• Sonuç bulunamadı

Arıburnu günleri vesilesiyle:Harikalar harikası bir Türk abidesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Arıburnu günleri vesilesiyle:Harikalar harikası bir Türk abidesi"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

CUMHURİYET

|

« A r ı b u r n u » g ü n ] l e r i v e s i ! [ e s i l l e j

Harikalar

bir Türk

İlk basılışı 1935 :e çıkan «Tunadan 3atıya» da Çanak- caledeki İngiliz ve transız abidelerde aizim

abidesizliği-miz için şu satırlar yazılmıştı: «Vapu­ rumuz Boğaza yaklaşıyor. Sol taraftaki boz tepelerin sırtında yeşil birer bahçe gibi İngiliz ve Fransız mezarlıkları gö­ rülmektedir. Sayısız kabirlerin mermer sandukaları o yeşillikleri beyaz pırıltı­ larla beneklemiş. Mezarlıkların orta­ larından gösterişli mermer sütunlar yükseliyor. Hani bizim şehidlerin mer­ merleri diye arıyoruz. Mehmed Akif:

Bir hilâl uğruna Yareb ne güneşler batıyor Diye Çanakakle şehidleri için kelime­ lerin dizisinden bir türbe yapmak iste­ mişti. Yazık, yirmi yıl önce yeryüzünde en yapılamıyacağı yapanlar için yirmi yıldır şiirden başka bir şey yapamadık.»

* * *

Ondan dokuz sene sonra 1944 te, An­ kara «Orduevi» salonunda hepimizin îöğsünü gururla kabartan mesud bir ıSdise oldu. O gün orada Çanakkaleye îikilecek «zafer ve meçhul asker» a- videsi için Türk mimarları arasında ya­ nlan müsabakanın eserleri teşhir edi-

erek jüri başkanı büyük mimar profe- :ör Paul Bonatz’m izahları dinlenince muti en tarafsız ve en salâhiyetli lisa- ıile öğrendik k! Türk mimarlığının ha-

ikulâde bir zaferde karşı karşıyayız. Muhterem profesörün Orduevindeki zahlarmdan başka bu proje müsabakası nünasebetile «Mimarlık» mecmuasının 1944 teki 3 üncü sayısında çok kıymetli lir makalesi de çıktı. O ki ondan iki sene evvel Atatiirke aid «anıt-kabir» çin açılan milletlerarası müsabakanın ia jüri başkanıydı, yazısına o iki mü­ sabakayı mukayese ile başlıyor. Sırf Türk mimarlarının iştirak ettiği ikinci müsabakdaki «vasatı sanat seviyesi» dünya mimarları arasındaki birinci mü­ sabakanın vasatisine denktir. Üstelik «Anıt-kabir» müsabakasmda birinciliği kazanan proje bazı tadiller ve düzelt­ melerle kabul edildiği halde millî mü­ sabakanın birincisi, hiç bir noktası hiç bir itiraza uğramaksızm, olduğu gibi, umumî bir tasvible kabul edildiği için millî müsabakadaki zafer milletlerara- sındakinden daha parlak oldu. Hem bu zafer Millî Savunma Bakanlığının prog­ ram itibarile «Anıt-kabir» deki şartlara sıkı sıkıya bağlı kalması gibi büyüde bir hataya rağmen kazanılmıştır.

i

...

abidesi

eserlerinin 8yl< bir büyüsü olurmuı ki artık onlarda iri menşeleri, hangi mii lete aid oldukları hattâ ■ «eskilik vi yenilik» gibi vasıflar bile aranmazmış Onlar milletlerin ve zamanların üstün­ de olan eserler, Bonatz şöyle diyor: «Oy. le sanat eserleri vardır ki onlar zamanir dışına çıkarak ebediyete varırlar, İşte birinci mükâfatı kazanan proje bu mer­ tebeye erişmiş bir eserdir.»

Bitaraflığı da salâhiyeti kadar büyük bir ecnebi mimara bu sözleri söyleten bu haı-ikulâde projenin diğer bir harika tarafı da onun o zaman, yani dört yıl önce, Yüksek Mühendis mektebinin son sınıfında bulunan iki talebe tarafından yaratılmış olmasıdır. Profesör Bonatz makalesinde projenin çok millî ve çok Türk olan mahiyetini anlatmak için: ■ Bu eser kahramandır ve Türk kamn- dandır» dedikten sor.ı-a şunu da ilâve eder: «Eserin yaratıcıları yalnız Türki- yede okumuşlardır.»

îlk zamanlar bu yaratıcıların hüvi­ yetleri bilinmiyordu. Fakat üç beş gün sonra Maçaları yüksek mimar Feridun Kip tarafından onların kim oldukları ilân edilince öğrendik ki bu iki gene yalnız «Türkiyede okumuş» değil, daha okuyuşlarını bile bitirememiş bir yaş- taymışlar. O kadar kemal halinde bir e - serin böyle iki talebe tarafından yara­ tılması- Yalnız bir sanat harikası değil, aynı zamanda İlâhî bir ilham hâdisesi karşısındayız.

Ankaradan İsta.obula dönerken tesadüf trende beni o iki genele karşılaştırdı. Biri adaşımmış, adı İsmail, öteği Doğan. Kompartımanda projenin çeşidli fotoğ­ rafları ve plânları üzerinden yapılacak abidenin eb’adı hakkında en ince tefer- rüata kadar aldığım malûmatı not et­ tim. Abide kâğıdlarda parça parça birer gölge olmaktan çıkıp gözlerimin önün­ de heybetler heybeti yekpare bir hacim halinde canlandı. İçim ne kadar şevkle dolmuş olacak kı o abidenin dikileceği toprakları görmek üzere 1945 baharında Çanakakleye gittim. O zaman orada kolordu komutanı bulunan Korgeneral Baki Vandemirin salâhiyetli rehberliğile giydiğim o topraklarda... Eğer istiyor­ larsa, diğer bir yazı ile. okuyucuları da yanımıza alayım.

İsmail Habib S E V Ü K

Yazan:

+ *m m *"*******m

İsm ail Habib Sevüto

0*0*0*0*0*0 *0 1 *0*00*0*0*0*0*

dızlar da o lâhide pırıl pırıl bakabile­ ceklerdir.

* * *

Böyle bir eser için ilham alınacak en kolay yol mazimizin «mükemmeller mü­ kemmeli» olan ebedî abidelerimizden is­ tifade etmek değil midir? Büyük mimar Bonatz buna en heybetli bir salâhiyetle «hayır» diyor. «Mükemmel» den sanat- tarihî tetkikleri itibarile istifade oluna­ bilir, fakat yaratacğı eserde «mükem­ mel» den faydalanmaya kalkmak der­ hal «taklid» e düşmektir. Eski eser­ lerimize hürmet sanılarak Çanakkale- deki Mehmedciği tarihî türbelerimizden birine koymak.. Jüri bu cins eserleri ilk bakışta reddetti. Yapılacak iş «mü­ kemmel» den meded ummak değil «ba­ sit» e gitmeyi göze alabilmekti. Bu ce­ sareti gösterenlerdir ki «asil» i fethe­ derler. Çanakakle abidesini yapanlar geriye bakmalıdır. Yarattıkları eser bu sayede bir fetih oldu.

Peki bizim dinî abidelerimize bakma­ dılar. Onlar zaten mahiyetleri itibarile böyle bir esere faydalı olamazlardı. Bü­ yük mimarın dediği gibi «Çok güzel ve çok zengin bir cami kapısının bir ban­ kaya veya bir otel binasına yapıştırıl­ masından daha çirkin bir şey olamaz.» Fakat eski Yunandan bugünkü* garba kadar diğer milletlerin nice sayısız abi­ deleri var, onların her hangi birinden .her hangi bir şey de almadılar mı? «Es­

ki» nin ve «yeni» nin bütün bu cins a- bidelerinı bilmekteki salâhiyeti dünya­ ca bilinen büyük sanatkâr Bonatz, ma­ kalesinde aynen şöyle diyor: «Bu proje ne Mısır, ne Yunan, ne de garb eseri­ dir. Bütün ihtirasile bugünün bir ifade­ sidir .Bu şekil daha inşa edilmemiştir. Yenidir.»

Önündeki projenin dilini bütün iç hüviyetine kadar apaçık bilen bu yük­ sek hakem abidenin esas ifadesini de şu suretle açıklıyor: «Mevzun kapılarile bu dört köşeli kütle ne kadar mağrur­ dur. Dört istikamete açılan ve ortasın­ da meçhul askerin lâhdi bulunan yük­ sek ve asîl hole hürmet ve huşu duy­ madan kimse giremiyecektir.»

Eseri yaratanlar ne bizim, ne başka milletlerin mazisine bakmadılar. Onlar bugüne de bakmadılar. Meğer bazı

san-Nedir o büyük hata? Muhterem pro­ fesörün anlattığına göre ,her iki abide­ nin mevzuları, mahiyetleri ve hedefleri birbirinden ayrı bulunuyor. Atatürkün kabrinde resmî ziyaretler için lüzumlu olan salonlar, gardroplar, müze, kütüb- hane ve diğer pratik ihtiyaçlar için ge­ reken tâli inşaata Mehmedcik için ya­ pılacak zafer abidesinde lüzum yoktu- Fakat müsabakaya girenler Bakanlığın programına riayet zorunda bulunduk­ larından yaptıkları yan ilâve binalarile esas abidenin tesirini azalttılar. Öyle bir programla öyle bir abide olamazdı.

Halbuki birinci projeyi kazanan san­ atkârlar ince bir zekâ işi göstererek hem programı aynen tatbik etmenin, hem de esas abideyi olduğu gibi meydanda bı­ rakmanın yolunu buldular. Bu, en bir- leşmiyecek iki zıddı birleştirmekti. A - bideye lüzumlu olmayıp program mu­ cibince mecburî olan teferruat binaları­ nı sanatkârlar abide kaidesinin yan ke­ narları altına küçük pencerelerle süslü olarak sakladıkları gibi abideye lâzım olan nöbetçi meskenleri cinsinden bina­ ları da kaidenin oturduğu tepenin yan altlarına gizlediklerinden programdaki bütün o teferrüat yapıları abidenin ya­ nında yer almak değil, ayağına bile e- rişemedikleri için esas abide bütün is­ tiklâli ve ih ti şamil e kendi başına kaldı.

Şehirdeki anıt-kabirle cenk sahasının biı- tepesi üstüne kurulacak abidenin aynı programla yapılamıyacağınm diğer bir zarureti daha: Anıt müsabakasının birincisi Atatürkün lâhdını kapalı bir şeref holüne koyarak onu şehrin gürül­ tüsünden, dumanından, tozundan, kısa­ cası beldelerdeki dünyeviliğin taarru­ zundan kurtardı. Yerden göğe haklıydı. Zafer abidesini yapan sanatkârlar ise «Meçhul asker» in, yani Mehmedciğin lâhdını yüksek ve dört tarafı açık bir hole yerleştirdiler. Mehmedcik artık o - rada yalnız yatıyor değil, o kadar kah­ ramanlıkla esirgediği o toparkları gene dört taraftan gözetleyip duruyor. Bu cepheli açıklık yüzünden vatanın ber rüzgârı o lâhdi selâmlıyacağı gibi Üs­ tü de açık olduğu için gündüzleri güne­ şin altın eliyle okşanıp geceleri mehta­ bın füsunlü ışığile takdis edilerek

Referanslar

Benzer Belgeler

Gökyüzündeki bilinen on binlerce Mira tipi değişen yıldızın temsilcisi olan Mira, astrono- mik ölçekte çok da uzak olmayan bir gelecek- te, gezegenimsi bulutsuya dönüşecek..

Şim diki ism ini O s­ manlIlar zam anında almıştır. asrın sonlarında harabolm uştur. Sahifede). Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha

Yirmi yıl evvel Ankara’ da otomatik telefon santralı kurulduğu zaman henüz Avrupa’da birçok hükümet merkezlerinde ve büyük şe­ hirlerde telefonlar otomatik

Anahtar sözcükler: Malign fibröz histiositom, gö¤üs duvar› Key words: Malignant fibrous histiocytoma, chest

[r]

Önce gözleriniz ve sonra tüm benliğinizle aşağı kayıp, kesit- teki 100 milyon yıl öncenin deniz taba- nına düşüverirsiniz; tıpkı ağaç kabuğun- da kaybolan Alice

Besleyici, reflektör ve frekans seçici yüzey (subreflektör), hareket sistemi, yer istasyonu kont- rol sistemi (istasyon ve anten kontrol sistemi), haber- leşme, görüntüleme

Katılımcılar, proje yürürlüğe girmeden önce Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yeterli alt yapı hazırlıklarının -öğretmenlerin bilgilendirilmesi ve