T 7
GÜNEŞ SAYFA 7
Dünden • Bileninden
27 MAYIS ÇARŞAMBA
AKKALIĞIM sırasında (1926-27)
üç aylık yaptım.
Hiçbir penceresi birbi rine benzemeyen bir cami vardır, Milas’ta, Kurşunlu Cami olarak bili
nir. Askerliğimi orada ve Milas Hav- rası'nda toplanan silahların envan terini yaparak geçirdim. Habire ya zardık. Mavzer-namlu içi, karınca ve pas lekeleri, çap şu kadar, kovan- başı, kovan köprüsü, pas lekeleri ve karınca...
Üç ay geçince döndüm bakkallı ğa devam ettim. Bu sıralarda Bod rum ’da Rum kalmamıştı. Giritliler Rum mahallesine yerleşmişlerdi. Bu bölgeye artık “Girit Mahallesi" di yen bile vardı. Rum mahallesinin ni hayetindeki Aya Nikola Kilisesi bir süre depo olarak kullanıldı; sonra zaman zaman gezgin tiyatrocular temsiller verdiler, sinema oynatılı- dı orada.
Rumları ne kadar sevmesek de dinlerine saygımız vardır. Ben ve il kokul öğretmeni Nusret Hoca "M ih rabı yıktırıp binayı kilise olmaktan uzaklaştırmadan böyle sinema oy natmak doğru değildir” dedik.
Nusret Hoca da Giritliydi. Orada ki Türklere hakaret eden Yunanlı ları- iyi niyetle mektup yazıp- Veni- zelos’a şikayet ettiğinden bası, be laya girmiş Bodrum’a kaçmıştı. Öne rimiz üzere mihrab yıkıldı. Şimdiki Halk Eğitim merkezidir bina.
Cevat Şakir, Bodrum ’a sürülmüş tü. İlk geldiğinde pek kimseyle ko nuşmazdı. Çekingen görünüşlü bir adamdı. Onla Sali’nin kahvesinde tanıştık. Rumca konuşmaktaydım. Yanıma geldi, konuşmaya başladık. Rumcası çok güzeldi. Dehşetli sıkı lıyordu. Babam o sıralarda balıkçı lığa başlamıştı. Cevat Şakir'I baba ma tanıştırdım. Babamla balığa çık maya başladılar. Sonra bu işi çok sevdi. Bir kayık edindi.'Adı "Yata ğandı” Pareketeler yaptık. Japon ya'dan ona balıkçılık malzemeleri getirttik.
Tuttuğu balıkların bir bölümünü yer, bir bölümünü dağıtırdı.
Gazetelere yazı yollardı. Para gel diğinde ihtiyacını alır, üstünü muh taç olana dağıtırdı. Bu yüzden elin de birşey kalmaz ertesi gün aç ka lırdı. ölürdü de kimseden hiçbir şey
istemezdi.
"K om ünistti” diyemem; değildi. Kendine özgü bir düşünce tarzı, fel sefesi vardı.
A N G A V A
ile sünger
avcılığım Gavur Ali ile Ali
Cengiz düşünmüştü
bedel ödeyip kısa askerlik
Yazılarında müstear isim kullan mak zorunda kaldığından kendine "Halikarnas Balıkçısı" demişti.
Cevat Şakir bütün romanlarını ön ce bana okumuştu. Bazı yanlışları nı düzeltmişimdir. Dükkanımda bir merdiven vardı. Cevat Şakir uzanır bunu masa gibi kullanır yazı yazar dı. Yazılarının çoğunu burada yaz dığını söyleyebilirim. Halikarnas Ba lıkçısı "M avi S ü rgü n " kitabında gangavanın altına bir zincir ekleme yi kendinin akıl ettiğini, böylece süngercilerin kazançlarını çoğalttı ğını anlatır.
" B u değişikliği Gavur Ali’yle ben düşündük. Sürtme suretiyle sünger avlayanlar denizin dibine dikdört gen kesitli bir demir çerçeveye bağ lı bir ağ indirip çekerlerdi. Denizin dibi düm düz olmadığından bu çer çeve bazı engebelere intibak etmez di.
Biz gangavanın çerçevesinin al tına bir zincir gerdik ve ağı da bu zincire bağladık. Böylece alttaki zin cir araziye uyduğundan verim yüz de yetmiş arttıydı. Cevat Şakir de biz
bunları düşünür ve tatbik ederken bizi izlemişti.”
"Gavur Ali kimdi?”
"Ali Karayel Giritliydi. Cahildi ama kafası çok çalışan biriydi. Bu ne denle Akdeniz’in en tanınmış kap tanlarından sayılırdı. Mısır Hidlvine ait Belbis vapurunda ikinci kaptan
lık yaptığında, iddia üzerine bir ge miyi Teym is nehrine sokmuş oldu ğu bilinirdi.
Ben dalgıç makineleri aldığımda onu da kaptan olarak tutmuştum. Yaman bir adamdı. Öyle namaza, oruca iltifat etmediğinden “ Gavur Ali” derlerdi. Belki iyi bir Müslüman değildi ama çok iyi bir Türk vatan daşıydı.
Oğlu Yalçın Karayel de usta bir ba- l’kçıdır, Bodrum ’da yaşarl”
Bir gün Atatürk'ün şapka inkılabı yaptığını duyduk. Çok keyiflendim. Kunej (tavşan) Ali Kaptan'ı buldum. “ Git İtalya'dan bir fötr şapka getir! Borsalino olsun ha!" dedim. İstanköy o zaman İtalya idi. Akşama şapka gelince başıma geçirip dolaşmaya başladım.
Cevat Şakir beni görünce hoşuna gitti.
“ Dur” dedi. "Senin bir resmini ya payım!” "O turd u m . Japon karton kutularından birinin kapağını yırtıp üstüne sandal boyasıyla şapkalı bir resmimi yaptı. Hâlâ evimin oturma odasında asılıdır.”
V / E V A T
Şakir, acıdığı
fakirlere gaz karneleri yapıp
vermiş, bastırılandan fazla
karne çıkınca iş anlaşılmıştı
Girit’ten gelme Türklerin lakapları nın çoğu Rumcaydı.-Klavra (ağlayan) Derviş, Kunel (tavşan) Ali, Laburili (unçorbası) Haşan gibi... Ali Cengiz’-
in lakabı da “ Bıçakati” idi.
Yeryüzünde ilk soyadı kullananla rın BizanslI oldukları malumdur. Bi- zansta da zamanla lakaplar soyadına dönüşmüştür. Bu anane adalarda sür müş; Türkiye’de soyadı kanunu çıkın ca bazı Rumca lakaplar soyadına dö nüşmüş.
AH Bey "BtçakatTyi
beğen mediğinden“ Cengiz”
soyadını al mışmış.Balıkçı çok iyi
evrak ve imza
taklit ederdi
BoDRUM ’a,
İstanköy’den gelen eli ayağı
tutmayan bir adam ıslık çalıp yılan oynatarak
dilenirdi. Ancak yılanın sağlık şahadetnamesi
olmadığı için alıp ambara kilitlemişler. Cevat
Şakir, kağıt kalemi eline alıp hemen bir sağlık
şahadetnamesi düzenlemiş
A TA TÜ R K
’e düzenlenen suikasti ihbar eden
Giritli Şevki, Gazi’nin verdiği 10 bin lira ile
süngerciliğe başlamış ama Yunanlılar’m
oyuncağı olmuştu
"Cevat Şakir’in imzanızı taklid edip bakkaldan öteberi aldığı doğru mu dur?”
“ Evet ama yazma!” dedi. Oysa bu öyküyü Bodrum’da bilmeyen yoktu. Ben başkasından dinlemiştim.
“ Cevat Şakir sanatkâr adamdı. Harpte gaz kıtlığı varken belediye gazı karneye bağlamıştı. Elimizde ki karne yaprağı kadar gaz alabilir dik. Cevat Şakir fakirlere acımış, ufak karneler hazırlamış ve Beledi ye mührü ile belediye görevlisinin imzalarını da bir güzel taklit edip ürettiği karneleri ihtiyacı olana da ğıtmış. Bastırılandan fazla karne çı kınca ortaya Belediye Reisi bu işin kimin başından çıktığını anlamıştı, ancak Cevat Şakir'i sevdiğinden hiç bir şey yapmamıştı.
Cevat Şakir evrak ve imza taklidin de eşsizdi. Bodrum ’dan evini satıp
giderken beni de korkutmuştu. Ona bir Osmanlı Bankası çeki vermiştim. "Ben sanatkâr adamım; şimdi bu çek ten istediğim kadar yapar seni mahvederim” demişti. “ Yapabilirsin ama bana yapmazsın!” diye cevap verdiydim.
Cevat Şakir'in bir öyküsünü hatır ladım. Bu evrak-imza taklidi hikayele rini dinleyince: Hikmet Çetinkaya, ölümü nedeniyle 23-24 Ekim 1973’te Cumhuriyet Gazetesine yazdığı bir ya zıda bahis konusu etmişti. Hikaye şöy- leydi: "B o d ru m ’a İstanköy’den eli ayağı tutmayan bir adam gelmiş. Is lık çalıp yılan oynatarak dilenirmiş.
Gümrükte sağlık şehadetnamesi sormuşlar. Adam "yok" deyince yı lanı ambara kitlemişler. Adam ağla yarak: "Yılan ambarda ben burada ikimizde açlıktan öleceğiz..." diye yalvarmış: Nafile!” Cevat Şakir güm rük müdürüne gidip rica etmiş. Gümrük Müdürü "Sağlık şehadetna- mesiz olmaz ama istersen bir tane yazıver" demiş.
Cevat Şakir şöyle devam eder öy küsüne "Ö yle ya Bodrum 'a getirtti ğim çiçek, fide ve tohumları için sağlık şehadetnamesi yazmaya alı şıktım. Aldım kalemi kağıdı elime yazmaya başladım: "İstanköy’den gelen bu yılanın ne flokserası var dır ne mildiyösü” Bu bitkiler için yazdığım sağlık şahadetnamesinin bir örneğiydi: Bilindiği gibi.
Floksera ve Mildiyö bitki hastalık larıdır. Ama kim bilecektir? Demek ki, Cevat Şakir bürokrasi karşısında sı- kışıncş olayları böyle kestirme yoldan çözebilen bir yurttaşımızmış.
LLİ
Cengiz, Galata
Köprüsü ile Büyükada
arasında sünger aramış işe
yarar birşey bulamamıştı
“ insanoğlunun süngeri çok eski zamanlarda belki de milattan binler ce yıl önce Ege kıyılannda ya da
Ak-Ali Cengiz (sol basta) sünger alışverişi yapmaya gittiğinde Kalimnoslu arkadaşlarıyla (üstte). Ali Cengiz’in askerlik hatırası (yanda.)
deniz’de bulduğunu sanırım. ıler- halde ilk keşfedilen sünger, dalga ların kıyıya attığı bir sünger parça sıydı. Bunun yararlılığını kavrayan insanoğlu, sonra peşine düşüp bu yaratığın yuvasına yani denizin dip lerine kadar inmiştir.
O yıllarda Türkiye’de sünger çok tu. Ege’de Akdeniz’de hatta Marma ra’da bile çıkardı. Karadeniz’e çok nehir aktığından tuzu azdır, orada sünger çıkmaz Ege ve Akdeniz sün geri iyi idi. Marmara’da frenk inciri gibi dikenleri vardı. "Mantalea” der dik buna. Kullanılır ama, işi uzun dur: Vitriolden geçmeli, uzun boy lu makaslanmak vs.
İstanbul’a bir gidişimde Fermene- ciler’de bir deniz aynası yaptırıp adalarda sünger aramıştım. Yanıma arkadaşım Salamon'u almış, Galata Köprüsü'nde bir motorlu kayık tut muş, denizin dibine bakabaka Bü- yükada’ya kadar gitmiştim. Bazı yerlerde vardı ama, çamurlu ve çü rüktü. İşe yarar birşey bulamamış tım.
Sünger, Eg e ’lilerin yaşamlarının bir parçasıdır. Ben bakkal dükkanı açtıktan bir süre sonra süngercili ğe de başladım.
Bu işi 17 yaşındayken Kalimnos'- ta öğrenmiştim. Kalimnos, İstan- köy'ün 9 ile 10 mil ardında, Turgut Reis'ten görülebilen bir adadır. Is- tanköy’ün münbit olmasına karşılık Kalimnos sırf kayalıktır.
O zamanlar bütün dünyanın sün ger piyasası Yunanlıların elindeydi. Halen de öyledir. Bu işin merkezi de Kalimnos'tur. Orda Nikola Vovalis adında bir adamın şirketi Akdeniz' in süngerlerinin çoğunu alır, yer yü zünün dört bir yanına sevk ederdi. Paris'te Viyana’da şubeleri vardı. Asıl merkezleri Londra'daydı. Fab rika Kalimnos'taydı.
Bu şirketin sahipleri Kalimnos’a bir sivil bahriye mektebi, bir kilise
ve kabristan, bir lise, bir de hasta ne yaptırmışlardı.”
Ali Cengiz kendisini Türkiye’nin Vovalis'i saydığından Vovalis gibi arazisinden bir bölümünü yaşadığı kente hibe etmiş; Bodrum Kız Meslek Lisesi bu toprak üstünde inşa edilmiş tir.
’Nikola Vovalis öldüğünde karısı kocasının mumyasını yaptınp kilise sinde bir camekana koydurduydu. Madam Vovalis kocasını kaybettik ten sonra şirketin yönetimini ele al mış ve müesseseyi yıllarca kocasın dan daha iyi yönetmişti.
R U M hamalı kılığında
Kalimnos’a giden Ali Cengiz,
Konstantin adıyla çalışıp
süngerciliği öğrenmişti
Oldukça küçük yaşımda Kalimnos’a gitmiş süngercilerin nasıhçalıştık- lannı görm üş bu işi öğrenmeyi ak lıma koymuştum. Ancak adalarda ki Rumlar, Türkleri hammai olarak bile kullanmazlardı. Kalimnos’a git tim fesimi çıkardım Rum hammalı kılığında sünger fabrikasında bir sü re çalıştım. Adımı sorduklarında "Konstantin" derdim. Hammallığım sırasında süngeri nasıl makasladık larını hangi solüsyonlara batırdıkla rını dikkatle izleyip öğrendim.
Çocukluğumda Türk iye ’de sün ger gemileri yelkenliydi. Bunlar bir sezonda ortalama 100 kilo sünger çıkarırlardı. Uzağa gidemezler me
sela Karaada civarında çalışırlardı. Bodrum'daki tek motorlu tekne, Hasib’in kaçakçılık için kullandığı tekneydi. "Zabıta-i Seydiyye” nin 29. maddesi mucibince "gangava” ile avlanmak yasaktı. Halbuki usulüne uygun yapılsa bu tür av zararlı de ğildir. Yunanlılar bunu böyle yapar lardı. Süngerciliğe başlamadan ön ce bu maddenin değiştirilmesi için çok uğraştım. İsmet Paşa Başba kanken TBM M Arzuhal Encüm eni’- ne bu konuda çok mektup gönder miştim. Zamanla yasada gerekli dü zeltmeler yapıldı da gangava ile süngercilik kabil oldu.
Önce gangavayı yelkenliyle çek meye başladık. Sonra motorla çek tik. Karadan da çekerdik. Azim ve sebat adlı iki teknem vardı. Bunla ra gangava taktırdım. Beni gören bütün süngerciler aynı şeyi yaptılar.
Bilirsiniz bir Giritli Şevki Bey var dı. Atatürk’e İzmir suikastını planla yanlar arasındaydı. Eskiden çete re isliği yapmış, kafası çalışan bir adamdı. Gelişmelerin ciddiyetini kavramış ve suikastı ihbar etmişti. Bu davranışı nedeniyle Atatürk ona on bin lira ihsanda bulunmuştu.
Giritli Şevki bu parayla süngerci liğe başladı. Daha doğrusu Rumla rın maşası oldu. Bir Yunan şirketin den ona yüzde yirmi hisse verdiler. O da "mütehassıs" adı altında bir çok Rum süngerciyi ülkemize sok tu. Bu süngerciler Türk kara sula rında sünger toplayıp -tek kuruş ver gi vermeden- Yunanistan’a kaçırır lardı. Ben Ankara'ya TBM M Arzuhal Encümenl'ne bu durumu bütün çıp laklığıyla açıklayan telgraflar çeker dim. Bu telgraflardan bir bölümünü Cevat Şakir kaleme alırdı. Üslubu güçlüydü. Çok etkileyiciydiler bun lar. Telgrafhanedeki memurların çok hoşuna gider bizi alkışlarlardı.
Bir seferinde Atatürk'e bu konu da bir mektup yazdım ve eline geç sin diye Fevzi Çakmak Paşa eliyle yolladım.
Giritli Şevki ile adamlarının foyası ancak beş yıl sonra anlaşıldı. Bun lar gittikten sonra başladım sünger ciliğe.
Türkiye'ye İlk dalgıç gemisini so kan benim . Dalgıç gem ilerine “ skafandar" denirdi. Skafa = tekne, andar = erkek demektir Yunanca. Yani ‘adam indiren gemi’ gibi bir an lamı vardır, ilk teknemi İtalyan teba- lı Yorgi Spanos’tan üçbin liraya al mıştım. Bu tekneyi kredi bulup edinmiştim.
YARIN
SÜNGERCİLİĞİN İLK YILLARI
Taha Toros Arşivi