• Sonuç bulunamadı

Yurdundan edilen insan:Zekeriya Sertel

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Yurdundan edilen insan:Zekeriya Sertel"

Copied!
7
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Yurdundan

edilen insan

Zekeriya Sertel

Röportaj: Gündüz Vassaf

Bugün 8. Sayfada

S U N U S

M e m e t N a z ı m

Zekeriya Sertel'le Gündüz Vassaf röportaj yapacak... 19 Aralık 1960'da T.C. Anayasasını çiğneyen Türk po­ lisiyle Zekeriya beyin, Sertel destanının bir parçası olan, Yeşilköy macerasını, bugünkü hayatını ve projelerini, bir kaç sayfada yazıp gazeteye yollamak zor iş.

***

Zekeriya Sertel Türkiye'ye çağdaş gazetecilik anlayışı­ nı getirendir, özgür basın için hiç bir türlü baskıdan kork- mtyanlardan, tek partili dönemde sesini çıkaranlardandır.

Demokrasiyi malları zannedenler, "memleketi kendi çiftlikleri sananlar" en sonunda, o zamanlar ender olan, bu namuslu gazeteciyi matbaası Tan'ı yıkarak susturma çaresine başvurdular. Geçirdiği acı deneylere rağmen Zekeriya Sertel inancından yılmadı ve geleceğe güvenle bakıyor. Notlarında "Türkiye nereye gidiyor?" sorusuna şöyle karşılık vermiştir;

"Amerika'nur ve özellikle CIA'nın programına göre Türkiye'de solun silinmesi gereklidir. Sıkıyönetim iki üç yılda elinden geldiğince bunu gerçekleştirmeye çalış­ tıysa da, solu sindiremedi. Sindiremezdi de. Bu önünde durulamıyacak bir akımdır. Çarkları geri dönmez. Bir defa ileri yolda işlemeye başladı mı artık o ileri işle­ yecektir.

Zekeriya beyin, Sertel ailesinin, cesareti, kaba kuvve­ te ve faşizme karşı savaş verenler için bir örnek olmuş­ tur.

***

26 Ağustos 1976 Paris işçi mahallesi Montreuil... Gündüz röportajı bitirdi, memleketten konuşurken Yıldız Sertel'in getirdiği gazeteye gözümüz ilişti: "Erge- nekon tablosuna karşı çıkan öğretmen 141 ve 142 mad­ delerden yargılanacak... Taner Akçam'ın 676 yıl hapsi istendi. Kahta ilçesinde 6 öğretmen ağır şekilde cezalan­ dırılıyor... Şili'de psikolojik işkence... Tel Zaatar düştü.." Zekeriya bey pencereye bakarak, Nâzım'ın Tan gazetesinin yıkılması üzerine yazdığı şiiri mırıldandı:

Bursada havlucu Recebe,

Karabük fabrikasında tasviyeci Haşana düşman fakir köylü Hatçe kadına,

ırgat Süleyman'a düşman, sana düşman, bana düşman, düşünen insana düşman, vatan ki bu insanların evidir, sevgilim, onlar vatana düşman...

(2)

«

r

■ \

Yurdundan edilen insan

RÖPORTAJ: GÜNDÜZ VASSAF

H a s r e t b iz i b i tir d i

Vatan Gazetesi benden Zekeriya Sertel'le bir röportaj yapmamı istedi.

Yurda dönmesine yıllardır izin verilmeyen Zekeriya Sertel kızı Yıldız Sertel'le birlikte Paris'in yoksul, kenar mahallelerinden birinde oturuyor.

Kendisini evinde ziyaret ettim. Kapıyı Ze­ keriya Sertel açtı. A k saçlı, gözlüklü, hayli za­ yıf, biraz bükülmüş bir ihtiyar— fakat zinde.

Ufacık bir dairedeyim. İki odaya sıkışmış Serteller. Çok mütevazi bir hayat yaşıyorlar. Bir odada Vincennes Üniversitesinde öğretim görevlisi Yıldız Sertel Türkiye hakkında

yaz-meç verdiğinizi hatırlıyorum. Yedi yıl önce 78 yaşınızda kalkıp Türkiye'ye geldiniz, Y e­ şilköy maceranızla sonuçlanan girişimde bu­ lundunuz. Nasıl oldu yurda dönme girişimi­ niz?

Bir gün Hürriyet gazetesinin muhabiri Gökşin Sipahioğiu bizi buldu Paris'de. Gaze­ tenin bize memlekete dönme imkanlarını sağ­ layabileceğini söyledi. Sonradan öğrendiğimi­ ze göre Hürriyet, Başbakanla temasa geçmiş. Bizim dönmemiz için müsaade almaya çalış­ mışlar. Fakat Demirel bir şart koşmuş

—De-ESKİ BİR FABRİKATC

GÖNDERDİĞİ PAKET

BABAN

mu

ARMAı

Zekeriye Sertel 84 yaşında bir ihtiyar. Ancak konuşmaya başlayınca bambaşka bir hava esi­ yor. Yorulmak bilmeyen, aydınlık genç bir insan var karşımda. Dün ve bugün kadar yarını da-yaşıyor...

dığı kitabın son düzeltmelerini yapıyor. Ev kitap ve resim dolu. Resimler Sertel'in hayatı­ nı yansıtıyor. Bir köşede, on yıl önce ölen ve kendisiyle birlikte zamanın ilerici■<gazetesi Tan'da mücadele veren eşi Sabiha Sertel'in fotoğrafı! Nâzım Hikmet'in büyük bir portre­

si

"Koca Nâzım'la aynı derecede sevdiğimiz ve saydığımız büyük gerçek dostumuz Zeke­ riya Sertel'e" yazmış ressam tablonun altına. Sertel'le Nâzım Hikmet, yurt dışına çıkmaya zorunlu kaldıktan 1950'ierden, Nâzım jn Sov- yetler Birliği'nde ölümüne kadar geçen onbeş yıl süresince hemen hergün beraber olmuşlar, gurbet yıllarını birlikte yaşamışlar.

Başka bir köşede kendisine Pekindeyken Çin ressamlan tarafından hediye edilen sulu boya resimler. Onların hemen yanında rengâ­ renk çocuk resimleri. Mahallede oturan ufak Türk çocuk/annın yaptığı resimler bunlar. A n ­ neleri babalan işdeyken "Zekeriya Amca"nm evine koşup, bu "sevimli" amcayla beraber oluyorlar.

Zekeriya amcaları 84 yaşında bir ihtiyar. Ancak konuşmaya başlayınca bambaşka bir hava esiyor. Yorulmak bilmeyen, aydınlık genç bir insan var karşımda. Dün ve bugün kadar yarını da yaşıyor. Kendisiyle iki gün sü­ ren bir röportaj yaptım —iki ay, iki yıl da süre- bilirai

İLK TEŞEBBÜS

Karşı karşıya oturduk ve başladık konuş­ maya. Bir süre sohbet ettik. Konuşmamız bu­ günkü durumuna geldi. Vatan hasreti içinde Zekeriya bey. Hükümet Türkiye'ye sokm u­ yor. Yıllardır girişimlerde bulunmuş memle­ ketine dönebilmek için. Kendisinden yurda dönme çabalarını anlatmasını rica ettim.

"tik teşebbüsü bundan oniki yıl kadar önce Haşan Işık’ın Moskova Büyükelçiliği zama­ nında yaptım. Kendisine müracaat ettim. Ga­ yet kibar ve nazik bir şekilde karşıladı beni. Memlekete dönebilmem için gerekeni yapma­ sını rica ettim. Pasaport istedim. Ben kendim yapamam bunu Ankara'ya sormalıyım dedi. Ankara'ya sordu. Tabii cevap gelmedi. Zaten yaptığım müracaatların hepsi sükutla geçişti­ rilmiştir. Çünkü kanun yoluyla verilecek ce­ vapları yoktur. Olmayınca susmayı tercih ederler, pasaport vermezler. Onun için Mosko­ va girişimim sonuçlanmadı. Bunun üzerine dü­ şündük taşındık, hiç olmazsa Paris'e kadar gi­ delim de Türkiye'ye daha yakın oluruz, ora­ dan da bir imkân çıkınca memlekete dönme çarelerini ararız dedik. Tesadüfen o zaman da Haşan Işık Paris'de elçi bulunuyordu. Paris'e geldik kızımla beraber. Eşim Baku'da vefat etmişti. Paris'de derhal müracat ettik gene. Haşan Işık'ın elinden geleni yaptığını zanne­ diyorum. Yazdı çizdi, fakat gene cevap gel­ medi. Sessizlik bir süre devam etti böyle. Ama biz ümidimizi kesmedik. Gün gelir bir fırsat çıkar memlekete döneriz dedik. Artık bık­ mıştık. Hasret bizi yıkmıştı. Memlekete dön­ mek, orada yaşamak ve ne yapabilirsek artık orda yapmak, vatanımıza, halkımıza hizmet etmek istedik, tmkân vermediler buna.

Vatanımda ölmek istiyorum diye bir de­

m iş ki, eğer Sertel Sovyetlerin aleyhinde bir hatıra yazarsa o vakit kendisinin memlekete gelmesine müsaade ederiz. Olmazsa olmaz de­ miş. Hürriyet de bunu bana söyleyemedi. Fa­ kat el altından beni kandırıp Türkiye'ye gö türmek ve mümkünse bunu yazdırtmak istedi.

O sırada Çağlayangil geldi Paris'e. Dışiş­ leri Bakanıydı. Beni görmek istedi. Kızımla beraber gittim, görüştük. Çağlayangil cebin­ den bir kâğıt çıkardı. Anayasanın, insanın dü­ şünce hürriyeti, yazı hürriyeti, konuşma hür­ riyeti... üzerindeki maddesini okudu. Bu mad­ deye göre sizin bir suçunuz olmadığına ve mahkemece verilmiş bir karar bulunmadığına göre Türkiye'ye dönmenizde bir sakınca gör­ müyorum dedi. Bundan da cesaret alarak kalktım Türkiye'ye gittim. Daha doğrusu git­ meye teşebbüs ettim.

Yeşilköy'deki ünlü maceranızı gazetelerden izledik. Bir gün geldiniz ertesi gün yurt dışına çıkarıldınız. Kimseyle konuşturulmadınız. Ye­ şilköy'de olup bitenlerden Türk kamuoyu ka­ ranlıkta kaldı. Ne olduğunu merak ediyoruz.

Çağlayangil'le konuşmamdan kısa bir müd­ det sonra bir gün Paris'den bindik uçağa. Ya­ nımda 14'lerden Orhan Erkanlı vardı. Biraz da ona güveniyordum. Bazı güçlükler çıkarsa Er- kanlı yardım edebilir diye umuyordum.

YEŞİLKÖY'DE

Neyse uçakta gidiyoruz. Tabii gayet hey» canlıyım. Yirmi yıldan sonra memleketime dö­ nüyorum. Yirmi yü geçmişti. İnsan anasına kavuşmak ister gibi, uzun süre anasını gör­ memiş bir evlat gibi heyecanla ve sevinçle git­ tim. Yolda Atina'ya uğradık. Uçağımız biraz geç kaldı. Onun için akşam olmuştu vardı­ ğımız zaman İstanbul'a Uçaktan İstanbul'u göremedim maalesef. Karanlıktı. Hasretimi gi­ deremedim. İndik Yeşilköy'e. Yanımda pasa­ port yok tabii. Eh, pasaportsuz olduğum için nüfus kâğıdımı verdim polise. Polis nüfus kâ­ ğıdını alınca bir kaç dakka müsaade eder mi­ siniz, dedi. Gitti. Bir süre sonra geldi. Buyu­ run benim odamda oturun da bazı muameller var, onları yapalım, gidersiniz dedi. Erkanlı hemen durumdan şüphelendi. Ben İstanbul'a gidip arkadaşlarla temasa geçeyim, güçlükleri halletmeye çalışayım dedi. O çıktı gitti. Ben yalnız kaldım. Odada günün gazeteleri vardı. Ben hasretle gazetelere sarıldım. Bu arada, polis komiseri de bir takım telefonlar etti. Yarım saat sonra odanın içi birinci şubenin amirinden memuruna kadar polisle doldu. Dü­ şündüler taşındılar ne yapacağız diye. Niha­ yet galiba emir geldi. Bu akşam bizim misa­ firimiz olacaksınız, buyrun otele gidelim, dediler. Bu bir nevi tutuklamaydı. Ben mah­ keme karan alıp almadıklannı sormadım. Almalarına da imkân yoktu. Çünkü o gün bayram günüydü. Bütün resmi daireler kapalıy­ dı. Polisler telefonla önce emniyet müdürüy­ le, sonra valiyle, arkasından Ankara'yla De­ mirel 'le temasa geçmişler ve bir karar vere­ memişler. Bu akşam otelde misafirimiz ol­ sun yarın karar veririz demişler.

YARIN: Kasım Giilek, köpeğine

Paris'ten yemek getirtiyormuş

(3)

r

Yurdundan edilen insan

2

RÖPORTAJ: GÜNDÜZ VASSAF

Yirmi seneden beri komünizmle

savaşmışsınız, ama komünizmin

ne olduğunu bile bilmiyorsunuz

Dışişleri Bakanı Çağlayangii yurda dön­ menizde bir engel olmadığını söylüyor, yirmi yıllık ayrılıktan sonra yurdunuza dönüyorsu­ nuz ve polis hemen alıp götürüyor sizi. Beni misafir ettiler dediniz, nasıl geçti "misafirli­ ğiniz?"

Beni Çınar Oteline götürdüler.Bir şiire aşağıda girişte oturdum sivillerden biriyle, öteki memurlar da dışarda bilmiyorum neyle meşguller. Biz ikimiz oturuyoruz. Yanımızda da Adana beyleri, parababalan oturuyor, ah­ baplık ediyorlar kendi aralarında. Fakat o ka­ dar yüksek sesle konuşuyorlar ki dinlememek mümkün değil. Benim de Türkiye'ye girer girmez işittiğim ilk sohbet olduğu için ister istemez ilgiyle dinledim. Aralarında dedikodu yapıyorlardı.

"işittiniz mi Kasım Gülek bey evlendi." "Evet, evlenmiş. Karısı da kendisinden çok gençmiş."

"O bir şey değil birader. Asıl mesele nedir biliyor musun? Kasım Gülek köpeğine Pa­ ris den yemek getirtiyormuş."

Döndüm yanımdaki polise.

"Senin evinde etin yemeğin filan var mı?" diye sordum.

"Beyefendi," dedi, "Yok tabii.”

Bak işitiyor musun, ne diyorlar. Paris- ten köpeğe yemek getiriyorlarmış.

şılaşacakları. Durdular, düşündüler., düşün­ düler.

"Kuzum Zekeriya bey," dedi, Ziya bey. "Görüyorsunuz ki biz bu sualin cevabını verecek durumda değiliz. Bari siz anlatın bi­ ze komünizmin ne olduğunu da öğrenmiş olalım."

"Ayıp yahu," dedim, "Yani şimdiye ka­ dar bu işle uğraşmışsınız. Bunu meslek edin­ mişsiniz. Yirmi seneden beri komünizmle savaşmışsınız. Komünizmin ne olduğunu bil­ miyorsunuz. Nasıl olur böyle şey?"

"Olur beyefendi. Biz memuruz. Pek bile­ meyiz," dedi.

"Peki," dedim, "Ben kısaca anlatayım, bak komünizm nedir? Marx cemiyetin geliş­ mesini incelerken çeşitli safhaları anlatır, ve bu safhaların sonunda cemiytin komünizme varacağını söyler. Komünizme vardığı zaman cemiyet ne olacak biliyor musun? Ordusu olmıyacak başta. Polisi, senin gibi polisi olmıyacak. Jandarması olmıyacak. Parası olmı- yacak. Devleti olmıyacak. Böyle bir toplu­ mu hayalinde tasavvur edebiliyor musun? Var mı dünyanın hiç bir yerinde böyle bir memleket?"

"Yok beyefendi."

"Demek ki dünyada böyle bir komünist

"Onlar bilmeyince 'peki' deyip ben başladım anlatmaya; Marx cemiyetin gelişmesini incelerken..."

"Evet, onlar getirtirler," dedi.

"Ha işte," dedim, "Sen onlar için çalışı­ yorsun."

"Eh, ne yapalım bey. İşte ekmek parası.." Derken yanıma diğer memurlar geldiler. Bizi aldılar, yukarı katta bir odaya götürdü­ ler. Bütün memurlar doldurdu odayı. Ziya bey onların amiri. Dedi ki,

"Zekeriya bey, vali bey bize emir verdi. Size azami ihtiram ve hürmet göstermek mecburiyetindeyiz. Ne istiyorsanız söyleyiniz, yapacağız."

"Her şeyden evvel açım, yemek istiyorum" dedim. "Pekala" dediler. "Zaten biz ısmarla­ dık yemeği."

Meğer onlar, kendileri ziyafete konmak için benden önce muazzam bir yemek hazırlatmışlar. Beş on dakika sonra yemekler geldi. Tavuklar, kebaplar, bilmemne tatlıları, neler neler. Fakat tabii benden çok kendileri­ ne ikramdı bu yemek. Neyse afiyetle yediler hepsini.

Hep polislerle birliktesiniz. Neler konuş­ tunuz? ,

Yemekten kalktıktan sonra oturduk, susu­ yoruz. Ne olacağını bilmiyorum. Akşamı orada geçireceğiz diye sabırla bekliyorum. Ziya bey,

"Zekeriya bey, biraz konuşsanız. Bu susku havasını gidersek," dedi. Veı ilave etti hemen,

"Merak etmeyin. Yani sizi sorguya çekmek manasında sormuyorum. Ne isterseniz konu­ şun. Bir konuşalım. Ahbaplık edelim." Bu­ nun üzerine,

"Kuzum Ziya bey, ben seni taa eskiden beri tanırım. Belki yirmi otuz seneden beri komünistlerin arkasından koşar durursun. Bir çok insanın canını yakmışsın. Buradaki bütün arkadaşlarının da mesleği insan avlayıp hap­ se atmak. Komünisttir diye lekelemek. Ve bunun verdiği kazançla da geçinmek. Bili­ yor musunuz ki bu komünizmin ne olduğunu, bu kadar insan suçluyorsunuz. Cezalara çarptırıyorsunuz, günahına giriyorsunuz." derken durdular birdenbire. Allah Allah. Nasıl cevap verecekler şimdi komünizm nedir diye? Akıllarına hiç gelmemiş böyle bir sualle

kar-toplumu henüz olmamış. O halde muhayyel, kimbilir yüz yıl sonra mı, beşyüz yıl sonra mı Türkiye'ye ne vakit gelecek —belki bin yıl sonra gelecek olan bir şey için, bizieri böyle gelip tutuklamak, insanları hapse atmak, as­ mak ve öldürtmek günah değil mi yahu," dedim. Sivillerden birisi atıldı.

"Ama efendim, Aziz Nesin komünist de­ ğil mi?"

"Canım bırak böyle, cahilliğini ortaya çı­ karma," dedim.

Aziz Nesin'in neresi komünist yahu. Aziz' in yazılan meydanda. Gizli bir şey yapmıyor bu adam. Okumadan bilmeden, ne diye böyle şeyler söylersiniz?"

Bunlar şaşkınlık içersinde böyle ne yapa­ caklarını bilmezken kapı açıldı. Birinci şube­ nin daha büyük amirleri geldiler. Bu defa konu değişti Nâzım'a dayandı. Amirler NS- zım'ı öğrenmek isterler. Nâzım kimdir? Nâ­ zım şair midir? Yani Nâzım'ın şairliğini dahi inkâr edecek kadar cahiller. Onlara N8- zım'ın dünya çapında bir şair olduğunu ve memleketin dışına atılmasının memleket hesabına bir zarar olduğunu ve yapanların cahilliklerinden dolayı cinayet işlediklerini anlattım. Akılları pek almadı ama cevap da vermediler. Bir hayli konuştuk.

O sırada kimse sizi aramıyor muydu?

Gazeteciler haber almışlar. Yeşilköy'e me­ safe uzun olduğu için biraz geç kalmışlar. Gelmişler, kapı dışında bekliyorlar. Fakat içe­ riye de bir türlü giremiyorlar. Çünkü dışarda da nöbetçi polis var, kimseyi içeriye sokmu­ yor. Zaten içerden de kapıyı kilitlediler, ne olur ne olmaz açılmasın diye. Bir ara, "Bu münasebetsiz bir oda, denizi gören bir oda verin ki hiç olmazsa denizi göreyim" dedim. Çıktık denizi görmek için, gazeteciler hemen hücum ettiler. Ziya bey ürktü. "Aman aman çocuklar sokulmayın, ne olur" diye yalvardı. Gazetecileri uzaklaştırdı. Biz tekrar içeri döndük. Tabii denizi gören odaya da gideme­ dik. Evet, geceyi böyle geçirdik. Bütün birinci şube amirleri ve memurları çekildiler. Bir kişiyi odamda bıraktılar nöbetçi olarak. Yattık.

YARIN: "ZEKERİYA BEY YERE YATV DİYE BAĞIRIYORLARDI...

(4)

E$l Sabltıa Ssrtel'in ölümünden sonra Zekeriya Sertel kızı Y ıld ız Sertel'le mütevazı bir hayat sürüyor.

GİN GERÇEĞİ

Z E K E R İY A

..

S E R T E L in anıları

Zaman zaman gelir bu hasret. Zaman zaman dalga halinde bastırır insanı. Bas­ tırdığı zaman ağlamaklı olur­ sunuz. Çok defalar, bilhassa Bakü'deyken Ankara Radyo­ sunu yakaladığım zaman ağla­ maklı olurdum. Gözlerim do­ lardı. Zaten bu yüzden daya­

namadık. Memlekete

dönmeye karar verdik. O da olmadı maalesef.

Sizi ülkenizden ayrılıp dı- şarda yaşamaya zorlayan 4 Aralık Tan olaylarını ve on­ dan sonraki günleri bize hatır­ latır mısınız?

Bu uzun bir hikâye. Mem­ leketi niçin terkettim? Bizim için 4 Aralık büyük bir aile faciasıdır. Bu aynı zamanda Kirk basınına da bir saldı­ rıdır. Memleket çapında bir hadisedir. Hatta diyebilirim ki bugünkü olaylar o vakitten başlar. Demokrasi kavgasına vurulan ilk darbelerdendir bu. Bk darbenin kurbanları da biz olduk. İkinci kurbanlar 12 Marttan sonra sıkıyönetim de verdiğimiz kurbanlar oldu. Ve şimdi yine kurbanlar veri­

yoruz, memleket de beraber kurban oluyor. 4 Aralık 1945 de faşistler matbaamızı yık­ tıktan sonra bu işin sorum­ lusu sanki bizmişiz gibi ben ve eşim Sabiha Sertel’i hapis­ haneye attılar. Çıktıktan sonra da bizi baskı altma aldı­ lar. Evimizin önüne arkasına sağma soluna sivil polisler koydular. Sokağa çıkamaz ol­ duk. Dostlarımız münasebet­ lerini kesmek zorunda kal­ dılar. Her türlü baskı gün be gün arttırıldı. O hale geldi ki ben artık kendi memleketimde kendimi ya­ bancı hissetmeye başladım, özgürlüğümü kaybetmiştim. Konuşacak insan bulamaz ol­ muştum. Zaten Sabahattin Ali'nin öldürülmesi ve Nâ­ zım Hikmet'in memleketi terketmek zorunda bırakılma­ sı havayı çok ağırlaştırmıştı. Bize hayatı cehennem etmek için ellerinden geleni esirge­ miyorlardı. Bu baskı yüzün­ den memleket dışına çıkalım da biraz hava değiştirelim dedik. Bu hevesle çıktık. Çı­

kış o çıkış. Bir daha döne­ medik. Kısmet böyle oldu.

O zaman çıkarken pasa­ port almada güçlük çektiniz mi?

Çektim. Ama yine de pasaport verdiler, çünkü Adnan Menderes devrinde çıktık biz. Adnan Menderes ile tanışıyordum. Poüs önce bana pasaport vermek isteme­ di. Onun üzerine Başbakan sıfatıyla Adnan Menderes'e telgraf çektim. Dedim ki siz güya bizi tek parti sistemi­ nin yarattığı boğucu havadan kurtarıp özgürlüğe kavuştura­ caktınız. Halbuki hava aynı hava. Bana dışarı çıkma hakkını tanımıyorlar, bu ne biçim iştir diye biraz sert­ çe bir telgraf çektim. Yirmi dört saat geçmedi pasaportu­ nuz için izin verilmiştir diye cevap geldi ve ertesi gün de pasaportu aldık çıktık.

Sağlık durumunuz nasıl? Son günlerde görmede güçlük çektiğinizi duydum. Şin.di nasılsınız?

Sağlık durumum yaşıma göre hamdolsun iy> sayılabilir

Ama iki arıza var. Birisi şe­ ker. İki sene önce Amerika- da olmuştum. Hala devam e- diyor. Fakat o kadar da mü­ him değü, perhize uyarsanız zararı dokunmuyor. Asıl sorun gözlerimdeki katarakt. Günden güne gözlerim zayıf­ lıyor ve küçük harfleri okuya­ maz duruma gelmiş bulunu­ yorum. Onun için mesela ga­ zeteleri daha çok başlıkları­ nı okuyarak yürütüyorum.

Halbuki benim mesleğim

gereği bütün işim okumak yazmak. Okumayınca rahatsız oluyorum. Kitap sevenler için en kötü hastalık bu. Duydu­ ğuma göre Sartre'da da aynı hastalık varmış ve bu yüz­ den okuyup yaramaz olmuş

zavallı. Ben gözlerimi

muayene ettirdim ve ameli­ yat yapılıp yapılamıyacağmı sordum. Ameliyatın olabile­ ceğini, tekrardan iyi görebi­ leceğimi söylediler. Evet ama bu kapitalist memleketlerde hasta olmamak lazım. Hasta oldunuz mu sizi soyup soğa­ na çevirirler. Böyle bir ameli­ yatın bana kaç bin liraya mal olacağını tahmin etmek bile mümkün değil. Bende de bu kadar para yok. Son za­ manlarda mali vaziyetimiz za­ ten gayet dar. Şimdiki geçi­ mimiz beraber yaşadığım kızım Yıldız ın üniversiteden aldığı küçük bir maaşla temin edilebiliyor. Onun dışın­ da hiç bir gelirimiz yok. Bu imkansızlıklar karşısında ben nasıl ameliyat olabilirim? Mecburum kaderin cilvesine katlanmaya ve bir gün tabu ki okuyamıyacak hale gele­ ceğim. Gözlerim kör olacak.

Y A R IN : Yazdıklarım

(5)

-Nâzım Hikmef in hayatını

benden iyi bilen yoktur

Kurtuluş Savaşında New York Times'daki yazılarınız, Atatürk döneminde Basın Ya­ yın Genel Müdürlüğünüz, Tür­ kiye'de çıkardığınız dergi ue gazetelerdeki çalışmalarınızla durmadan yazıp çizdiniz; boş durmadınız. Gurbet dönemi­ nizi nasıl geçiriyorsunuz?

Türkiye'den çıktıktan

sonra Avrupa'yı baştan aşağı dolaştık. Taa Finlandiya'dan Bulgaristan'a akadar ilerici ge­ rici bütün memleketleri gör­ dük. Sovyetler Birliği ve Çin de dahil olmak üzere hemen hemen dünyanın yarısını dolaştık saydır. İstanbul'da şimdi ikinci baskısı yapılmak­ ta olan "Mavi Gözlü Dev"

adında Nâzım Hikm etin

hayat ve sanatını anlatan bir kitapla "Hatırladıklarım" baş­ lığı ile basın hayatım üstüne yazdığım kitaptan başka Çin seyahatine ait izlenimlerimi bir kitap içinde topladım. Sovyetler Birliği hakkında da bir kitap yazdım. Nâzım Hik- m et’in memleketten çıkıp ölümüne kadar geçen hayatı­ nı yazarak onun hakkındaki ikinci kitabımı tamamladım.

Ben bu kitaba çok önem veriyorum çünkü Nazım Hik­ met'in memleketten aynlıp ö- lünceye kadar geçen hayatını benden iyi bilen yoktur. "Babiali.de Tanıdıklarım” adı altında BabIali'de bulundu­ ğum müddetçe beraber oldu­ ğum gazeteciler hakkında bir kitap yazdım. Uzun ayrılıklar­ la bir kaç kez gittiğim ve de­ ğişimlerini izlediğim Ameri­ ka'ya ait görüşlerimi yazdım. Ve nihayet eğlence kabilin­ den her gün değilse bile sık sık tuttuğum notları "Gaze­ tem elimde olsaydı ne yazar­ dım?” başlığı altında toparla­ dım. Bugün dahi bir hâtıra olmak üzere bence değeri var­

Gözlerim gittikçe zayıflıyor..

dır. Çünkü olaylar üzerinde düşüncelerimi ve izlenimleri­ mi anlatır.

Bu kitapların hiç birisi henüz çıkmadı. Bir kısmı­ nın çıkması belki gecikecek. Bir kısmının çıkması belki yakında gerçekleşecek. Yani anlıyacağınız memleket dışın­ da hiç boş durmadık. İyi kötü halkımıza yararlı olmaya ça­ lıştık.

Bugünlerde ne yapıyorsu­ nuz? Yeni bir şey yazıyor musunuz?

Şimdi de Avrupa’daki sos­ yal ve politik gelişimler üstüne bir kitapla meşgulüm. Demin Sovyetler Birliği, A- merika ve Çin'i yazdığımı Delirtmiştim. Böylece okuyu­ cuya dört büyük alemin gidi­ şini anlatmaya çalışıyorum. Bu kitap için çok hazırlan­ dım. Fakat gözlerimin za­ yıflaması yüzünden bunu biti­ rip bitiremiyeceğimi bilmiyo- rum.

YARIN: Danıştay da

Nâzım Hikmet, gazetecilik yaşamım ,Çin seyahati'ne ait izlenimlerim ve Sovyetler Birliği hakkında kitaplar yazdım.Nâzım'ın memleketten çıkışından ölümüne dek geçen hayatını kitabın ikinci cildi olarak tamamladım.

V

(6)

"i Yurdundan edilen insan

RÖPORTAJ: GÜNDÜZ VASSAF

Başbakana yazdığım mektubun üstünden (İç ay geçti hâlâ btr cevap yok...

Sukutu siper yapıp haksızım

kanunsuzluğusürdürUyorıar

Zekeriya bey Türkiye 'yi anarken gözleriniz doluyor. Yeşilköy'den sonra Türkiye- ye dönme girişimlerinde bu­ lundunuz mu?

Bir çok arkadaş beni teş­

vik etti. Kanun yoluyla seni memlekete sokarız dediler. Çünkü sana karşı yapılan dav­ ranış haksızdır, kanunsuzdur ve bu kanunsuzluğun önüne geçebiliriz dediler. Fakat ben 1960 larda yine Demirci

za-Onlkl yıldır yurda giriş İçin pasaport bekliyorum..

manında alman bir Bakanlar Kurulu kararından dolayı memlekete sokulmadığımı bi­ liyorum. Memleketimden ko­ vulmam Anayasaya aykırı ol­ duğu için kalktım Danıştaya başvurdum. Danıştay beni haklı gördü. Davayı kazan­ dım. Fakat yüzdeyüz emi­ nim ki halâ Türkiye'de giriş kapılarına benim memlekete girebileceğime dair emir veril­ miş değildir, ben h&lâ kara listeye dahilim. Bu yaşım­ dan sonra tekrardan polisle­ rin emriyle uçağa bindirilip geri gönderilme tehlikesini göze alamıyorum. Hâlâ, yani oniki yıldır yurda dönebil­ mek için pasaport verilmesi­

ni bekliyorum. Nitekim

benim dışarı atılmamdan son­ ra Millet Meclisinde yapılan konuşmalarda mebusların bh çoğu yapılan işlemin yanlış olduğunu, bir vatandaşın memleket dışına atılamıyaca-. ğını savundular, ve anlattı­ lar ki yapılan işler tamamiy- le kanunsuzdur,yersizdir. Ona rağmen de bu kanunsuzluk devam ediyor, önüne geçile­ miyor. Bu kanunsuzluk kalk­ madıkça, memlekette hukuka kanuna saygı gösterilmedikçe dönmeyi tehlikeli buluyo­ rum.

İçişleri Bakanlığına karşı açtığınız Danıştay davasını kazanmış bulunuyorsunuz. Bundan sonra doğrudan doğ­ ruya hükümete başvurdunuz mu?

Evet. Şöyle oldu. Anka­ ra’daki dostlarımızdan birine oana yapılan haksızlıkları ha­ tırlattım ve durumumu anlat­ tım. Dostum bu mektubu Başbf kan Demire! e iletmiş. Demi- rel benim durumumun üç açıdan yani politik, hukuki ve insani bakımdan incelen­ mesi gerektiğini söylemiş. Bu­ nun üzerine Başbakana ayrıca bir mektup yazarak bu üç açıdan durumumu bildirdim. Aradan üç ay geçti gene ce­ vap yok tabii. Sükutu siper yaparak kanunsuzluğu ve haksızlığı sürdürüp gidiyorlar.

YA R IN : Demirel'e

yazılan mektup ve

(7)

Yurdundan edilen insan

RÖPORTAJ: GÜNDÜZ VASSAf

SERTEL DEM İM L E YAZDIĞI MEKTUPTU ŞÖYLE DİVO

r

T )

İnsani bakımdan durum um u

sizin insanlığınıza bıraktım

Zekeriya Sertel memleket hasretini, Türkiye 'nin Sesi radyosunu dinleyerek bir ölçüde hafifletiyor

DEMIREL'E MEKTUP

Sayın Başbakan Demirel, Durumumu size bildirdik­ lerini öğrendim. Siz de benim durumumun siyasi, hukuki ve insani yanlan olduğunu söyle­ mişsiniz. Bu vesile ile sizi aşağıdaki noktalarda aydınlat mayı yararlı gördüm.

Siyasi bakımdan durumum açık. Seksendört yaşımdayım Artık politikayla meşgul ola­ cak durumda değilim.

2. Hukuki açıdan benim hiç bir mahkumiyetim ol- madiği gibi herhangi bir me­ seleden ötürü aleyhimde ko­ vuşturma da yoktur. Dolayı- sıyla hukuki açıdan tamamiy. le suçsuzum.

3. İnsani bakımdan ise, bu. nu sizin insanlığınıza bırakı­ yorum.

Bütün bu gerçeklere rağ­ men gene de memlekete dön­ memde bir sakınca görüyorsa, nız, hiç olmazsa gurbet elde sefalete düşmemem için Mer- kez Bankasında bloke edilmiş parası bulunan büyük kızım Sevim'in bana münasip bir maaş bağlamasına izin veril- meşini rica ederim.

MUŞTAYA BAŞVURU

Zekeriya Sertel adına Da­ nıştay'a başvuran avukatlar Cemal Reşit Eyüboğlu ve 1. Hakkı Balamir'in iddialarını inceleyen Danıştay Onikinci Dairesi kararını Sertel lehine vermiştir. Danıştay'ın ya­ yınladığı karar metninde: Avukatların görüşlerine, içişleri Bakanlığının savun­ ma özetine ve Raportör Yılmaz Taşdelen'in düşün­ cesine yer verildikten son­ ra "Danıştay Onikinci Dai­ resince işin gereği düşünül­ dü" denmekte ve karar açıklanmaktadır. Kararda aynen:

"1952 yılında muteber ve usulüne uygun pasaport­ la yurtdışma çıktığı anla­

şılan davacının 12.12.1969 gününde Paris'ten bir uçağa binerek İstanbul Yeşilköy Havaalanına indiği, yetküi güvenlik kuvvetleri tarafın­ dan bir gün misafir edildik­ ten sonra Türk Hava Yolla­ rına ait bir uçakla Paris’e geri gönderildiği anlaşılmak­ tadır.

Dava sınır dışı edilmiş bulunan davacı hakkında uygulanan işlemin iptali ve bu nedenle uğranılan zarar karşılığı 9000 lira maddi ve 50.000 lira manevi tazmina­ tın da davalılardan tahsiline karar verilmesine ilişkin bu­ lunmaktadır.

5682 sayılı Pasaport Ka­ nununun 3 üncü maddesi, pasaportsuz veya vesikasız gelen Türk vatandaşlarının Türkiye Cumhuriyeti nüfus hüvviyeti cüzdanlarını veya hüviyet varakalarını ibraz et­ tikleri ve bunların kendileri­ ne ait bulunduğu tahakkuk eylediği takdirde Türkiye'ye kabul olunacaklarını amir bulunmaktadır. Yukarıda belirtilen tarihte Türkiye'ye geldiği anlaşılan davacı da Türk vatandaşı olarak bu belgeleri ibraz etmiştir.

Yurt dışındaki faaliyetle­ ri gözönüne alman davacı­ nın, Türkiye'ye girmeleri memnu kimselerden addo­ lunduğu; bu nedenle mez­ kur kanunun 8 ’inci madde­ sinin 5'inci fıkrasına dayanı­ larak sınırdışı edildiği ileri sürülmekte ise de, bu madde hükmünün Türk vatandaşları

için uygulanamayacağı

madde metninden açıkça anlaşılmaktadır.

Diğer taraftan 403 sayılı Türk vatandaşlığı Kanunu­ nun 25 ve 26'inci maddeleri ile, Türk vatandaşlığını kay­ betme ve çıkarma halleri saptanmakta; davacı hak­ kında bu madde hükümleri uyarınca bir işlem yapıldığı yolunda herhangi bir beyan

veya ibraz edilmiş bir belge de bulunmamaktadır.

Yukarıda belirtilen ne­ denlerle ve 334 sayılı Tür­ kiye Cumhuriyeti Anayasa­ sının 18'inci maddelerinin seyahat ve yerleşme hürri­ yeti; 54'üncü maddesiyle de vatandaşlara tanınan diğer haklar karşısında davacıya uygulanan işlemde mevzu­ ata uyarlık görülmediğinden davanın kabulü ile idarenin kendi fonksiyonu içinde tek taraflı icrai nitelikte olan işlemin iptaline, 9000 lira maddi tazminata ilişkin tale­ bin dayanağı bulunmadığı ve belgelendirilemediği anla­ şıldığından reddine; manevi tazminatla ilgili isteği, tak- diren (2500) ikibin beşyüz liraya ilişkin kısmının kabu­ lü ile bu miktarm davalılar­ dan alınarak davacıya veril­ mesine" deniyor.

Röportajımız bitmişti ar­ tık. Akşam olmak üzereydi. Zekeriya beyin yürüyüş sa­ atiymiş. Ben de katıldım. Yolda bana günlük yaşantısını anlattı.

Gurbette geçirdiği diğer günler gibi, o gün de Zekeri­ ya Sertel erkenden uyanmış ve derhal her gün hasretle beklediği Türkiye'den gelen gazete ve mektupları almak üzere alt kattaki posta kutu­ suna inmişti. Daha sonra, ki­ tabının üzerinde çalışacak, yemeğini yiyecek, kağıt falı açacak, yabancı dil bilmeyen bir Türk komşusunu hasta­ neye götürecek, radyosundan Türkiye'nin Sesi’ni dinle­ yecek ve gurbetteki çilesini sabır ve çalışmayla sürdür­ meye devam edecekti.

Zekeriya bey ile yürürken mahallenin büyük alış veriş merkezine gelmiştik. Akşama iyi bir kavun almak istiyordu Zekeriya bey.Vedalaştık. Ar­ kasını döndü ve elinden düş­ meyen teşbihini çekerek ağır adımlarla uzaklaştı.

Referanslar

Benzer Belgeler

ma bayrakları vardır; o geceki oyunu bildi­ ren ağırbaşlı iki, ya da üç afiş asılıdır. Fakat daha güneş batarken ikinci balkon doluvermiş- tir. Birinci

Güzel sesli sanat­ kârı bu derecede dinliyebilecegimıiz gibi, gelecek yıl için hazırlanmakta olan Karmen’de de dinliyebileceği- miz haberi bütün sanat

Latin kaligrafisinde usta, hat sanatında ayrı bir yeri olan bir uzman, matbaayı ve fotoğrafı, değişik baskı yöntemlerini bilen, yazı ve imza konularında

Şirketin kendilerini ikna etmek için her türlü yöntemi denediğini, bağının dönümüne 20 bin lira kadar değer biçtiğini aktaran Kılınç, şimdi ise acele

Ekoloji Kolektifi tarafından yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi: “2005/8944 sayılı Bakanlar Kurulu kararının iptali yönündeki Danıştay kararlarına istinaden,

Sa¤da tümörün bulundu¤u k›rm›z› bölge ›fl›nlama dozunun %90’n›n› kapsarken, solda fotonlarla ›fl›nlamada ayn› doz.. çok daha büyük bir bölgeye

Orta Asya’dan Küçük Asya’ya uzanan bu medeniyet, Anıtsal yapılarda mimarî düzen olarak; taşta ve ağaçta motif olarak, çeşitli medeniyetlerin beşiği

Şişirilmiş karakter tipler, durmadan bir takım fıkralar, içiçe uzun uzun öyküler anlatmak Kemal Tahir’in romanlarında sık sık rastlanan bir