rûf, nehyi ani’lmünker, yardımlaşma, affetme, emniyet, kardeşlik, sevgi ve muaşeret kuralları gibi müspet görevlerdir. Bunların yanında yasaklanan fiiller de vardır; adam öldürme, hırsızlık, aldatma,

69 Bakara, 2/17. 70 İsrâ, 17/70. 71 Tîn, 95/4. 72 Ahzab, 33/72. 73 Müddessir, 74/4. 74 Mâide, 5/87-88. 75 Hacc, 22/26.

(21)

ihanet, gıybet, istihza, fesat ve zulüm gibi davranışlar77. Kur’an-ı Kerim’de, Yüce Allah bu sosyal vazifelere değinmiştir. “Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı ve yakınlara yardımcı olmayı emreder; hayasızlığı, fenalığı ve haddi aşmayı yasaklar. Tutasınız diye size öğüt verir.”78

Kur’an-ı Kerim’deki şu ayet toplumların genel çerçevesini açıkça ortaya koymaktadır: “Ey insanlar, doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için milletlere kabilelere ayırdık, şüphesiz Allah katında (en değerli) ve üstün olanınız ondan en çok sakınanınızdır.”79 Bu konuyu tamamlayan başka bir ayet ise “İnsanlar aslında bir tek toplum (ümmet) idi. Sonra anlaşmazlığa düştüler de Allah onlara birleşmenin yollarının göstermek üzere peygamberler gönderdi”80

Mustafa Aydın bu ayetlerle ilgili olarak şu tespitlerde bulunmuştur: Yukarıdaki iki ayette iki ayrı sürece işaret edilmektedir: Etnik farklılık, ideolojik farklılık. Buna göre ilk insanlar etnik-dini (ideolojik) tek bir toplumdu, Hz. Adem çevresinde meydana gelmiş sosyal bir gruptu. Bundan sonra iki farklı gelişme oldu: Bir taraftan toplum, Allah’ın bünyesine yerleştirdiği bir farklılaşma kanununa uygun olarak kabile ve milletlere ayrılıdı. Bu, Allah’ın istediği şeydi, amaç da insanın kültür yönünden geliştirilmesi idi. Bununla insan toplulukları tek düze olmaktan çıkacak “kültürleşerek” (tanışarak) yepyeni iradi “bütünleşmelere” başlangıçtaki gibi tek toplum olmaya gideceklerdir. Sosyolojik bir gerçektir ki kültürel gelişmenin en önemli dinamiği az-çok farklılık gösteren kültürler arasındaki etkileşmedir. Üstelik ideal bütünlükler gelişmiş fertlerden inşa edilen anlamlı bütünlüklerdir. Vakıa “Allah dileseydi hepinizi tek ümmet yapardı.”81 buyrulmuştur. Onun için burada tabii bir birlik değil iradi bir birlik istenmiş, bunda insanların fikri, fiili katılıkları değerlendirilmek istenmiştir.

İkinci sürece gelince, insanlar doğru bir yolda elbirliği etmeleri istenirken onlar bizzat gerçek (tevhid) üzere ayrılığa düşmüşler, Allah bu noktadaki farklılığı gidermek, daha doğrusu yanlışları düzeltmek üzere peygamberler göndermiştir. Burada ideolojik farklılıkların giderilmesi murad edilmektedir. Esasen kültürleşme ile kazanılacak seviye de ideolojik birliğin (tevhidi inanç sisteminin) daha iyi kavranmasını sağlamaya, verilen mesajı sürekli kılmaya yöneliktir. İslam’ın, bir inanç telkiniyle yetinmeyip yeni bir toplum inşasına yönelmesinin sebebi de budur.82

77 Turgut,Ali, Kur'ân-ı Kerim’e Göre Ahlâk Esasları, İstanbul 1980, 151-78; Draz, Muhammed, Kur'ân Ahlâkı,

trc.Emrullah Yüksel, Ünver Günay, İstanbul 1993, s. 393-409.

78 Nahl, 16/90. 79 Hucurat, 13 80 Bakara, 2/213 81 Nahl, 98

(22)

İslam’ın yeniden inşa ettiği bu toplumun özelliklerine bakacak olursak şu özellikleri görürürüz:

İslam geldiği dönemdeki müşrik toplum için Kur’an-ı Kerim ve hadislerde cahiliye terimi kullanılmıştır. Bunun nedeni ise şudur: İslam gelmeden önceki dönemdeki Arapların inanç tutum ve davranışlarıyla, bütün bu tutum ve davranışları kaldıran, ıslah eden İslam devrinden ayırt etmek içindir.

İslamın geldiği döenmde cahiliye devrinin yaşandığı Arabistan Yarımadası, asya, Afrika ve Avrupa kıtalarının kesiştiği noktada, Mekke, Medine ve taif gibi şehirlerin oluşturduğu üçgen içerisinde83 stratejik ve jeopolitik bir öneme sahiptir.

Arapların siyasi yapısına gelince İslam’dan önce Arap Yarımadası’nda belli bir siyasi sistemin varlığı bilinmemektedir. Yarımadanın tamamını hakimiyeti altında tutan merkezi bir idare mevcut olmamıştır. Ancak yarımadanın kuzey doğusunda Hireliler, kuzeybatısında Gassaniler, güneyde Yemen’de Sebe’ ve Himyer krallıkları gibi devletler kurulmuştur. Diğer yerlerde kabileler müstakil bir şekilde varlıklarını sürdürmüşlerdir.84

Arap Yarımadası’nın en önemli bölgesi, Peygamber Efendimizin doğduğu, Kâbe, Safa, Merve gibi meşhur ve kutsal mekanların bulunduğu Mekke; Peygamberimizin hicret ettiği, İslam’ın inkişafının hız kazandığı şehir Medine ve Mekkelilerin sayfiye merkezi olan Taif’in bünyesinde barındıran Hicaz bölgesidir.

Genel olarak İslam’ın doğduğu coğrafyaya baktığımız zaman, genelde Arap Yarımadasında özelde ise Hicaz bölgesinde birlik ve merkezi otorite mevcut değildi.

Arabistan’ın nüfus yapısına baktığımızda Arabistan’ın aslı sakinlerinin Araplar olduğunu görüyoruz. Araplar tarihi bakımdan iki gruba ayrılmaktadırlar: Birincisi eski devirde yaşamış ancak daha sonra yok olmuş (Semud, Ad ve Meyden gibi) “Arab-ı Bâide” denilen grup, diğeri soyları hala devam eden “Arab-ı Bâkiye” diye isimlendirilen gruptur. Memleketleri Yemen olan, Güney Arapları da denilen asıl Arap unsurlar “Arab-ı Âribe” ile sonradan Araplaşan (Hz. İsmail’in soyundan oldukları için İsmaililer, Hz. İsmail’in torunlarından Adnan’ın neslinden geldikleri için Adnaniler de denilen) “Arab-ı Müsta’ribe” bulunmaktadır. Hicaz bölgesinde Arap olmayan topluluklarda o dönemde varlıklarını sürdürmektedirler.85

Araplar Bedevi ve Hadari olmak üzere iki çeşit hayat tarzı mevcuttur. Konar-göçer olarak çöllerde hayatlarını sürdüren Araplara “bedevi”; köy, şehir gibi yerleşim

83 Hamidullah, Muhammed, İslam peygamberi, çev. Salih Tuğ, İstanbul 1993, I, 18 84 Sarıçam, İbrahim, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, Ankara 2004, s. 20

(23)

merkezlerinde yaşayanlara ise “hadari” denir. Bilhassa Arabistan’ın orta ve kuzeyinde yaşayan Kahtani ve Adnani kabileleri bedevi ve hadari olmak üzere iki kısma ayrılıyordu. Bu iki hayat tarzı dışında yarı göçebe hayat tarzı da mevcuttu.86

Gerek bedevilerde gerekse hadarilerde toplumun temel yapısını, aynı soydan gelenlerin oluşturduğu ve fertlerin birbirlerine bağlılığının kan, neseb yoluyla olduğu “kabile” oluşturur.

Cömertlik, hilm, kahramanlık sabır ve tevazu gibi özellikleri bulunan kişi kabile başkanı olur ve bu başkan kabile toplantısıyla seçilirdi. Kabile başkanlarına seyyid veya şeyh bazen de emir, rab ve melik gibi ünvanlar verilirdi.

Kabilenin en küçük birimi geniş ya da çekirdek olan aileydi. Nikah dinen bir şey ifade etmiyordu. O dönemde nikahsız yaşama, süreli nikah, eşleri karşılıklı değiştirme (Nikah-ı bedel), bir erkekten çocuk sahibi olmak için eşi ona sunma (Nikah-ı istibda), başlık veya mehir vermemek için kızların değiştirilmesi(Nikah-ı şiğar) vb. nikah çeşitleri vardı87

Araplardaki ekonomik durum tabiatiyle kültürel durumun gölgesinde şekillenmiştir. Bedevi bir yaşama mahkum olan yerli halk geçimini deve besiciliği ile sağlamaya çalışmış, develeri ehlileştirmişleridir. Daha sonraları ise elverişli vahalara ve ticaret kentlerine yerleşen bu bedevi halk sistemli bir şekilde tarımla çoğunlukla ticaretle uğraşmışlardır. Mekke’nin o dönemdeki kutsiyetine binaen bir ticari merkez konumundadır. Medine ise toprak yapısının ve ikliminin elverişli olmasından dolayı tarımın daha çok geliştiği bir şehir olma özelliğini taşımaktadır.88

Cahiliye toplumunda din ve inanç olarak putperestlik yaygın bir hale gelmiş, vahiy inkar edilerek bozuk bir tanrı inancı oluşturulmuş, tanrı sadece inanma boyutunda kalan ve kendisine ortak koşulan bir unsur olmuştur. Böyle bir dini hayatın topluma yansıması olumsuz olmuş ahlak, mürüvvet, cömertlik, şeref gibi olgular tam bir gösterişe ve kaba kuvvete dönüşmüştür.

Cahiliye dönemine bakıldığında sınıfsal farklıkların olduğu, kabileler halinde yaşamanın neticesinde birey olmanın, tek başına sorumluk almanın mümkün olmadığını görüyoruz oysa Kur’an-ı Kerim’de birey olarak insana şu sorumluluk hatırlatılmıştır: “Siz boş

86 Hitti, Philip K., Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, çev. Salih Tuğ, İstanbul 1995, I, 45-46 .

87 Günaltay. Şemseddin, İslam Öncesi Araplar ve Dinleri, ssd. Mahfuz Söylemez, Sabri Hizmetli, Ankara 1997,

s. 122-124.

88 Hamidullah, Muhammed, Asr-ı Saadet Öncesi Medine’de Sosyo-Ekonomik Hayat, çev. İhsan Süreyya Sırma,

(24)

yere yaratıldığınızı ve bizim huzurumuza dönmeyeceğinizi mi sandınız!”89 kişisel olarak insanların düşüncelerine değer verilmeyen bir toplumda, kabile büyükleri ne isterse ve ne dilerse onun yapıldığı allah’ın bildirmiş olduğu sorumluluğu unutmuşlardır. İşte bu sorumluluğu unutup Allah’a ortak koşan kimseler, bütün bu davranışlarından ve vazifelerinden hesaba çekilecektir. Bu sorumluğu unutarak Allah’a ortak koşan toplumun özelliklerini Kur’an-ı Kerim’in indiği dönemden harekerle incelemeye çalışacağız.

B- MÜŞRİK TOPLUMUN DİNİ DURUMU

1- Allah İnancı:

Âlûsî, cahiliye Araplarının Allah hakkındaki düşüncelerini şöyle bildirmişdir: “Düalist ve bazı mecusiler dışında kalan bütün küfür ve şirk fırkaları, şu hususta ittifak etmişlerdir: Âlemin yaratıcısı, kendilerine rızık veren, işlerini yürüten, kendilerine fayda ve zarar veren, koruyup kollayan tek varlıktır. Allah’tan başka rab, yaratıcı, rızık verici, işleri idare eden, fayda ve zararın kaynağı ve koruyup kollayan yoktur.”90 Âlûsî, cahiliye Araplarında Allah inancının bu şekilde olduğunu söylerken aşağıdaki ayetlerden hareket etmektedir:

“Eğer onlara, ‘Gökleri ve yeri kim yarattı?’ diye sorsan, elbette ‘Allah’ derler. De ki: ‘ O halde Allah’tan başka yalvardıklarınıza hele bir bakın! Allah bana bir zarar vermek istese, onlar O’nun vereceği zararı kaldırabilirler mi? Yâhut bana bir rahmet vermek dilese, onlar O’nun rahmetini durdurabilirler mi?’ De ki: ‘Allah bana yeter. Tevekkül edenler O’na dayanırlar.”91

“Eğer onlara, Kendilerini kim yarattı’ diye sorsan, elbette ‘Allah’ derler. O halde (hakikatten) nasıl çeviriliyorlar?”92

“De ki: ‘Biliyorsanız (söyleyin), dünya ve içinde bulunanlar kimindir?’ ‘Allah’ındır’ diyecekler. De ki: Şu halde düşünmüyor musunuz?’ ‘Yedi göğün Rabbi ve büyük Arş’ın Rabbi kimdir’ de. ‘Bunlar Allah’ındır’ diyecekler. De ki: ‘O halde sakınmıyor musunuz?’ ‘Biliyorsanız (söyleyin), her şeyin melekûtu elinde olan, koruyup kollayan, fakat kendisi

89 Mü’minun, 23/115.

90 Âlûsî, Bülûğu’l-Ereb fi Ma'rifeti Ahvâlî'l-Arab, II, 197. 91 Zümer 39/38.

(25)

korunup kollanmayan kimdir?’ de. ‘(Her şeyin yönetimi) Allah’a aittir’ diyecekler. De ki: ‘O halde nasıl büyüleniyorsunuz?’ ”93

“De ki: ‘Sizi, gökten ve yerden kim rızıklandırıyor? Ya da o kulak(lar)ın ve gözlerin sahibi kimdir? Ölüden diriyi, diriden ölüyü kim çıkarıyor? Kim buyruğunu yürütüyor?’ ‘Allah’ diyecekler. De ki: ‘O halde sakınmıyor musunuz?’ ”94

Âlûsî’nin görüş bildirdiği bu âyetlere bazı alimler farklı yorumlar getirmişlerdir onların görüşlerinden yola çıkarak şunları söyleyebiliriz. Müşriklerin inanç dünyalarında, özellikle zikredilen sıfatlarıyla birlikte, Allah inancının ve şuurunun, köklü bir şekilde var olduğunu çıkarmak mümkün değildir. Âyetlerdeki üslûba dikkat edilecek olursa, müşriklerde var olan yerleşik bir inancın aktarılması gibi bir gayenin gözetilmediği hemen anlaşılacaktır. Bu âyetlerde, müşrikleri köşeye sıkıştırma ve sahte tanrılara yönelmenin anlamsızlığını vurgulama hedefi ön plandadır. Yani “Yontulmuş ya da yontulmamış basit bir taş parçasının veya bir ağacın, tanrı olma sıfatıyla, sayılan bu özelliklere sahip olmasını akıl sahibi bir insanın kabul etmesi mümkün mü?” demek istenmektedir. Bu sıfatları kendisinde taşıyan gerçek ilâhın kim olduğu kendilerine sorulduğunda, herhalde “Şu tapmakta olduğumuz putlardır” diyemeyecekler; fıtratlarının sesine kulak verecekler ve ibadet hayatlarından tamamen sildikleri Allah’ı hatırlamak zorunda kalacaklardır.

Bu görüşlere ilaveten Zekeriya Pak hocanın bu konu hakkındaki görüşleri şöyledir: “Onların, “Allah’ı yaratıcı ve diğer sayılan özelliklere sahip olarak itiraf edeceklerini” bildiren bu âyetler, yukarıda da geçtiği üzere, “Eğer sorarsan ...‘Allah’ derler, diyecekler” şeklindedir. Yani durup dururken, kendiliklerinden böyle bir inancı ikrar ve ifade etmiyorlardı. Bunlar da gösteriyor ki, onlar ancak bir sıkıştırma halinde, akıl ve fıtratlarının bir gereği olarak ikrara mecbur kaldıklarında veya sadece denizde boğulma gibi95 bir ölüm-kalım durumunda O’nu hatırlıyorlardı. Fakat bunların dışında, fiilen “Allah”sız yaşıyorlardı96. İnanç dünyasına putların hakim olduğu bir insanın, yukarıdaki âyetlerde sayılan özelliklere

93 Mü’minûn 23/84-89. 94 Yûnus 10/31.

95 İsrâ 17/67; Ankebût 29/65; Lokmân 31/32. 96 Yıldırım, Suad, a.g.e, s. 4.

(26)

sahip bir Allah inancını kendi şuurunda bilinçli bir şekilde yaşatması ve putperestliği ile bunu bağdaştırması oldukça güç bir durumdur.”97

“Şunu da gözden uzak tutmamak gerekir ki, söz konusu âyetlerde sıralanan, Allah’a ait özellikler, Kur’an’ın hemen bütününe yayılmış âyetlerde sıkça gündeme getirilir ve muhatap bu konuda uyarılır. Müşriklerin yöneldiği bâtıl tanrıların yaratma98, rızık verme99, yapılan duâya karşılık verme100, hükmetme101, doğru yola yönlendirme102 gibi özelliklerden tamamen yoksun bulundukları, yoğun biçimde vurgulanır. Eğer, Kur’an’ın, muhataplarındaki yanlış inançları düzeltme ve onları irşad etme hedefi göz ardı edilirse, bütün bu ifadelerden, müşriklerin, adı geçen sıfatları bâtıl tanrılarının ayrılmaz özellikleri olduğuna inandıkları kısmen hissedilebilir. Yani onların putlarında bu özelliklerin var olduğuna inandıkları ve Kur’an’ın da bu durumu tenkit ettiği ilgili âyetlerden anlaşılabilir. Ancak, söz konusu âyetler böyle bir sonucu çıkarmaya tam olarak imkân vermediği gibi, yukarıda geçen âyetlerden de onların Allah’a bazı üstün vasıfları bilinçli bir şekilde nispet ettikleri manası çıkarılamaz.”103

Cahiliye dönemindeki Araplar putları aracı olarak gördüğü Allah’a yaklaşmak ve O’nunla yakınlık kurmak için putları “aracı tanrılar” olarak kullanmakta olduğu görülür.

Kur’an-ı kerim’deki şu ayetlere bakıldığında müşriklerin Allah ile bağlantı kurup O’na yaklaşmak için aracı kullandığından bahsedilir:

“Onlar, Allah'ı bırakarak, kendilerine fayda da zarar da veremeyen putlara taparlar: "Bunlar, Allah katında bizim şefaatçılarımızdır” derler. De ki: "Göklerde ve yerde, Allah'ın bilmediği bir şeyi mi O'na haber veriyorsunuz?" Allah, onların ortak koşmalarından münezzeh ve yücedir.”104

“…. O'nu bırakıp da putlardan dostlar edinenler: "Onlara, bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz" derler….”105

Cahiliye dönemindeki Araplar aracı koyarak Allah’a ibadet etmelerine rağmen onların hayatlarında önemli bi yere sahip olmadığı görülür. Peygamberimiz, peygamberliğini ilan ettikten sonra onun getirmiş olduğu mesaja karşı takındıkları tavırdan bunu rahatlıkla anlayabiliyoruz. Hatta Kur’an-ı Kerim Allah ismini kullanmaya başladığında çok ciddi

97 Pak, Zekeriyya, “Cahiliye Araplarındaki Allah İnancının, Kur’an’dan Hareketle Tespitiyle İlgili Bazı

Hususlar”, CÜİFD, 2001, I, 6

98 A’râf 7/191; Yûnus 10/34; Ra’d 13/16; Nahl 16/20; 99 Nahl 16/ 73; Ankebût 29/17; Rûm 30/40

100 Ra’d 13/14; Fâtır 35/14; Ahkâf 46/5. 101 Mü’min 40/20.

102 Yunus 10/35.

103 Pak, Zekeriyya, a.g.m, CÜİFD, 2001, I, 6 104 Yunus 10/18.

(27)

tepkiler göstermişlerdir. Bu durumu islamiyeti kabul eden müslümanlara karşı yapılan eziyet ve işkencelerden açıkça anlamaktayız.

Müşriklerin yaşamlarına baktığımız zaman Allah’ın ismini duymak istememelerindeki nedenler arasında O’ndan ümit kesmek gibi bir durumla da karşılaşırız. Allah’ın rahmetinden ümit kesmeme Müminler için inaç esaslarındandır. Allah’ın rahmetinden ümidini kemiş kimse küfre girer. Çünkü Allah Teala şöyle buyurur:

“Muhakkak ki kafirlerden başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez”106bunun gibi, Allah’ın azabından emin olmak da küfürdür. Ancak “ Allah’ın azabından ziyanda bulunanlar emin olur”107

Peygamberler, Allah’ın lütfu ile cehennem azabından emin kılınmışlardır. Kendileri emin olmamışlardır. Hâlbuki onlar diğer insanlardan daha fazla Allah’tan korkarlar. Kısacası mümin Allah’la olan kulluk münasebetlerini sürdürdüğü takdirde O’ndan asla ümit kesmez ve Allah’ın yardımını umar.108

Kur’an-ı Kerim, Allah’ın şu fiileri icra edenlere yardım etmeyeceğinden bahseder: Zalimlere bile bile meyledenlere109, Allah’ın ayetlerine sırt çevirenlere110, kafirlere111, ahirete karşılık dünyayı tercih edenlere112, Allah’ın dinine savaş açan küfür öncülerine113, şirk ehline114, Allah’a karşı kibirli davranalara115, münafıklara116vb.

Kafirler, müşrikler Allah ile olan münasebetlerini kesmişlerdir. Kur’an, insanların sapmasının bir sebebi olarak ümitsizlikten bahsederek, kimlerde bu halin olacağını da dile getirir:

“Ey Oğullarım! Gidin, Yusuf'u ve kardeşini arayın. Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin; doğrusu kafirlerden başkası Allah'ın rahmetinden ümidini kesmez.”117

106 Yusuf, 12/87. 107 Araf, 7/99

108 Altıntaş, Ramazan,Kur'an'da Hidayet Ve Dalalet, Pınar Yayınları, İstanbul 1995, s. 376. 109 Hud, 11/113. 110 Müminun, 23/65-67. 111 Zümer, 39/54. 112 Bakara, 2/86; İbrahim, 14/3. 113 Kasas, 28/40. 114 Yasin, 36/74. 115 Fussilet, 41/15-16. 116 Haşr, 59/12. 117 Yusuf, 12/87.

(28)

“ ‘Zaten sapıklardan başka kim Rabbinin rahmetinden umudunu keser!’ diyerek sormuştu…..”118

“Allah'ın ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkar edenler, işte onlar Benim rahmetimden ümitlerini kesmiş olanlardır…”119

Büyük günah işleyen kimse tasdik halinde bulunur ki, onunla Allah’ın azabından korkar ve ondan bağışlanmasını ümit eder ve bilir ki, gerçekten Rabbinin rahmetinden ümidini kesen kimse cahil ve sapıktır. Bu itibarla ys’se düşen, Allah’ın nimetini streden, gizleyen ve tekzib eden değildir. Öyleyse ye’se düşene kafir denilmez.120

2-

Ahiret İnancı:

“Ahiret, ölümden sonra başlayan ve mahşerdeki dirilişten sonra ebediyen devam edecek olan bir hayattır.”121 Müslümanlar için ahrete inanmak inancın bir parçasıdır.

Kur’an-ı Kerim’in indiği müşrik Arap toplumu “gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı buyruğu altına alan”ın, “gökten indirdiği su ile ölümünden sonra yeryüzünü dirilten”in Allah olduğuna inanırdı.122 Fakat onlar, yeniden dirilişe, dolayısıyla ahiret inancına sahip değillerdi: “Hayat, ancak bu dünyadaki hayatımızdır. Ölürüz ve yaşarız; bizi ancak zamanın geçişi yokluğa sürükler” derler. Onların bu hususta bir bilgisi yoktur, sadece böyle sanırlar.”123 Onlar da bugün Allah'a inandığını söyleyip, istediği gibi davranan, Allah'ın hakimiyetini tanımayanlar gibi kendi heva ve heveslerine uyuyorlardı. Bir yaratıcının varlığını kabul etmenin, ona inandık demenin kendilerini kurtuluşa ulaştıracağını zannediyorlardı: “Ardlarından yerlerine gelen bir takım kötüler, Kitap'a mirasçı oldular. “Biz nasıl olsa affedileceğiz” diyerek Kitap'ın hükümlerini değiştirme karşılığı bu değersiz dünyanın mallarını alırlar; yine ona benzer geçici bir şey kendilerine gelince onu da kabul ederlerdi.”124 Kur’an’ın sürekli eleştirdiği ve can yakıcı azapla tehdit ettiği eylemleri de bu yüzden yapmaktaydılar. Müşriklerin, ahirete imana çağıran Rasule karşı sergiledikleri tavır, şaşırtıcı derecede yeniden dirilmeyi reddeden çağdaş materyalistlerin tavrıyla benzerlik

118 Hicr, 15/56-57. 119 Ankebut, 29/23.

120 Maturidi, Kitabu’t Tevhid, İstanbul-1978, s. 334.

121 Gölcük, Şerafettin; Toprak, Süleyman, Kelam, Konya- 2001, s. 439 122 Ankebut, 29/61, 63

123 Casiye, 45/24 124 Araf, 7/169

(29)

göstermektedir. İlk yaratılışını unutan insan, toprak olduktan sonra yeniden diriltileceğini125 bir türlü anlamaz.

Ahiret, bir imtihan alanı olan dünya hayatından sonra, insanların yeniden diriltilerek imanları, salih amelleri veya işledikleri günah, şirk ve zulümlerinin karşılıklarını görme durumudur.

Kur'an, yapılan amellere dikkat çekerek insanların mutlaka hesap vereceklerini, amellerinin karşılığını göreceklerini hatırlatır, insana şah damarından daha yakın olan Rabbimiz insanın sağında ve solunda iki meleğin hazır bulunduğunu, yapılanları kaydettiğini126 ,yapılacak zerre kadar iyilik ve kötülüğün karşılığının mutlaka görüleceğini127 belirterek her an hesap verme ve kulluk bilinciyle hareket edilmesi gerektiğini ortaya koyar. Böylece adımlarını hesaplı atan, hareketlerini kontrol eden ve hesap verme bilincine sahip ölçülü insanlar yetiştirmeyi hedefler.

İlk inen surelerden olan Alak suresinde “namaz kılan kulu engellemeye çalışan”128ı

yalancı, günahkar perçeminden tutmakla tehdid eder ve yardımcılarının da işe yaramayacağını hatırlatır. Müminlere ise bu azgına itaat etmemeleri emredilir.

Yine ilk inen surelerden Müddessir'de tek olarak yaratılıp hesapsız mal, kendisini destekleyen evlatlar ve geniş imkanlar verilen, halen de arttırılmasını uman, ölçüp biçip "bu öğretilen bir sihirdir"129 diyen müstekbirin derileri kavuran sekara atılacağı belirtilir. Mücrimlerin cehenneme atılış sebepleri olarak namaz kılmamak, düşkünlerin dertleriyle ilgilenmemek, herkes gibi batıla dalmak ve hesap gününü yalanlamak zikredilir.

“Öyleyse yalancılara itaat etme Onlar istiyorlar ki kendilerine taviz veresin de seninle uzlaşsınlar. Yalan yere yemin edip duran alçaklara, fesat çıkarmak için laf getirip götüren iftiracılara, hayra engel olan zalim günahkarlara, küfründe direnen, hem de karaktersiz kimseye, servet ve güç sahibi de olsa itaat etme. Ayetlerimiz kedisine okunduğunda 'bunlar eskilerin efsaneleridir' der. Onun burnunu yere sürteceğiz.”130

Kur’an-ı Kerim müşriklerin ahiret hakkındaki görüşlerini şu aytelerde bizlere aktarır: “İnkar edenler: "Biz ve babalarımız toprak olduğumuzda mı, doğrusu bizler mi tekrar

125 İsra ,17/49-51 126 Kaf, 50/16 127 Zilzal, 99/7-8 128 Alak, 96/9-10 129 Müddessir, 74/ 24-25 130 Kalem, 68/8-16

(30)

çıkarılacağız? Bununla biz de, daha önce babalarımız da, and olsun ki, tehdit edilmiştik. Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değildir" dediler.” 131

Seyyid Kutub bu ayetle ilgili şunları söyler: İşte bu, inkar edenlerin sürekli olarak gelip takıldıkları bir açmazdır. Hayat bizden el etek çektiğinde, vücutlarımız çürüdüğünde, kabirlerde dağıldığında ve toprak olduğunda... Evet bütün bunların hepsi gerçekleştiğinde zaten bu haller, toprağa verildikten bir süre sonra kuraldışı nadir haller dışında tüm ölülerin başından geçen aşamalardır- bizler ve bizden önceki atalarımız bu aşamalardan geçtikten sonra biz mi bir daha tekrar diriltilecek hayata döneceğiz! Etimizin ve kemiklerimizin toprağına karışıp gerçekten toprak haline döndükten sonra biz mi bu topraktan çıkarılacağız!132

Kur’an-ı Kerim müşriklerin yapmış olduğu bu itirazlara karşı şunları söyler. “İnsan kendisini bir nutfeden yarattığımızı görmez mi ki hemen apaçık bir hasım kesilir ve kendi yaratılışını unutur da; “Çürümüş kemikleri kim yaratacak” diyerek, Bize misal vermeye kalkar? De ki: “Onları ilk defa yaratan diriltecektir. O, her türlü yaratmayı bilendir.” Yaş ağaçtan size ateş çıkarandır. Ondan ateş yakarsınız. Gökleri ve yeri yaratan, kendilerinin benzerini yaratmaya kadir olmaz mı? Elbette olur; çünkü O, yaratan ve bilendir. Bir şeyi dilediği zaman, O'nun buyruğu sadece, o şeye “Ol” demektir, hemen olur.”133

“Sizi yaratmak mı daha zordur, yoksa göğü yaratmak mı? Ki onu Allah bina edip yükseltmiş ve ona şekil vermiştir.” “Gecesini karanlık yapmış, gündüzünü aydınlatmıştır.” “Ardından yeri düzenlemiştir.” “Suyunu ondan çıkarmış ve otlak yer meydana getirmiştir.” “Dağları yerleştirmiştir.” “Bunları sizin ve hayvanlarınızın geçinmesi için yapmıştır.” “Güç yetirilemeyen en büyük baskın geldiği zaman, o gün, insan ne uğurda çalıştığını anlar.”134

Kur'an'ın bizden itaat etmememizi istediği zulme, şirke, tuğyana karşı durabilmemiz, İslami kimliğimizi tavizsiz bir şekilde ortaya koyarak örnek şahitler olabilmemiz, ancak ahirete imanla mümkündür.

Kendisine fücur ve takva ilham edilen insan, sürekli dünyaya meyyaldir. Az bir geçimlik de olsa yakın olanı, dünyayı ister. Oysa Kur'an, sürekli dünyevileşmeden, tercihleri dünyaya yönelik yapmaktan sakındırır. Asıl mükafatın ebedi olarak ahirette verileceğini

131 Neml, 27/67.

132 Kutub, Seyyid, Fî zilâl'il Kur´an, trc. Bekir Karlıağa, M. Emin Saraç, İ. Hakkı Şengüler, İstanbul 1968,

11,185

133 Yasin, 36/77-81. 134 Naziat, 79/27-35.

(31)

vurgular. Ahireti eksen alan vahiy, insanların ahireti gözeterek tercihte bulunmalarını ister. Fakat mistik anlayışlarda olduğu gibi tamamen dünyayı boş vermeyi de asla hoş görmez.135 ‘Hayır! Doğrusu siz; yetime ikram etmiyorsunuz. Düşkünü doyurmak için birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. Mirası hak gözetmeden yiyorsunuz. Malı da pek çok seviyorsunuz... O gün cehennem ortaya konur, işte o gün insan, hatasını” anlar, fakat pişmanlığı fayda vermez. 'Yazıklar olsun bana. Keşke dünyadayken salih amel işlemiş olsaydım' der.” 136

Ahirete iman, Kur'an'da genellikle Allah'a imanla birlikte zikredilir. Sürekli yaratma halinde olan, adil ve hesap görücü Allah anlayışı, elbette ahiret inancını zorunlu kılar ve hayata müdahale etmeyen seküler tanrı anlayışını reddeder. Tek korku ve ümit kaynağı olarak Allah'ı görür.

Ahirete iman, müminlere bulundukları konuma göre sorumluluk yükler. Zorbaların hakim olduğu bir toplumda zulme direnmeyi, yetimi yoksulu korumayı, mala sahip olduğunda infak etmeyi, namazı kılmayı, güce ulaşıldığında savaşı, anlaşma yapıldığında riayeti gerekli kılar. Bu anlamda ahiret inancı, doğumdan ölüme, hayatın her alanını düzenleyen bir bilinçtir.

C- MÜŞRİK TOPLUMUN SOSYAL DURUMU

1- Haksız Yere Cana Kıyma

Kur’an-ı Kerim'de farklı ayetlerde müşriklerin kısas konusundaki uygulamaları eleştirilmiş ve bu konudaki çarpık anlayışlarına işaret edilmiştir137. Cahiliyye döneminde suçun şahsiliği ilkesi benimsenmemişti. Bu yüzden baba bir suç işlediğinde oğulları ve yakınları, hatta mensup olduğu kabilenin tüm fertleri, tıpkı suçu işleyen kimse gibi sorumlu tutuluyordu138.

İbn Teymiye müşrik Arapların kısas tatbikatında çoğunlukla haddi aştığını ve maktulün yakınlarının, katilin dışında mensup olduğu kabilenin liderini veya önde gelenlerini öldürmek suretiyle haksız bir kısas uygulaması yaptıklarını belirtmiştir139.

Taberî müşriklerin kısas konusunda ne kadar haksız uygulamalar yaptığını ifade mahiyetinde şu rivayeti aktarır; cahiliyye döneminde bir kişi başka bir kişiyi öldürdüğünde

135 Bakara, 2/200 136 Fecr, 89/19-24

137 Bakara, 2/178; Enâm, 6/151,164.

138 Cevâd Ali, el-Mufassal fi Tarihi'l-Arab Kable'l-İslam, Darü'l-İlm li'l-Melayin, Beyrut-1969, V, 485-486. 139 İbn Teymiye, Ahmed b. Abd'ül-halim, es-Siyâsetü’s-Seriyye fi İslâhir-Râ'î ve'r-Raiyye, Dâr'ul Marife,

Referanslar

Benzer Belgeler

Kur’an-ı Kerim’i Güzel Okuma Yarışması Seçici Kurul Toplam Puanlama Formu A) Yarışma Bilgileri.

‘ Sizin hepinizin yaratılmanız da yeniden diriltilmeniz de sadece bir tek kişinin yaratılması ve diriltilmesi gibidir; Allah her şeyi işitir, her şeyi

Bu ilim, Kur’ân harflerini zat ve sıfatlarına uygun, ihfâ, izhâr, iklâb ve idğâmlara riayet ederek okumanın yanında; kelimeleri medlûl ve mânâlarına yaraşır

bağışlamaz; bundan başka günahları, dilediği kimse için bağışlar...” (Kur’an, Nisa [4] 48 ve 116). “Kendi uydurduğu yalanları Allah‟a isnat eden veya ona

Eğer o (Kur’an) Allah katından olup da siz de onu inkâr etmişseniz, o zaman derin bir ayrılık içinde bulunan kimseden daha sapık kim

Göklerin ve yerin yaratılış keyfiyeti, insanın yeryüzünde yaratılış hadisesi, geçmiş milletlerin hayat maceraları gibi hususlar, geçmişte olup bitmiş, fakat

1 Okul içi yarışmaların son gerçekleştirilme tarihi 1 Aralık Cuma 2017 2 İl/il içi bölge koordinatör okullarının belirlenmesi 8 Aralık Cuma 2017 3 Okul

Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de ölümü ve hayatı kimin daha güzel işler ya- pacağını sınamak için yarattığını bildirmiştir. 2 Bu imtihanın muhtemel şekil- lerini “...biraz