CUMHURİYET
H â d ise le r a ra s ın d a
Merkadi Hâmidi ziyaret
A
bdülhak Hâmid, babam yasındakiler için büyük dâhi, ben yaşta kiler için büyük şair, daha son rakiler için arabca bir duanın başlangıcını andıran manasız ve muhteşem isim. Ab- dülhak Hâmid, üç neslin hizasında bu kıy met merdiveninin üç basamağını denize girecekmiş gibi ağır ağır indi ve toprağın altında silindi. Her basamakta onun adı nı yukarı kaldıran sehpanın bir ayağı kı rılmıştı: Birinci basamakta, romantizm; ikinci basamakta, Arab - Acem kaideleri; üçüncü basamakta, osmanlıca. Onun ce nazesini uğurlayanların çoğu, romantizmi »evmiyen, Arab - Acem kaidelerini ve os- manlıcayı bilmiyen en gençlerin kalaba lığı oldu. Çünkü Maarif Vekâleti öyle is temişti.
Bu istek kadar yerinde bir şey olamaz dı. Abdülhak Hâmid için değil, Türk e- debiyatında bir atom hacmine ve haysi yetine sahib en hurda kıymetin mezarı ba şında bile Türk çocuklarını eğilmeğe da vet etmek Maarif Vekâletine, şuurlu bir maarife ve şuurlu bir vekâlete yaraşan emirdi. Bugün de Hâmidin kabri önünde Maarif Vekâletinin bir yıldönümü töreni hazırlamış olması ve Maarif Vekilinin bu merasimi bir nutukla açması, tabiî vazife ler kategorisine dahil, fakat bizde somurt kan ve kibirli, eski devlet an’anesinden ayrıldığı için teselli verici bir fevkalâde liktir.
Yalnız, kolay bir kelime oyunu yapmak için söylemiyorum, Hâmidin iki makberi vardır: Biri Zincirlikuyuda, öteki de ede biyatta. Zincirlikuyudaki makberi anla mak için ayak ve göz kâfidir; gidilir ve görülür. Gidilmesi, görülmesi, ve tören muaşereti dışında da sık sık tavaf edilme si lâzımdır. Fakat Hâmidin edebiyattaki Makberini anlamadan, Zincirlikuyudaki makberi üstünde, gene nesillerin tam bir fikir sahibi olmalarına imkân yoktur. O- nun eedbiy attaki Makberinden bahseder ken hem bu isimli kitabını - ki bence en iyisi değildir -, hem de bütün eserlerini kasdediyorum Lâtin harfi nesli Hâmidi okuyup anlayamaz. Okuyamaz, çünkü e- serlerinden pek çoğu yeni harflere çevril memiştir; anlayamaz, çünkü Hâmidin li sanı, kendisinden evvel, yan ölü - yan diri makbere girmişti. Maarif Vekâletinin me zar törenlerinden ve nutuklarından daha evvel ve daha üstün bir vazifesi vardı: Meselâ Fransada Montaigne için yapıldı ğı gibi, Hâmidin Lâtin harflerine çevrile cek bütün eserlerinin her sahifesinın altı na ince harflerle lûgatçeler ve küçük şerh ler koymak. Bu vazife yalnız Hâmid için değil, Fuzuliden Haşime kadar birinci plândaki bütün şairlerimizin eserleri için çoktan yapılmak, hiç olmazsa yapılması na başlanmak lâzımdı. İtiraf ederim ki bu iş iki saatlik bir törenden daha zordur.
Fakat onun mezarına dönelim ve eği lelim.
Babı necatı sensin ey Fatih eyleyen feth Miftah yaptı ancak ceddi büzürkvarın Türbendir en azimi fethettiğin diyarın Hâlâ gelir derinden tekbiri zar zarın
Fatihin mezarı önünde o ne kadar bü yüktü. Fakat biz, edebiyatı bile kıskanan politikalarımızla, nankörlüklerimizle, dö nekliklerimizle, ihmallerimizle ve bilgisiz liklerimizle onun mezarı önünde ne kadar küçüğüz!
PEYAMİ SAFA
Abdülhak Hâmid ihtifali
Büyük Şairin kabri önünde dün
büyük merasim yapıldı vvH'V*
Maarif Vekâleti tarafından yaptırılan Abdülhak Hâmidin makberi
Büyük şairimiz Abdülhak Hâmidin ölümünün üçüncü yıldönümü münasebe- tile dün saat on beşte Zincirlikuyudaki Asrî mezarlıkta, merhum için Maarif V e kâleti tarafından yaptırılan mermer kabir önünde bir ihtifal yapılmıştır. Bu vesile ile Makber şairinin ebedî hatırası, ihtifali açmak üzere sureti mahsusada Ankara- dan gelen Maarif Vekili Haşan Ali Yü- celle Vali Lûtfi Kırdar, Üniversite Rek törü, dekanlar, profesörler, ilim, edebi yat ve irfan âlemimize mensub güzideler, maarif erkânı, yüksek ve orta tahsil genç liği mümessilleri ve kalabalık bir halk kütlesinin iştirakile samimî ve heyecanlı bir surette anılmıştır.
Mezarlık, ihtifalin başlayacağı saatten çok evvel, gruplar halinde hususî surette kiralanmış otobüsler ve otomobillerle ge len yüzlerce genele dolmuştu. İstanbu- lun hemen belli başlı bütün simaları bu rada idiler. Şairin mezarı, sadelik içinde büyük bir mana taşımakta olduğu görü lüyordu. İki gene söğiid ağacının ortasın da, ve etrafı çiçeklerle süslenmiş beyaz bir mermer sanduka ve onun arkasında gene mermerden yapılmış bir kaide üze rinde merhumun tunedan bir büstü duru yordu. Kaidede Makber şairinin adı, do ğum ve ölüm tarihleri: 1852 - 1937 ya zılmış ve altına şu meşhur iki mısraı ilâve edilmişti:
Bu taş cebinime benzer ki ayni makberdir, Dtşt sükût ile zâhir, derunu mahşerdir! Makberenin önü, başta Maarif Vekili nin çelengi olmak üzere, İstanbul Bele diyesi, Üniversite, Ankara ve İstanbul Edebiyat fakülteleri tarafından gönderil miş bir çok çelenklerle süslenmişti.
Gençler bir yandan akın akın gelerek, büyük şairin manevî huzurunda eğiliyor lardı.
Saat üçe doğru, Hâmidin makberesi etrafında bir kaç bin kişilik bir kalabalık toplanmış bulunuyordu. Zairler arasında, siyah elbisesile Abdülhak Ha- midin zevcesi Bayan Lüsyen, hakikî bir teessür heykeli gibi yaşlı ve yaslı gözler le nazarı dikkati celbetmekte idi.
Mezarlığın önündeki yol, otomobil ve otobüslerden geçilmez bir halde idi.
Maarif Vekilinin hitabesi
Saat tam on beşte, Maarif Vekili H a şan Âli Yücel, mezarlığa geldi ve büyük şairimizin makberesi önünde şu hitabeyi irad etti:
«—. Bütün hayatı, devam eden bir gençlik ve ölümsüz bir bahar olan dâhi şair, ihtiyar dost ve büyük insan Abdül hak Hâmidi, aramızdan ayrılmasının üçün cü yılında ve ebedî karargâhında hep be raber ziyarete geldik. Ağaran başını tel mih ederek, kendini «Karlar altında nev- baharım ben» diye tasvir ederken; bilmi yorum, düşünmüş mü idi ki, bir gün bu yumuşak beyazlıklar, mermerleşseler bile, onun fani varlığının arkasında daima ta ze, her zaman için solmaktan ve bozul maktan münezzeh, zinde bir hatıra kala caktır.
O yaşarken doğanlar, hep sağ olsalar dı, tabutunun arkasına milyonluk bir küt le takılıp yürüyecekti. Abdülhak Hâmid, üç çeyrek asır içinde yetişen Türk münev ver nesillerinin istisnasız bir ihtiram kut bu oldu. Ona hayranlıkla teveccüh etme miş kalem, edebiyatımızda yok gibidir. Muazzam eserinin kurduğu yaratma ehra mının arkasından gelen tok ve kaim sesi, zamanın çizeceği yeni ufuklar için bile «bâlâdan bir ses» olacaktır. Onu sevme ye lâyık olmak için anlamak emeğine muhtaç olanlar, henüz doğmamış Türk nesilleri arasında da var olacaktır. Bu iti
barla bir toprak yığını ve bir mermer kütle halinde görünen başucunda toplan dığımız bu insan, bir mazi olduğu kadar, edebiyatımız için bir istikbaldir.
Ölüm düşüncesine hayatının en canlı anlarını veren hakim şair, nasıl olur da ölümünden sonra yaşamak hakkını ka zanmaz? Sonsuzluğa en mutena saatleri nin tefekkürünü, engine açılır gibi kaptı rıp bırakan bu vecd ve hülya adamı, na sıl olur da nâmütenahilikten nasibsiz kala bilir? Hürriyete ve güzelliğe, ruhunu esir etmekten bir dakika çekinmemiş olan bu serazad insan, kara toprakta nasıl yok o- lur ve kara toprak onun hakikî varlığını nasıl çirkinleştirebilir? O, bizim gönülle rimizde hüküm süren derinleşici bir fikir, cezbeden, alıp götüren bir hayal, bir ebe dilik ve bir devamdır.
Batınî hayatı kadar dışına ve suretine itinalı olan Abdülhak Hâmide, mermer den de olsa, ölümnüden sonra bir libas lâzımdı. Türk halkı gibi Cumhuriyet hü kümeti de, şahsım ve san’atını her zaman derin hürmet ve dikkatle tepcil ettiği bü yük şairi bu dış ihtimamında inkıtaa uğ ratmadı. Bu beyaz medfen, Abdülhak Hâmide son mesken veya zerrelerinin ya yıldığı toprağın üstüne serilmiş bir kefen dir. Bu ebedî karargâh, ona küçük bir mezar, fakat bizim için büyük ve aziz bir ziyaretgâh olacaktır. Çünkü o, Türk ede biyatının tarihî akışı içinde muazzam bir çağlayan ve sonra genişleyerek süzülüp akan bir ummandır. Bu ummanın dalga larında mermerleşmiş köpüklerin sükûnu na dalan bakışlarımız, bu iki mısrada onun seksen yıllık ömrünün bütün tercümei halini okuyacaktır:
Bu taj cebinime benzer ki ayni makberdir, Dışı sükût ile zâhir, derunu mahşerdir/*
Valinin hitabesi
Maarif Vekilinden sonra Vali ve Be lediye Reisi Lûtfi Kırdar söz alarak, bü yük ölünün Türk fikir, zekâ ve edebiyat âleminin en büyük bir siması olduğu ka dar, Istanbulun da mefahiri arasında bu lunduğunu kaydetmiş ve İstanbul Bele diyesinin, Makber şairine sağlığında bir ikametgâh hazırlamak suretile hizmette bulunmaktan şeref duyduğunu ve kendi sini üstüste meb’us seçerek ona karşı iti- mad ve saygısını göstermek fırsatım bul muş olduğunu tebarüz ettirmiş ve «bü yüklerini unutmıyan milletler devamlı su rette büyük adam yetiştirmek imkânını hazırlamış olurlar» dedikten sonra bü yük şairimizin aziz hatırası önünde eğile rek sözlerini bitirmiştir.
Diğer hitabeler
Bundan sonra, Şehir Meclisi namına Refik Ahmed Sevengil, bir İstanbul hem- şerisi sıfatile Abdülhak Hâmide karşı bes lenilen umumî saygı ve sevgi hislerine ter cüman olarak merhumun edebî şahsiye tinden, eserlerinden bahseden bir hita bede bulunmuştur.
Edebiyat Fakültesi profesörlerinden Ali Nihad Tarlan da, kısa bir kaç sözle, Abdülhak Hâmidin hayat ve ölüm hak- kındaki felsefesini anlatmış, büyük şairin geniş hayatını dolduran hâdiselere temas ederek hatırasını tebcil etmiştir. Nihayet Edebiyat fakültesi talebesinden bir gene, Abdülhak Hâmidi çok güzel canlandıran bir hitabe ile ölmez şairin bazı mısrala rını okumuş ve hayatından bahsetmiştir.
Hitabelerden sonra ziyaretçiler, Mak ber şairinin makberi önünde bir kere da ha tazimle eğilerek, mezarlıktan ayrıl mışlardır.
O sırada Bayan Lüsyen, Maarif Vekili Haşan Âli Yücelle İstanbul Valisinin ya nına yaklaşarak, .kendilerine Abdülhak Hâmidin hatırasını taziz için gösterilen yüksek alâkadan dolayı bilhassa teşekkür etmiştir.
Maarif Vekili, mezarlıktan ayrılırken, Üniversiteli gençlerin sordukları bazı su allere tenvir edici cevablar vererek ken- dilerile bir müddet konuşmuştur.
Bu ihtifalde bulunmak üzere Ankara Hukuk Fakültesi namına üç kişilik bir mu rahhas heyeti, Profesör Vasfı Raşidin ri yasetinde olarak dün şehrimize gelmiş ve ihtifalde bulunmuştur.