• Sonuç bulunamadı

Ahmet Rasim

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Ahmet Rasim"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Ü YÜKB AMAMIN matbaası çocuk yaşımda benim için bulunmaz bir yaşam okulu, bir de­ neyim kaynağı olmuştur. Okul tatillerinde oradan çıkmazdım. Sürekli ma­ kine homurtusu insana vapurda imiş duygusu verir. Zamanı boşuna değil de, bir yerden bir yere giderek bereketli bir hareket içinde harcamak övüntüsü verir. İnsan oğlunun ürettiği en cevherli şeyin, düşüncelerin yayılmasına katkıda bu­ lunduğu böbürü verir. Tanrı’ya şükür, çocukluğumda bilinç altıma yerleşen bu güzel fon müziğinden bugüne kadar u- zak kalmadım.

Büyükbabamın Matbaa-yı Amire Mü­ dürlüğünden çekildikten sonra kendi a- dına kurduğu Hamid Matbaası, Cağal- oğlu'na çıkan kestirme yokuşun solun­ da, şimdi işhanlannın yükseldiği alanda, üç katlı büyük yaygın bir yapıyı işgal ediyordu. Büyükbabam kendinden son­ ra burayı benim yönetmemi tasarladığı için, beni küçük yaştan itibaren basım işinin tâ içine alıştırmak isterdi. O kadar isterdi ki, beş yaşında babasız kaldığım zaman bu babasızlığı bana duyurmamak için beni çok şımarttığı, Avrupa’dan oyuncaklar alıp getirdiği zaman bile, bu oyuncaklar hep lastik hurufatlı dizgi ka­ lıplı küçük matbaa oyuncakları olurdu. On iki yaşıma geldikten sonra da ta­ tillerde beni matbaaya götürür, mü- cellithaneden keski makinesine, müret­ tiphaneden tashih bürosuna kadar mat­ baanın girdisi çıktısı ile övür olmaya zorlardı. Orada çalıştığım sürece de işçi­ ler gibi haftalık verir, böylece paramı haketmek için beni bir iş disiplinine mecbur ederdi. Çalışma disiplinini, alnı­ nın teriyle para kazanmayı ve edebiyatm mutfak tarafı olan matbaayı bana küçük yaştan öğreten büyükbabama bundan ö- türü minnet doluyum. Daha sonraki meslek hayatımda bunların çok fayda­ sını gördüm.

Bir çeşit akademi

A T B A A D A en sevdiğim yer m ürettiphaneden sonra büyükbabam ın müdüriyet odası idi. Bü- jyükbabamın geniş bir çevresi vardı.

Duvarlarında Leipzig matbaa makine­ leri afişlerinin asılı olduğu kaliteli Alman pürosu kokan bu odada, devrin ünlü kişilerini, büyük yazarlarını tanımak fır­

satım küçük yaştan bulurdum.

Meselâ, Atatürk’ün yakım yazar ve mebus Ruşen Eşref Bey, romancı ve mebus Yakub Kadri Bey, sanat tarihçisi ressam, opera libretisti, ilk sinemacı ve tarihî oyunlar yazan Celâl Esat Bey, Şeyhülislâm Cemaleddin Efendi’nin oğlu Muhtar Bey, o zaman henüz gencecik bir liseli şair olan Cevdet Kudret hep orada tanıdıklarım arasında idi.

Büyükbabam meşhur biri gelince, onlan bana tanıtmaya özen gösterirdi. Bir keresinde beni mürettiphaneden ça­ ğırtıp, (Damla Damla) adlı kitabım diz­ diğimiz Ruşen Eşref B ey’e:

— Torunum, diye tanıtmıştı. Bana uzatılan tombul beyaz eli kirli ellerimle sıkmak istemedim.

— Ellerim kirli, diye özür diledim. Ruşen Eşref B ey’in, Hamdullah Suphi hitabet okulu havasında bir eda ile:

— îş yapan eller kirli olmaz evlâdım. En temiz eller onlardır. Sen o tertemiz ellerinle benim kirli elimi sık, dediğini hiç unutmam. Neyse ki, orada tanış­ tığım büyük adamlar hep böyle hikmetli konuşma merakında değildiler. Ben on­ lara hayranlıkla bakardım, ama kafam­ daki asıl yazar imajı ne Yakub Kadri, ne Celâl Esat, ne Burhan Cahid ne de Ruşen Eşref beylerdi. Onların hepsinden çok önce yine bu odada tanıdığım Ah- med Rasim amca idi.

Yazar olmadan önce

insan olmak

O C U K L A R IN in sa n değerlendirmede bazen büyüklerden daha sağ­ lam ve şaşmaz bir ön­ sezisi oluyor. Ahmed Rasim amcanın yapma­ cıksız, alabildiğine do­ ğal, kalender, sevecen ve insancıl hali belleğime öyle bir yerleş­ mişti ki, bugün dahi aynı canlılıkta orada durur. Babacan sözcüğünün be­ nim belleğimdeki ilk ve tek çağrışımı bu­ gün dahi Ahmed Rasim olarak kalmıştır. Bu, kısaya yakın orta boylu, pos bıyıklı şişman, kelebek gözlüklü ve rakı sevenle­ re has, dünyaya biraz metelik vermez ka­ lender adam için büyükbabamın “ Tür­ kiye’nin en büyük yazan üstad Ahmed Rasim Bey’.’diye yaptığı takdime bile ge­ rek yoktu. Bu adamın büyük bir yazar olduğuna o anda çocuk kafamda hemen karar vermiştim. Bence iyi yazar böyle biraz kılıksız olmalı idi. Halktan olmalı idi. Dünyaya biraz boş vermeli idi. Konuşunca herkes gibi konuşmalı, ama tonunda, tınısında, herkesten daha sıcak, daha candan, daha içten bir şeyler olmalı idi. Çocukla çocuk, büyükle büyük, yaşlı ile yaşlı olabilmeli idi. Karşısındakinin bam telini bulabilmeli idi. Atatürk şımarığı, yeni ve varlıklı bir statünün adamı, öbür edîb-i kiramdan başkalığı işte buradan geliyordu. Ço­ cukların sevdiği insana güvenebilirsiniz. Büyüdüm gitti. Şimdi Ahmed Rasim amcanın o zamanki yaşından en az on, on beş yaş daha yaşlı bir yazar oldum. Hayatımda en çok çocuklarla hemen ilk anında sempati ilişkisi kurabilme has- samla övündüğüm kadar hiçbir şeyimle övünmedim. Yazar olmadan önce, insan olmayı ve insan olmadan, iyi yazar olu­ namayacağını bana ilk öğreten Ahmed Rasim oldu. Kendi farkında bile ol­ madan. Ahmed Rasim, büyükbabamın Darüsşafaka’dan sınıf arkadaşı olduğu i- çin kardeş gibi sevişirlerdi. Matbaaya da işi olduğu için değil, derdleşmeye, lâflamaya gelirdi.

AHMED RASİM

Sohbeti de, görünümü kadar sıcaktı. Kimseyi incitmeyen yumuşak bir ve ka­ lender bir hümuru vardı. Biraz Bek- taşilerinkine benziyen. Bugünkü Fe­ nerbahçe stadının dolayında o zaman (Papazm Bağı) denilen ağaçlıklı bir yer varmış. Bahriyeli Davut Bey namında bir zat burayı kiralayıp kendi sultan keyfi için özel bir meyhane halinde işletirmiş, istemediği hışır, densiz müş­ terileri içeri almaz, sırf ihvanım kabul Mer. özel bir kulüp düzevini bövle muhafaza edermiş. Ahmed Rasim bakla tarlasına, Trifon Baba’nm meyhane­ sine gitmediği geceler, burayı da sık sık onurlandırırmış. Bir"gece yine Mah- mud Sadık Bey, bestekâr Lemi Bey, bestekâr Bimen Şen ve ressam Muazzez Bey’le kafayı çekerlerken, üç bıçkın ka­ pıda belirmiş. İçeri girip içmek istemiş­ ler.

Bahriyeli Davut Bey:

— Bugün babamın ölüm yıldönümü. Rakı yok. Gidin başka yerde için, diye bunlan koğmuş.

içlerinden biri ileriki masada dem­ lenen Ahmed Rasim B ey’le arkadaşlarım gösterip:

— iy i ama, karşı masadaki beyler içiyorlar ya, diyecek olunca, üsdad, kelebek gözlüklerinin üstünden arsız müşteriye bakıp:

— Biz ailedeniz evlâd. Yas tutuyoruz, demiş.

Nasreddin Hoca’nın, “ Ben teessürüm­ den ne halt ettiğimi biliyor muyum?” repliğine çok yaklaşık bu espri uslûbu, Ahmed Rasim’in bütün hümurununda karakteristiğini taşırdı. Harcayıcı, cim- dikleyici espriden hoşlanmazdı. Poli­ tikadan da hiç hoşlanmadığı gibi.

Gerçek bir yazar

A R Ü Ş Ş A F A K A ’lılık onun kişiliğine belirgin bir damga vurmuştu. (Mümtaz İrfan Ocağı) sayılan Darüsşafaka, gerçekten de sıkı disip­ lini, Osmanlı efendiliği­ ni, herkese saygıyı telkin edici geleneği ile Türkiye’nin en nazik ve efendi insanlarını yetiştirmişti. Kimde ince ve gösterişsiz bir nezaket görür­ seniz, kimde kendim dünyanın ekseni saymayan bir olgun alçakgönüllülüğe rastlarsanız, kimde güzel Türkçe bir te­ lâffuz bulursanız, o dönemde hiç yanıl­ madan teşhisi koyabilirdiniz. Darüş- şafakalıdır muhakkak. Kaç Darüşşafa- kalıyı tanıdımsa, bu vasıflan yalanlayan bir istisnaya rastlamadım.

Ahmed Rasim’in edebiyatımızda ayn bir yeri vardır. Saygın beyaz saçları, mabeyn kâtipliğinden edinilmiş hal ve tavn, hariciyeci ya da Şûra-yı Devlet üyesi üslûbundaki özenli giyimi ile Üstad Halid Ziya, görünümünde olduğu gibi, romanlannda da, kibar bir salona girmişçesine insana önünü ilikleme hissi verirdi. Onun yolunda giden daha az yetenekli yazarlarda bir yozlaşma halini aldığı zaman abesliği daha da vur­ gulanan bu frenk özentisi uslûbçu ve inandırıcılıktan uzak edebiyat, Ahmed Rasim ve Hüseyin Rahmi gibi iki büyük panzehirle dengelenmemiş olsa idi, belki kuşaklar boyu hasta ve yap­ macık bir moda edebiyat sanılıp gidi­ lecekti. Ahmed Rasim ve Hüseyin Rah­ mi ne Paul Bourget’ye, ne şuna ne buna benzeyen, hiç kimseyi taklit etmeye ö- zenmeyen, bundan ötürü de sade kendi kendilerine benzeyen bir edebiyatm ön­ cüsü oldular. Yapmacıksız, uslûb kay­ gısız, güncel konuşma dili rahatlığında ve kolaylığında. Günü gününe yazarak, çok söyleyeceği olan yazarların sağlıklı telâşı ile. Ikınıp sıkınmadan. Bundan ötürü de rahat ve kolay algılanan bol bol okunan, yazarlar oldular. İstanbul’un İstanbullunun o dönemlerdeki yaşamı­ nın sadık birer kronikcisi oldular.

Ahmed Rasim’in en sevdiğim özel­ liklerinden hiri halkçılığı idi. Halid Ziya Uşaklıgil nasıl arkasından Saffet Nezi- lere, izzet Melih’lere yol açmışsa, Ahmed Rasim ve Hüseyin Rahmi de, Sermet Muhtar’lann,Osman Cemal’lerin Orhan Kemal ’lerin,A dnan V eli'lerin yani halkla övür olmuş yazarların yo­ lunu açmışlardı. Ahmed Rasim, halkı an­ latırken, bu halkın içine kendi de katılır­ dı. Agâh Sırrı Levend’in çok isabetli teşhisi ile, “ Doğrudan doğruya kendi­ sinden söz ettiği yazılarında bile Ahmed Rasim yine kalabalığın içinde” idi.

Muharrir bu ya

ER gün durmadan yaz­ mak ecirliğini (Muharir Bu ya) da ne güzel dile getirir.

"L âf değil muharir bu, yaz. Hem çalakalem yaz. Durma yaz.

Kaleminin ucuna nasıl gelirse öy­ le Deme kış yaz, yaz, Bu

naşı-T

m

" N

hatı kulağına küpe yap. Buna hir rumuz olmak üzere kurşun kalemini ku­ lağının arkasından eksik etme. Yolda yaz. Tramvayda, otomobilde, şimendi­ ferde, vapurda, arabada, kayıkta,dur. o- tur, hopla zıpla, yaz.”

Yazarlığı içine bir girdimi bir daha çıkılmayan bir meslek olduğunu, insanı nasıl bir fikir eciri haline getirdiğim bundan iyi anlatmak mümkün mü?

Hem de çalakalem bir tempoyu sade anlamda değil, yazının müziğinde so­ luğunda da vurgulayarak.

Birgun büyükbabama anlatmış tilkisinin de sınıl arkadaşı olan, Ikdam’ın patronu Ahmed Cevdet Bey, Ahmed Rasim’e gazetesinde fıkra yazması için teklif yapmış. Üstadın kabul etmesi ü- zerine iş telif ücretini saptamaya da­ yanınca, Ahmed Rasim usta:

— Uzun yazarsam, yanmaltın isterim demiş. Kısa yazarsam bir altından aşağı olmaz.

Az ve öz yazmanın telif ücretine yansımış bu nefis değerlendirmesi de unutulacak gibi değildir.

Fuhş-iAtik, Şehir Mektupları, Ha­ mamcı Ülfet, Gülüp Ağladıklarım, Ra­ mazan Sohbetleri, Muharrir Bu Ya, Gecelerim, Eşkal-i Zaman, Ciddü Mi­ zah, Falaka, ne yazmışsa çalakalem, ama onun için de kaleminin ucuna gel­ diği gibi içten ve sıcak yazmıştır.

Dünyaya posbıyıklı

babacan bakış

a

HMED Rasim’in güfte­sini kendi yazdığı ve bestelediği.

“ Bilmem ki sefa, neş’e bu ömrün neresinde” gi­ bi hâlâ söylenegelen bir­ çok şarkıları olduğunu herhalde benden öğrenecek değilsiniz...

Üstadın babası çok gelgeç bir adam­ mış. Anasını gebe bıraktıktan sonra bir daha eve uğramamış. Her gittiği vi­ lâyette bir kadmla evlenmiş, Ahmed Ra­ sim, dikiş dikip kendini büyüten annesi Nevber Hanım’a, büyük bir sevgi ile bağh idi. Onun talihsiz anacıağmm anısına yazdığı satırlar da unutulmaz iç­ tenliktedir.

Şehir Mektupları kitabının bir bas­ kısının kabında üstadm bir karikatürü ve altına Kenaı seçip koyduğu şu mısra vardır:

“ Mudhikat-ı delire ben ölsem de tasvirim güler.” Dünyanın komikliğine gülümseyen o karikatürünü çoktan unuttum. Ama, Ahmed Rasim ustanın, herşeye, her­ kese sevecen ve insancıl bakan o güleç, o posbıyıklı babacan yüzünü her zaman görür gibiyim.

Hediye bir kalemin uğuru

E V G ÎL l RasimUsta,yazar­ lık hem mihnetli hem de cok zevkli iştir deyişinin hikme­ tine artık biz de'vardık.

Evet senin örneğine özenip senin öğüdünü tuttuk.

Aldık elimize kalemi yazdık durduk, yaz kış demedik, gece-gündüz demedik gözlemledik yazdık. Sevdik yazdık, kızdık ya zd ık , um utlandık yazd ık, umutsuzlaştık yazdık, sevindik yazdık, üzüldük yazdık. Yazarlığın insanı tüm varlığı, tüm zamanı, tüm bilinci tüm bilinçaltısı ile, gecesi gündüzü, gerçeği ve düşü ile emen ne doymak bilmez ne kaprisli, kendinden başka sevgili çeke­ mez ne kıskanç bir meslek olduğunu bile bile yazdık. Ama yine aynı yazarlığın, bulanık düşünceleri kâğıda dökerken bizi nasıl birden arılığa yalınlığa bir kelime ile düşünceye egemen olmaya götüren bilge bir dost olduğunu da görüp sevinip yazdık. Yalnızlığımızda, umutsuzluğumuzda bizi yok olmaktan kurtaran bir can simidi gibi ona sarılıp yazdık. Uyurken uyanıp yazdık, hasta ve ateşli iken başımızda buz kesesi yazdık, kâğıt bulamadık bazen kâğıt peçeteye yazdık, gömlek manşetine yazdık, yatak çarşafına yazdık.

Dünyada neler yitirme, en yakınla­ rımızı kırıp geçirme, ne nimetleri kaçırma bahasına yazdık, yüzlerce kur­ şun kalem bitirdik bir o kadar dolma kalem yitirdik. Geçen gün saydım tam yirmi üç daktilo makinesi eskitmişim. Dolu dizgin bir amansız gidişin içinde yorulan, çatlayan atlan değiştirir gibi biten kalemi, bozulan ucu, pes diyen yazı makinesini atıp yenisini önümüze çektik. Kaldığımız yerden yine yazdık. Hep yazdık, durmadan yazdık.

Uyarmak için yazdık, öğretmek için yazdık, anlatmak için yazdık, güldür­ mek için yazdık, yüreklendirmek için yazdık. Bunların hepsini bir arada yapmayı deneyerek yazdık. Bir gediği doldurduğumuz kuruntusu ile bizden önce söylenmeyeni yakalamak hevesiyle yazdık. İnsan gerçeğini yakaladığımız bir yanı ile Türkiye gerçeğini ayn bir açıdan verdiğimiz umuduyla yazdık Yararlı olmak duygusu Ue yazdık. Yazıyoruz da. Yazacağız da.

ölüm bir srün elimizi tutuncaya kadar. Rasim Usta, senin bana o uğurlu ve bereketli elinle hediye ettiğin ucu lastikli kalemin bunda muhakkak payı olmalı.

SON

NOT: Bu dizinin yayınlanması sırasın­ da ütifatlannı mektupla, telefonla ileten sevgili okurlarıma, ufak tefek dizgi ve hafıza yanlışlarını düzelten ve böylece dizi şu günlerde kitap haline gelirken bunlan düzeltme olanağı veren dostlara uyanla- nndan ötürü teşekkürü borç bilirim.

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Halen İsveçte inşa edilen binaların % 70 i kısmen veya tamamen hafif malzeme ile kurulmuşlardır; bilhassa kimyevi su- rette elde edilen boşluklu beton en çok

Diğer yandan kâğıt kesiklerinin derinde olmaması vücudun kanama ve kabuk bağlama gibi savunma mekanizmalarının harekete geçmemesine neden olur.. Bunun sonucunda tahrip olmuş

Bu çalışmada, kâğıt endüstrisi atıksularını arıtan gerçek ölçekli bir anaerobik kontak reaktörün 3 farklı yüksekliğinden 2 farklı zamanda alınan çamur

Jeoloji mühendisi, yaşadığı çevrenin yer bilimleri ile ilgili sorunlarını, doğal dengeyi boz­.. madan, sosyal cilamın ihtiyaçları ve zaman sınırını göz önünde

7 7 - 5 ^ 0 33 ¿7 DÜNYANIN TANINMIŞ İSİMLERİNE EV SAHİPLİĞİ YAPAN PARİS'İN ÜNLÜ RESTORAN VE ANITI ŞÖHRET VE SERVETİN 60'INCI YILINI KUTLUYOR Kapılarından

Zaman içinde e-okuyuculara kâ- ğıttan okuma deneyimine en yakın deneyimi yaşatacak özelliklerin ek- lenmesi belki ekran ve kâğıt arasın- daki ayrımı biraz daha kapatabilir,

Katlanabilir elektronik cihazların üretiminde kullanılabilecek malzeme- lerin tasarımı malzeme bilimindeki en popüler ko- nular arasında.. ABD’deki

EQ\HOHULQ \R÷UXOPD VX\X VX HPPH NXUX NoOPH SLúPH NoOPH YH WRSOX NoOPHOHUL KHVDSODQPÕúWÕU +HU IDUNOÕ oDPXU YH IDUNOÕ Nk÷ÕW oHúLGL\OH