• Sonuç bulunamadı

X. Yüzyılda Oğuzlar

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "X. Yüzyılda Oğuzlar"

Copied!
33
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

X. YÜZYILDA OĞUZLAR

F A R U K S Ü M E R

X. Yüzyılda yazılmış İslâm coğrafya eserlerine göre, bu yüzyılda Türk dünyası başlıca şu el * (kavim)ler tarafından temsil ediliyordu: ı— Oğuzlar (bu eserlerde el- Guzz). 2— Karluklar (bunlarda ekseriyetle Harluh 3— Uygurlar (bu eserlerin hepsinde Tokuz-Guzz). 4— Kırgızlar. 5— Ki-mekler. Bunlardan Karluklar, İsficab (İsbicab— Sayram) dan Fergana'nın doğu uç bölgesine ve Fergana'dan 20 günlük arazi dahilinde, yani başlıca Taraz (Talas) bölgesi ile, Fergana'nın doğusundaki yörelerde ve Işık Gö'/'ün güney, batı ve kuzeyine düşen topraklarda, kısaca Işık Göl, Fergana ve Îsficab arasındaki geniş ülkede yaşıyorlardı1. Eskiden beri üç boya ayrılmışlardı2. Bunlardan birisi Çigil boyu idi. Hudud ul-âlem'e göre (yazılışı 982), Çiğliler Işık Göl'ün kuzey batısında yaşamakta idiler3. X I . yüzyılda ise onlar elin yayılmış olduğu geniş bölgenin birçok yerlerinde kümeler halinde bulunuyorlardı. K â ş g a r l ı M a h m u d 4 , onların üç bölük halinde olub, bir bölüğünün Taraz (Talaş) şehri yakınlarında bulunan bir kasabada, bir bölüğünün Kuyas'da, (Barsgan ötesinde), üçüncüsünün de Kâşgar yöresindeki bir takım köylerde yaşadığını bildiriyor. Çigiller'in aynı yüzyılın ikinci yarısında Mavera ün nehr'de de yaşadıklarını görüyo­ ruz 5. Çigiller X I . yüzyılda o kadar önemli bir teşekkül haline gelmişlerdi ki, bu yüzden onlara bir Türk eli gözüyle bakılmıştır. K â ş g a r l ı onların * İl, umumiyetle memleket, vilâyet anlamında kullanıldığı için, kavim anlamında olarak bu imlâ ve telâffuz şekli tercih edilmiştir.

1 İ s t a h r î , Kitab ul-memâlik, neşreden M. J. De G o e j e , (BGA), Leyden, 1927, sahife 290; Bu eserden naklen î b n H a v k a l , Kitabu suret il-arz, nşr. J. H. K r a m e r s , Leyden 1938, I I , s. 467; Hudud ul-âlem., T a h r a n , 1352, tercüme, M i n o r s k y , The Regions oj the

world, ( G M N S ) , London, 1937, s. 97-98, izahlar kısmı, s. 286-297.

2 E. C h a v a n n e s , Documents sur les Tou -kiue Occidentaux, Paris, 1941, s. 77, 78 ve n o t ; H. N. O r k u n , Eski Türk yazıtları, (T. D. K.), İstanbul, 1936, I, s. 166-174 (Sine Usu yazıtında). V I I I . yüzyılın ortaları veya ikinci yarısına ait olduğu sanılan ve çokça

Türk el ve boylarından bahseden tibetçe tarihî bir- vesikada da böyledir: "A l'Ouest il y a les trois tribu Gar-log avec huit mille soldats''' ( J a c q u e s B a c o t , Reconnaissance en haute.

Asie septentrionale par cinq envoye's Ouigours au VIII" siecle, J o u r n a l Asiatique, 1956,

C C X L I V , cüz 2, s. 147). Bu önemli vesikanın mahiyeti hakkında aynı makale ve oradaki P e l l i o t ' n u n eksik ve yarım kalmış notlarına (s. 138-153) ve G. G l a u s o n ' u n bu husustaki çalışmasına ait yazısına bk: A propos du manuscrit Pelliot tibetain 1283, J o u r n a l Asiatique 1957, C C X L V , cüz 1, s. 12-24. Fakat, G l a u s o n ' u n bu yazısına rağmen bu vesika üzerinde d a h a birçok çalışmaların yapılması gerektiği açık olarak kendisini gösteriyor.

3 Hudud ul-âlem, s. 52, Minorsky, tercüme s. 98-99, izahlar s. 297-300.

4 Divan u lügat it-Türk, nşr. K i l i s l i R i f a t , İstanbul, 1333, I, s. 329-330, tercüme B e s i m A t a l a y , (T. D. K.), istanbul 1939, I, s. 393-394.

5 İbn u l - E s î r , Mısır, 1301, X, s. 70; N i z a m ü l - M ü l k , Siyâsetnâme, nşr. H a l h a l i , T a h r a n , 1310 şemsî, s. 91.

(2)

132 F A R U K S Ü M E R

Kartukların bir boyu olduklarını bilmiyor. Yine aynı yüzyılda başlı başına bir Türk eli olarak görünen Tuhsiler'in G e r d i z i6 ve K â ş g a r l ı ' n ı n 7 kayıt­ larında Çigiller'in bir oymağı oldukları veya bir zamanlar onlara bağlı kaldıkları anlaşılıyor. K a r a h a n l ı l a r devletinin Kartuklar tarafından kurulmuş olduğu muhakkaktır 8. Kâşgar bölgesinde Yağmalar yaşıyordu ki, verilen bilgiye göre 9, bunlar Tokuz Guzzlar'dan yani Uygurlar'dan idiler.

İslâm müelliflerinin Tokuz Guzz dedikleri Uğurlar, Isık Göl'ün doğu­ sundan başlayarak kendi adları ile (Uyguristan—Uygur ili) anılan Beş-balık, Turfan ve Karaşar bölgesinde yaşıyorlardı. Bunlar, diğer Türk elle­ rinin millî dinlerinde olmalarına karşılık, Buda dininde idiler 1 0.

Kırgızlar ise umumiyetle yukarı Tenisey ile eski Köğmen bugünkü Sayan dağları bölgesinde oturmakta idiler1 1.

Kimekler'e gelince, bu el de başlıca İrtiş ırmağının orta yatağında ve bu ırmağın güney ve batısındaki topraklarda yurt tutmuşdu. Orhun kitabele­ rinde onların adı geçmemektedir. Bu husus, bu elin kitabelerin yazıldığı V I I I . yüzyılın birinci yarısında başka bir ad taşımış bulunması ile ilgili olabilir. Kimekler'in İslâm sınır şehirlerinden birisi olan Savran (Sabran) öte­ sinde (bu şehrin kuzey yönündeki topraklarda) Oğuzlar ile yan yana yaşa­ dıkları, yani onların X. yüzyılın ikinci yarısının ortaları veya sonlarına doğru güney'e doğru epeyce sarkmış oldukları anlaşılıyor ki 1 2, bunlar B a r t

-h o l d ' u n de işaret ettiği gibi1 3, Kimekler'in ünlü boyları Kıpçaklar olsa gerektir. Kimekler birçok boylara ayrılmış olub, en tanınmışları Kıpçaklar ve Temek (İmek) 1er idi. Kıpçaklar X. yüzyılda bilhassa batı yönünde Yayık'a

(Ural) kadar uzanan topraklarda yaşıyorlardı. Bunlar (yani Kıpçaklar)

6 Zeynul - ahbar, nşr. B a r t h o l d , Petersburg, 1897, s. 81.

7 K i l i s l i , I, s. 354; B. A t a l a y , I, s. 423. Mervezî de (Tabâyi'ul - hayavân, nşr.

Mi-norsky. London, 1941, s. 19), Tuhsüer'in Korluklar'dan olduğu yazılıyor ki, aynı şey

demektir. Minorsky (The Regions of the world, s. 300), Tuhsîler'in eski Türkiş birliği kalıntısı olduklarını söylemektedir.

8 O. P r i t s a k , Kara Hanlılar, islâm Ansiklopedisi (İA), Cüz 58.

9 G e r d i z î . S. 84. Hudud ul-âlem'de (s. 49-50, Minorsky, 96) onların meliklerinin

Toğuz Oğuz melikinin oğlu olduğu, Bulak adlı oymaklarının da Toğuz Oğuzlar ile karış­

tığı söyleniyor. P r i t s a k (Kara Hanlılar, İ A, 58, s. 252), Yağmalar'ın Karluklar'dun olduğunu söylüyor. Fakat bu hususda ne gibi delillere sahiptir bilmiyoruz. Yağmalar, doğrudan doğ­ ruya Tokuz-Oğuzlar yani Uygurlar'dan olabileceği gibi, bir zamanlar onların tâbiiyetinde kalmış müstakil bir Türk eli de olabilir. Adı- Orhun yazıtlarında geçmiyor. R e ş i d ü d d i n

Oğuznâmesi'ne göre (Topkapı sarayı, Hazine kütüphanesi, nr. 1653, Yaprak, 277a), O ğ u z

H a n , Hindistan'ı fethettikten sonra o n u n doğusundaki bir ülkenin hükümdarı olan Senci öldürerek ülkesini alıyor.

1 0 B a r t h o l d , Toghuz Ghuz, Encyclopedie de I'Islam, IV, s. 848-849; M i n o r s k y ,

The Regions of the ıvorld, s. 263-277.

11 B a r t h o l d , Kırgız, EI, I I , s. 1084-1086; M i n o r s k y , aynı eser, s. 282-286; R. R a h m e t i A r a t , Kırgızistan, İA, cüz 64, s. 735 ve devamı.

1 2 M u k a d d e s i (Ahsen ul-tekasim, nşr. De G e o j e , B A G, Leyden, 1906, s. 274),

Sirderya kıyısındaki Savran'ın Oğuz ve Kimek sınırında bulunduğunu, Şoğulcan?

şehrinin de - yeri bilinemiyor - Kimekler yönünde bir sınır şehri olduğunu yazıyor.

13 Kıpçak maddesi, E I, I I , s. 1081 - 1082.

(3)

X . Y Ü Z Y I L D A O Ğ U Z L A R 133 XI. yüzyılda Yayık ve İtil'i (Volga) geçerek güney Rusya'ya, girmiş oldukları

gibi, güney'e doğru da inerek Oğuz yurdunu işgale başlamışlar ve X I . yüzyılın ikinci yarısında Aral ve Sirderya kuzeyindeki toprakların çoğuna hâkim olmuşlardı1 4. Kıpçaklar'ın X I . yüzyılda yaşamış Kanlı adlı büyük bir beyleri vardı k i1 5, bunun buyruğunda bulunan Kıpçaklar ertesi yüzyılda bu adla (Kanlı) anılmışlardır. Kıpçaklar nasıl Kimekler'den ayrılıp başlı başına bir el olmuşlar ve hattâ kardeş boy Temekler ile akrabalıklarını red etmişler ise 1 6, Kanlılar da X I I . yüzyılın ikinci yarısı ve X I I I yüzyılın baş­ larında adetâ müstakil bir el sayılmış, Oğuz destanında da böyle ve hattâ asıl boyları Kıpçaklar gibi O ğ u z H a n zamanında teşekkül ettiği sanılan eller arasında yer almışlardır. Fakat, onların bağlı bulundukları Kimek elinden, Kitabelerde olduğu destanlarda da bahsolunmaz, Çünkü X I . yüzyılda adı ortadan kalkmış ve kendisini iki önemli boyu yani Kıpçaklar ve Yemekler temsil etmişlerdir1 7.

X. yüzyılın birinci yarısının ortalarına doğru Cim (bugünkü Emba) ile onun yanındaki diğer akar suların ötesinde ve Yayık ırmağının batısında Peçenekler yaşıyorlardı 1 8. Peçenekler önemli Türk ellerinden birisi olmakla beraber Orhun kitabelerinde adları geçmez. Buna karşılık V I I I . yüzyılın ikinci yarısına ait olduğu sanılan tibetçe tarihî vesikada kendilerinden bah-solunur 1 9.

24 Oğuz boyundan birisi de, bilindiği üzere aynı adı yani Peçenek adını taşıyor.

Peçenekler, yukarıda işaret edilen tibetçe vesika başta olmak üzere, bütün kaynaklardan açıkça anlaşılıyor ki, Oğuzlar ile kavmî bakımdan hiçbir ilgisi olmayan müstakil bir Türk elidir. Bu sebeble XVI. yüzyılda, Türkiye' de, adına aşiret ve yer adı olarak rastlanması2 0 ile tarihî varlığı sabit olan Oğuz-Peçenek boyu bu eli ifade etmemektedir. Yani bu ünlü Peçenek eli Oğuz­ larım. 24 boyundan birisi değildir. Oğuz-Peçenek boyu'nun bu elden olmasına gelince, bu hususda elimizde hiçbir delil yoktur. Kâşgarlı Mahmud, biri Rum sınırında oturan bir Türk eli (cîl), ötekisi Oğuzlar'dan bir boy

1 4 Bu önemli- olaya aşağıda yeniden temas edilecektir.

1 5 K â ş g a r l ı , K i l i s l i R i f a t , I I I , s . 289, B e s i m A t a l a y , I I I , s . 379. 1 6 K i l i s l i R i f a t , I I I , s . 22, B e s i m A t a l a y , I I I , s . 29.

1 7 Kimekler hakkında, M i n o r s k y , aynı eser, s. 304-310; aynı müellif. M e r v e z î ,

Tabâyi'ul-hayavân, haşiyeleri, s. 107-108; F a r u k S ü m e r , Kimek maddesi, lA,cüz 63, s. 809.

1 8 A. Z e k i V e l i d i T o g a n , îbn Fadlan's reisebericht,'Leipzig, 1939. metin. s. 17-18.

19 Au Nord superieur de ceux-ci (Uğraklar) est la tribu des'Be- ca- nag. Us ont cinq mille

sol-dats. Ils sont en lutte avec les Hor "Uygur" (J. Bacot, Reconnaissance en haute Asie . . . ., s. 147).

Buradaki," kuzeyde ve Uğraklar'in yukarısında" ifadesi Peçenekler''in yurdu hakkında bize bir fikir vermiyor. Fakat Uygurlar ile mücadele halinde olduklarına göre onların, G. Clauson' un dediği gibi (a propos du manuscrit Peilliot tibetain, s. 16), Balkas gölü yıkınmda veya A. N. K u r a t ' m b u n d a n yirmi yıl önce kestirdiği gibi (Peçenek tarihi, İstanbul, 1937, s. 26), Işık

göl yakınında (haritada lsık göl-Balkaş arası) yaşamaları kuvvetle muhtemeldir.

20 F a r u k S ü m e r , Bayındır, Peçenek ve Türeğirler, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi

(4)

134 F A R U K S Ü M E R

(kabile) olmak üzere, Türk-Peçenek eli ile Oğuz -Peçenek boyunu ayrı ayri zikreder2 1. K â ş g a r l ı , bilindiği üzere, bazı hususlarda öteki Oğuz boy­ larından ayrıldıkları ve Kalaç şeklinde de ayrı bir ad taşıdıklarından dolayı iki boyu listesine almamıştır. Buna karşılık Peçenek adını 22 halis Oğuz boyları arasında zikretmiş ve damgasını da göstermiştir. Diğer taraftan 24 boyun çok eski zamanlarda var olması ihtimalinin kuvvetli bulunmasına dayanılarak da Türk-Peçenek eli ile, Oğuz-Peçenek boyu arasında sadece bir ad benzerliğinin bulunduğuna hükmedilebilir. Bununla beraber, Oğuzlar arasındaki Peçenek boyu'nun, aslında Türk-Peçenek elinin bir parçası olub Oğuzlar'm hâkimiyeti altına düşerek zamanla Oğuz elinin bir boyu hüvi­ yetini almış olması ihtimali de imkânsız değildir.

X. ve XI. yüzyılda Oğuzlar ile çağdaş ve çoğu onun komşuları olan Türk ellerinden - konumuz ile ilgileri nisbetinde-kısaca bahsettiklten sonra Oğuzlar'a geçebiliriz.

I. O Ğ U Z L A R ' I N Y U R D L A R I .

X. yüzyılda Oğuzlar, Hazar denizi'nden Sir (Seyhun, İnci) ırmağının orta yatağındaki Farab (XI. yüzyılda türkçe adı ile Karaçuk) ve Isficab'a

(İsbicab — Sayram)' kadar olan yer ile bu ırmağın kuzeyindeki bozkır­ larda yaşıyorlardı. İ s t a h r î (yazılışı 951 den önce) onları Karluk, Kimek, Bulgar ve Hazar ülkeleri ile Hazar denizi'nden Isficab'a kadar uzanan Is-lâm sınırı arasında gösterir 2 2. Bu ve diğer müelliflerin eserlerinden, Oğuz ülkesinin doğu, güney ve hattâ batı sınırı kat'i bir şekilde bellidir. Oğuzlar doğu'da Isficab bölgesinde ve Onun az kuzeyindeki yerde Karluklar ile komşu idiler. Güney'de İslâm ülkeleri ile olan sınıra gelince, batı'da yani Harizm ülkesinde sınır, Cürcaniye (Gürgenç) ve bilhassa bu şehrin kuzey batısındaki Cit ( J i t ) kasabasından başlıyordu. Aral Gölü'nün güneyindeki Baratekin de sınır kasabalarından idi 2 3. Mavera ün-nehr'de sınır, Buhara ku­ zeyindeki çölden başlayarak 2 4 Isficab bölgesine kadar uzanıyordu. Fakat Oğuz ülkesinin kuzey sınırı hakkında açık bir bilgiye sahib değiliz. Oğuz­ lar bu yönde Peçenekler ve Kimekler ( bilhassa bunların Kıpçak boyu ) ile komşu idiler. Bazı İslâm coğrafyacılarının sözlerine bakılacak olursa 2 5 Oğuz

2 1 Aynı yazı.

22 S. 9, ayrıca s. 290.

2 3 İ s t a h r î s. 303; Mukaddesi, s. 289.

2 4 M u k a d d e s i (s. 282) de b u r a d a Avşar adlı bir köyden bahsediliyor: Bu yer adının Oğuz-Avşar boyundan geldiği kabul edilmiş (Köprülü, Avşar maddesi, I.A, I I . cild, s. 29) biz de Avşarlar'a ait yazımızda (Köprülü Armağanı, Ankara, 1953, s. 469) b u n a katılmıştık. Fakat bu büyük köy Buhara yöresinde olup, komşu köylerden hiçbirinin adı, görünüşe göre, türkçe'ye benzememek­

tedir. Diğer taraftan Oğuzlar henüz bu bölgeye inmemiş oldukları için, bu adın yerli dile ait bir kelime mi olduğu hatıra geliyor.

2 5 Hudud ul-âlem, s. 54, M i n o r s k y s . 100; î s t a h r î (s. 10), İtil şehrinden bahsederken

(5)

X. YÜZYILDA OĞUZLAR 135 sınırı bu yönde Itil'e kadar gidiyordu. Bize göre bu söz Oğuzlar'ın. Hazar ülkesine akınlar yapmaları ve belki de Oğuzlar'dan bir kolun kardeşlerin­ den ayrılarak Yayık ve İtil arasında oturmuş olmalarından çıkmış olacaktır. Çünkü, Oğuzlar'm Sirderya'dan Itil'e kadar uzanan pek geniş ülkeyi tamamiy-le işgaltamamiy-leri altında tutmuş olduklarını kabul etmek pek kolay olmasa gerek. Bizim düşündüğümüze göre, asıl Oğuz yurdunun kuzey sınırı, Emba'dan başlayarak, bugünkü Mugayar dağları, Irgız ırmağı, Çalkar gölü, bunun altındaki Kara-kum çölünü geçip kuzeye doğru uzanan büyük sıra dağlarda

{Ulu dağ, Kiçi dağ) sona ermiş olsa gerektir.

Oğuz yurdu batıda Hazar denizi'ne dayanıyordu. X. yüzyılda o zamana kadar gayri meskûn olan Hazar-Aral arasmdaki-îslâm coğrafyacıları tara­ fından Siyah Kûh adı verilen-yarım ada da onlar tarafından işgal ve iskân edilmiş ve bundan dolayı bu yarımada türkçe Mangışlağ (Bin Kışla) adını almıştı 2 6.

X. yüzyıl islâm coğrafyacıları2 7 İnci'nin kuzeyinde ve Hazar denizi'-nin doğusundaki geniş çöl bölgesine Oğuz çölü (mefâzat ul-Guzziyye) adını vermişlerdir.

Oğuz elinin çoğunluğunun yaşadığı, başka bir deyişle, Oğuzların toplu ve kalabalık bir halde oturdukları yer, Sir ırmağının ağzından, orta yatağma-kadar olan kısmı ile, ırmağın her iki yanındaki ve bilhassa sağ yanında kuzeye doğru uzanan topraklardı. Oğuz yabgusu yani kiralının kışlağı olan şehir ırmağın ağzına yakın bir yerde bulunuyor ve Yenikent adını taşıyordu 2 8. Yine aynı ırmağın kıyısındaki Cend ve Huvâre şehirleri de yabgunun hükmünde olup bu şehirlerde Müslümanlar da oturuyorlar di 2 9.

Isficab (Sayram)ın hemen kuzeyinden başlayarak Sir derya'ya muvazi olarak uzanan Karaçuk sıra dağları bölgesi Oğuzlar'dan pek önemli bir kıs­ mın yaşadığı bir yer idi. Kâşgarlı M a h m u d 3 0, Karaçuk'un Oğuz yurdunun

müellif (s. 222), İtil ırmağının Oğuzlar ile Kimekler arasında sınır olduğunu da yazmak­ tadır ki, B a r t h o l d (Ghuzz maddesi, E I, II, s. 178), bunu Kama olarak kabul ediyor. Bizce, Coğrafyacıların İslâm âleminin dışında kalan - ve bilhassa ona uzak-ülkelerin-sınırları hakkında verdikleri bilgilere, umumî olarak takribi bir değer izafe edilmelidir. Meselâ aynı müellif aynı yerde (s. 222) İtil'in Kırgız ülkesine yakın bir yerden çık­ tığını işittiğini söylüyor.

26 î s t a h r î , s. 219; ondan naklen İ b n H a v k a l , s . 389; Hudud ul-âlem'de (s. 16, Mi-norsky, s. 60), Oğuzlar'm burada denizde ve karada yol kesicilik yaptıkları söyleniyor; K â ş g a r h , Kilisli Rifat, I, s. 387, III, s. 118, Besim Atalay, I, s. 465, III, 157.

27 İ s t a h r î , s. 217-218; Hudud ul-âlem. s. 35, 54.

28 İ b n Havkal, s. 512; Hudud ul-âlem, s. 73-74; Minorsky, s. 122 (bazı yerlerde olduğu gibi burada da bu iki eser müşterek bir kaynağa dayanıyor). Şehrin adı arabça eserlerde Medînet ul cedide (Mes'udî, Muruc uz-zeheb, nşr. ve fransızca tercümesi, Bar-bier de Meynard ve Pavet de Courteille, Paris, 1891, s. 212), yahut Karyet ul-hadîse (İbn Havkal, gösterilen yer; bu eserden naklen î drisî, Nuzhet ul-muştak, Köprülü ktp., nr. 955, yaprak 419 b); farsça Hudud ul-âlem'de (gösterilen yerler) Dih-i nev olarak tercüme edilmiştir.

29 Gösterilen yerler.

(Kilisli, I, s. 404). Mütercim Besim Atalay, "ve bu, Oğuz ülkesinin adıdır" ibaresinin yanlış olduğunu sanmış (I, s. 487) ve cümleyi

(6)

136 F A R U K S Ü M E R

adı olduğunu söylediği gibi haritasında da bu dağı göstererek onun hak­ kında aynı ifadeyi (bilâd ul-Guzziyye) yazıyor 3 1. Oğuzlar'm, aşağıda bah­ sedilecek olan şehirlerinden belli başlıları bu dağların eteğinde veya Sır ırmağının dağların karşısında bulunan kıyısında idi. Ebul Gazi'nin Şecere-i Terâkime'sindeki Türkmen rivayetleri arasında Oğuzlar'm yurdu olarak Kaz-gurd ile birlikte Karaçuk'tan bahsedilir 3 2. Timur'a dair zafernâmelerde de

bu dağın adı geçiyor3 3.

Şüphesiz, Oğuzlar bu yurtlarında çok eskidenberi oturmamakta idi­ ler; IX. yüzyılın ikinci yarısında da burada oldukları anlaşılıyor3 4. Onlar buraya batıdan gelmişlerdi. Orhun kitâbelerindeki Oğuzlar'ın (bazan To-kuz-Oğuz) onlardan başkası olmadıkları muhakkaktır. Tibetçe tarihi vesi­ kada Oğuzlar'ın Alayundlu boyunun Türkler'den olduğu söyleniyor ki 3 5, aynı vesikada adları geçen birçok Türk elleri hakkında böyle bir ifade yok­ tur. Bunun gibi, Rus vekayinâmelerinde, yalnız Uz (Oğuz)'lar'a Torki

"bu, Oğuz şehirlerinden birinin adıdır" şeklinde değiştirmiştir. B e s i m A t a l a y , sadece

K â ş g a r l ı ' n ı n haritasına dikkat etmiş olsaydı doğru cümleyi yanlış diyerek değiştir-miyecek idi. Karaçuk hem Farab şehrinin hem de Oğuz ülkesinin adıdır. K â ş g a r l ı b u n u söylemektedir.

3 1 Bu harita K i l i s l i R i f a t neşrinde I. ciltte, tercümesinde I I . cilttedir.

32 " O ğ u z ilinin yurtlarının kün doğuşı Isığ Kol ve Almalık ve kıblesi Sayram ve Kazgurt

tağı ve Karaçık tağ ve temür kazuğı Uluğ Tağ ve Kiçik tağ ki bolur ve kün batışı Sir

sıvının ayağı Yeni Kent ve Kara Kum. (T.D.K., İstanbul, 1937, yp. 28b). E b u l g a z i ' n i n

Oğuz yurdu ve sınırları hakkında verdiği bilgi gerçeğe çok yakındır. Tabiî Oğuz y u r d u n u n

gün doğusunun hık Göl ve Almalık olduğu hakkındaki ifade X. yüzyıl için mübalâğalı­ dır. Burada sınır Karaçuk sıra dağlarından öteye gitmiyordu.

( Ş e r e f u d d i n A l i - i Y e z d î , Zafernâme. Kalkutta, 1887, I, s. 272-273. Nizam-i Şâmî'de bu bilgi yoktur).

T i m u r , T o k t a m ı ş üzerine yürüdüğü z a m a n K a r a ç u k dağından geçmişti : (aynı eser, I, s. 503).

N. Ş a m î ' d e (Zafernâme, neşr F e l i x T a u e r , Praha, 1937, I, s. 118), bu hususta daha kısa olan bilgi arasında K a r a ç u k adı geçiyor. Bu kayıtlardan, Kâşgarlı,da. ve Şecere-i

Te-râkime'de Oğuz yurdu olarak gösterilen dağın yeri iyice anlaşılmış olup b u g ü n bu sıradağa Karatav (tağ) denilmektedir ( Z . V. T o g a n , Türk ili haritası ve ona ait izahlar, İstanbul

1945). Kazgurt dağına gelince, bu da tarihî bir dağdır. Salur K a z a n hakkında Şecere-i

Terakime'de bulunan dikkate değer bir m a n z u m e d e de geçen bu dağ, XV. yüzyılda Türk­ menlerin eski zamanlarda oturdukları bir yer olarak biliniyordu. ( D e v l e t Ş a h , Tezkire,

London, 1901, s. 390. Karakoyunlular'ın coğrafî menşei münasebeti ile) Kazgurt dağının yeri­ ne gelince bu hususta kat'i bir bilgi elde edemedik. Bu, Karaçuk dağlarının bir kısmının adı olsa gerektir.

3 4 B e l a z u r î (Futuh ul-buldan, Kahire, 1350, s. 420). Horasan valisi A b d u l l a h b. T â h i r ' i n (ölümü 844) oğlu T â h i r ' i Oğuzlar'a. karşı gazaya gönderdiğinden bahsediyor (Barthold, Turkestan doıvn to the Mongol invasion, G M N S , 1928, ş. 212).

35 "A l'Ouest de la est la tribu drugu (Türk) des Ha-la-yun-log (yani Ala yunt lu), De

(7)

X . Y Ü Z Y I L D A O Ğ U Z L A R 137

(Türk) denilip de 3 6, Peçenek ve Kumanlar'a, aynı adın verilmemesi dikkate şayandır. Oğuzlar, G ö k T ü r k imparatorluğunun yıkılmasından sonra eski Türk yurdu olan bugünkü Moğolistan'dan batıya doğru göç etmişler ve belki bir müddet Işık Göl batısında oturduktan sonra ihtimal diğer bir Türk elinin baskısı ve sıkıştırması ile batıya doğru ilerleyerek şimdiki yurt­ larına gelmişlerdir. Buraların kendilerinden önceki sahipleri ise Peçenekler-di 3 7. Oğuzlar çetin savaşlar neticesinde Peçenekleri kuzey batıya doğru sü­ rerek 38 Emba ırmağının ötesine atmışlardır. İki Türk eli arasındaki müca­ dele bununla sona ermemiş, bu sefer Hazarlar ile anlaşan Oğuzlar 896-904 tarihinde Peçenekler't yeniden saldırarak onları yurtlarından çıkarmışlardır. Bu yenilme üzerine İtil'i geçen Peçenekler Karadeniz'in kuzeyinde yurt tut­ muşlar ve tarihçe bilinen en önemli rollerini burada oynamışlardır 3 9. Bu olaydan sonra da Peçenekler'den bir kısmı Emba-Yayık arasındaki yurt­ larında kalmışlardır 4 0.

Pek dikkate değer bir keyfiyettir ki, Oğuzlar ile Peçenekler arasındaki savaşların hatıraları yüzyıllar boyunca unutulmayarak muhafaza edilmiş ve bunlar, XVII. yüzyılın ikinci yarısında E b u l g a z i tarafından meydana getirilen Şecere-i Terâkime'de yer almışlardır 4 1.

bu vesikadaki adlara dair yaptığı izahlarda (aynı yazı, s. 152), pek isabetli olarak, bu kelimenin Alayundluy olduğunu tesbit etmesine rağmen, G. C l a u s o n ' u n (A propos du

manuscrit Pelliot tibetain, J. A., 1957, fas nr. 1, s. 16) bu boyun hüviyetinin karanlık yani

meçhul bir teşekkül (mysterieuse) olduğunu söylemesine şaşmamak m ü m k ü n değildir. Çünkü, kendisi F a h r u d d i n M ü b a r e k Ş a h ' ı n listesindeki Türk e l v e boylarını K â ş -g a r l ı ' d a k i l e r ile karşılaştırmış olmasından (Tarikh-i Fakkrud'd-din Mubarakshah, neşr.

E. Denison Ross, London, 1927, s. X I - X I X ) Oğuz boylarını tanıyor ve bu arada her

iki eser vasıtasıyla da Alayuntlular'ı biliyordu (aynı eser, s. X I V ) . Yine bu sebebden bu adın ne Karakoyunlug kelimesinin bozuk bir transkripsiyonu olabileceğini düşünmeye ne de iyi atlar yetiştirdiklerinden dolayı onları Fergana taraflarında a r a m a k zahmetine girişmeye (s. 16-17) lüzum vardı.

3 6 A. N. K u r a t , Peçenek tarihi, s. 10, 17, 37, 103, 180, 183; B a r t h o l d , Ghuzz mad­ desi, E I, I I , s. 178.

3 7 Bilindiği üzere, B i r u n î ' n i n muhtelif eserlerinde, Peçenekler'in Aral gölü çevresinde

Harizm'e komşu olarak yaşadıklarını gösteren bazı kayıtlar vardır (meselâ, Tahdid ul-emâkin, Fatih ktp., nr. 3386, s. 205-206, bu metin için ayrıca Al-Birunî, Commemoration

volume, I r a n society, Calcutta, 1951, s. 250 ve devamı; K i t a b ul-Cemâhir, H a y d a r a b a d , 1955, s. 218-219).

3 8 M e s ' u d î ' n i n Oğuz-Peçenek mücadelesi ile ilgili bir kaydı için bk. Kitab ut-tenbih

ve H-işraf, nşr. De G o e j e , (BGA), London, 1894, s. 180-181; Mısır, 1357, s. 153. M e s ' ­

u d î ' n i n bu kaydına bakılır ise Oğuzlar, Peçenekler ile yaptıkları savaşlarda Karluk ve

Ki-mekler'i de ittifaklarına almışlardır. Fakat, bu hususda başka bir delil yoktur. Peçenekler'in Oğuzlar'dan d a h a önce Karluk ve Kimekler ile savaşmış olmaları pek m ü m k ü n d ü r . Öyle

anlaşılıyor ki, bu Türk eli diğer Türk ellerinden hiç birisi ile iyi geçinemiyerek bunlar ile çetin ve kanlı savaşlar yapmış ve neticede de çok uzaklara gitmek zorunda kalmıştır.

3 9 A. N. K u r a t , Peçenek tarihi, s. 33, 39-43, 257-258.

4 0 İbn Fadlan, s. 1 7 - 1 8 ; K o n s t a n t i n P o r p h y r o g e n n e t o s , De administrando

imperio (A. N. Kurat, Peçenek tarihi, s. 42, 258).

(8)

138 FARUK SÜMER

I I . O Ğ U Z L A R ' I N YAŞAYIŞ T A R Z I .

X. yüzyılda Oğuzlar, umumiyetle göçebe hayatı yaşıyorlardı. Oğuz elinin 24 boydan meydana gelmesi ve bu boyların da Bozok ve Üçok olmak üzere iki kola ayrılmaları tarihî bir vakıadır. K â ş g a r l ı M a h

-m u d ' u n onlardan 22 sinin adını yaz-ması ve da-mgalarını göster-mesi, bu husus için kâfi bir delil idi 4 2.

Bununla beraber bu 24 boydan 22 sinin adları aşiret ve yer adı olarak Türkiye'de b u l u n m u ş t u r4 3. K a ş g a r l ı ' n ı n eserine Oğuz boylarının adları

ve damgalarını gösteren bir liste koyması, F a h r u d d i n M ü b a r e k Ş a h ' ı n Türk elleri listesinde onlardan çoğunun ve en tanınmışlarının (15 veya 16 sı) adlarının geçmesi 4 4, R e ş i d ü d d i n ' i n eserinin başında tam bir liste halinde

yer almaları, bu boyların, gerek nüfus, gerek meydana getirdikleri elin tarihinde oynadıkları siyasi rol bakımlarından nekadar büyük bir ehem miyet taşıdıklarını gösterir 4 5. Bilindiği üzere, başka Türk elleri'nin boylan

hakkında bu elinki gibi muntazam listelere sahip değiliz.

M e s ' u d i ' y e göre (eserin yazılışı 956) Oğuzlar yüksek, orta ve aşağı olmak üzere üç sınıf idiler 4 6. Biz, eserin naşir ve mütercimlerinin aksine

olarak 4 7, bu cümlenin Oğuzların içtimaî tabakalarını ifade ettiğini sanıyo­

ruz. Oğuz elinde böyle bir halin varlığı ise, bu hususta diğer Türk elleri ve bizzat Oğuzlar'a ait bildiklerimiz ile, pek tabiî görülebilir.

42 Ermeni müverrihleri de S e l ç u k l u l a r ' ı n başlığı altında fetihlerde bulunan kavmin

(yani Oğuzlar'ın) 24 boya ayrılmış olduğunu biliyorlardı: "Birçok yıllardan sonra kuzey ülkelerinden yirmi dört boya ayrılmış olan ve Türk denilen millet harekete geçmiştir. Bunlar hâkimiyeti Arablar'ın elinden aldılar, fakat onların dinine girdiler. Onlar, kıratları ortadan kaldırdılar ve impa­ ratorlar'a karşı zaferler kazandılar" ( U r f a l ı V a h r a m , Kilikya kıratları tarihi, türkçe tercüme, T.T.K., henüz basılmamıştır).

43 O ğ u z boylarına dair incelemelerimiz maalesef elimizde olmayan sebepler yüzünden

muhtelif dergilerde yayınlanmıştır. Bunları, yeni bilgiler ekliyerek bir kitabda top­ lamayı tasarlamaktayız.

44 Tarih-i Fahruddin Mubarekşah, s. 47. Bu eserdeki listede adları geçmeyen boylar

şunlardır (Reşidüddin listesine göre): Alka Evli, Kara Evli, Kızık, Taparlu,-Karkın, Çepni, Çavundur ve İğdir. Oradaki adının olduğunu sanıyoruz. F a h r u d d i n M u b e r e k Şah'ın Türk ellerinden bir çoklarının adlarını eski eserlerden aldığı açıkça anlaşılıyorsa da, Oğuz boyları için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Müellif onları işiterek yazmış olsa gerektir.

4 5 K â ş g a r l ı bu boyların oymakları olduğunu bildirmiş ise de (Kilisli R i f a t ,

I, s- 57-58, Besim A t a l a y , I, s. 59), adlarını vermemiştir. 46

metin : (Muruc uz-zeheb, I, s. 212; Mısır, 1367, I, s. 102). Mısır basımı, endeksi olmamakla beraber, iyi bir metindir.

47 Bu cümle fransızcaya şöyle çevrilmiştir: "La plupart des turcs qui habitent cette

cont-ree, tant nomades que citadins, appartiennent d la tribu des Gozz, qui se divisent en trois hordes nom-mees la grande, la petite et le moyenne'\ Yani "bu bölgede gerek göçebe gerek yerleşik olarak oturan Türkler'in çoğu, büyük, küçük ve orta olmak üzere üç kümeye ayrılmış olan Oğuzlar­ dandır" (Gösterilen yer). Oğuzlar'm siyasî bakımdan üç kümeye ayrılmış olmları mümkün ve hattâ muhtemel olmakla beraber,

(9)

X. YÜZYILDA OĞUZLAR 139 Oğuz boyları'nın başında beg ( b e ğ - b e y ) ünvanlı asilzadeler

v a r d ı4 8. Beyler çok zengin idiler. î b n F a d l a n 4 9 Oğuzlar arasında yüz bin koyuna, on bin bineğe

söylüyor. Esasen Oğuz beyleri, daha umumî bir ifade iler diğer Türk ellerinin başında bulunan beyler, C e n g i z H a n devri Moğol noyan-ları gibi, her zaman çok varlıklı olmuşlardır 5 0. Onlara ait destanlarda da bu husus, sık sık verilen toylar (umumî ziyafetler) ve diğer vesilelerle belirtilir. Beylerin kalabalık maiyyetleri ve uşakları vardı. İ b n F a d l a n5 1, Oğuz subaşısı A l k a T o ğ a n5 2 oğlu Etrek'in karargâhında (ordu), subaşı-nın kalabalık ailesini, maiyyetini ve uşaklariyle birçok otağlar görmüştü. Beylerden sonra kalabalık halk tabakası geliyordu. Bunlar, beyleri ve manevî şahsiyetlerine karşı pek büyük bir saygı göstermekle beraber, hür kimselerdi. Gerek beylerin, gerek halktan zengin olanların erkek(kul) ve kadın (karabaş, kırnak) köleleri vardı. Şüphesiz ki bunlar, bilhassa komşu Türk elleriyle yapılan savaşlarda ele geçirilen tutsaklardı. Oğuz boylarının, Moğollardaki gibi unagan bogollara yani tâbi teşekkülere sahib olup olama­ dıkları bilinemiyor.

I I I . D Î N Î İNANIŞ ve G E L E N E K L E R İ .

X. yüzyılın birinci yarısında Oğuzlar, Uygurlar dışta kalmak üzere, diğer Türk elleri gibi kendi kavmi-dinî inanışlarını muhafaza ediyorlardı. Bu yüzyılda, İslam âleminde Oğuzlar da dahil olmak üzere, Türkler'in Al­ l a h fikrine sahip oldukları ve bunu Tanrı yahut Bir T a n r ı adiyle ifade ettikleri biliniyordu5 3. Türkler'in yaratıcıya U l u ğ B a y a t adını verdikleri

48 (Hudud ul-âlem, s. 54, Minorsky, s. 101)

49 S. 17 (Peçenekler'in yoksulluğu münasebeti ile).

50 Meselâ VIII. yüzyıl Uygur hanlarından birinin beylerinden olan Kırgız oğlu Boyla K u t l u ğ Y a r k a n , kitabesinde: "bay bar ertim ağılım on, yılkım sansız (sayısız) erti" demektir (H. N. O r k u n , Eski Türk yazıtları, Suci yazıtı, s. 156). Keza Uyug-Turan yazıtında (aynı eser, III, s. 40) Kitabe sahibi Ü ç i n K ü l ü ğ tirig altı bin yuntdundan bahsediyor. (134 ve 810. sahifelere de bk.).

5 1 s. 15.

52 Metin: (s. 15) Biz bunu gösterdiğimiz gibi,' Alka T o ğ a n (Ala Doğan) şeklinde okuduk. Bu adın sahibi, metnin pek açık ifadesi ile (gösterilen yer) subaşı Etrek'in babası olduğundan bu kelimedeki Jı = el hecesini harfi tarif olarak kabul etmeye imkân yoktur. Buna rağmen Zeki Velidi T o g a n (Tercüme, s. 28; izahlar kısmı s. 142) bu kelimeyi e l - K a t g a n şeklinde okumuştur. Bu kelimenin e l - K a t g a n şeklinde okunması mümkün olmadığına göre onu Alka T o ğ a n (Ala Doğan) şeklinde okuyabiliriz (ve yahut belki de Uluğ- T o ğ a n ) . Z. V. T o g a n , aradan yıllar geçmesine rağmen bu kelimeyi aynı şekilde okumakta devam etmiş yalnız bunun- Alf ( = A l p ) T o ğ a n olarak da okunabileceğini söylemiştir {Umumî Türk tarihine giriş, İstanbul, 1946, s. 175-176).

53 İbn Fadlan, s. 10; Makdisî, Kitab ul-bed" ve 't-tarih, nşr. ve tercüme Cl. H u a r t , Paris, 1907, IV, metin s. 63, tercüme s. 57.

(10)

140 FARUK SÜMER

de İslâm bilginlerine ulaşmıştı3 4. Fakat, Oğuz din adamlarının T a n r ı ­ nın sıfatları ile ilgili tasavvurları hakkında kesin bir bilgimiz yoktur. Her halde Oğuzlar'dan alelade kimselerin bu husustaki kesinleşmiş tasavvurları pek zengin değildi ve onlar T a n r ı ' y a insanî vasıflar izafe ediyorlardı. Oğuzlar'dan biri İ b n F a d l a n ' a T a n r ı ' n ı n karısı olup olmadığnı sormuş, müellif bu soru üzerine bir hayli tövbe ve istiğfar etmiş ve Oğuz da aynı şeyi yapmıştır5 5. E b u D u l e f (X. yüzyılın birinci yarısı) seyahatnamesinde5 6 Oğuzların bir tapınakları olduğu söyleniyor ve içinde put bulunmadığı ilâve ediliyor. İ b n F a d l a n , ne bir tapınak gördüğünden, ne de bir din adamı ile görüştüğünden açıkça bahseder. Fakat Oğuzlar'ın hakimleri ol­ duğunu biliyoruz. Oğuzlar bu manevî şahsiyetlerine büyük bir saygı göste­ riyorlardı 5 7. H a t t â bu hakimlerin Oğuzlar'm kanları ve davarları üzerin­ de hüküm sahibi oldukları söyleniyor ki, bu ifadeden, manevî şahsiyet­ lerin el üzerinde nekadar önemli bir tesir ve nüfuzları olduğu iyice anla­ şılıyor 5 8. İşte bizim K o r k u t A t a (Dede Korkut) bu hakimlerden birisi idi. Tabiblik yapan, geleceğe ait keşiflerde bulunan , yapılacak bir teşeb­ büsün uğurlu olup olmıyacağına hükmeden, dinî törenlere başkanlık eden bu manevî şahsiyetlere Oğuzlar'm kam mı dedikleri yoksa başka bir ad mı verdikleri bilinemiyor. Ata kelimesi bunlar hakkında saygı ifade eden bir söz mü idi, yoksa onlar için özel bir ad mı idi buhusus da malûm değildir. Ölü gömme gelenekleri dikkate değer olup dinî inanışları ile sıkı sıkıya bağlı idi.

Onlar G ö k T ü r k l e r gibi, ölülerini, sırtlarında elbiseleri, üzerlerin­ de silâhları ve yanlarında diğer şahsî eşyalariyle birlikte gömüyorlardı. Ölü ev şeklinde açılan bir mezara oturtulup, eline içki dolu (her halde kımız) 5 9 bir çamçak veriliyor ve önüne de yine içki dolu bir kap

konulu-(Makdisî, gösterilen yer).

= b harfi, arabca tercümesinden de anlaşılacağı üzere, şüphesiz lüzumsuzdur. Hayat t a n r ı ' m n adı olarak F a h r u d d i n Mubarekşah'da (s. 43) da geçiyor.

5 5 s. 11.

5 6 Y a k u t , Mu'cem ul- buldan, nşr. W u s t e n f e l d , Leipzig, 1942, I I I , s. 44 Şin mad­ desi, türkçe tercümesi, Ş e r e f u d d i n , Eski Türk memleketlerinde, Teni mecmua, sayı, 59, s.

135. Ötedenberi bu seyahatnamedeki bilgilerden çoğunun inanılmaya değer görülmediği m a l û m d u r ; düzme bir seyahatname olduğu muhakkaktır.

(Hudud ul-âlem, s. 54, M i n o r s k y ,

100). T a b i î buradaki ibaresi ile onların başlarını ve gövdelerini eğerek yaptıkları

yükünme yani ululama (tazim) hareketi kastediliyor.

5 8 Gösterilen yerler. B e y h a k î ' n i n (Tarih-i Beyhakî, neşr. Ganî ve Feyyaz, T a h r a n , 1324 h. ş, s. 627-628) anlattığına göre, S e l ç u k l u l a r ' ı n katında yıldızlar ilmini (ilm-i n u c û m ) bilen bir M e v l â n a z a d e vardı. B u n u n söylediği bazı sözler doğru çıkmıştı. Bu M e v l â n a z a d e Dendanakan savaşı esnasında S e l ç u k l u l a r ' a h e r saat: "bir saat dayanınız" demiş v e öğle vaktinde G a z n e l i ordusu bozulunca T u ğ r u l , Ç a ğ r ı beyler ile Y a b g u

(Musa) atlarından inerek ona secde etmişler, yani yükünmüşlerdir.

5 9 K a y n a k İ b n F a d l a n ' d a (s. 14) (bilhassa h u r m a veya k u r u ü z ü m rakısı) deniliyor, i b n F a d l a n her halde, kımızı bu mahiyette bir içki sandı.

ibaresindeki 54

(11)

X. YÜZYILDA OĞUZLAR 141 yordu. Mezar toprakla örtüldükten sonra üzerine yine topraktan kubbemsi

bir şekil yapılıyordu Bu geleneğin de gösterdiği gibi, onlar, ölünün gömüldükten sonra dirilip cennete (uçmak) gideceğine inanıyorlardı. Oğuzlar'ın mezarlarının üzerlerine kubbemsi şekiller yapmaları pek dikkate değer. Hazar ötesi Türkmenleri'nde son zamanlara kadar buna benzer bir gelenek mevcut olup, mezarın üstündeki tümsek gibi yaptıkları şekillere onlar yozka diyorlardı6 0. Türkiye'de bilhassa S e l ç u k l u devrinde yaygın bir şekilde görülen ve mütehassıslar tarafından Türk çadırına benzetilen kümbetler ile 61 Oğuzlar'ın bu kubbemsi sinleri yani mezarları arasında yakın bir münasebetin varlığına inamlabilir. Bu kümbetlerde yatanların mumya­ lanmış olması ve Türkmenler'in XI. yüzyılda mumyacılığı bilmeleri6 2 bu husus için ayrıca bir delil olabilir.

Gömülme işi bittikten sonra, ölünün hayvanları öldürülerek yeni­ lirdi k i6 3, bu da bütün Türkler'de yaygın olan yuğ aşı veya ölü aşı geleneği idi 64. Türkiye'de bu gelenek yüzyıllar boyunca sürüp gelmiş ve şimdi de mahiyeti aynı kalmak suretiyle, köy, kasaba ve hattâ birçok şehirlerde yaşamaktadır. Ölen sağlığında bazı kimseleri öldürmüş ise, bunların -resimleri tahtalar üzerine oyulup mezara ko­ nulurdu. İnanışa göre bir kimsenin öldürdüğü insanlar, uçmakta, öldü­ renin hizmetçileri olacaklardır 6 5. Bu da, anlaşılacağı üzere, Gök Türkler deki balbal geleneğinden başka bir şey değildir 6 6. Oğuzlar, aynı zamanda, başlıca Türk ellerinde olduğu gibi yuğ aşında yenilen hayvanların her halde sadece atların baş, ayak ve derilerini sırıklara asıyorlardı6 7. Çünkü ölen, cennete bu atlarına binerek gidecekti. Bu yapılmadığı takdirde, yine inanışa göre ölen, yorucu bir yolculuğu yayan yapmak mecburiyetinde kalacaktı 6 8. Oğuzlar, yine dinî inanışlarının zoru ile suya girmiyorlar, yabancıların da yıkanmalarına engel oluyorlardı6 9. Zira, eskidenberi bütün Türk ellerinde sürüp gelen köklü bir inanışa göre, su kutludur ve arıdır. Yıkanmak, arı ve kutlu olan suyu kirletmek ve böylece büyük bir günah işlemek demektir. Bu ise, uğursuzluğa ve felâkete sebep olur.

Oğuz-60 V a m b e r y , Travels in central Asia, London, 1864, s. 56, 71, 342.

61 E. Diez, Türk san'atı, türkçe tercümesi, O. A r s l a n a p a , İstanbul, 1946,. s. 84. 62 Birunî'nin kayıtları, Kitab ut cemâhir, s. 205; A. Zeki Velidî Togan, Birunî, İA, II., s. 636. Selçuklu devrinde bilhassa büyüklerin ve zenginlerin cesedlerinin mum­ yalanması ve bunun menşeî üzerinde elimizde müstakil bir inceleme yoktur. Bu hususda

O. T u r a n ' ı n Altun Aba vakfiyesi dolayisiyle yaptığı araştırmanın neticeleri için bk: Şemseddin Altun-Aba vakfiyesi ve hayalı, Belleten, sayı 42, s. 208-211.

63 İ b n F a d l a n , s. 14.

64 A b d ü l k a d i r İ n a n , Tarihte ve bugün Şamanizm, (T.T.K.), Ankara, 1954, s: 189 ve devamı.

65 İ b n F a d l a n , s. 14.

66 A b d ü l k a d i r İ n a n , aynı eser, s. 178-180.

67 İbn F a d l a n , s. 14; A. İ n a n , aynı eser, s. 97 ve devamı. 68 İ b n F a d l a n , s. 14.

(12)

142 F A R U K S Ü M E R

lar'da, suya dalmak, felâket getirecek bir büyücülüktür. Bu sebeple onlar, suya giren yabancılara kızarlar ve onları para cezası vermeğe mecbur ederlerdi7 0.

Onlar, yine dinî inanışları ile ilgili olarak, giyimlerini eskiyinceyedek üzerlerinden çıkarmıyorlardı7 1. Bilindiği üzere, bütün bu gelenekler, C e n g i z H a n devri Moğolları'nda belirli bir şekilde mevcuttu ve bazıları da Cengiz Han'ın yasakları arasına girmişti. Yine onlar Moğollar gibi, Miis-lümanlar'ın aksine olarak, koyunu, başına vurarak öldürüyorlardı. 7 2

IV. BAŞKA G E L E N E K ve G Ö R E N E K L E R İ .

X. yüzyılda Oğuz elinde kadınlar, diğer Türk ellerinde ve Moğollar'-da ve câhiliye devri Arabları'nMoğollar'-da olduğu gibi, erkeklerden kaçmazlar ve yüzlerini örtmezlerdi. Bununla beraber Oğuzlar'ın ne zina ne de oğlancılık gibi kötü gelenekleri v a r d ı7 3. Esasen Türk kadınları İslâm dünyasında iffetli kadınlar olarak tanınmışlardı7 4.

Oğuzlar'da da, câhiliye devri Arabları'nda olduğu gibi7 5. bir baba ölün­ ce, oğlu, onun annesi olmayan kadınları ile evlenebiliyordu. İ b n F a d l a n ' ı n görüştüğü Oğuz subaşısı E t r e k ' i n karısı, ölü babası A l k a T o ğ a n ' m karısı i d i7 6.

Evlenme geleneğinde başlık vermek usulü yaygındı 7 7. Düğünleri ve oyunlarına dair bilgimiz yoktur. Yalnız, T u ğ r u l Bey'in, 1063 yılında

H a l î f e E l - K â i m b i e m r i l l a h ' ı n kızı ile evlendiği zaman, bir odada kürsü üzerinde oturan gelini ziyaret edip, yüzünü açmadan, etrafında dolandıktan sonra avluya çıktığını ve orada beyleri ile birlikte sevinç içinde raksettiğini ve bu esnada türkçe şarkılar söylendiğini biliyoruz k i7 8, B a r t -h o l d buna dayanarak, Ruslar'da "pliaska prisiadki" denilen raksın türk-ler'den alınmış olacağı ihtimalini ileri sürmüştür 7 9.

70 Aynı eser, s. 12. 71 Aynı eser, s. 16. 73 Aynı eser, s. 12. 7 3 Aynı eser, s. 11.

7 4 G e r d i z î, s. 8 1 ; Z e k i V e l i d î , İbn Fodlan, izahlar kısmı, s. 127-128. 7 5 Bilindiği üzere Kurban bu geleneği menetmiştir.

7 6 İ b n F a d l a n , s . 15. 7 7 Aynı eser, 11.

( İ b n u l - C e v z î , el-Muntazam, H a y d a r a b â d ,

1359, V I I I , s. 229). S ı b t İ b n u l - C e v z î ' d e de (Mir'at uz-zaman, Türk-İslâm eserleri müzesi ktp., nr. 2134 yp. 226 a-b) bu ifade aynen olmakla beraber şu fark ve ilâve

yani T u ğ r u l B e y ' i n maiyyeti oynamışlar ve türkçe şarkılar söylemişlerdir. E b û l F e r e c (türkçe tercüme, O. R ı z a D o ğ r u l , T . T . K . , Ankara, 1945, I, s. 315)'in bu husustaki kaynağı da İ b n u l - C e v z î ' d i r .

79 Orta Asya Türk tarihi hakkında dersler, İstanbul, 1928, s. 97.

(13)

X . Y Ü Z Y I L D A O Ğ U Z L A R 143 Oğuzlar'ın mutfağında da, öteki Türk ellerinde olduğu gibi, tutmaç aşı şüphesiz önemli bir mevkiye sahipti. Bu aş ortaçağ Türkleri'nin millî yemekleri veya yemeklerinden idi. Islâmî edebiyatta bu yemeğin adı çok geçer. T u ğ r u l Bey'in daha Horasan'da, iken bir davette yediği badem helvası için, "iyi tutmaç imiş, lâkin sarımsağı eksik" dediği söylenir k i8 0, bu kayıt bu yemeğin Oğuzlarca da tanınmış bir yemek olduğunu göstermesi bakımından önemlidir Fatih'in yemek listesinde de yer almış bulunan bu yemek 8 1 şimdi de Türkiye'de bir çok yerlerde pişirilmektedir. 8 2.

Oğuzların X. yüzyılda yüz şekillerinin öteki Türkler'inkinden ne derece­ de farklı olduğu bilinemiyor Oğuzlar'ın torunları olan Türkmenler'''in, yüz şekli bakımından öteki Türkler' den farklı olduğuna dair en eski bilgi, benim bildiğime göre, X I I I . yüzyıla aittir. Reşidüddin'de Oğuzlar'ın yüz şeklinin evvelce, öteki Türkler gibi olduğu, onlar Mâveraünnehr' e geldikten sonra buradaki hava ve suyunun tesiri ile yüzlerinin tedricen Tâcikler'inkine yani İranlılar'ınkine benzediği söyleniyor 8 3. Türkiye Türkmenleri yabancı gezginler tarafından güzel insanlar olarak tavsif edilmişlerdir 8 4. Bugün de artık pek az kalmış olan Yörük ve Türkmenler gösterişli yapılariyle köylü Türkler'den ayrılmaktadır. Oğuzlar sakal ve bıyıklarını traş etmekte idiler 8 5. Türkiye'de de bu usul halk arasında ve hattâ bazı dinî tarikatlarda uzun bir müddet devam etmiştir. Yeıiçeriler'in yüzlerinin tıraş edilmiş olduğunu biliyoruz. Buna karşılık Oğuzlar, bütün Türkler gibi, saçlarını kesmiyorlardı. X I . yüzyılda Ermeniler, Oğuzlar'ı gördükleri zaman, dikkatlerini onların uzun saçları ve yayları çekmişti 8 6. Oğuzlar'm kıyafetlerine gelince, bu konu da hemen hiçbir şey bilmiyoruz. 1038 yılında Nişabur'a giren T u ğ r u l Bey'in kıyafetine dâir yapılan tasvir bu hususta belki bize faydalı ola­ bilir: Onun başında bir nevi ketenden bir sarık ('asâbe-i tûzî), üzerinde bir cins kumaşdan yapılmış uzun kollu, uzun etekli ve önden ilikli bir elbise (kabâ-yi mulham) ve ayağında keçe çizmeler, kolunda gerilmiş bir

80

(İbnul-Esir, Mısır, 1301, IX, s. 201).

81 S ü h e y l Ü n v e r , Fatih deuri yemekleri, İstanbul, 1952, s. 27

82 Tutmaç ve Türkler'in diğer bazı yemekleri üzerinde ayrı bir yazı hazırlamak arzu­ sundayız.

83 Câmi'ut-tevârih, nşr. Berezin, Petrsburg, 1861, s. 26.

84 Meselâ, 1432-33 yıllarında Türkiye'den geçen B e r t r a n d o n de la Broquier (Le Voyage d'Outremer, neşr. Schefer, Paris, 1892, s. 92), Güney Anadolu'da gördüğü Türk­ menler için: "güzel insanlar" diyor. B a b ü r [Hâtırat, Türkiye türkçesi R. R. Arat, T D K , Ankara, 1943, s. 72), S u l t a n M a h m u d oğlu Baysungur M i r z a hakkında: "büyük gözlü, yuvarlak yüzlü, orta boylu ve Türkmen çehreli, güzel bir yiğit idi" sözlerini söyliyor. Bab ür'ün bu sözleri, Türkmenler'in, müellifin bahsettiği vasıflar ile, Çağatay Türkleri''nden farklı, bir yüz şekline sahip olduklarını gösteriyor. Baysungur M i r z a ' n ı n Türkmen çehreli olması ise gayet tabiî idi. Çünkü, aynı müellif, bize Baysungur Mirza'mn anasının ünlü Kara-koyunlu Türkmen boyu Baharlularha başı Ali Şeker Beg'in kızı olduğunu açıklıyor (s. 29).

85 İbn Fadlan, s. 15.

(14)

144 F A R U K S Ü M E R

yay ve kemerinde de üç ok vardı87. Ermeni müverrihi Aristagues de Ermeni ülkesine giren Oğuzlar'dan şairane bir şekilde bahsederken, bellerinde sağlam kemerleri ve ayaklarında bağları kopmaz ayakkabıları olduğunu söylüyor.8 8

E b û D u l e f seyahatnamesinde 8 9 Oğuzlar'ın kürk ve keten elbiseler giydikleri yazılıyorsa da ikincisini kabul etmek imkânsızdır. İslâm ülkelerin­ de imal edilen giyim eşyasının onlarca, makbul armağanlardan sayıldığı görülüyor 9 0. Oğuzlar umumiyetle keçe elbiseler giymiş olsalar gerektir 9 1. Bunların rengi de yine umumiyetle ak olacaktır. Çünkü, kara renkli elbise­ ler, bütün Türkler'de olduğu gibi onlarda da yas alâmeti i d i9 2. Tuğrul Bey in İran'a, hâkim olduktan sonra pamuktan ak renkli elbiseler giydiği bildiri­ liyor 9 3.

Oğuzlar, büyük fetih hareketlerine girişmeden, yurtlarında iken savası, yiğit bir el olarak tanımışlardı. M e s ' u d i ' y e inanmak gerekir ise Türkler'in

en yiğit eli onlardı 94. Silâh ve avadanlıkları mükemmeldi 9 5. Bu silâh­ lar arasında tabiî millî silah olan ok başta gelmektedir. Yukarıda da söy­ lendiği gibi, Ermeniler 'in dikkatini de bu silahları çekmişti. Kargı (süngü-cida) ve kılıç da başlıca silâhlardandı. Bütün Türkler gibi binici olup at üzerin­ de savaşırlardı. Esasen çok sayıda da atları vardı A t r i s t a g u e s , romantik bir ifade ile atlarının kartallar gibi sür'atli olduğunu söylüyor 9 6.

Oğuzlar'ın mizaç ve karakterlerine gelince, kaynak yetersizliğinden bu hususlarda isabetli hükümler vermek pek kolay olmuyor. Ancak şunları söylemek belki mümkün olabilir ki, Oğuzlar, yaşadıkları hayat tarzı' ve muhitin çetin şartlarının tesiri ile oldukça sert mizaçlı kimseler idiler. Yi­ ğitlik ve savaşçılık onlar arasında başlıca faziletlerden idi. İ b n F a d l a n ' m Oğuzlar'ın Müslüman tüccarları ile münasebetlerine dair sözleri 97 onların umumiyetle konuk sever, doğru ve namuslu insanlar olduklarını gösteriyor. Büyüklerine son derecede bağlı ve saygılı idiler. Boş inançlara inandıkları ve hislerinin de oldukça tesiri altında kaldıkları, görülüyor 9 8.

8 7 Tarih-i Beyhakî, nşr. G a n î ve Feyyaz, T a h r a n , 1324, s. 553. S8 J. Laurent,-Byzances et les Turcs Seldjoucides, Nancy, 1913, s. 17. 8 9 Gösterilen yer.

9 0 İ b n F a d l a n , s. 13, 15, 16, 17.

9 1 X. yüzyılda, Türkler''in elbiselerinin keçeden olduğu söyleniyor ( Y a k u b î , Kitab

ul-buldan, Bağdad, 1338, s. 60).

92 Dede Korkut destanlarına dair yazımızda buna genişçe temas edilmiştir.

9 3 E b û l F e r e c , türkçe tercüme, s. 299.

94 Muruc uz-zeheb, I, s. 212; Hudud ul-âlem, s. 54, M i n o r s k y , s. 100; "Ces peuples

sont des Turcs Chozzes qui marchent toujours armes tres braves et toujours prets d combattre les autres peuplades Turgues" ( İ d r i s î , tercüme, J a u b e r t , 1840, I I , s. 209).

95 Hudud ul-âlem, gösterilen yerler.

9 6 Gösterilen yer. 9 7 S. 12.

9 8 Hudud ul-âlem'de (s. 54, M i n o r s k y , s. 100), onlar hakkında küstah (şuh ruy),

(15)

X . Y Ü Z Y I L D A O Ğ U Z L A R 1 45 V. İSLAMLIĞA G İ R M E L E R İ .

Oğuzlar'ın X. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kümeler halinde İs­ lâm dinine girmeye başladıkları anlaşılıyor. İ b n H a v k a l Mâveraün-nehr'deki Sabran, Farab ve Sütkend'in tasviri esnasında, Oğuzlar'dan ve Kar-luklar'dan bir kümenin islâm olmuş olduklarından bahsediyor

Böylece, Oğuzlar arasında X. yüzyılın ikinci yarısında geniş ölçüde vukubulan İslâmlaşma hareketi X I . yüzyılın başından itibaren daha hızlı bir şekilde yayılmağa başlamış ve aynı yüzyılın ortalarında Oğuzlar'ın önemli bir kısmı veya çoğu Müslüman olmuştur. Bunda, şüphesiz Selçuklu

Türk imparatorluğunun kuruluşu pek mühim bir âmil olmuştur. İşte, bu önemli olay (yani onların Müslüman olmaları) neticesinde Oğuzlar'a Türkmen adı verilmiştir ki, bundan aşağıda ayrı bir bölümde bahsedil­ miştir .

VI. İ K T İ S A D Î FAALİYETLERİ.

Oğuzlar'ın X. yüzyılda -umumiyetle göçebe bir hayat yaşamaları itiba­ riyle- iktisadî faaliyetleri başlıca hayvan yetiştiriciliğine inhisar ediyordu. Bu sebeble servetlerini koyun sürüleri, yılkılar (at sürüleri) ve katar, katar develer ve hattâ Hudud ul-âlem'e göre 1 0 0, sığır teşkil ediyordu. At binek ve deve de taşıma vasıtası (yüklet) olarak kullanılıyordu. İ b n

F a d l a n ' ı n 1 0 1, Türk develeri demesinden, bu develerin islâm ülkelerinde bulunanlardan soyca ve şekilce farklı olduğuna hükmedi­ lebilir. Yine bu müellif, Bulgarlar'ın at eti yediklerini kaydetmekte fakat Oğuzlar hakkında aynı mahiyette bir söz söylememektedir. Oğuz su-başısı E t r e k , İ b n F a d l a n ve arkadaşlarına olduğu gibi, kendi akraba­ ları için de koyun kestirmişti. Fakat Oğuz destanları Oğuzlar'ın diğer Türk elleri gibi, at eti ve hattâ deve eti yediklerini göstermektedir. Oğuzlar'ın Müslüman olduktan sonra at eti yemekten vazgeçtikleri anlaşılıyor. Çünkü, umumiyetle dahil bulundukları H a n e f î mezhebi, at eti yenmesini mu­ bah kırmamıştı1 0 2.

9 9 S. 511.

(Hudud ul-âlem, s. 54. Minorsky, s. 110). Oğuzlar'ın komşu Türk ellerinden daha fazla ata sahip oldukları anlaşılıyor. Yukarıda görüldüğü gibi davarlarının başında atın zikredilmesi bununla ilgili olacaktır, Kartuklar'ın. ve Kimekler'in davarları arasında başta koyun sayılıyor (aynı eser, s. 51, 53, Minorsky, s- 97,

99)-1 0 99)-1 S. 8, 17.

1 0 2 Selçuklular ve beylikler devrinde Türkiye'de at eti yenildiği üzerinde hiç bir bilgi yoktur. Başta Kitab-i Diyâr-i bekriyye olmak üzere Ak-koyunlular'a dair bilgi veren eserlerde onların at eti yedikleri hakkında ufak bir işaret yoktur. Buna karşılık, Moğollar ve onlar ile beraber islâm ülkelerine gelen Türkler'in Müslüman olduktan sonra da et eti yediklerini (İlhanlılar, Timurlular) biliyoruz. T i m u r l u müverihlerinden

Hafız-ı E b r u Zubdet ut tevârih, Fatih ktp., nr. 4371,yaprak, 492 ab; ondan naklen A b d u r r e z z a k S e m e r k a n d î , Matla-i sa'deyn, nşr. M u h a m m e d Şefî,. Lahor,

(16)

146 FARUK SÜMER

Oğuzlar ile komşu İslam kavimleri arasında canlı bir ticari faaliyetin mevcut olduğu görülüyor. Hudud ul-âlem de 1 0 3 Oğuzlar'ın. tam göçebe bir el oldukları söylenmekle beraber, tüccarlarının çok olduğu yazılmakta ve bu husus aynı yüzyıla ait diğer kaynaklarda doğrulanmaktadır1 0 4. İbn

F a d l a n 1 0 5 5000 kişilik muazzam bir kervan arasında Oğuz yurdundan geçmişti. Oğuzlar, barış zamanlarında ticaret maksadiyle Harizm'de Cur-caniye ve Baratekin şehirlerine, Maveraünnehr'de de Sahran şehrine geliyor­ lardı 1 0 6. Oğuzlar'ın başlıca ihraç malı koyun idi. Horasan ve Mâveraünnehr halkı et ihtiyacını Oğuzlar ve Kartuklar'dan temin ediyordu 1 0 7. Türk koyunu-'nun Mâveraünnehr ve Horasan koyunlarından ayrı bir soy olup makbul tutulduğu anlaşılıyorsa da 1 0 8 başlıca vasıfları iyice bilinemiyor.

Oğuzlar'ın ayrıca İslâm âleminde meşhur olan, Türk keçesi109 sattıkla­ rına da ihtimal verilebilir 1 1 0.

Elde pek bilgi olmamakla beraber Oğuzlar ile komşu Müslüman­ lar arasındaki ticaretde köle satışlarının da önemli bir yeri olsa gerektir. Oğuzlar her halde komşu Türk elleri ile yaptıkları savaşlarda ellerine geçen tutsaklardan, değiş tokuşu ayrılmıyan, yoksul ve kimsesiz olanları Müs­ lümanlar'a, satmakta idiler. X I I . yüzyılın ikinci yarısının başlarında Oğuz­ lar'm, suçlarını affetmesi karışhğmda S u l t a n S a n c a r ' a vermeyi teklif ettikleri diyet arasında 1 0 0 0 Türk kölesi'nin bulunması1 1 1 bu vesile ile de zikre değer.

V I I . O Ğ U Z L A R ' D A N BÎR B Ö L Ü Ğ Ü N Y E R L E Ş İ K HAYATA G E Ç M E S İ .

Yukarıda birkaç defa söylendiği gibi X. yüzyılda, Oğuzlar umumiyetle göçebe hayatı yaşıyorlardı. Yalnız yabgular'ının İ n c i ' n i n ağzına yakın yer-1946, I, s. 241), K a r a k o y u n l u hükümdarı K a r a Yusuf'un 1412 yılında Muş yazısın­ da verdiği büyük bir toy'da 1000 koyun ve 100 baş kısrak kesildiğini yazmaktadır. Bize göre, bu husus, istisnaî bir şey olup, K a r a koyunlular üzerinde varlığını muhtelif deliller ile pek iyi bildiğimiz Moğol tesiri ile izah edilebilir. Karakoyunlular'ın dahi at eti yediklerine dair kat'i bilgimiz yoktur.

1 0 3 S. 54, Minorsky, s. 100.

1 0 4 Istahrî, s. 299; Hudud ul-âlem, s. 71, Minorsky, s. 119; î b n Havkal, s. 511. (bir iki eser burada müşterek bir kaynağa dayanıyor); Ebû Dulef'de Oğuzlar'm Hind ve Çin ile ticaret yaptıkları söyleniyor ki, mübalâğalı olsa gerektir (gösterilen yer).

1 0 5 S. 14.

1 0 6 İ s t a h r î s. 299, 303; İbn Havkal, s. 511; Hudud ul-âlem, s. 71, Minorsky,

s. 119

107 İstahrî, s. 281, 288.

1 0 8 Bundarî, nşr. H o u t s m a , Leyden, 1889, s. 5, 282, türkçe tercümesi, K. Burs-lan, (T.T.K.), İstanbul, 1943, s. 3, 253.

109 Yakubî (Kitab ul-buldan, s. 60), Türklerin en iyi keçe imal eden kavim olduğu­ nu söylüyor.

1 1 0 İbn F a d l a n (s. 8) Harizm'de, soğuk günlerde, bir evin içinde kurulmuş olan

Türk keçesinden bir çadırda oturmuştu.

(17)

X. YÜZYILDA OĞUZLAR 147 de kışın oturduğu bir şehri vardı ki, adı Teni Kent idi. Mes'udî'ye bakılır ise Oğuzlar gerek bu şehir ve gerek ona yakın yörelerde oturak hayatı da yaşıyorlardı1 1 2. Aynı yüz yılda, Müslüman olmuş bir takım Oğuz ve Kartuklar, Farab-Sütkent yöresinde oturuyorlardı 113. XI. yüzyılda Ka-raçuk dağlan'nın eteği ve Sirderya'nın bu dağların karşısına düşen kıyıların­ daki şehirlerin Oğuzlar'a ait olduğu ve bir kısım Oğuzlar'ın bu şehirlerde oturmakta oldukları görülmektedir. Bu husustaki bilgimizi, bilindiği üzere, yalnız K â ş g a r l ı ' y a borçluyuz. Oğuzlar'dan bir kısımının XI. yüzyılda oturak yaşayışa geçmeleri, şüphesiz şu üç âmile bağlıdır:

1— Oğuzlar'ın İslâmlığı kabulleri 2— Ticarî faaliyetin devamı ve gelişmesi

3— Siyasî sebebler; yani belki de iç savaşlar yüzünden Oğuzlar'dan bazılarının bu şehirlerin bulunduğu yerlere gelmeleri ve daha önemli olarak

da bu şehirlerin Oğuzlar'ın eline geçmesi.

K â ş g a r l ı ' y a göre 1 1 4 bu şehirler başlıca şunlardır: Şepren, Karaçuk, Karnak, Suğnak. Bunlardan Sepren X. yüzyıl İslâm coğrafya eserlerindeki Sabran (Savran) olup 1 1 5, Sir İrmağının sağında ona dökülen çaylardan birinin kıyısında idi; bugün bir yıkıntı halindedir. Karaçuk ise X. yüzyıl­ daki Farab (Parab) 1 1 6 şehrinin türkçe adıdır. Görüldüğü üzere, şehre onun karşısındaki Oğuzlar'ın. ülkelerinden Karaçuk'un adı verilmiştir. Galiba K â ş -garlı'nınkinden başka bir eserde şehir adı olarak Karaçuk geçmemek­ tedir. Karaçuk'un sonra yerini Otrar'a terkettiği anlaşılıyor ki, bunun da yıkıntıları Savran'ın altında ve onun gibi, ırmağın sağında bir çay kıyısında bulunmaktadır 1 1 7. Karnak'm nerede bulunduğuna dair bir kayıt elde ede­ medik. Z. V. T o ğ a n ' ı n Türk ili haritasında bu şehir, Karaçuk dağlarının eteğinde bugünkü Türkistan (Yesi) şehrinin üstünde gösterilmiştir.

Sitgün'e gelince, bunun da yerini bilemiyoruz. Bu adın X. yüz yılda başka eserler ile bildiğimiz 1 1 9 Sütkend şehrini ifade etmesi belki muhte­ meldir .

Oğuzlar bu eldaşlarına, kendi telâkkilerine göre, savaş yapmayarak tenbel, tenbel şehirlerinde oturdukları için, istihfafla Tatuk adını

vermiş-1 vermiş-1 2 Muruc uz-zeheb, I, s. 212. 1 1 3 İ b n H a v k a l , s. 511.

1 1 4 Kilisli Rifat, I, s. 364, 369, 39a, 393, 404, Besim Atalay, I, s. 436, 443, 471, 473, 487.

1 1 5 İbn Havkal, s. 511; M u k a d d e s i , s. 274; B a r t h o l d , Türkestan, s. 176-178, 116 Farab hakkında, Barthold, t. A, IV, s. 450-451; K â ş g a r l ı , Kilisli Rifat, s. 404, Besim Atalay, s. 487.

117 B a r t h o l d , Türkestan, indeks.

1 1 8 Hudud ul-âlem, s. 70, Minorsky, s. 118; îbn Havkal, s. 511 (ikisi aynı kaynağa dayanıyor).

1 1 9 B i r u n î (el-Kanım ul-Mes'udî, Haydarabad, 1374, II, s. 575), SütkencPi Türkmen ülkesi olarak gösteriyor.

(18)

148 F A R U K S Ü M E R

lerdi 1 2 0. Dikkate şayandır ki, Türkiye'de göçebe anlamında olan yörük deyimi de bu mahiyette bir içtimaî olay neticesinde ortaya çıkmış, Oğuzlar'm

Türkiye'ye gelip yerleşen torunları çoğunluğu ele aldıktan sonra, eski göçebe hayatı devam ettiren eldaşlarına yörük yani göçebe demişlerdi 1 2 1.

XI, yüzyılda Oğuzlar'dan bir kısmının şehirlerde oturması, bilhassa Türk kültür tarihi bakımından şüphesiz pek önemli bir olaydır. Bu husus ancak millî eserlerimizden K â ş g a r l ı M a h m u d ' u n Divan u lugat-it Türk'­ ünün meydana çıkması neticesinde iyice anlaşılabilmiştir. Bugün Türkiye'de kullanılan çiftçilik deyimlerinden çoğunun türkçe olması ve bunlardan da tarla, anız, ekinlik, sapan, boyunduruk ve orak gibi birçok kelimelerin Divanu lügat it Türk'te bulunması, ütü, kerpiç ve ilh. . . gibi ancak yerleşik yaşayışta kullanılan birçok kelimelerin de yine aynı eserde görülmesi 1 2 2, yalnız göçebe Oğuzlar'ın değil onların yukarıda adları sayılan şehirlerdeki yerleş­ miş eldaşlarından bir çoğunun da Türkiye'ye gelmiş olduklarını göstermek­ tedir. Şüphesiz bilhassa halk dilindeki farşça menşeli kelimelerin bir kısmı

K â ş g a r l ı ' m n da işaret ettiği üzere 1 2 3, Anadolu'ya, gelmeden önce dili­ mize geçmiştir.

V I I I . SİYASÎ BÜNYE.

Oğuzlar'ın, başında yabguların yani kıralların bulunduğu bir devletleri vardı. Fakat tarihçe bu yabgulardan hiçbirinin adı malûm değildir. Cami üt-tev arifi deki Türk destanında bu yabgulardan birçoklarının adları zikredilir.

İslâmî kaynaklarda yabgu adının bazan beygu şeklinde yazılmış olduğu görülür ki, bu, birincinin metatezinden başka bir şey olmasa gerek. Yab­ gulann, kışlık şehirleri, birkaç d e f a söylendiği gibi, Sır suyu'nun ağzına yakın bir yerde bulunan Teni Kent idi. Yeni Kent, Türk destanlarında yabgulann oturdukları şehir olarak görünüyor. Yabgulann memurları hakkında bildik­ lerimiz şunlardır: sübaşı yani ordu kumandanı 124. Sübaşı bir kişi mi idi yoksa birkaç subaşı mı vardı, bilinemiyor. Kül erkin: yabgu'nun naibi veya vekili125; aynı zamanda beylerin de kendi kül erkinleri yani nâibleri v a r d ı1 2 6. Bundan başka tarhan ve yinal unvanlarını taşıyan şahıs­ lar da görülmektedir 1 2 7. Fakat bunlar sadece asillik unvanları mıdır

1 2 0 K'âşgarlı, Kilisli Rifat, III, s. II, Besim A t a l a y , III, s. 14.

1 2 1 F. Sümer, XVI. yüzyılda Anadolu, Suriye ve Irak'ta yaşayan Türk aşiretlerine umumî bir

bakış, iktisat Fakültesi mecmuası (İstanbul), X I , s. 518-522.

1 2 2 Bu kelimeler için bk. Divan u Lügat it-Türk dizini, Ankara, 1943. 1 2 3 K i l i s l i R i f a t , I, s. 361, B e s i m A t a l a y , I, s. 431-432.

1 2 4 İ b n F a d l a n , s. 15. Bilindiği üzere, Meliknâme'ye göre, T u k a k ve oğlu S e l ç u k da bir Oğuz yabgusunun sübaşıları idiler.

1 2 5 I b n F a d l a n , s. 13, 15. Metin : 126 Aynı eser, s. 15.

(19)

X. YÜZYILDA OĞUZLAR 149 yoksa aynı z a m a n d a memuriyet unvanları mânâsınıda haiz midir iyice

bilinemiyor. îbn Fadlan'da, yine unvan olması muhtemel iki kelime daha geçiyorsa da okunamıyor 1 2 8 Yabgular devletinde Selçuklular'da gördüğü­

müz beylerbeyi unvan ve memuriyetinin bulunub bulunmadığı bilinemiyor. Fakat, yabguların ordu (karargâh) larında tuğracı'nın, avcı başı'nın emir-i ahur'un, mühim vazifeleri olan çavuşların ve bekçilerin (muhafızlar) bulun­ duğu şüphesizdir.

X. yüzyılda Oğuzlar b ü t ü n komşuları ile savaşan kuvvetli bir el olarak görünüyorlar. Onların bu yüzyılda şu veya bu devlete tâbi olmaları kat'iyen bahis konusu olamaz 1 2 9. Onların komşuları ile münasebetleri

1 2 8 S. 16.

129 Burada bu cümleye bile lüzum yoktu. Fakat Z. V. T o g a n , XI. yüzyılın ikinci yarısında yazılmış olan Meliknâme'deki bir kayıd ile yine bu zamanda yaşamış olan Î b n Hassül'ün ifadesine dayanarak, Oğuzlar'ın veya onlardan bir kısmın -ki bunlara Hazar Oğuzlar'ı adını veriyor-Hazarlar'a. tâbi olduğu mütâlâasını ileri sü:müştü ( İ b n F a d l a n , s. 143, bilhassa Umumî Türk tarihine giriş, s. 174-176).

X. yüzyılda gerek Oğuzlar, gerek, Hazarlar hakkında bilgi veren kaynaklar da (meselâ, İ b n F a d l a n , î s t a h r î , M e s ' u d î , H u d u d ul-âlem) Oğuzlar'm Hazarlara, tabi olduk­ larına dair bir ifade görmüş olsa idik tabiî buna inanabilirdik. Şayet böyle bir şey olsa idi, kaynaklarda bundan muhakkak surette bahsedilirdi. Çünkü, bu kaynaklarda her iki el ile ilgili bazı haberler vardır. Oğuzlar Hazarlar ile anlaşarak Peçenekler'e saldırmışlardı ( C o n s t a n t i n P o r p h y r o g e n n e t ' e bk. yukarıda). Oğuzların bu olaydan sonra Hazar lar ülkesine akınlar yapmaya başladıkları ve bunun neticesinde iki el arasında daimî bir düşmanlığın başlamış olduğu görülüyor. 922 de Oğuzlar ile Hazarlar arasında düşmanlık olup, Hazar kiralının katında Oğuz tutsakları vardı ki ( İ b n F a d l a n , s. 17), bu husus şüphesiz Oğuzların yaptıkları akınlar ile ilgilidir. M e s ' u d î (Muruc uz-zeheb, II, s. 19), Oğuzlar'ın İtilin ağzına yakın yerlerine gelip kışladıklarını, ırmağın suyu donunca Oğuzlar­ ın atla buz tutmuş ırmağın üzerinden geçerek Hazar ülkesine daldıklarını yazdıktan sonra Oğuzlar'ın bu hareketlerini durdurmaya memur edilmiş Hazar kuvvetlerinin âciz olması yüzünden, bizzat Hazar hakanının (melik) ülkesini korumak için bir çok defalar Oğuzlar­ ın karşısına çıkmak zorunda kaldığını ilâve ediyor.

Bu izahtan sonra Meliknâme'deki kayıda geçelim: burada Hazar çölündeki Türk boy-Selçuk'un babası Dudak'ın bir takım meziyetler ile önemli bir mevkiye sahip olduğu söylendikten sonra, yabgu adını taşıyan Hazar onunla istişare etmeksizin devletinin işlerine bak­ madığı yazılıyor ( M i r h o n d , Ravzat us-safa, Luknov, 1332, IV, s. 84). Şu kayıd sathî bir tenkide tabi tutulduğu takdirde onun ne kadar esassız olduğu pek güzel anlaşılır. Ev­ velâ Deşt-i Hazar tâbiri Karadeniz'in kuzeyi ve İtil'in batısındaki yerleri ifade eder. Bu * sebeple X. yüzyılda Oğuzların oturdukları ver dest-i Hazar olmayrp deşt-i Guzz'dur ve yabgu unvanını taşıyan melik-i Hazar

de burada-bilerek veya bilmiyerek- bir kelime değiştirmesi bahis konusudur. Bu da, (ka-bâil-i deşt-i Guzz = ka(ka-bâil-i deşt-i Hazar, melik-i Guzz mevsum be-yabgu = melik-i Hazar mevsûm be-yabgu) ibarelerinden iyice anlaşılacağı üzere, Guzz yerine Hazar adı­ nın yazılmış olmasıdır.

Bilindiği üzere, Meliknâme'nin belli başlı nâkillerinden birisi olan Ahbar ud-devlet is-Selçukiye'de ne deşt-i Hazar ne de melik-i Hazar ifadesi vardır (nşr. M u h a m m e d İkbal, Lahor, 1933, s.ı; keza İ b n ul es îr, IX, s. 196 ). Eğer, Meliknâme'nin asıl nüshasında bu kelimeler var idi ise bu, S e l ç u k l u l a r ' ı n şerefini yükseltmek için yapılmış bir kelime değiş­ tirmesidir. İ b n Hassül'ün ifadesi de (Kitabu ta/dil il-Etrak ala şâir il-ecnad, nşr. Abbas. lan arasında

değil melik-i Guzz dur. Şu

(20)

150 FARUK SÜMER

daima veya çok d e f a düşmanca olmuştur 1 3 0. Oğuzlar'ın kanlı savaşlar so­

n u n d a Peçenekler'i yurdlarından çırakıp Emba'nın ötesine sürdüklerinden ve onları burada da rahat bırakmıyarak bu Türk elini Karadeniz'in kuzeyine göç etmek zorunda bıratıklarından yukarıda bahsedilmişti.

Oğuzlar'm Kimekler ve bihassa onların Kıpçak boyu ile devamlı savaşlar yaptıkları anlaşılıyor. Kimekler çok soğuk mevsimlerde, Oğuzlar ile barış halinde bulundukları zamanlar, sürüleri ile güneye göç ederlerdi 1 3 1. Bu

yüzyılda dahi onlar Oğuzlar'a. pek yakın oturuyorlardı. X I . yüzyılın birin­ ci yarısında, Oğuzlar'ın mühim bir kısmı henüz yurtlarından ayrılmamış­ ken, Kıpçaklar'ın onların ülkesinden bilhassa kuzey ve batı bölgelerini içi­ ne alan önemli bir kısmını ellerine geçirmiş oldukları anlaşılıyor. D a h a

1034 tarihinde Harizm'de Kıpçaklar'dan bir zümre yaşamakta idi 1 3 2. Aynı

yüzyılın ikinci yarısının başlarında ise, Kıpçaklar, Aral gölünün kuzey ve kısmen kuzey doğusundaki eski Oğuz çölü'nü tamamen işgal etmişlerdi1 3 3.

1063 de öldüğü sanılan N â s ı r - i H ü s r e v , Oğuz çölü'nü deşt-i Kıpçak adiyle zikretmiştir 1 3 4. Bu zamanlarda Oğuzlar'm bilhassa doğuda Karaçuk

dağları ile onun yanındaki şehirlerde ve batıda da Mangışlak'ta da yaşa­ makta oldukları, Aral gölü'nün kuzey çevresi ve Sirderya'nm ilk yatağının ise Kıpçaklar'ın eline geçmiş olduğu anlaşılıyor 1 3 5.

Azzavî ve tercüme Ş. Yaltkaya, Belleten, 1940, sayı 14-15, s. 49, 265), bunun tekrarın­ dan başka bir şey değildir.

İ b r a h i m Kafesoğlu (Selçuklu ailesinin menşei hakkında, İstanbul, 1955, s. 25), haklı olarak bilhassa Hazarların X. yüzyılda zayıf bir durumda bulunduklarına işaretle, Z.

V. Togan'ın mütalaasını kabul etmemişti. M e h m e t Altay K ö y m e n de (Büyük Selçuklu imparatorluğunun kuruluşu, D.T.C. Fakültesi Dergisi, XV., 1-3 .s. 98) İ b n F a d l a n ' a dayanarak, X. yüzyılın başında O ğ u z l a r devletinin hiç bir devlete tâbi olmadığını söy­ lemektedir.

130 İdrisî'nin bununla ilgili ifadesi için bk. yukarıda not. 94.

1 3 1 Hudud ul-âlem, s. 53 M i n o r s k y , s. 100.

1 3 2 Tarih-i Beyhakî, s. 86, 684. Sonuncu sahifede şeklinde. Metnin naşirle­

rinin ( G a n î , F e y y a z ) , bunun Hıfcah (yani Kıpçak) olacağında tereddüd etmele­ rine yer yoktur (s. 684 ve endeks s. 729). Çünkü, 86. sahifedeki Hıfcah adının yanında nasıl Küçet ve Cuğrak adları geçiyorsa kelimesinin yanında da aynı adlar-yine aynı mekân dahilinde olmak üzere- geçiyor.

1 3 3 Bu husus, K â ş g a r l ı ' n ı n haritasının tetkikinden de pek güzel anlaşılıyor. Kıpçaklar

haritada Karaçuk dağlarında oturan Oğuzlar'ın yanında gösterilmişlerdir (harita için Ki­ lisli Rifat, I, Besim A t a l a y , II).

1 3 4 Buna ilk önce B a r t h o l d dikkat etmiştir (Guzz maddesi, E. I. II, 178).

1 3 5 Selçuklu Ç a ğ r ı Bey (ölümü 1060) Horasan hükümdarı olduktan sonra, Kıpçak

onun katına gelerek Müslüman olmuş ve aralarında dünürlük kurul­ muştu (Ahbar ud-devlet is-Selçukiyye, s. 28).

Alp A r s l a n 1066 yılında Mangışlak seferine çıkmıştı. Bundan maksat, o bölgenin hâkimleri olan Cazığ ve Kafşut adlı Türkmen beylerini tedib etmekti. Cazığ yenilmiş ve Kafşut da itaat etmek zorunda kalmıştı ( M i r h o n d , IV, s. 98, Ahbar ud-devlet is Selçukiyye, s. 40). Sıbt ibn ul Cevzî de (Türk İslâm eserleri müzesi ktp., nr. 2134, yp. 242b; Topkapı sarayı, I I I . Ahmed ktp., nr. 2907, XII, yp. 228a) Alp Arslan'ın sefer yap­ tığı Türkmenler hakkında aynen şöyle deniyor:

Referanslar

Benzer Belgeler

Mezrûʻ bahçe dönüm 0,5 hâsılât-ı seneviyyesi guruş sene 60 50 ber-vech-i tahmînen sene 61 50 100 Mecmûʻundan sene 60 tahmînen bir senede temettuʻâtı guruş 100

Ancak Pazar algısında bu toplumsal hayat ve işbölümü, dinin koymuş olduğu hükümler çerçevesinde gelişen değerler sistemi ile düzenlenmektedir. Daha önce

tahmin edicisi  için yeterlidir.. Ayrıca, gösterilebilir ki, T 1 aynı zamanda tam olup, bütün yansız tahmin ediciler arasında en küçük varyansa sahiptir.. Buradan

Kohlear membran rüptürleri veya diğer bir deyişle pencere fistülleri konusunda birçok ka- ranlık nokta varsa da, ani işitme kaybı ile baş vuran bir hastada pencere

In this report, we present a rare case of multiple splenic abscesses with nonspecific clinical symptoms caused by S.Typhi in a previously healthy child and review the literature

Bu durumda maddenin üç boyutlu uzantısı, varlık için zorunlu doğal bir sonuçtur… Form, maddeyi terk edemez, zira ondan ayrılamaz, aynı şekilde madde de kendi başına

Ahmet’i okula götürmek için babası geldi; annesi Damla ile kaldı.. Damla öğle vakti iyileşti ve okula gitti ama bir sonraki gün uyandığında yine pek

Türbenin çinileri hakkındaki Mevlâna Müzesinin Kurucu Müdürü Mehmet Yusuf, Konya Âsar-ı Atika Müzesi Muhtasar Rehberi isimli kitabında türbeyi an- latırken; “