iMrıncıuanun 1936 ( ‘f i t T T - f ^ C ^ O
eylâ Saz da, şimdi ölgün
ıir saz, kırık bir saz
«w
4).
duygulu, münevver
Bu temiz
Türk kadını, bilmediğimiz baş
ka âlemin sesine kulak vermiş
s. i
im
gibi bitişik odada, fakat
bizden uzak
Leylâ Sazın 305 te alınmış gençlik r e sm i
jf
O da gitti...Teker teker yolcularile bir devir gö- {ediyor.
i Dün gece, sabaha karşı, seksen altı yaşında hayata gözlerini yuman şair ;Leylâ bir ayaklı tarih ve bir yanık sazdı.
Soy adı olarak «S az» ı alışının sebe bini soranlara:
«— Kendimi bildim bileli bir günüm
iuzgeçmedi...» derdi.
Fakat sazı, «şiir» konuştuğu' için se-%
irdi. ;
Şimdi, bitişik odada, ölüm döşeğinde
muzun yatan bu tertemiz, 'İç li, büyük
kadının, şu köşede, kapağı kapalı duran piyanosuna ve üstünde kılıflarına büriin- fSÖş sazlarına bakıyorum. (
Daha kabç gün evvel, barfia onları gös- rerek, gene şuracıkta titri.yen sesini du- •uuauştu:
W «— Bizim zamanımızda şiir diyince
barkasından beste ve saz gelirdi. Mısrala- ||nm bir ince sazın dilind^e canlândıramı - yan şair, dünyanın en ^bahtsızı sayardı # kendisini.» f
ıvelerinıizi yuduıinlarken ona sor
f
-Siz şiire nasıl l^aşlamıştınız? |Giilümsemişli: t
J— Sultan Mecid i devrinde dünyaya
işim. Gözlerimi 'hayata onun sara - M » açtım. Kulakkıarıma ilk gelen ses, min ninnisinde^n evvel saz ve şarkı İşte bu muhit '.#oeni şiire götürdü. Ve dört yaşımda iy^Jk şiirimi yazdım. — Neydi o, şin idi hatırınızda mı? Derin derin dajT.mış, buruşuk parmak - '.ıratastonundarl', alarak ak saçlarında (chjirdıktan sonara, içini çekmişti:
-Ah yangın*!;... Bütün eski şiirle jjp lotalarım bBnstancidbaki köşkümle
Sahi, o ılkı şiirim nasıl şeydi aca- f$}, Neden Q >nu ezberlemedim bilmem
U t>
. - 'fi sonraları?..
— \ •»r.rmjm ¿buna, daha çok okur-
E ■' ; 'siâf divanlarını tekrar te-w : seve, okumuştum. Sultan Mah- $S»Aın HekimC,->aşıbsı olan ve uzun müd- Avrupada bulunduğu için «ekse - ISsi» diye anı lan babam İsmail Paşa
Vali olarak gidince bizi de gö l^^toüştü. İşte asıl orada çok okudum,
i Girldde beş s ene kaldık. Ve bu beş se- ■« ben şiirle sazdan başka hiçbir şey dü- g|-|csned:m.
— En çok h'angi şiirinizi seversiniz? — Hiç, yazı.nış olmak için yazmadım.
■ i * , " t f I . • I* 1 I . V *1 , I I • I . . 1
Kilemi elimle c’îeğil, kalbimle tutardım Yabancı bir gö ze soğuk görünebilecek Er mısraım bile benim için kıymeti bü- üktür. Bu seb.'eble aralarından birini se- çemeni. Bakın meselâ Abdiilhak H â - Etnid, otuz sekiz sene evvel Fenerbahçe
^jçin yazdığım şu. parçayı beğenir:
Bu yer, bir başfya Leylâ, başka insan oldu-
K; ğum yerdir
Bu yerde scjçreden böyle tulûl mahi gurrayi Ş? Bulutlarla Sıenmyi, âfltabı âlem ftrayı ■ S Görür sa’Vırayı, şehri, sahili, gühsarı,
• ' deryayı
Kt hoş ’nalkeylemiş Mevlâ bu cayi nüzhet
efzavı
|e Bu yea-, her haline nıebhut ve hayran oldu ğum yerdir.
— Bestelerinizi kimler yapardı? ! -j— H erkes... Her san’atkâr.. Fakat
ben.im kendimin de iki yüzden fazla bes- F tayı vardır.
Gene kızlık devrinizde, eğlencele rimiz nelerdi?
— Gene saz..» — Y a dans?..
— Biz sarayda dans ta ederdik. Hiç unutmam Sultan Murad, şehzadeliğinde piyanosunun başına geçer, çalar çalar, biz de kızkardeşile polka oynardık. Fa kat asıl zevkimizi tabiatin sadeliğinde, temizlikte aradık ve bulurduk. Eğlenmek için şehrin gürültüsünden, hırsından ka - çar, mehtab altında ışıldıyan suların koy- ııuııa atılırdık. Kalenderin, Küçiiksuyun dili olsa da söylese... Bebekle Emirgân arasında yüzlerce sandal.. V e bunlarda ipeklere bürünmüş, incecik yaşmaklan - nın ardından birer hayal gibi beliren gene kızlar... Yarabbi, o günleri nasıl hatırlı yorum da tıkanmıyorum.
Hele meşhur hanende Nedimin sesi duyulunca,, bilemezsiniz, etrafa nasıl bir İlâhî sükûn çöker, sanki sular bile susar dı..»
Leylâ Sazın Sultan Hamid d e v r i n d e çar şaf lı bir r e sm i
bi gözlerimizi yumar, kendimizden ge
çerdik... V e şafak işte böyle söker, sa bah böyle olurdu...
Mehtab safaİarının elebaşılarından Li ri de meşhur Deli Fuad Paşa idi. O, Sa- id Halim Paşaları, Flamdi Paşaları göl gede bırakmak için mavnalara piyano - lar, mükemmel saz takımları yerleştirir, Boğazı çın çın öttürürdü..
Şimdi size o günleri nasıl anlatabili - rim k i... Ben de o mazi gibi göçtüm ar - tık...
Yalnız şu kadarını iyice hatırlıyorum ki, Sultan Hamid tahta çıktıktan biraz sonra mehtab safalan da Boğaz suların da son nefesini verdi.
Bir gece bütün sandallar Hidiv îsma- j il Paşanın yalısının önünde toplanmıştı. ı O kadar ki, bir an oldu, Boğaz sandal larla kapanacak sanmıştım. Yalının ka ranlık pencerelerinin ardından ud, ru * bab ve tef seslerine Arab hanendelerin nağmeleri karışıyordu.
Ertesi gece, gayriihtiyarî, bütün san- duiiar gene ayni yaiının önünde birik - mişlerdi.
V e ayni saz, ayni ses gene başlamıştı. Fakat çok sürmedi..
Sıcak diyarların bizi ağlatan bu bay gın sesi birdenbire susmuştu.
İşte susuş, o susuştur...
Meğer, jurnalcılar «denizde toplanı * yo rlar!» diye Sultan Hamide yazmış - lar, o da kuşkulanmış, yasak etmiş...
Nasıl oldu bilmem, dilimin ucuna ge livermişti:
— P lâ j?
— Bugünkü plâjı, o zaman rüyamız da görsek inanmazdık. Kadın, Türk ka dını bir esirdi. V e hürriyet bir serabdı ki, peşinde bütün bir ömür sürüklenerek heba olup gitti...
Zaman zaman düşünürüm de bir tür lü bu muammayı halledemem: O esir Türk kadını bu hür vatanı nasıl doğur du?
Sonra, koltuğuna biraz daha gömüle rek, neş’eli, gülümsüyor:
— Amma Türk kadını bu..» Öyle değil mi? H arikalar yaratmasaydı, baş ka kadınlardan ne farkı kalırdı ki?..
— Eserleriniz?
— Ben mensur ve manzum eserlerimi tabettirmeği hiç istemedim. Elli, altmış sene kadar evvel birkaç gazelimi, benim haberim olmadan «H azinei Evrak» a koymuşlar. İşte ilk matbu eserlerim bun lardır.
Fakat Bostancıdaki köşküm ve onun la beraber bütün yazılarım ve notalarım yanıp kül olunca, bunları vaktile bastır madığıma çok nadim olmuştum. Bil ne dametin sevkile evlerimizde, köşede bu cakta kalmış defterlerimi karıştırdım, ha tıramda kalanları yeniden yazdım ve böylece 1928 te tabedilen «Solmuş Ç i çekler» meydana geldi.
1920 de de hatıratımı yazmış, gaze telerde neşrettirmiştim. Bir de fransızcâ hatıratım vardır ki, bu, çekoslovakçaya da tercüme edilmiştir.
ihtiyar şair bir lâhza kendini dinler gibi susmuştu ve bu derin sükûnet içinde, gene onun zayıf sesi duyulmuştu:
Gördüğüm gün rııylnl ey Mehllka
Bu billûr gibi ses Boğaz kıyılarını
yalıyarak, titreye fitreye sularda ölürken, hız duygularımızı aydan bile kıskanır
gi-Neyleyim seyri Mesiri Ben esiri gamken
Yavaş yavaş izah etti:
— İzmirde bulunduğumuz zaman söylemiştim bunu... Manisanın «M esir» denen bir mesiresi vardı da.. Bilmem, şimdi nasıl oldu da aklıma geldi bu.. .
Ve yorgun, başını torunlarının oynaş tığı bahçeye çevirerek susmuştu.
L eylâ Saz, şimdi, bitişik odada, artık
hiç dırılmıyecek bir solgun saz gibi, up- uzun yatıyor.
Damadı Mebmed A li Ayni, bu ölüm havası içinde, bana yavaş yavaş anlatı yor:
« — Bir ay evvel bif sabah onu yan Ölü bir halde bulduk. Nüzul isabet et * inişti. Bir aydır, Ölüme hergün biraz daha yaklaşa yaklaşa yaşadı. Fakat son demlerinde bile şairdi. Daha üç gün ev vel meşhur hanendelerden İhsanla 1b - rahim gelmişler, yatağımın başucunda ke man ve udla ona sevdiği parçalan çal - mışlardı. Gözlerini yummuş, kendinden geçmiş gibiydi. Duymuyor, artık duya mıyor sanıyorduk. Fakat bir yerde yan lış okunan küçücük bir parçayı o halile derhal sezmiş, ve mecalsiz kolunu kal - dırarak, titrek parmaklarile işaret etmiş, o parçayı tekrar çaldırmıştı.»
Leylâ Saz, bu temiz, duygulu, mü - nevver kadın, şimdi, bilmediğimiz bir başka âlemin sesine kulak vermiş gibi, bitişik odada, fakat bizden u zak...
KANDEM1R
Taha Toros Arşivi