• Sonuç bulunamadı

Darülfünun Reformu- Darülfünun'dan İstanbul Üniversitesine Geçiş Süreci (18631933)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Darülfünun Reformu- Darülfünun'dan İstanbul Üniversitesine Geçiş Süreci (18631933)"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Mehmet Serhat YILMAZ, “Darülfünun Reformu- Darülfünun’dan İstanbul Üniversitesine Geçiş Süreci (1863-1933)” Kastamonu Eğitim Dergisi, Cilt:9, No:1,

(Mart 2001), s.245-260. DARÜLFÜNUN REFORMU

DARÜLFÜNUN’DAN İSTANBUL ÜNİVERSİTESİNE GEÇİŞ SÜRECİ (1863–1933)

Mehmet Serhat YILMAZ *

Özet

Bu çalışma, çeşitli isim değişiklikleri ile İstanbul Darülfünununun açılmasından 1933 yılında kapatılmasına kadar geçen süre içerisinde yapılan reform hareketleri üzerine temellendirilmiştir. Darülfünun 1863 yılında kurulmuştur. Darülfünunda, 1870, 1874 ve 1900 yıllarında bazı yenilikler yapılmıştır. Atatürk döneminde modernleşme süreci içerisinde ilmî, sosyal ve siyasi sebeplerle bir reforma ihtiyaç duyulan Darülfünun, 1933 yılında kapatılarak İstanbul Üniversitesi kurulmuştur.

Abstract

This study, has been based on the reformist movements in Istanbul Darülfünun between 1933 and its abolishment. Darülfünun was established in 1863. In The Darülfünun there has been some reforms made in 1870, 1874 and 1900. There has been a need for a new construction because of the scientific, social and political reasons in the reformist movements at the period of modernizm in Atatürks time. For these reasons it was abolished and Istanbul University was established in 1933 instead.

Giriş

Türkiye’de üniversitelerin kurulması ve gelişmesi konusunda üniversite kavramının Cumhuriyet dönemi öncesi ve sonrasında farklı algılandığı görülmektedir. Cumhuriyet dönemi öncesinde Mutlakiyet ve Meşrutiyet dönemlerinde değişikliklere uğrayan üniversite, Cumhuriyetin tek partili ve çok partili dönemlerinde de çeşitli değişikliklere uğramıştır.

Bu bakımdan Osmanlı döneminden bu yana, modernleşme ve yenileşme hareketleri açısından üniversiteler ve üniversite problemi en kolay şekli ile iki ayrı evreye ayrılabilir. Bu çalışmada üniversite konusu, Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti dönemlerinde olmak üzere iki bölümde ele alınmıştır.

(2)

Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki yüksek öğretimin temelleri medreselere dayanmaktaydı. Bilindiği üzere ilk medrese 1065 yılında Bağdat’ta kurulan Nizamiye Medresesidir. İslam dünyasında medreselere temelde bakıldığında, Büyük Selçuklulara dayanmaktadır. Geniş anlamda medreselerin devlet eliyle kurulması ve teşkilatının ayrıntılı olarak tespit edilmesi Nizamiye Medresesi ile başlamıştır. Bundan sonra medrese açılması Bütün İslam Dünyasında bir gelenek haline dönüşmüş olup teşkilat bakımından da Nizamiyeler örnek alınmıştır(1). Osmanlılarda bilinen ilk medrese İznik’teki Orhan Gazi Medresesi olup daha sonra Bursa medreseleri gelmektedir. Osmanlı medreselerinde öğretim usulü şüphesiz diğer İslam devletlerinde olduğu gibi bir yöntem takip etmiş olup medreselerin sayısı arttıkça derece ve sınıflandırmaya tabi tutulmuşlardır. Osmanlılarda medreselerin sayısının artmasıyla oluşan yapılanmaya II. Murat döneminde rastlanır. Çünkü, Fatih Sultan Mehmet’in medrese teşkilatına esas olan Tetimme ve Dârü’l-hadis medreseleri yapılmak suretiyle bir derecelendirme görülmektedir. Bununla birlikte esaslı medrese teşkilatı Fatih döneminde oluşturulmuştur.(2) Klasik anlayışta sadece dini ilimlerin öğretildiği kabul edilen medrese sisteminin dışında, bu dönemde dini ilimlerin yanı sıra mantık, dilbilgisi, aritmetik geometri, metafizik, astronomi ve tıpla ilgili dersler de okutulmuştur(3).* Osmanlı öncesi

İslam dünyasında ihtisas medreselerinin de oluşturulduğu görülmektedir. Bunlar farklı amaç ve hizmet farkları bakımından Dârü’l-Hadisler, Dârü’l-Tıblar ve Dârü’l-Kurrâlar olmak üzere üç grupta toplanabilir(4).

Genel olarak Osmanlı eğitim düzeni içerisinde eğitimin ve okulların konumu şu şekildedir. Köylerde ve kentlerde ilköğretim çağındaki çocuklar için mahalle okulları, vakıf ve cemaat okulları bulunmaktaydı. Eğitim tarihi açısından üzerinde durulması gereken iki öğretim kurumu vardı. Birincisi Enderun’dur ki, amacı yüksek seviyede görevli ve yönetici yetiştirmekti. İkincisi ise din eğitimcisi, din adamı, dini örgüte yönetici ve hukukçu yetiştiren Medreselerdi(5). Ayrıca bir de saray ve medrese dışında her sınıftan halkın belirli bir disiplinle yetiştirildiği tasavvuf eğitimi veren tekkeler ve dergâhlar da bulunmaktaydı(6). Beylikler dönemiyle birlikte bunlar siyasi otoritenin meşruiyetini de sağlıyordu. Fakat daha sonra bu yapılanmaların bir kısmı siyasi muhalefet odağı haline de gelmiştir.

Enderun’un özelliği askerî sınıf ve merkezi gücün yeniden üretimini sağlamaya dönük olmasıydı. Buraya girmenin bir yolu askerî sınıfta görevli olan birisinin evladı bulunmak, yani babadan oğula geçişti. İkinci yol ise devşirme sistemi ileydi. Bu sistemde askerlik pratiği içinde yetiştirilenler arasında Acemioğlanlar kışlaları içerisinde seçkinleşenler Enderun’a

(3)

alınmaktaydılar. Burada eğitilerek başarıları ölçüsünde saray içi veya dışındaki görev yerlerine atanmaktaydılar. Vezir-i azamlar, yeniçeri ağaları, kaptanpaşalar, eyalet valileri sancak beyleri genellikle buradan yetişen kişiler oluyordu(7). Enderun’da okutulan dersler genellikle medreselerde okutulan dersleri içermekle birlikte Türkçe ve edebiyat, yönetim ve askerî konular, coğrafya, tarih ve tezhip, mimarlık gibi güzel sanatları da bünyesinde barındırmaktaydı(8).

16. yüzyılda Osmanlı toplumunun din ve hukuk alanındaki en yaygın yüksek öğretim kurumu olan klasik dönem medrese eğitimi; ilmiye sınıfının din görevlisi, yargı organı ve medrese hocası olarak yükleneceği işlevler için gerekli bilgi, değer ve normları aktaran bir seçkinler eğitimi niteliğindeydi. Medreseler arasında ayrıca bir kademelendirme de bulunmaktaydı(9). Medreselerdeki eğitim-öğretim, araştırma yapmak ve entelektüel merakı tatmin etmekten çok, bilinenlerin öğretilmesine ve yorumlanmasına yönelik olmuştu. Ancak on altıncı yüzyıla kadar, medreseler Osmanlının ihtiyaç duyduğu bürokratlarla, din adamları ve teknisyenleri yetiştirmiştir. Bu yüzyıldan itibaren ise bu kurumlarda bozulma meydana gelmiş ve ilerideki dönemlerde modernleşme hareketlerine karşı birer direnç merkezleri haline gelmişlerdir(10). Medreselerde görev yapan müderrislerin ve genel olarak medrese camiasının Osmanlı toplumunda saygın bir yeri olmuştur. Ancak, on dokuzuncu yüzyıla gelindiğinde medreselerin ve buralarda yetişen kişilerin Avrupa’da meydana gelen bilimsel, sosyal ve teknolojik gelişmelerin dışında kaldıkları görülmektedir.

Osmanlı Devletinde Batı tarz ve anlayışına göre bir eğitim sistemi kurulurken önce yüksek okullardan işe başlanmıştır. Bilindiği gibi yenilik hareketlerinin ilk önce başlatıldığı yer askeri alanlar olmuştur. Askerî alanda reform ile ilgili ilk ciddi adımlar I.. Mahmut döneminde atılmıştır. Bu bağlamda 1734 yılında Üsküdar’da bir Hendesehane açılmıştır. Böylece geleneksel eğitim sistemi dışında yeni bir eğitim kurumu da yaratılmış oluyordu. I. Abdülhamit döneminde Hendesehane yeniden düzenlenerek 1773 yılında Mühendishane-i Bahri-i Hümayun adını almıştır. III. Selim döneminde de askeri alanda yenileşme hareketleri devam etmiş ve 1795 yılında Mühendishane-i Berr-i Hümayun kurulmuştur. Ayrıca 1826 da Askeri Tıbbiye ve 1874 yılında da Harbiye okulları açılmıştır. Böylece Osmanlı eğitim sistemi içerisinde ikinci bir yüksek öğretim kurumu oluşturulmuş bulunuyordu. Bütün bunlara destek olarak ayrıca matbaanın kurulması, kitap basımı ve kütüphanelerin teşkil edilmesi önemli gelişmeler olarak dikkati çekmektedir. 17. ve 18. yüzyılda eğitim sistemi içerisinde yüksek öğretimde sınırlı ve daha taşraya açılamayan İstanbul merkezli bazı değişimler gerçekleşmiş, medreseler ve Enderun da bu dönemde varlığını koruyabilmiştir(11).

(4)

Osmanlının Batılılaşma hareketi tek düze bir süreç içerisinde olmamıştır. Batı ile olan ilişkilerin biçimlendirdiği bir etkileşim içerisinde kurumların meydana gelen problemlerde yetersiz kaldıkları görülmüştür. Yönetici sınıfın varlığı sürdürmenin bir yolunun Batılılaşmadan geçtiğini düşünmeleri, buna dönük bir reform sürecini başlatmış fakat bu süreç yavaş olmuştur. Bu nedenle köklü bir dönüşüm hareketi gerçekleştirilememiştir. 19. yüzyılda Osmanlı eğitim kurumları da bu şartlar ve etkileşim altında şekillenme içerisinde olmuşlardır(12).

Tanzimat ile başlayan değişim süreci eğitim alanında da yeni okulların açılmasını beraberinde getirmiştir. Tanzimat’tan önce şartlar ve ihtiyaca dönük olarak pratik nedenlerle geliştirilen okullar, askerî okullar iken Tanzimat sonrası sivil eğitim kurumlarında da bu gelişim hızlanmıştır. II. Mahmut’un son dönemlerinde kurulan Mekteb-i Maarif-i Adliye (1838) ve Mekteb-i Ulûm-i Edebiye (1839) de bu süreç başlamıştır. Ayrıca bu iki okul Rüşdiyelerin ilk örnekleri olarak kabul edilmektedir(13).

Bu okullar sayesinde tabii ilimler, matematik ilimleri ve tıp giderek daha modern bir usulle verilmeye başlanmıştır. 19. Asrın ikinci yarısında artık müspet ilimler gerek orta ve gerekse yüksek öğretimde okutulmaya başlanmıştır(14). Örgün eğitimin başlangıcı olarak kabul edilen Geçici Maarif Meclisi (1845) kararları içerisinde bir Darülfünun açma gereği de benimsenmiştir. Darülfünunun kitap problemlerini çözmek için 1851 yılında Encümen-i Daniş* kurulmuş bir taraftan da 1857 yılından itibaren Paris’e öğrenci gönderilmeye

başlanmıştır(15).

1862 yılına kadar eğitim reformu gayretlerini sürdürmek için Tanzimat ile birlikte batıya gidip gelen Osmanlı aydınları ve Osmanlı uyruğunda bulunan batılılardan faydalanılmıştır. Bunlar yeterli görülmeyince ilk defa eğitim konularında rehberlik etmek üzere yabancı uzmanların çağrılması 8 Ekim 1862 yılında Mekteb-i Hiret ve Sanayi’nin kurulması için oluşturulan özel bir komisyon olmuştur.

Eğitimde modernizasyon çabaları içerisindeki bütün bu gelişmeler temelde Tanzimat hareketi ve Islahat Fermanı ile başlamış ve gelecek kuşaklarda kurumlar arası çatışmaların da kaynağını oluşturacak üç tip neslin yetiştirilmesine sebep olmuştur. Birincisi medreselilerdir ki, batıya açılmayı reddeden ve mevcut durumun devamından yana olanlardır. İkincisi Batıya dönük bir modernleşme programını benimseyenler ve üçüncüsü de azınlık okullarında eğitim

* Osmanlı Devletinde ilk defa kurulmuş bir ilim topluluğu olan Encümen-i Dâniş, gerekli görülen kitapların çoğaltılmasına çalışmak ve edebiyat alanında , Türkçe’nin ilerlemesi için çaba göstermek üzere 18 Temmuz 1851 yılında Darülmaarif binasında kurulmuştur.

(5)

gören ve Osmanlının yıkılma döneminde ayrılıkçı fikirlere kapılan nesil olmuştur. Farklı okullarda, farklı programlarla farklı dünya görüşleri içerisinde yetişmeye dönük bir eğitim sistemi Cumhuriyetin kurulması ile ümmetten millete, tebaalıktan vatandaşlığa geçiş süreci içerisinde bir takım sıkıntıları da beraberinde getirmiştir. Yeni kurulan rejimin toplumsal bir dönüşümü sağlamaya dönük olarak inkılâp hareketleri içerisinde örneğin öğretimlerin birleştirilmesi anlamında Tevhid-i Tedrisat Kanununu bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Zira, Darülfünun örneğinde görüleceği üzere kurumsal yapılardaki değişmeler ve reformlarla birlikte asıl olan meselenin, zihniyette bir değişimin meydana getirilebilmesi meselesi olmasıdır.

1. Osmanlı Devleti Döneminde Darülfünun

Sivil yüksek öğretim kurumlarının en kapsamlısı olan Darülfünunu açma kararı 1845 tarihinde ilk defa verilmiştir. Batı dil ve kültürüne vakıf olan Melek zâde Paşa Abdülkadir’in başkanlığında 1845 tarihinde kurulmuş olan Meclis-i Maarif-i Muvakkat’ta eğitim meselesi temel olarak ilk, orta ve yüksek kademeler olmak üzere üç bölüme ayrılmıştır. Yüksek okul olarak da Darülfünunu açma kararı bu mecliste alınmıştır. Ayrıca bu okulların kitaplarını yazacak ve yönetmeliği bulunan bir uzmanlar topluluğu olan Encümen-i Dâniş’i kurmak ve eğitim problemleri ile devamlı olarak ilgilenecek olan Meclis-i Maarif-i Umûmiye’nin kurulup çalışmalarına başlaması için de kararlar alınmıştır(16). Geçici Maarif Meclisi’nin aldığı Darülfünun açma kararını uygulama alanına koymak için 23–30 Ekim 1846 tarihinde Ayasofya civarında bulunan eski Darphane ile Sultan Sarayı arasında Darülfünun binasının temelleri atılmıştır. Ancak tamamlanması yirmi yıl kadar sürecek olan bu binanın Darülfünuna tahsisi bile yapılamamıştır(17).

Bu gelişmelere paralel olarak 1847 tarihinde lise öğrenimine paralel Rüştiyelerle Darülfünun arasında bulunan Darülmaarif adlı bir okul da kurulmuştur. Bu okul daha çok devletin memur ihtiyacını karşılamak üzere tasarlanmıştır.

Bütün bu gelişmelerde büyük payı bulunan Kemal Efendinin gözetimine yenileşme çabaları yapılırken mektep-medrese çatışmaları başlamış ve medresenin, yenilik hareketlerine karşı baskısının artması modern bir eğitim sistemi kurmaya doğru giden çalışmaları engellemiş ve Kemal Efendi 1853 yılında Berlin elçiliğine atanarak İstanbul’dan uzaklaştırılmıştır(18). Yine de bu dönem, eğitim tarihimiz için modernleşme yolunda önemli atılımlarla doludur. İlk defa eğitim meselesi ve hakkı 1856 Islahat Fermanı ile anayasal metinler arasında yerini almıştır.

(6)

Darülfünun binası Fossati isminde İtalya’dan getirtilen bir mimar tarafından yapılmaya başlanmış, ancak 1853 Kırım Savaşı sırasında bina yarı inşaat halindeyken hasta hane olarak kullanılmıştır. Bu durum binanın bitirilmesini geciktiren etkenlerden birisi olmuştur. İnşaatı tamamlandıktan sonra da 1864 yılında Maliye Nezareti, 1876 ve 1908 yıllarında Meclis-i Mebusan ve Meclis-i Ayân’ın çalışmaları için kullanılmış olan bu bina on sekiz yılda tamamlanabilmiştir(19).

a) İlk Darülfünunun Açılması

Öncelikle Darülfünun binasının yapımı beklenildiği için Darülfünun on sekiz yıl sonra açılabilmiştir. 12 Ocak 1863 yılında açılan okulda ilk önce serbest dersler verilmeye başlanmıştır.

Belirli bir programı ve öğretim kadrosu olmayan bu ilk üniversite, devrin nüfuzlu ve kültürlü kişilerinin verdiği konferanslardan ibaret olan programı ile serbest derslerden oluşmaktaydı. Ahmet Vefik Paşa, Cevdet Paşa, Derviş Paşa, Müneccim Paşa ve Hekimbaşı Salih Efendi gibi meşhurların verdiği konferanslar çok geçmeden eleştirilere uğramıştır.(20). Verilen serbest dersleri dört beş yüz kişilik bir grubun ilgiyle dinlediği Darülfünun denemesi binasının bitirilememesi üzerine Nuri Efendi Konağına taşınmış ve derslere bu konakta devam edilmeye çalışılmıştır. Bu konağın yanması üzerine dersler kesintiye uğramış ve Darülfünun’un yeniden açılabilmesi için 1869’da binasının tamamlanması beklenmiştir(21).

b) Darülfünunun İkinci Açılışı

Darülfünun ikinci olarak Maarif-i Umûmiye Nazırı Saffet Paşa döneminde açılmıştır. Ayrıca 198 maddeden oluşan Maarif-i Umûmiye Nizamnâmesinde de (1869) bir üniversitenin açılmasına karar verilmiştir(22).*

Nizamnâmeye göre üç ayrı fakülteden meydana gelecek olan bu okulun Darülfünun-ı Osmanî adını taşıması öngörülmekteydi. Yönetmeliğine göre çok iyi hazırlanmış olan bu okul bir yıl sonra 1870 de müdürlüğüne önce tahsil için Avrupa’ya gönderilmiş olan Hoca Tahsin Efendi getirilerek 20 Şubat 1870 yılında açılmıştır. Bu ikinci Darülfünun teşebbüsünde üç önemli kişilik Saffet Paşa, Hoca Tahsin ve Cemalettin Afganî’nin rolleri büyük olmuştur(23).

Bu teşebbüs de az zaman sonra gericilerin engelleri ile karşılaşmıştır. Hoca Tahsin’in bir dersinde, canlıların oksijensiz yaşayamayacaklarına örnek göstermek için, havası alınmış

* Bu Nizamnâmede bir üniversite açılması için 79-128. Maddeler arasında gerekli ihtiyaç ve tedbirler sıralanmaktadır.

(7)

bir fanusta bir güvercini öldürmesi tepkilere yol açmıştır(24). Öğrencilerin medrese mezunları arasından gelmesi sebebiyle Ramazan ayında açılan okulda dersler, geceleri konferans şeklinde verilmiştir. Bu konferansların bir diğer amacı da halka pozitif ilim fikrini aşılamak olduğu için Darülfünun derslerini dinlemek bütün halk için de serbest bırakılmıştır.

Darülfünunun sonuna da bu konferanslar sebep olmuştur. Hoca Tahsin örneğinde görüldüğü üzere Cemalettin Afganî’nin bir konferansında “Peygamberlik sanatlardan bir sanattır” dediği iddia edilerek batıya dönük eğitim sistemi kurulmadan önceki eğitim kurumlarının tek mercii olan Filibeli Halil Feyzi medreseleri kışkırtarak bu kuruluşun kapatılmasına sebep olmuştur. Senelerce Avrupa’da üniversite öğretim üyesi olmak üzere yetiştirilmiş olan Darülfünun Müdürü Tahsin Efendi, kendisinin azledilmesi üzerine hem kendi durumunu hem de dönemin anlayışını aşağıdaki beytinde çok güzel dile getirmektedir.

“Cehâlet mültezem, kesb-i kemâldir cünhâmız bildim; İlâhi cürm-u tahsil-i ilimden tövbeler olsun.”(25). *

c) Darülfünunun Üçüncü Açılışı

Darülfünun, ikinci kez açılmasının ardından bir yıl sonra daha önceki nedenlerle kapatılmak zorunda bırakılmıştı. Üçüncü defa açılış teşebbüsünde Saffet Paşanın gayretleri büyük olmuştur. Bu kez müstakil nizamnâme hükümleri dışında Darülfünun-ı Sultanî adı altında Galatasaray Sultanîsi içerisinde Hıristiyan bir müdür ve batılı öğretmenlerin eliyle, müdürlüğüne Sava Paşa tayin edilerek açılmıştır. 1874 yılında açılan bu okulda; Hukuk, Mühendislik ve Edebiyat Fakülteleri bulunmaktaydı. Ayrıca öğretim dili Fransızca olarak kabul edilmiştir. Bu sebeple yalnız Galatasaray Sultanîsi mezunlarının devam edebilecekleri bir yüksek okul statüsünü aşamamıştır. Bu Darülfünun denemesinde dikkati çeken en belirgin özellik Latin, Yunan ve Arkeoloji öğretimine yer verildiği halde, hatta Arap dil ve edebiyatı da olmasına rağmen, Türk tarihi, edebiyat, sanat ve kültürüne yer verilmemesidir. Sonuç olarak bu Darülfünun denemesi de ilginin az olması dersleri yabancı dille yapılması ve Galatasaray Lisesi’nin yarı himayesinde yürütülmesi gibi sebeplerle fazla yaşayamayıp, birkaç yıl sonra kendi kendisine kapanmıştır.

d) Darülfünunun Dördüncü Açılışı

II. Abdülhamit 1877 yılında Meclis-i Mebusanı dağıtınca bir takım yenileşme hareketlerine girmeyi düşünmüş ve Sait Paşadan hangi alanlarda ne gibi yeniliklerin

* Cahilliğin gerekli, olgunluk kazanmanın suçumuz olduğunu bildim. Ey Allah’ım ilim tahsili suçundan tövbeler olsun.

(8)

yapılabileceğine ilişkin raporlar istemiştir. Sait Paşa 1878 tarihinden itibaren vermiş olduğu bütün raporlarında Darülfünunun açılması gereğini II. Abdülhamit’e duyurmuştur. Sait Paşanın önerisi sonuçta 1900 yılında kabul görmüştür.

Sait Paşanın teklifi ile iradenin çıkmasının başlıca nedeni Avrupa’ya öğretim için gönderilen öğrencilerin denetimden çıkarak rejime muhalif hale gelmeleri, bu mahsuru kaldırmanın bir yolunun Darülfünunu açarak öğrencilerin burada eğitilmesi olabileceği konusundaki düşünceler olmuştur(26). Bir çok reform geçirmekle birlikte Darülfünun hareketinin bu dönemden itibaren kesintisiz devam etmesi suretiyle bu gün yaşayan üniversitelerin temeli denilebilecek olan bu teşebbüste Mehmet Sait Paşanın rolü büyük olmuştur.

Bu yeni dönemde 1 Ağustos 1316 (1900) yılında Darülfünun Nizamnâmesi adı ile 27 maddelik bir nizamname çıkarılıp yeni düzenlemeler yapılmıştır. İlk önce Darülfünunu Osmanî adı değiştirilip Darülfünun-u Şahâne olmuştur. Mevcut bölümlere dinî ilimler şubesi eklenmiş, 1870 yılında şubelerin yapılandırılması ölçüleri değiştirilerek ilmî ve idarî serbestlik değişmiş, her şey hükümetin kontrolü altına alınmış, öğrenim paralı hale getirilerek öğrenci sayıları da sınırlandırılmıştır(27). Bu kurumun açılması ayrıca o yıllarda yüksek öğrenim çağına gelmiş bir çok gencin yasağa rağmen Avrupa üniversitelerine kaçıp gitmelerini engellemek için bir tedbir olarak da düşünülmüştür(28).

1900 yılı Darülfünununda öğrenim görmüş, Meşrutiyet dönemi sonlarında da orada hocalık yapmış olan İ. Hakkı Baltacıoğlu bu dönem ve okul hakkında şu görüşleri ileri sürmektedir: “Darülfünun siyasî ve meslekî bir maksatla kurulmuştur. Gayesi ilmî değildir, siyasîdir. Hükümet, Batılılaşma arzusuna uygun olarak bu müesseseyi skolastiğin devamına, medresenin bütün kuvvetine rağmen hayata sokmak istemiştir. Darülfünun meslekîdir, nasıl askerî alanda geriliği gidermek için oraya öğrenci verecek ilk ve orta öğretim müesseseleri yokken yüksek teknik askerî okullar açılmışsa, sivil hayatın ihtiyacına cevap vermek için de ilmî çalışmanın beşiği olan Fen ve Edebiyat Fakülteleri düşünülmeden daha ziyade doktor ve avukat yetiştirmek için Tıp ve Hukuk Fakülteleri açılmıştır. Darülfünun ilimden doğmuş olmadığı için, ilme hizmet etmiyordu. Fakülteler arasında bir dayanışma yoktu. Tıp, Hukuk, Edebiyat, Fen ve İlahiyat Fakülteleri arasında ne ilmî bir bağ, ne meslekî bir mefkûre vardı. Bunlar arasında özellikle İlahiyat Fakültesi diğerlerinden ayrı bir eski medrese zihniyeti taşıyordu. Öğretim üyeleri arasında bir zihniyet ve ideal birliği yoktu. Öğretim üyelerinin kimisi medreseden yetişme hocalar, kimisi Mülkiye Mektebinden yetişmiş memurları kimisi de ecnebî mektebinde veya Avrupa’da yetişmiş kişilerdi.”(29).

(9)

Osmanlı eğitim sistemi Batıya bir hayli yavaş açılırken içteki muhalefeti de dikkate alarak geleneksel medrese sistemine fazla dokunmamış, onun yanı sıra yeni bir sistemin doğmasına imkan sağlayan bir yol izlemiştir. Dolayısıyla medrese kendisini yenilemeye pek razı olmadığı gibi yeni gelişen eğitim sisteminin de medreseler üzerinde önemli bir etkisi olmamıştır. Medrese sisteminin ıslahı ilk kez ciddi olarak II. Meşrutiyet döneminde gündeme gelmiştir. Bu da Batılılaşma hareketinin yaklaşık yüz yıl sonra geleneksel sistemi etkileyecek bir güce erişmesi olarak yorumlanmaktadır(30).

Darülfünun II. Meşrutiyet döneminde yeniden düzenlenmeye ilk girişilen kurumlardan birisi olmuştur. II. Meşrutiyetten sonra Darülfünuna öğrenci talebi fazlalaşmış, bu yüzden 1909 yılında özel bir binaya kavuşabilmiştir. Bu dönemde Emrullah Efendi tarafından tasarlanan Dinî İlimler, Hukuk, Fen, Tıp ve Edebiyat Bölümleri oluşturulmuştur(31).

II. Meşrutiyet dönemi, Darülfünununun iyileştirilmesi için ortaya çok fazla fikir atıldığı, fakat eyleme geçirilemediği bir dönem olmuştur. Yine de bu dönem için önemli bir ilk ve önemli bir özellik Balkan Savaşları sonrasında Darülfünunda, serbest konferanslar şeklinde kadınlar için açılan derslerin bir süre sonra kızlara özel sınıflar halinde teşkilatlandırılarak Kız Darülfünununun (İnas Darülfünunu) yolunu açmış olmasıdır(32). 1915 yılında kurulan İnas Darülfünunu üç yıl süreliydi ve Edebiyat, Riyaziyat, Tabiat olmak üzere üç şubesi bulunmaktaydı. İlk mezunlarını 1917 yılında veren bu kurum 1920 yılında kaldırılıp Darülfünuna bağlanmıştır(33).

Öğretimi iyileştirmek amacıyla Tıp şubesi dışında diğer şubelere çok sayıda Alman ve Macar profesör getirilmiştir. Sadece Edebiyat Şubesinde sekiz Alman ve Bir Macar alınmıştır. Ayrıca Batıda öğrenim gören bazı Türk gençleri de kuruma müderris muavini olarak atanmışlardır. Darülfünun hocalarına müderris, kurum içinde Darülmesaî denilen Enstitüler açılması da bu döneme rastlamaktadır. Yalnız bütün bu değişme ve yenilikler daha çok Edebiyat ve Fen Fakültelerinde görülüyordu(34).

Ne var ki, Darülfünun reformu başarılı olamamıştır. O yıllarda Osmanlı-Alman yakınlaşma ve işbirliğine de hizmet için Almanya’dan getirtilen profesörler ayrıntı ve şekille uğraşmışlar, kendilerine bağlanan ümitleri boşa çıkarmışlardır(35),(36)*

1913-1914 yılları sonunda Osmanlı-Alman ittifakı ve yakınlaşması çerçevesinde Darülfünuna Alman hocalar getirterek laboratuarlar, enstitüler kurmak, sınıf sistemi bırakılıp

(10)

sömestr usulü kabul ve tatbik edilmekle birlikte Alman modeli şeklinde yapılan reformlarla da Darülfünunun ruhunda çok fazla bir değişiklik yapılamamıştır(37).

Mondros Mütarekesi gereğince Almanya ve Avusturya-Macaristan uyruklu yabancı profesörlerin 1918-19 öğretim yılı başlarında ayrılmaları bu reformların sekteye uğramasına sebep olmuş, ayrıca cepheden terhis olan öğrencilerin geri dönmeleri de Darülfünunu ciddi olarak sarsmıştır.

2. Cumhuriyet Döneminde Darülfünun a) İstanbul Darülfünunu

Cumhuriyet döneminde Darülfünuna büyük önem verilmiştir. Ve uzun yıllar içerisinde değişiklikler geçirerek ancak II. Meşrutiyet döneminden itibaren uzun süreli ve yarı düzenli bir şekilde kökleşme aşamasında olan bir kurumdan açıkçası çok şey beklenmiştir. Bunun için daha Ekim 1919 yılında “İlmi muhtariyet” kazanan Darülfünuna, 1924 yılında da 493 sayılı kanunla “Tüzel kişilik” tanınmıştır(38).*

Cumhuriyet Hükümetinin 21 Nisan 1924 tarihinde onayladığı İstanbul Darülfünunu Talimatnamesinin 2. Maddesinde “Darülfünun ilmî muhtariyeti haizdir.” der, ve Darülfünun emininin atanması, üniversite senatosunun oluşumu ve öğretim üyelerinin atanması ile ilgili bir dizi düzenleme yapılmıştır. Tüzel kişilik de verilen üniversitenin idari ve mali özerkliği tamamlanmıştır(39). Cumhuriyetin ilk yıllarındaki Darülfünunun durumu ve 493 sayılı kanunun getirdikleri hakkında farklı yorumlar yapılmıştır. Horst Widman’a göre 21 Nisan 1924 kanunu ile kazanılanlar, üniversitenin bağımsızlığı yolunda ilk adımlar olarak değerli olmasına rağmen, Türk üniversitesinde Batı üniversitelerinde alışılagelen akademik hürriyet tam olarak henüz bulunmamaktaydı. 1924 Darülfünunu bilimsel ve idari bakımdan tamamen özerk olup kendi üzerinde bir otorite ve denetleme kurulu bulunmuyordu. Darülfünunun başı sayılan Eğitim Bakanının rektörü ve dekanları atamada gösterilen iki adaydan birisini seçmekten başka bir fonksiyonu bulunmuyordu(40).

Darülfünunda Rektörlük ve Edebiyat Fakültesi Dekanlığı yapmış olan İ. H. Baltacıoğlu, 493 sayılı kanunun kabulünden sonraki aylarda Darülfünunda bir tasfiye hareketi yapılması niyetlerine karşı çıkıyordu. Darülfünunun gerçek bir ilerleme göstermesi için, Avrupa’da olduğu gibi, uzun yılların geçmesi gerektiğini kısa zamanda ve zorlama tedbirlerle, ülkenin şartları göz önüne alınmadan girişilecek müdahalelerin yararlı olamayacağını belirterek, Darülfünunun bilim ve hürriyet kurumu durumuna gelebilmesi için iki yol

(11)

gösteriyordu: Darülfünun ya üniversite prensiplerine göre ıslah edilecek, ya da hükümetin her hangi bir okulu durumuna girerek ülke için vahim sonuçlara sebep olunacaktı. Y. Kadri Karaosmanoğlu ise, üniversitenin bilimin “velayetini” temsil ettiğini demokrasilerde sadece bilimin “aristokrasisinin” bulunduğunu, bizde de bu durumun kendiliğinden gerçekleşmesi gerektiğini, aksi halde devletin vereceği özerkliğin sözde kalmaya mahkum olduğunu ileri sürmekteydi. Yakup Kadri’ye göre, önce Darülfünun gerçek anlamda var olduğunu ispat etmeliydi. Ondan sonra, idari ve hükmi muhtariyeti olsun mu, olmasın mı tartışmalarına girilebilirdi(41).

Yukarıdaki cümlelerden anlaşılacağı üzere Darülfünunun özel ve tüzel bir kişiliğe sahip olmasına rağmen, Cumhuriyetin ilk yıllarında gelişme yolunda yeterli hızı yakalayamamış ve Darülfünun tartışmaları bu yüzden ileri bir boyut kazanmıştır. Hükümet nezdinde de görülen tavır, Darülfünuna gerekli desteğin bir yönetmelikle verildiği, şimdi bu kurumun üzerine aldığı ulvi görevi tam anlamıyla yerine getireceğine duyulan güvenden kaynaklandığı şeklindedir. Yalnız çok kısa bir zaman sonra bu güven ve beklenti, dönemin aydınları ve hükümet kanadı tarafından sorgulanmaya başlanmıştır.

1925 yılı Haziran ayında Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi (Tanrıöver) bu büyük beklentiyi şu şekilde ifade etmekteydi: “Darülfünunumuz bazen gizli, bazen âşikar memleketin üzerinde hala mevcut olan hurafe ve dalâlet (batıl inanç ve yoldan sapma) kuvvetlerine karşı inkılap fikirlerinin bir mücadele cihazıdır... Kanunlarla yıkılan müesseseler hakikatte yıkılmamıştır. Kanunlarla teessüs eden müesseseler hakikatte tesis edilmemiştir. Müesseseler kalplerin içinde ne vakit yıkılırsa o zaman tamamen yıkılmıştır, kalplerde ne vakit istinatgâh (dayanak) bulursa o zaman tesis edilmiştir... Cumhuriyeti kuranlar, Cumhuriyetçiyi yetiştirmeyi sizden bekliyor.”(42).

Cumhuriyet kurulduktan sonra kısa bir süre için Darülfünu-u Osmanî adını taşıyan üniversite, 1924 yılında “İstanbul Darülfünunu” adını almıştır. İstanbul Darülfünununun Tıp, Hukuk, Edebiyat, Fen ve İlahiyat Fakülteleri bulunmakta ve yasada tüzel kişiliğe sahip olarak katma bütçe ile yönetilmesi öngörülmüştür. Osmanlı döneminde yalnız dinî öğretim yapan medrese sistemi yanında 1773 yılından itibaren batı öğretim kurumlarına benzer kurumlar kurulmuştu. 18. Yüzyıldan sonra bilimsel gelişmelere kapılarını kapatarak, tutucu bir nitelik kazanan ve zıt dünya görüşüne sahip insanlar yetiştiren medreselerin kapatılması ancak Cumhuriyet döneminde 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile 1924 yılında mümkün olmuştur. Bu nedenle yukarıda belirtilen İstanbul Darülfünununa mevcut boşluğu doldurmak için aynı yıl bir İlahiyat Fakültesi eklenmiştir(43).

(12)

Önceleri bilimsel düzeyi yükseltme, muhtariyet vererek saygınlığını artırma teşebbüsleri ve yukarıdaki Hamdullah Suphi’nin ifade ettiği beklentiler, sonradan bütün eğitim mekanizması gibi Darülfünunu da rejimin bir aracı haline getirme amacıyla yerini reform fikrine bırakmıştır. 1930 yılında bir ıslahat projesinden bahsedilmekle birlikte gerek Maarif Vekaletindeki görev değişiklikleri ve gerekse Serbest Cumhuriyet Fırkası denemesi gibi sebepler yüzünden reform uygulamaya sokulamamış, fakat Darülfünun meselesi üzerinde artık basında eleştirel yazılar yayınlanmaya başlanmıştır(44). Yukarıdaki tarihten önce de 1924 yılında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulması ardından Fethi (Okyar) kabinesi döneminde Darülfünun öğrencilerinin bazı taşkınlıklar yapmaları, üniversite özerkliğinin kaldırılarak bu kurumun Maarif Vekaletine bağlanması yolunda bir akım yaratmıştır. TBMM’ne bununla ilgili bir kanun tasarısı sunulmuş olmakla birlikte bu tasarı reddedilmiştir(45).

Bütün bu eleştiriler çerçevesinde Cumhuriyet Halk Partisi 1931 kongresinin 13-14 Mayıs 1931 tarihli toplantısında kabul edilen programının beşinci kısım “d” fıkrasında üniversite reformu ile ilgili düşünceler de yer almıştır. Söz konusu fıkrada “Darülfünun ıslah ve tensik edilerek lazım olan dereceye yükseltilecektir. Yüksek mekteplerimiz kendilerinden beklenen neticeleri verebilecek mükemmeliyete getirilecektir.”(46) denilerek üniversite reformunun gerekliliği vurgulanmış oluyordu.

1933 yılı Üniversite Reformuna gelinceye kadar Darülfünunun kendisinden beklenen görevleri yerine getiremediği kabul edilmekte olup bu kuruma temelde iki eleştiri yöneltilmiştir: Birincisi, siyasî beklentiler arasında, Darülfünunun, inkılaplara karşı olumsuz tutum takınması veya mevcut gelişmelere karşı pasif kalması. İkincisi ise, ilmî beklentiler arasında ise, Darülfünunda, orijinal, ciddi, topluma yararlı, bilimsel çalışmaların yapılmamış olması(47).

1930’lu yıllarda Darülfünunun durumu, gerek iktidar nezdinde ve gerekse bir takım politikacı ve bilim adamlarının dile getirdiği şekliyle memnuniyet verici değildi. Daha Darülfünun tasfiye edilmemişken 1932 yılında Mustafa Şekip (Tunç) Yeni Türk Mecmuasında “Kadro’ya Açık Mektup” başlıklı yazısında Darülfünun kurumunun devrimin gerisinde kaldığını şöyle vurgulamaktaydı: “İstanbul Darülfünunu inkılabın arkasında kaldıysa bunun başlıca sebebi ekser hocaların gençlik ve teşekkül çağlarında felsefî kültür namına ispatı vacip, tefsir ve fıkıh kırıntılarından başka bir şey görmemeleri ve kendi

(13)

ihtisasları haricindeki hayatî meselelere cesaretle karışabilecek felsefî bir kültürle ünsiyet etmemiş olmamalarıdır.”(48),(49).*

1924 yılından itibaren eğitim konusunda Türkiye’ye yabancı uzmanların çağrıldığı ve bunların görüş ve düşüncelerinden faydalanıldığı görülmektedir. Bu kapsamda ABD’den John Dewey, Parker, W. Dickermann, John Rufi, E. Tompkins, Almanya’dan Kühne, İsviçre’den Albert Malche, Macaristan’dan Philippe Schwartz ve Belçika’dan Omer Buyse gibi ilim adamları eğitimin çeşitli kademelerinde raporlar hazırlamak için davet edilmişlerdir.

Bu bağlamda Darülfünunun ıslah edilmesi için İsviçre Cenevre Üniversitesinden Prof. Albert Malche’yi hükümet 1932 yılında göreve davet etmiştir. Altı ay Türkiye’de sözleşmeli yabancı uzman olarak çalışan Malche, 29 Mayıs 1932 tarihinde teferruatlı bir rapor sunmuştur(50). Malche’nin raporunda belirttiği aksaklıklar şu şekilde sıralanabilir. Fakülteler arasında bilimsel işbirliği yoktur. Hocalar ders vermekle yetinmekte, araştırma yapmamakta, en basit çevirileri bitirme tezi olarak kabul etmekte, derslerde çok yüzeysel olarak not tutturmaktadırlar, ders dışında hocaların rehberlik yapmaları söz konusu değildir. Kurum dışında işleri olan hocaların özel işleri ön plana çıkmaktadır. Aralarında bilimsel işbirliği değil, tefrika ve çekişme bulunmaktadır(51). Raporun öneriler kısmında üniversitenin idari, hukuki yapılanmasından profesörlerin tayini, programlar ve sınavlar, kütüphane ve laboratuarlar gibi bir çok konuda bir bütüncül model öneren Malche, üniversitede yapılacak olan yenileşme hareketlerinin birden bire oluşamayacağını, hatta meselenin birkaç yıl içinde de çözülemeyeceğini belirtmektedir(52).*

Raporun hazırlanmasından sonra rapor üzerinde inceleme ve değerlendirme yapan K. Atatürk, kendi el yazısı ile kaleme aldığı notlarla tasarladığı üniversite modelini tasvir etmiş ve Malche tarafından önerilen kadroların ilanı ve atamaların Maarif Vekaletine verilmesi hususunu özellikle vurgulamıştır(53).**

b) Darülfünunun Kapatılması

Darülfünunun kapatma kararı Cumhuriyet hükümetinin bilme verdiği önemde ve Cumhuriyet aydınlarının yeni ilmi kuruluşlar oluşturmaktaki çabalarında aranmalıdır. Ayrıca kapatılma kararında, yeni dönemin ideolojisini işleyecek ve yeni kuşaklar yetiştirme yolundaki gayretlerin gereği olarak Darülfünuna hem isminden hem de eski bir kurum olması

* Kadrocular ve Kadro Hareketi adlı çalışmasında Temuçin Faik Ertan, Kadroculardan özellikle Yakup Kadri, Burhan Asaf ve Şevket Süreyya’nın dönemin şartları ve Kadro hareketinin amaç ve ilkeleri doğrultusunda Darülfünuna dönük eleştirileri üzerinde ayrı bir başlık halinde durmuştur.

* Ali Güler, Malche’nin raporu ve reform önerilerinin geniş bir değerlendirmesini yapmıştır. ** Atatürk’ün on yedi maddeden oluşan değerlendirme ve görüşleri için bakınız.

(14)

ve gelişmelere seyirci kaldığı düşüncesinden hareketle yöneltilen eleştirilerin büyük rolü görülmektedir.

Kapatılma ile ilgili olarak Milli Eğitim Bakanlığınca hazırlanan ve Bakanlar Kurulunun 15.5.1933 tarihli toplantısında Meclise sunulan kanun tasarısında kanunun gerekçesi şu şekilde açıklanmaktadır: “İstanbul Darülfünununun teşkilat kanunu projesini ihzar ve ıslah çarelerini tespit için yüksek meclise kendisine verilmiş olan salahiyete istinaden hükümet geçen yıl mezkûr müessesenin vaziyetini tetkik etmiştir. Bu hususta hazırlanan rapor ve Darülfünun fakültelerinin teklifleri ve muhtelif ecnebî darülfünunlarının vaziyetleri, Vekaletçe esaslı surette gözden geçirilmiş, bu suretle İstanbul Darülfünununa verilecek yeni şeklin hazırlıkları tamamlanmış olduğundan ıslahat sahasında vekaletçe hemen faaliyete geçilmesi kararlaştırılmıştır. Darülfünun ve ona mülhak teşkilatının yeni ve mütekamil esaslar üzerine kurulabilmesi için evvelemirde mevcut teşkilatın tamamen ilgası ve ondan sonra yenisinin memleketin ihtiyaçlarına mutabık şekilde vücuda getirilmesi ve bunun için de vekaletimize malî ve idarî selahiyet verilmesi icap etmektedir..” denilmektedir(54).

İstanbul Darülfünununun kaldırılması ve yeni bir üniversitenin kurulması hakkında 24 Mayıs 1933 tarihli Maarif Encümeni Mazbatasında artık ilga edilmesi gereği vurgulanan Darülfünun için, meclise gönderilen ve komisyonda görüşülen kanun tasarısı ile ilgili görüşme sonucu tutulan tutanakta şu esaslara yer verilmiştir: “Darülfünun hakkında Maarif Vekilliğince yaptırılmış olan uzun tetkikler bu müessesenin öteden beri lüzuma zaten takdir edilmiş olan bir şekilde ve esaslı bir suretle ıslah edilmesi ve daha doğrusu yeniden teşkil olunması zaruretini büsbütün meydana çıkarmıştır. Meclise verilecek kanun layihasının kanun şeklinde yapılmasına lüzum görülen değişiklikler yalnız tedris usullerine, kürsülerin miktar ve mahiyetine veya başka teferruata münhasır olmayıp fakültelerin kurulmasına ve bütün tedris heyetlerinin yeniden seçilmesine taalluk ettiğinden meselenin bu günkü teşkilatı düzeltmek sureti ile halledilmesi mümkün görülmemiş, yeni ve mütekamil bir müessesenin meydana getirilmesi için mevcut teşkilatın lağvedilmesindeki ve muvakkat kadro ile bir intikal devresinin kabul olunmasındaki zaruret taktir edilmiştir.”(55).

İstanbul Darülfünunu, gerek dönemin Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip’in belirttiği gerekçe ve gerek Malche’nin raporunda belirttiği yetersizlikler dikkate alınarak 31 Temmuz 1933 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere kapatılmış(56), 31 Mayıs 1933 tarih ve 2252 sayılı aynı yasa ile de İstanbul Üniversitesi kurulmuştur. Bu kanunun birinci maddesi İstanbul Darülfünunu ile ilgili şu hükmü getirmektedir: “İstanbul Darülfünunu ve ona bağlı bütün müesseseler kadro ve teşkilatlar ile beraber 31 Temmuz 1933 tarihinden itibaren mülgadır.”

(15)

Ve ikinci maddede; “Maarif Vekili 1 Ağustos 1933 tarihinden itibaren İstanbul’da İstanbul Üniversitesi adı ile yeni bir üniversite kurmağa memurdur..”(57). Bu kanun ile birlikte Darülfünun kadrosunda bulunan 155 kişiden 59’u yeni kurulan İstanbul Üniversitesi kadrosuna alınmış, aralarında İ.H. Baltacıoğlu’nun da bulunduğu 96 kişi kadro dışı bırakılmıştır(57),(59).*

Üniversite reformunun gerekçesi iktidar tarafından genelde bilimsel ve teknik zorluklar olarak gösterilmekle birlikte, özel olarak Türk devriminin ilkelerini savunacak ve siyasal iktidarın desteğini alacak bir üniversitenin kurulması da hedeflenmiştir... Öyle ki Darülfünundan üniversiteye geçilirken ve bu kurum çağdaş bir yapıya kavuşturulurken aynı zamanda ideolojik açıdan iktidara ters düşen bilim adamları ayıklanmış, devrim çizgisini benimseyenler ya da benimseyecekleri varsayılanlar işbaşına getirilmişlerdir(60). Bir başka deyişle Hirsh’e göre Darülfünun konusu; Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanından, halifeliğin kaldırılmasından ve devletin laikleştirilmesi süreci ile birlikte İslamî tesirlerin ve bu görüşte Darülfünun’da öğretim kadrosunda özellikle etkili olanların saf dışı edilmesi ya da geriletilmesi konusudur(61).

c) İstanbul Üniversitesi’nin Kurulması

İstanbul Üniversitesi 1933 tarih ve 2252 sayılı yasa ile Darülfünunun yerine kurulmuştur. 1933 yılında yapılan üniversite reformu ile üniversitede hem yapısal hem de çalışma biçimi bakımından köklü bir yenileşme amacı güdüldüğü görülmektedir. Ayrıca yeni üniversiteden de beklentiler bir hayli fazla olmuştur.

1 Temmuz 1933 yılında İstanbul Üniversitesi’nin açılış töreninde Hükümet adına yapılan konuşmada beklentiler şöyle açıklanmıştır: “Yeni Üniversitenin birinci niteliği ulusallığı ve devrimciliğidir. Türk devriminin toplum düzenini belirleyen düşünceler dizgesini (ideolojisini) işleyecektir. Bu amaçla kurulan (Türk İnkılap Enstitüsü) Üniversitenin en önemli aygıtıdır. Ve bu aygıt yalnız orada çalışanların değil, yalnız bağlı olduğu fakültenin değil, öğrencisinden profesörüne dek bütün üniversitenin, bütün Cumhuriyet aydınlarının, bütün yurdun malıdır. Herkes onun öğrencisidir...”(62).

Yeni kurulan üniversitenin öğretim kadrosu üç gruptan oluşturulmuştur. İlk grubu, Lağvedilen Darülfünundan devralınan az sayıda, bilim adamı özelliklerine sahip öğretim kadroları oluşturuyordu. İkinci grup, Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte Avrupa’da iyi şartlar

(16)

altında yetiştirilmiş genç kadrolardı. Nihayet üçüncü grup da, sayıları mümkün mertebe yüksek tutulan yabancı profesörlerden meydana gelmekteydi(63).

1933 reformunda esas itibarıyla Kıta Avrupa’sı üniversite yönetim modeli benimsenmiştir. Buna göre, Rektör Milli Eğitim Bakanının teklifi üzerine üçlü kararnameyle, Dekanlar, Rektörün teklifi ve Milli Eğitim Bakanının kararıyla, Profesörler ise, Fakülte Kurulunun tespit ettiği üç aday arasından Milli Eğitim Bakanının kararı ile atanmaktaydı(64). Yahya Akyüz’e göre Üniversite reformunun temel özellikleri şunlar olmuştur: Özerklik kaldırılmış, Üniversite Milli Eğitim Bakanlığının emri altında kurulmuş, idarî yönden diğer okullardan bir farkı kalmamıştır. Darülfünun hocaları geniş ölçüde elenmiş, 151 kişiden yalnız 59 kişi yeni üniversiteye alınmıştır. Öğretim kadrosu asıl başka iki kaynaktan sağlanmıştır. Batı üniversitelerinde tahsil görüp yurda gelenlerden doktora şartı aranmaksızın doçent olarak atananlar ve Nazi baskısından kaçan ve Orta Avrupalı profesörlere Üniversite kapıları açılmıştır. Bu hocalardan Türk öğretim üyelerini yetiştirmeleri ve Türkiye’de bilim, araştırma geleneğini yerleştirmeleri beklenmiştir. İlk kez Üniversite, Fakülte, Rektör ve Dekan gibi deyimler bu dönemde benimsenmiştir. Ders programları ve araştırmalar sıkı bir denetim altına alınmıştır(65).

Sonuç

Türk tarihi açısından ilk üniversite tarihini başlatan görüşler içerisinde, (1065) Nizamiye Medresesi ve Fatih dönemindeki (1477) Fatih Külliyesine kadar dayandıran düşünceler olmasına karşın, modern ve batılı anlamda, üstelik modernleşme çabaları içerisinde değerlendirilmesi gereken ilk üniversite Darülfünun ismi altında 1863 yılında İstanbul’da kurulmuştur.

1933 yılındaki üniversite reformuna kadar gelinen süreçte Darülfünun ile ilgili yenileşme çabaları içerisinde devamlı olarak, fakat çok fazla bir etki yaratmayan reformlar yapıla gelmiştir. Osmanlı döneminde gerek program ve gerekse eğitim sistemi içerisinde batılı anlamda yerini alma gayreti gösteren üniversite teşebbüsleri daima medreselerin direnciyle karşılaşmış ve II. Meşrutiyet dönemi dışında uzun süreli hareketler olamamışlardır.

İlk olarak 1863 de açılan Darülfünun, 1870, 1874 ve 1900 yıllarında yarı açık yarı kapalı yüksek öğretim geleneğinin oluşumunda yerini almıştır. Düzenli olarak 1900 tarihinden sonra ve 1908 Meşrutiyetinin ilanı ile belirli bir sisteme oturan üniversite, Birinci Dünya Savaşı yıllarında İttihat ve Terakki Partisi’nin siyasi ve eğitim konusundaki çalışmaları sayesinde Almanların da yardım ve gözetiminde ıslah edilmeye çalışılmıştır.

(17)

1920 yılında Cumhuriyet hükümetinin aldığı etkin tedbirler ve destek ile Darülfünunun “İstanbul Darülfünunu” adı altında yeniden teşkilatlanmış olmasına rağmen gerek ilmî olarak ve gerekse yeni kurulmuş olan rejimin ve daha sonraki yıllarda da inkılapların yerleşmesi ve bu konudaki çalışmalar bakımından pasifliği daima eleştirilere uğramıştır. Ve sonuçta köklü bir üniversite reformu ile “Darülfünun” eski ile şeklî olarak tek bağlantısı olan ismi de değiştirilerek “İstanbul Üniversitesi” kurulmuş ve zaman içerisinde bu kurum örneği geliştirilerek, ilaveler yapılarak Türkiye’deki açılacak olan diğer üniversiteler için de bir başlangıç olmuştur. Yalnız belirtmek gerekir ki, üniversite reformları ve ıslahat teşebbüsleri içerisinde modeller ve programlarda uluslararası ilişkilerin de rolü büyük olmuştur. Örneğin Tanzimat’tan sonraki Osmanlı aydınları için Fransa, öğrenim görmek için seçilen ilk merkez ve Darülfünunda Fransızca popüler iken, İttihat Terakki ve Alman-Osmanlı siyasal yakınlaşması döneminde Alman modeli ve hatta 1946 yılında açılan Erzurum Atatürk Üniversitesinde de Amerikan modeli, eğitimde yenilik hareketlerinde önemli etki ve etkenler içerisinde olmuştur.

1933 Üniversite Reformu temelde üniversiteyi ilmi ve idari bakımdan yenileştirmeyi ve bu konudaki eksiklik ve yetersizlikleri düzeltmeyi amaç edinirken diğer taraftan siyasal yapının da üniversiteden beklentilerinin boşa çıkması veya yeterince gerçekleştirilememesi, bu reformun amaçlarından bir diğeri olmuştur.

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulmasının ardından, Darülfünunda münferit de olsa öğrenci olaylarının meydana gelmesi, inkılapların yapıldığı bu devrede muhalefete dönük eleştiriler arasında üniversite de nasibini almış ve bu kurumun Maarif’e bağlanması yolunda bir akım yaratmıştır. 1929 buhranı ardından ülkeler kendi iç bünyelerinde değişimler yaşamakta ve Türkiye’de bundan etkilenmekteydi. 1930 Serbest Cumhuriyet Fırkası olayı Türkiye’de çok partili demokrasiye geçişin henüz erken olduğunu göstermiş, ve 1930 yılından itibaren Türkiye’de siyasi yapılanma tek parti etrafında toplanmış, sosyal ve siyasal amaçlı sivil toplum kuruluşları da bundan nasibini alarak yeni rejimin ideolojisi tek merkezden yayılmaya çalışılmıştır. Darülfünunun kapatılmasını da siyasal anlamda bu çerçevede aramak gerekir. Zira, Türk Ocaklarının kapanmasının asıl sebepleri arasında önemli olan yeni rejimin ve bununla ilintili olarak Cumhuriyet Halk Fırkasının bütün kültür ve eğitim kurumlarını kendi denetimleri altına almak istenmesi olmuştur. Aynı dönemde Muallimler Birliği, Türk Matbuat Cemiyeti, Türk İhtiyat Zabitleri Cemiyeti hatta bir ara Milli Türk Talebe Birliği gibi kuruluşların kapanması/kapatılması/kendi kendisini feshetmeleri hep birbirine paralel gelişmeler olup aynı gereksinmelerden yola çıkılarak yapılmışlardır.

(18)

İstanbul Darülfünunu da Malche raporunda belirtilen ilmî açıdan değerlendirilen eksiklikleri düzeltmek ve siyasi açıdan dönemin kendisine özel şartları içerisinde beklentilere cevap veremediğinden, aynı zamanda medrese geleneğinin de bir taraftan bu kurum içerisinde devam ettirilmesi, dışa ve gelişmelere kapalı kalması gibi sebeplere dayalı olarak kapatılmıştır.

Kaynaklar

1. Baltacı, Cahit, XV. Ve XVI. Asırlar Osmanlı Medreseleri, İstanbul, 1976, s.7-8.

2. Uzunçarşılı, İ. Hakkı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, TTK, Ankara, 1965, s.2, Adıvar, Abdülhak Adnan, Osmanlı Türklerinde İlim, Maarif Matbaası, İstanbul, 1943, s.1

3. Kaya, Yahya Kemal, İnsan Yetiştirme Düzenimiz, Ankara, 1984, s.67-73. 4. Baltacı, Age, s.12-14.

5. İnan, M. Rauf, “Atatürk’ün Devraldığı Eğitim, Öğretim Durumu ve Kurumları (Eğitim Düzeni)”, Atatürk Konferansları V 1971-1972, TTK Basımevi, Ankara, 1991, s.117-118. 6. Adıvar, Age, s.17.

7. Tekeli, İlhan-İlkin, Selim, Osmanlı İmparatorluğu’nda Eğitim ve Bilgi Üretim Sisteminin Oluşumu ve Dönüşümü, TTK, Ankara, 1993, s.7.

8. Tekeli, Age, s.19-20. 9. Tekeli, Age, s.7.

10. Gürüz, Kemal, “Batı Üniversitelerinin Tarihi Gelişimi”,Çağdaş Eğitim Çağdaş Üniversite, Başbakanlık Yayınları, Ankara, 1992, s.389-390.

11. Tekeli, Age, s.27-31. 12. Tekeli, Age, s.55. 13. Tekeli, Age, s.63. 14. Adıvar, Age, 197-198.

15. Akkutay, Ülker, “Osmanlı Devletinin Son ve Cumhuriyetin İlk Yıllarında Türk Eğitim Sistemine Genel Bir Bakış”, Mustafa Necati Sempozyumu, Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1991, s.95-100., Lewıs, Bernard, Modern Türkiye’nin Doğuşu, TTK Basımevi, Ankara, 1993, s.113-114, 179-180.

16. Koçer, Hasan Ali, Türkiye’de Modern Eğitimin Doğuşu ve Gelişimi (1773-1923), MEB Yayınları, İstanbul, 1991, s.52-53.

17. Koçer, Age, s.54.,Tekeli, İlkin, Age. s.70. 18. Koçer, Age, s.55.

19. Koçer, Age, s.74. 20. Koçer, Age, s.75-76. 21. Tekeli, Age, s.19-20.

(19)

22. Koçer, Age, s.84-85. Türk Millî Eğitim Sisteminde Düzenleme Teşkilatı, (Haz. Reşat Özalp- Aydoğan Ataünal), MEB Yayınlar, İstanbul, 1977, s.549-583.

23. Koçer, Age, s.106-107. 24. Koçer, Age, s.107. 25. Koçer, Age, s.109-110. 26 Tekeli, Age, s.81. 27. Koçer, Age, s.142-143.

28. Unat, Faik R., Türkiye Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihî Bir Bakış, Ankara, 1964, s.53.

29. Ergin, Osman, Türk Maarif Tarihi, C.IV, Eser Matbaası, İstanbul, 1977, S.1010., Koçer, Age, s.144.

30. Tekeli, Age, s.193-194. 31. Tekeli, Age, s.195. 32. Koçer, Age, s.199-200.

33. Unat, Age, s.57, Akyüz, Age, s.302. 34. Unat, Age, s.56, Akyüz, Age, s.300-301. 35. Akyüz, Age, s. 301.

36. Taşdemirci, Ersoy, Belgelerle 1933 Üniversite Reformunda Yabancı Bilim Adamları, Bizim Büro Basımevi, Ankara, 1992, s.1.

37.Koçer, Age, s.201.

38. Hirsch, Ernst E., Dünya Üniversiteleri ve Türkiye’de Üniversitelerin Gelişmesi, C.I, A.Ü. Yayınları, Ankara, 1998, s.222-223.

39. Hirsch, Age, s.223-228.

40. Siler, Abdurrahman, “Darülfünunda Özerklik Fikrinin Gelişmesi ve Mustafa Necati Bey”, Mustafa Necati Sempozyumu, Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1991, s.133.

41. Siler, Agm., s.134-135. 42. Akyüz, Age, s.397.

43. Korkut, Hüseyin, “Üniversiteler”, Cumhuriyet Döneminde Eğitim, MEB Yayınları, İstanbul, 1983, s.315-316.

44. Tunçay, Mete - Özen, Haldun, “1933 Darülfünun Tasfiyesi veya Bir Tek-Parti Politikacısının Önlenemez Yükselişi ve Düşüşü”, Bilim ve Sanat, Sayı:46, (Ekim 1984), s.9.

45. Tunçay, Mete - Özen, Haldun, “1933 Tasfiyesinden önce Darülfünun”, Yapıt, Toplumsal Araştırmalar Dergisi, Sayı:7, (Ekim 1984), s.22.

46. Tuncay, Mete, Türkiye’de Tek-Parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931), Ankara, 1981, s.452.

47. Kısakürek, Mehmet, Üniversitelerimizde Yenileşme: Programlar ve Öğretim Açısından, A.Ü. Eğitim Fakültesi Yayınları, Ankara, 1971, s.14., Akyüz, Age, s.397, Korkut, Agm, s.316.

(20)

48. Ertan, Temuçin Faik, Kadrocular ve Kadro Hareketi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1994, s.180.

49. Ertan, Age, s.180-187.

50. Hirsch, Age, s.229-295, Korkut, Agm, s.316. 51. Akyüz, Age, s.397.

52. Güler, Ali, Türkiye’de Üniversite Reformları, Adım Yayıncılık, Ankara, 1994, s.79-99. 53. Kocatürk, Utkan, “Atatürk’ün Üniversite Reformu İle İlgili Notları”, Atatürk Araştırma

Merkezi Dergisi, C.I.

54. Hirsch, Age, s.298-299, Güler, Age, s.100. 55. Hirsch, Age, s.299-300, Güler, Age, s.101. 56. Kısakürek, Age, s.17.

57. TBMM Zabıt Cerideleri, Devre 4, Cilt 15, İçt.2, s.466-467. 58. Korkut, Agm, s.316.

59. Özen, Haldun - Tunçay, Mete, “1933 Darülfünun Tasfiyesinde Atılanlar”, Tarih ve Toplum, Sayı:10, (Ekim 1984), s.21-25.

60. Ertan, Age, s.186-187.

61. Hirsch, Ernst E., Anılarım, Tübitak Yay. 45, Ankara, 2000, s.211.

62. İnan, M. Rauf, “Eğitim ve Öğretimde Atatürkçülük”, Atatürk Konferansları VII 1973, TTK Basımevi, Ankara, 1980, s.1.

63. Hirsch, Age , s.210-211. 64. Gürüz, Age, s.392. 65. Akyüz, Age, s.397-398.

Referanslar

Benzer Belgeler

uzun süreli gezilerin öğretim elemanları ve öğrencilere olan sayısız fayda ve katkısından dolayı yılda en az bir kez olmak üzere yapılmalıdır. Yükseköğretimde

Alan araştırmasında, Artuklu ve Akkoyunlu Devri eserlerinden Latifiye Camii, Hamza-i Kebir Camii, Zinciriye Medresesi ve Kasımiye Medresesi’nin kakma tekniği

Design management model based on waste handling Angkuts application to the Smart City in the perspective of human security consists of planning and actuating the millennial

Benzer şekilde, kilogramı grama çevirme problemlerini öğretmeden önce, “kilo” keli- mesinin Yunanca “bin” demek olduğu öğrencilere ön bilgi olarak verilse, her şey

Les organisations spéciales de ces centres ont appris à lire et à écrire à tous les ouvriers

^ Fakültenin tatil olmasına rağmen gençlerin tezlerini okumakla meşgulken, birdenbire bir kalb krizinden ölen profesör Sadrettin Celâl, memleketin kendi

Meşrutiyetin lideri ve büyük devrim ci Mithat Paşa'yı Sadrazamlıktan azlettiği yet­ miyormuş gibi, çok geçmeden amcası Abdülaziz'in intiharına cinayet süsü

Enterobacter-Klebsiella grubu amoksisilin-klavulanik asid (%72), piperasilin (%65), seftazidim (%53) ve sefotaksime (%52) yüksek oranlarda direnç gösterdi¤i halde, imipenem