• Sonuç bulunamadı

Gülşen Çalık Can:Gülşen Çalık Can'ın listeledikleri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Gülşen Çalık Can:Gülşen Çalık Can'ın listeledikleri"

Copied!
8
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

gülşen ç a k can

GILERİ MmZ

5 0 o ca k -14 şu b at

açılış

30 o cak 1976,17:00

(2)

GÜLŞEN ÇALIK ÇA N ’IN LİSTELEDİKLERİ

Galeri Baraz’ın öncü her türlü deneysel atılıma açık, ön-yargısız, özgür bir alan olduğunu kanıtlamakta genç sanatçı Gülşen Çalık Can ce­ saretle işe koyuldu ve ilginç bir plâstik etkileme araştırısını listeledi.

Gülşen Çalık Can bu aşamaya şöyle bir öğrenim ve gelişme süre­ cini yaşayarak varmış bulunuyor:

«1966 İzmir Amerikan Kız Koleji'nden mezun oldum.

1966-1970 Amerika’da Beaver College resim bölümünde öğre­ nim gördüm ve BFA ile mezun oldum.

1972-19/3 İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nde okudum ve mezun oldum. Yurt içi ve dışında çeşitli sergilere katıldım. Bazı ya­ rışmalarda ödül kazandım, bir çoğunda da kazanamadım. Bu, Türki­ ye’de açtığım üçüncü kişisel sergidir.»

Gülşen Çalık Can bu deneysel atılımı kendi diliyle kendisi şöyle tanımlıyor:

«Deneysel bir atılım değil bu. Atılım Hiç değil ama deneysel olduğu da yadsınamaz. Sergide neler göreceğiniz konusunda pek fazla konuş­ mak istemiyorum, çünkü kurgu biraz da «şok» üstüne. Çok yönde yo­ rumlanabilecek bir iş bu yaptığım, ya da sizin deyişinizle «listelediğim». Genellikle tüketim kavramı vurgulanıryor.

Şimdi size sorarım. Haftanın belirli günlerinde giydiğiniz, (diyelim) mavi kare üstüne sarı yaldız puanlı çoraplarınızı ayağınıza geçirmek üzereyken bir sabah. Evet. Bir sabah bir de bakıyorsunuz bu çorapları­ nızın sağ koncu lâçka, sol topuk fena halde örsünmüş ve çorapları atı­ yorsunuz çöpe.

Aynı şey bana oldu çünkü. Çoğunlukla pirinç süzdüğüm mutfak kevgiri bir gün baktım delinmiş; pirinçler mercimekler süzülmüyor, su­ yun eşliğinde lavaboya boşalıyor. Sizin yaptığınızı yaptım tabii. Çorap­ larınızı ya da tüm gününü doldurmuş eşyanız gibi kevgiri çöp kutusuna attım. (Lütfen bütün olumlu eleştirilerinizi Galeri Baraz, Kurtuluş Cad­ desi 191'e postalayın.) işte kevgiri öylece attım çöpe, yerine yenisini a l­ makta pek gecikmedim. Geçen hafta oldu bu. Dün akşam eve dönerken, bizim sokağın iki sokak ötesinde, kaldırımın kenarında ansızın karşıma çıktı. Yanılmama imkân yok. Attığım süzgeç bu. Sapındaki tel düğüm hâlâ üstünde. Hangi rastlantı sonu kim bilir, çöp kutusundan dirilip iki sokak ötelere erişmişti. Yerden aldım, doğru eve getirdim. Bir gün bizde kaldı, sonra yeniden çöpe gitti. (Lütfen bütün olumlu eleştirilerinizi G a ­ leri Baraz, Kurtuluş Caddesi 191'e bildirin.) Belki bir hafta sonra yine karşılaşırım. «Ne var bunda?» diyebilirsiniz. Öyle diyorsanız eğer. «Hiç

(3)

bir şey, hiç bir şey» diyorum ben de. (Lütfen bütün olumlu eleştirileri­ nizi Galeri Baraz, Kurtuluş Caddesi 191'e postalayın.) Oysa bir ufak in­ sancıl heyecan, bir ufak tutku, bir basit olay, belki de ufaktan gülüyor­ sunuz. En azından homurdanın biraz birader, «Bu ne müthiş kâğıt sar­ fiyatı filân» diye. (Lütfen, bütün oluml...) Anlattıklarımın sergide gö­ receklerinizle ilgisi yok. Ama dediğim gibi, kurgu biraz da «şok» üstüne. Yine de düşünün bir kez, mavi kare üstüne sarı yaldız pu­ anlı çoraplarınızı, evinizden sokak sokak ötede, Taksim meydanında bir su birikintisi içinde görseniz eğer, şaşırmaz mısınız? Ya da, alıp evinize taşımaz mısınız onları? Hiç olmazsa düşünürsünüz bir kez, «Bunlar be­ nim çoraplar olmasın sakın?» Siz bilirsiniz. (Lütfen bütün olumlu eleş­ tirilerinizi Galeri Baraz, Kurtuluş Caddesi, 191’e postalayın.)»

Galeri Baraz kendi içine kapalı bir sergileme ünitesi olarak kalma­ yıp kentin güncel tüm sanat faaliyetine açık bir kurum olarak sürdürdü­ ğü çabasını şu acar iletişim fonksiyonunda karar kıldırmakta da sorum­ luluğun bilincindedir. İstanbul’un zindeleşen sanat çevresini haftalık ma­ gazin eleştirisinin sönük standartları içinde bırakmamak azmindeyiz. Onlara aşk ü keşf ile yoğrulan bir duyarlığı iletme çabasıyla tarihin hangi büyük uygarlıklar kentinde yaşadıklarını anımsatmak görevini de yüklendik. Elbette yerecekler bizi, elbette arkamızdan konuşacaklar, ama biz elbette yılmayacağız.

Bir kaç sergi hakkında :

DGSA’nın eski emekli hocalarından Ali Çelebi'nin Kadıköy'deki Cumalı galerisindeki sergisi Dinçer Erimez'in sanatçının kişiliği hakkın- daki bir yazısıyla sunuldu. Ali Çelebi'nin alçakgönüllü, otantik, tutku­ lardan uzak sanatçı yaşamı hakkında yapılan değerlendirmelerin re­ sim üslûbu hakkında verilen yargılarla da az çok dengelendiği söyle­ nebilir. Bizim kanımızca Ali Çelebi, resmi, akademi üslûbu içinde, bir dayanarak uzantısı L. Levy’de bulunan eski doğacı karargâhın kurmay heyetinden bir variant sanatçıdır.

Ali Çelebi'nin son yıllarda eskilerde bazı ressamların ilgisini çek­ miş olan Ayasofya anıtı içi temasına ilişkin bir dizi resim yaptığını ve bunda da sakin kararını koruduğunu gözlemiştim. Ayasofya içi re- simsel yöneliş bakımından sanatçının da ifade etmekten kaçınmadığı gi­ bi resmedeni müthiş bir ışık problematiği karşısında bırakır. Fotoğraf­ çıların da canını burnundan getirip bezdiren acaip bir ışık hareketidir bu. Dinsel bir mekân dematerializasyonu ile ışığı mistik, uhrevi bir ba­ ğıntı içinde tutan bu hareket karşısında ressamın ya bu ışığın yatağını kendi resim vadisine döndürecek toptan bir dehası olmalı ya da fırçası

(4)

bu ışığın peşinde yaley! kovalamacasına girişebilecek bir izlenim kıv­ raklığına sahip bulunmalıdır. Ayasofya’da ışık yılın her günü, sabahları eskiden ayin yapılan aspid mekânını aydınlatır ve christmas günü haz- reti çocuk Isa’nın tam tepesine doğar. Dünyada ışığın en dahiyane çö­ zümle ele alındığı mekân anıtıdır Ayasofya.

Ali Çelebi’nin yalnız Ayasofya içi resimlerinde değil, dış doğanın kıyı bucağında meydana getirdiği resimlerinde bile ışıkla pek başı hoş olmadığı besbellidir. Ancak bunun resme bir sanat çelebiliği getirmek­ ten öte bir sakıncası yok... Eski düşünürlerin bir lâfı vardır ya, hani ara- sıra tekrarladığım; göz güneşin kendisi olmadıkça güneşi göremez, di­ ye... İşte gözü güneşten bir parça olan ressam Cihat Burak şöyle bir beğeniyle tanımlıyor bu fersiz üslûp tutarlılığını: kahveyi çok kaynatır­ san, kahve özü olur, adına da mır’a kahve denir. Elbet onun da bir tadı vardır.

1960’lardan sonra İstanbul'da büyük kırmızı tualler boyayan ve bir on yıldan fazladır Paris’te yaşamakta olan Ömer Kaleşi Devlet Re­ sim Heykel Müzesindeki Halil Dikmen galerisinde bir sergi düzenledi ve resimlerinde siyah rengin oldukça duyarlı bir bolluk içinde kullanıldığı yüzeyler içine küçük renk parçacıklarının karıştığı, yer yer de belli bir oran içinde küçük kırmızılı pencerelerin açılmış olduğu örneklerle dik­ kati çekti. Devrim Erbil’in sunuş yazısında Ömer Kaleşi'nin Yugoslav­ ya'da İkinci Dünya Savaşı’na rastlayan çocukluk günleriyle dramatik ilişkiler kurduğu resimleri önemli bir resim olayı anlamını yüklenmiyor­ du. Ancak gene de Ömer Kaleşi'nin çalışmasını sürdürme azmine deği­ nerek lâfı tatlıya bağlamış olalım.

Taksim Galerisi’nde çağdaş Türk resim sanatında pek özel bir gru­ bun temsilci başkanı olarak dikkati çekmiş olan Dr. Süreyya Velioğlu’- nun soyutlanmış figür çalışmaları yağlı boyada inceden inceye bir trükaj emeğinin sabırlı çabaları sonunda selâmete çıkmış yapıtlardı.

Uzun yıllardan beri ruh hastalarının resimle tedavi yöntemlerini geliştiren ve bu yolda ülkemizin en sayılı uzmanı olan Dr. Süleyman Velioğlu kendi resimlerini kuramsal bir temellendirme çabasında da az rastlanır bir kişiliğe sahiptir. Felsefi antropoloji ile modern ontolojinin ana ilkeleri arasında kurduğu bağıntılarla açıklamaya çalıştığı sanatı, insanın organsal ve tinsel varlık kategorileri arasındaki tüm alanları kap­ sayan bir sentez görünümüne erişme savında temellenir. Bu kuram ça­ bası yolunda Süleyman Velioğlu'nun bir varoluş emeğiyle üretilmiş öz­ gün figür oluşumlarına vardığını kabul etmeliyiz. Bu oluşumlar doğru­ ca insan varlığını bir nesne olarak, fenomenolojik redüksiyon yönte­ miyle bir geist niteliğinde ifadeye kavuşturmak amacı taşır. Sonuç

(5)

fel-şefi ve bilimsel olduğu oranda statiktir. Bİr atölyeden çok zihinsel bir la­ boratuarda meydana getirilmiş bir fenomen sorunu karşısında bulun­ duğumuzu da belirtebiliriz. Sanat, bilim ve felsefe arasında köklü bağ­ lar olduğu bir gerçektir, ancak bu resimlerde ilgi çerçevesi bu bağları dolaylı olarak yansıtmaz. Bu bağıntıların dolaysız bir sanatlaşma yön­ temini araştırdıklarından söz edilebilir, ancak amaç tümüyle gerçekleş­ miş midir, bu konuda kesin bir karara ulaşmak modern metafiziğin ye­ ni bir «absolu» tuzağına düşmek olur. Dr. Süleyman Velioğlu'nun düş­ tüğü pek ilginç tuzağa gelince, resimleri hakkında estetik profesörü İs­ mail Tunalı'nın Cumhuriyet’te yayınlanan yazısı (19 Aralık 1975). Se­ ramikçi Mediha Akarsu’yla aynı başarı düzeyinde ele alınan Velioğlu, sanırım o estetikçi çabanın kimlerin yüzü suyu hürmetine olduğunu da anlamıştır.

Taksim Galerisi’nde Süleyman Velioğlu'nun ilginç sergisi sırasında Athos Garrutti de resimlerini sergiledi. Athos Garrutti’nin Nisan 1976 içinde Galeri Baraz’da bir sergi açması kararlaştırıldığı için bu sanat­ çıya daha sonraki bir bültende özel bir geleneksel sorun açısından yaklaşmak fırsatını bulacağımızı umuyoruz. Giderek Garrutti aşaması­ na varmış olan bu gelenek, yabancı orijinli gezgin sanatçıların ülke­ mizle kurmayı başardıkları vizüel ilişkileri içerir. Levanten, Frenk ve da­ ha başka isimler verilebilecek bir çeşit sanatçılarla Türk resim sanatı arasında hangi sanatsal alışverişlerin kurulmuş olduğunu, ülkemiz pito­ reski ya da özgün insancıl duyuşuna gösterilen bu egzotik ilginin kay­ nakları ve gelişmesi sorununa o yazıda bazı çözümler araştıracağımız umudundayım.

Taksim Galerisi’nde Aralık ayı başında açılan Hüseyin Bilişik ser­ gisi Gültekin Elibal'ın bir yazısıyla sunuldu. Kendine özgü bir grafik du­ yarlığı olan Hüseyin Bilişik frajil bir geometrik düzen içinde olan resim dünyasını bir yandan ince boya hünerleri, diğer yandan naif bir yo­ rumla güçlendirmeye çalışır. İnce boya hünerlerine karışmam, ama naif yorumlar daima robüst, ensesi güçlü bir nakış-bezeme pehlivanlığı ge­ rektirmiştir. Bu frajil geometrik düzen minderinde pehlivan göz, resmi tuşa getirmemek için severek çaba harcamıştır.

Bu arada önemli sergiler arasında Melda Kaptan'a galerisinin iyi- niyetli ışığı altında Turan Erol'un yapıtları da göründü. Ferah kıyı pey- sajı ve ak üstüne renk serpilmiş kır dünyasına bir övgü katkısında bulu­ nalım Turan Erol’un, doğanın kendi güzellilkeri gerektirir bunu en azın­ dan. Bir «ressam» tavrı Turan Erol'unki, ama başkent yorgunlukları hoşgördürebilir işin o yanını da. Ne var ki bizim gibi yüreği zaten hep masmavi kıyılarda, doğanın türlü renk dokunuşlarında olan kişilerde

(6)

fazla bir doğa özlemi uyandırmaz bu resimler. Biz kıyıların sürekli ka­ ya aşındıran dalgaları gibi bir uzaklaşıp bîr yaklaşıyoruz. Gönüllerde akışı o hiç durmayan kan dalgalarının bir uzaklaşıp bir yaklaşması gibi.

DGSA’da heykeltraş Saim Bugay'la ilginç bir yeni figür resminin kendini iyi yetiştirmiş bir sanatçısı olan Seyyit Bozdoğan'ın yapıtları ser­ gilendi. Bu tip sergiler dışarda eğitim görmüş sanatçıların bir hesap ver­ me ve kendilerini ispatlama çabaları kapsamına girer.

Saim Bugay'ın sergisinde aynı heykel biriminin çoğaltılıp çeşitli sıra düzenleri halinde dizildiği oldukça şaşırtıcı nitelik kazandırılmış il­ ginç bir görünüm karşısında kaldık. Bugay'ın hocası heykeltraş Şadi Ça- lık'ın stilize edilmiş büstü olan bu birim, ağaçtan yontulmuş orijinaliyle kalıpların da sergilendiği alçıdan dökülüp çoğu biribirinden farklı bo­ yanmış tam 100 adet aynı heykeli oluşturuyormuş (ben 97 adet say­ dım). Bu fabrikasyon esprisi hangi amaca yönelik, bunu pek o kadar iyice kestiremiyorum. Bu işin kerameti kendinden menkulse bir dağıtım söz konusu olduğunda bir sürü yere birer adet Şadi Çalık düşebilir. Ki­ min zevkini okşar, kimin ne işine yarar, orasını Allah bilir...

Bu Şadi Çalık büstü fabrikasyonunun açıklanabileceği gerçekçi bir yorum bulmak zor. Bir heykelci heykel sanatındaki kalıplaşmaya baş­ kaldırmak ister, heykel sanatını yeni bir yöntemle yenilemek isterse baş­ kaldırdığı başa iyi dikkat etmeli demekle yetineceğim.

Seyyit Bozdoğan'ın resim ve desen çalışmalarını oldukça güçlü bir sanat yöntemi içinde buldum. Ayni mekânda karşılaştığım heyeklci san­ sasyonundan uzak çalışkan bir yapıcı kişiliğin öğrenim deneylerini ho­ calığa aday bir aşamaya çıkartmak istediği, akademik geleneğe bağlı kaldığı kadar, bu geleneğe yenilenen bir kişilikler kapısı açma uğraşı­ nı da benimsediği izlenimini aldım.

Bir kez deha galerilere değinme :

Taksim galerisinde açılan sergilerin bir kısmı giderek Belediyenin İstiklâl caddesinde çeşitli «hünerler» sergileyen envai türlü hobicilerin işlerinden oluşacak diye kaygılanmaktayım. Bu yolda henüz pek kesin işaretler yoksa da sızmalar dikkatimi çekiyor.

Galeri Baraz açılalıberi sanat çevresinde kıpırtı da arttı. Neşet Günal gibi bir ustanın düzen heybeti Galeri Baraz’ın dillere destan ola­ bilecek nitelikteki mekân ve çevre güzelliNği içinde ışıdı. Bir yandan da en azından hareketsizliğin bir nedeni olan eski usul alttan alta çekişme oyunları Baraz'daki er meydanına çağrılmış oldu. Biz sorunları açık yü­ rekle koyaduralım meydan kaçakları hasedi ileri götürdüler. Baraz'da resim satılmaz burada biz satarız hıncına başvuranlar oldu. Tüm gale­ rilere iyiniyetli, destek olan bir yaklaşım içindeyiz. Salık veririz ileri

(7)

git-meşinler arkadan konuşma babında. Unutmasınlar herşeyin, resim sat­ manın bile temelinde dürüstlük yattığını.

Bu arada ben özel bir mektupla arkadaşım değerli ressam Oya Katoğlu nu İstanbul da Baraz Galerisi'nde bir ilk kez sergi açmağa ça­ ğırdım. Çok isterim İstanbul görsün onun güzel nakış düzenlerinin ya­ şam dolu asıllarını.

Mimar İrfan Ertem'in kültür ve sanat olaylarına akrostiş bir düzen içinde sahne olan galerisinde Devlet Resim Heykel Müzesi hakkındaki konuşmam da tam bir fiyasko ile sonuçlandı. Organizasyon entrikleri bir, şiddetli yağmur iki, trafik keşmekeşi üç. Gelen bir kaç kişi bağışla­ sınlar hiç konuşmak istemememi!.. Ayrıca bana ne idi bilmem. Resim ve Heykel Müzesi’nden. Müzenin son açılış günlerine pek yakın bir tarih­ te, bir teklif üzerine hadi müze olsun deyivermişim... Eski bir alışkanlık, ama gereksiz olduğunu geçen sürede kavradım ve sıyrıldım o konuda söz etmekten. Bilen biliyor on beş yıl müze kahrı çekmişim. Birer ana kültür kurumu olarak bunlarda yaşanan kültür sefaletini gözler önüne sermeye çalışmışım, yakışıksız uygunsuz işleri ayan beyan ortaya koy­ muşum, ağızlarını açıp bir tek itirazda bulunamamışlar, benden yana oyunu oynayan bir teftişle yanlışlığı korumuşlar, beni bu kez oyu­ nun Sultanahmet işportacısı oynanan kesiminden alıp Kapalıçarşısı oy­ nanan bir başka kesime sürmüşler. Devletin büyük geleneksel onuru­ nu, yaratan ve evrenselleştiren dinamiklerini her korumak isteyene bu­ nu mu yapabileceklerini sanıyorlar?

Hocalardan olumsuz tepkiler:

Bu konuda kısaca belirtmek istediğim, Mehmet Güleryüz’ün ser­ gisine akademi resim bölümü hocalarının pek rağbet etmeyişidir. Yani büyük çoğunluğu gelip görmediler bu sergiyi. Bu tavırları bir arada ça­ lıştıkları bir sanatçıya uygarca bir saygı göstermediklerini ortaya koyar.

Öğrencilerden olumlu tepkiler:

Mehmet Güleryüz'ün başarılı sergisiyle bağıntılı olarak Galeri Ba- raz’ın sergi çağrısına yazdığım yazıda DGSA resim atölyeleri hakkında- ki kanılarımın umutsuz hocaların öğrencilerinde umutlu tepkiler yarat­ tığını gördüm. Bazılarınca kendilerinin kişisel üslûp çabaları ortaya koy­ ma azminden caymayacakları bana belirtildi. Bir atölye hakkında ver­ diğim statik yargısı şüphesiz hiç bir öğrenciyi bağlamaz. Onlar gençtir ve daha çok hocaların «üslûp egemenliği» sorununa bağlı kıldığım yar­ gıyı aşıp geçme yolunda olabildiğince özgürdürler. Aralarından elbette ustalar yetişecektir. Ama onlara, yaptıklarının ne ölçüde bilincinde ol­ duklarını sordum, önce bunu kanıtlamalarını önerdim.

(8)

G1LERİ RZmZ

Kurtuluş Caddesi 191/B İSTANBUL 40 47 83

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Kutis marmorata telenjektatika konjenita, telenjektazi, flebektazi, deride atrofi ve ülserasyon görülebilen nadir konjenital bir hastalıktır.. Etiyolojisi tam olarak

Kontrol ve tedavi grubundan elde edilen serum desaçile ghrelin sonuçları hem grup içi hem de gruplar arası karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı

öyküsüyle daha da il­ ginç olan bu tabloyu koleksi­ yonunuza katmak isterseniz 90 milyon liradan başlayacak olan açık arttırmaya katılma­ nız

Dönemin esprisine uygun biçimde bir İngiliz bahçesi figürü olan ve Çadır Köşkü olarak anılan minik köşk, tam bir chalet’dir. Alt kattaki ocaklı bir oda

Birkaçı ba§ka müelliflere, büyük çoğunluğu İbn Sina'ya ait olmak üzere otuzdan fazla risaleyi ihtiva etmektedir.. incelediğimiz nüsha bu yazmanın 87a-107a

Tüketicilerin, çevre bilinci bakımından farklı pazar bölümleri oluşturdukları tespit edildikten sonra, ortaya çıkan pazar bölümlerinin demografik özelliklerine

Giderek, kendi gereksinimleri içerisin­ de güzel sanatlara gereken önemi veren insanoğlu, "sanat" kavramının yüceliğinin ve kendi kültürel gelişimindeki

Eklem kapsülü kıkırdağı oluşturan hücreleri besleyen ve sinoviyal sıvı adı verilen kaygan bir sıvı içerir.. Sinoviyal sıvının içinde aynı zamanda oksijen, nitrojen ve