Sabri efendi Kümelinden geleli tam dört buçuk sene olmuştu. Bu dört buçuk senenin ikiden fazla bir kısmım İstanbulda tamamiyle bekâr olarak geçirdiğinden, gün düz ve akşam yemeklerini tabiî aşçı dükkânlarında yiyordu. Bera berinde küçük çocukları bulun duğu halde, dul annesi de son mübadiller kafılesile İstanbul? gelince, hükümete müracaat ettiler; ve Beykozda bir evde iskân olun dular. Evlerinde vakıa derhal bir miktar yemek pişirmeğe başlandı. Ancak Sabri efendi, Sirkecide bir ticarethanede veznedar muavini bulunduğundan, yemek yemek üze re öğle vakitleri Beykoza kadar gidip gelmesine tabiî imkân yok tu. Gündüzleri aşçı dükkânlarında kırk elli kuruşa karın doyurmakta devam etti. Aynı zam nda sabah ları evde fazlaca peynir ekmek ve zeytin yiyordu; ve öyle iştiha ile ve bolbol yiyordu ki, annesinin biraz da gözü kalır gibi oluyordu. Fakat akşama kadar bununla idarei maslahat ettiğini, olsa olsa bazen fazla acıktıkça bir işkembe çor bası içtiğini; veya beş kuruşluk peynir, beş kuruşluk ekmek alıp yediğini zannediyordu. Oğlunun her gün gündüz lokantaya gide rek kırk, elli ve hatta bazı kere ler altmış kuruşu tek başına, kendi nefsi için harcettiğini, bilmiyorum nasıl bir münasebetle öğrenince, kadıncağızın üstüne hiddetten az kalsın fenalık geliyordu. Uzun bir
münakaşa neticesinde, Sabri efen dinin her sabah bir el çantasına günd'âze mahsus yemeği koyarak öyle gitmesine karar verildi . Bütçede bu suretle her halde şehrî dokuz on liralık bir kâr faslı açılmış oluyordu.
Bir sene bu hal böylece devam etti. Sabri efendi çantasına çabuk alışmıştı. Tatil günleri müstesna, yazın, kışın, ilkbaharın ve sonba harın her gününde, elinde çantası ve çantasındaki mavi kap içinde yemek, pembe renkte bîr peşkir,
iki dilim ekmek ve bir çatalla bıçak, Beykozdan Sirkeciye ve Sirkeciden Beykoza gidup geldi. Bununla beraber malî vaziyetle rinde salâh hasıl olmamış ta değil di. Sabri efendinin aylığı ilk önce kırk lira olduğu halde arttı arttı, elli, altmış, yetmiş, seksen lira oldu. Doğrusu da çalışkan ve ciddî çocuktu. Zemanenin evlâdı gibi çarliston pantalonu giyip dans solonlarına koşmuyordu. Haftada bir kere sinemaya gidi yor, kış mevsiminde iki defa Darülbedayii seyrediyor, her gün de muntazaman beş kuruş verip bir gazete alıyordu. Bir kere, müşteriler yemek yerken çalgılar çalınan bir yerde taam etmiş, sonra da birkaç arkadaşla bara gitmiş, orada likör içmiş, geçir diği bu nadir geceden bediî ve İçtimaî hayli intibalar da almıştı. Aylığı seksen lira olunca, Sabri efendi evlenmek istedi. Masraftan korkup ilk önce t. ¡idesi bu işe
muteriz bulundu ise de, sonra oğlunun yeni kurtulduğu hastalı ğın icap ettirdiği müthiş tedavi masrafını ve güçlü kuvvetli deli kanlının evlenmezse daha da fazla mesarif ihtiyarına mecbur olabileceğini düşünerek, muvafakat
etti. Zaten Sabri efendinin alacağı kız - ki akrabalarındandı - çirkin, ka a kuru ve ufak tüfek olduğu için, kocasını fazla masraflara sokal ilecek kadar üzerinde nüfuz kazanmasının hiç ihtimali yoktu. Hem kız terzi idi de : Üstünü başını kendi kazanciyle yapacağı gibi, Sabri efendinin validesi Merzuka hanım, onu evvel Allah bir müddet sonra ev masrafına da karıştırabilirdi. Sabri efendi ev lendi.
Sabri efendinin zevcesi Mu kaddes hanım on iki senedenberi îstanbulda bulunuyor ve Bey- oğlunda bir terzihanede - şaka değil! - kalfalık ediyordu. Sabah leyin Sabri efendi ile beraber, bir vapurda iniyorlardı. Sabri efendi mavi gözlü, beyaz yüzlü ve iriyarı
bir delikanlı olduğundan, Mukad des hanım kendi karalığını ve cılızlığıni ne kadar bilmese, gene bildiği cihetle, böyle güzelce bir kocası olduğundan pek memnun ve müftehirdi. Şu kadar ki onun, bâzan mağazaya gelen ve cadde lerde görülen şık beylere hiç mi hiç benzemeyişinden müteessirdi. Hele kocasının elinde sallıya sallıya yürüdüğü o yemek çantası, fena halde sinirlerine dokunuyor du. Haysiyetini tanıyan bütün İstanbul hanımları gibi, Mukaddes
hanımın da sinirleri vardı. Sözün doğrusu, bu çantadan dolayı kadıncağız zevcinden utanıyor, yolda beraber giderlerken terzi hanenin müşterileri olan şık hanım ve beylerden birine, hatta terzi hanedeki arkadaşlarına tesadüf etmemek istiyordu. Hayli cadaloz olan kaynanasından çekindiği için de, çanta aleyhinde bir şey söy lemeğe cesareti yoktu. En nihayet, çantanın hakkından gelmek mak- sadıyle çareler arayarak, kocasına bir boyun atkısı, bir çift eldiven ve bir çift getr aldı.
Kış ta başlamak üzere idi. Bu sebeple boyun atkısına pek ziyade memnun olan Sabri efendi, eldiven ve hele getrlerin lüzum suzluğuna kalben hükmetmekle beraber, nekadar lüzumsuz ve faıdesiz de olsa her hediye bir kardır diye düşündü; ve karısının esmer, çilli ve elmacık kemikleri çıkık yanaklarından kemali mu habbetle buseler aldı. Fakat, ertesi sabah, boynunda ipek atkısı ve ayaklarında getrleri olduğu halde, kahverengi ve glase eldivenli elini yemek çantasına uzatmağa teşeb büs edince, bu kıyafet ve zerafet- te bir beyin tıpkı esnaflar gibi çanta taşımağa tenezzül etmeye ceğini Mukaddes hanım gayet cittî bir lisanla ihtar etti. Bunun üzerine, Sabri efendi boyun atkı sını muhafaz ederek ellerinden eldivenlerini ve ayaklarından getr lerini çıkarmağı düşündü. Lâkin zevcesinin böyle bir hareketten
nakadar muğber olacağından, ve bundan dolayı da kendisine ba dema hiçbir hediye almayacağın dan korkarak, çaresiz çantayı bırakmağa mecbur oldu.
1 <r hafta kadar şehre çantasız ınd ve öğle yemeğini eski zaman- ^rdaki gibi aşçı dükkânlarında yedi. Merzuka hanım, çantanın başına gelen bu felâketten gelini ni bihakkın mes’ul tutuyor ve kendisiyle hiç lâkırdı etmiyordu.
Lâkin çantanın bir köşede metruk kaldığı bu müddet içinde, Sabrı efendi bir yerde eldivenleri ni unuttu; ve getrlerden birini giyerken bunun altlığını koparı verdi. Sade boyun atkısı kalmış, binaenaleyh şıklıkla münasebeti hayh azalmıştı. Düştüğü nisyan ve istihkardan çantasını tekrar kurtarmağı artık düşünmeğe baş lamıştı.
Eldivenlerle getrlerin vefatın dan on gün kadar sonra, Sabri efendi çantasını yeni baştan taşımağa başladı. Bu hususta her gün annesiyle hırgır etmekten bitap düşmüştü. Belki bu çantaya kendi de o kadar alışkındı ki, matemini bizzat tutmuştu; ve koca şehrin içinde kendisini çanta ol madan yapyalnız, garip ve metruk hissediyordu. Biçare Mukaddes hanım ettiği masrafla kalmıştı. Gene günler eskisi gibi geçmekte devam ediyor, sabahları içinde gene bir kap yemek, peşkir, çata! bıçak ve iki dilim ekmek olduğu halde Sabr .'fendinin elinde Bey- kozdaı eciye giden çanta,
akşamlan içinde yemek ve ekme ğe âit bir kırıntı olmadığı halde Sirkecider Beykoza dönüyordu.
Pek fe havalar müstesna, her cuma ^ nü karı koca munta zaman sine naya inerlerdi. Ve ancak o gün Sabri efendinin elinde çanta bulunmazdı. Mukaddes
hanımda genç ve güzel kocasiyle gezen şık ve güzide bir hamm olmak zevk ve gururunu doya doya hisseder, her kesin gözle rinde kendisine karşı takdir ve gıpta keşfetmekten emin yürürdü.
İşte bu şerefli ve saadetli gün lerden birinin ferdasında, yani bir cumartesi sabahıydı. Mukaddes hanım, Sabrı efendi ve çantası, Beykozdan vapura binip köprü iskelesinde çıktılar. h.arı koca merdiven başında ayrılmışlar, Mukaddes hanım Karaköye, Sabri efendi ile çantası da Emin- önüne dağru teveccüh etmişlerdi ki, mü .¿iş bir feryat ve vaveyla duyarak Mukaddes hanım döndü. Birdenbire peyda oluvermiş, mahşer gibi bir kalabalığın arasına kendi de karışınca, halkın bir otomobil şoförüne dayak attığını ve otomobilinin tekerlekleri altın dan, aman yarabbi, zavallı kocası Sabri beyi sürükleyip çıkardıkla rını gördü. Mukaddes hanım der hal koşup kocasının üzerine ka panacak, ve biraaz betçe sedasiyle avaz avaz : Vah Sabriciğim ! Vah Sabriciğim !„ diye bağırıp çırpı- nacaktı. Her tarafı kanla mülem ma kocasına sarılınca, yeni man tosunu berbat edeceğini bile
dü-şünmiyordu. Fakat tam üstüne kapanacağı zaman dikkat e tti: gözleri kapalı ve baygın inleyen
bulunan çantasını iki eliyle sım sıkı tutuyordu. Belki de çantasını yere düşürmekten çekinerek, bu mel’un çantayı korumak derdinde iken, otomobilin altına düşmüştü ! Şeref ve haysiyetinin baş düşmanı olan bu uğursuz çantaya, yaralar içinde, ve ihtimal sokak ortalarına ölüm halinde serilmiş yatarken kocasının, hâlâ böyle ihtimamlar göstermesini, Mukaddes hanım, artık nefsine karşı tahammül edilemez bir hakaret saydı, daya namayarak bağırdı :
— Nasıl söz dinlemeyip bu çantayı taşır mısın ? İşte şimdi kötürüm olursan, başıma kalırsan bu menhus çantaya kurban oldu ğunu eyi bil, hımbıl !
■ ^î> d m *
r ">Jj ) ı s
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi