meé
SARAY ve BABIÂLİNİH İ( YÜZfl
Yazan: SÜ LEYM AN KÂNI iRTEM — Tercüme iktibas hakkı mahfuzdur
- Tefrika No. 933 ______ *
M e k te b a ç ılm a s ın ı isted i d iye
t ım a r h a n e y e a tılm ış
Mevkuflar aylarca bu kalın taş
duvarlar arasında, demir çerçeveli havasız, ziyasız, rütubetli hücrelerde bırakıldılar. Her gece soyunmadan ot minderleri üzerine kıvrılıp uyku nun gelmesini bekliyorlardı. Kimse ile görüştürülmüyorlardı.
Nöbetçiler bile kendilerine fena ve keskin nazarlarla bakıyor, yanlarına sokulmuyorlardı. Ancak üzerlerine teslit edilen Topal Ahmed ağa gibile rin bütün ezaları onların ne olsa bir gün hürriyete kavuşulacağı yolunda ki imanlarım sarsmıyordu. Araların da muhabereyi temin edebilmişlerdi; istikbal için projeler bile hazırlıyor lardı.
Bir kaç ay sonra yaverler vasıtasile
Tophane mahpesinden çıkarılarak
Harbiye mektebine nakledüdiler; bu rada sıkı bir nezaret altında tutul dular.
Ancak o zaman Harbiye mektebin de ders nazırı olan Erzurumlu miralay Şevki bey - sonradan paşa olmuştur - gün geçtikçe solup sararan bu genç lere acıyarak kendilerde alâkadar ol du; bin türlü cefa ve eziyetlerle kırı lan gönüllerini almağa çalıştı. O za mana göre böyle siyasî mevkuflara sempati göstermek büyük cüretti.
Gerek Şevki beyin, gerek o günler de mülâzim rütbesinde bulunan Ka- dıköylü Cevad beyin nüvazişkârane ve müşfikane muameleleri her ikisi nin kalblerinde hürriyet aşkı bulun duğuna delâlet ediyordu.
Bir gün mevkuflar Zülüflü İsmail paşanın huzuruna çıkarıldılar; tek rar isticvab edildiler.
ısmail paşa başınduA .fesini çıkar mış, beyzî mermer bir masa öncinde, sağ eli arka cebinde duruyordu. Kır düşmüş saçlarının muntazam tuva leti karşısındaki gençlerin aylardan- beri hamam görmemiş vücutleri, us tura deymiyerek uzamış sakallan, parça parça olmuş perişan kıyafet lerde feci bir tezad teşkil ediyordu!
İsmail pdŞa bunlara acıyor gibi gö rünüyordu ve gûya bu his ile:
— Namık Kemali, Murad beyi, Ebuzziya Tevfiki tanır mısınız? Ne ya zık! Hemiyetli geçinen bu zevat sizin
gibi gençleri mahvetmek için çalış mışlardır. Geçende Murad beyin maa şını vermeğe memur edilmiştim. Yüz altın maaş alıyor, evinin pencereleri nin perdelerini atlas kaplatmış. Ha miyetli olan bir zat bunu yapabilir mi? İşte sizler bunlarm iğvaatma ka pılarak yanlış yoldan gidiyor ve istik ballerinizi mahv, kendilerinizi helâk
ediyorsunuz. Bakınız suratlarınıza!
Solmuş ay çiçeğine benziyorsunuz! Diye hayırhahane (!) bir hitabede bulunmuştu.
Ve tabu, bu hitabe arkasından genç lerin hiç yapamıyacakları ağır teklif ler gelmişti!
Gençler adaletten başka bir taleb- leri olmadığım söylemekte ısrar etti ler.
Nihayet on gün kadar sonra affışa- haneye mazhar olarak mekteplerine
iade edildiler.«
Bu arada bir garibe anlatmaktan kendimi alamıyacağım:
Bediüzzaman Saidülkürdî diye anı lan medreseden yetişme bir zat mem leketinde mektep açtırarak halkı ten vir eylemeği fikrine yerleştirmişti. Bu uğurda kaç defa Vandan, Bitlisten, Siirdden, Mardinden, Erzurumdan çı karılıp başka tarafa sevkedilmişti.
Bediüzzaman emelini yüksek ma kamlara anlatabileceği zumile nihayet
1907 senesinde İstanbula gelmişti. Fakat İstanbulda mahallî kıyafeti- le, şaliyle, şalvarile dolaşırken herke sin dikkatini üstüne celbeylemesi Ab- dülhamid casuslarının da gözünden kaçmamış, kendisi mektepler açtırmak için her tarafa baş vurmağa başlayın ca kıyafeti, hali, tavrı, lisam cinnetine hamledilerek bir kaç defâ tevkif edil mişti. Nihayet Üsküdarda Toptaşına gönderilmişti!
Fakat o ikide, birde Toptaşmdan çıkarılır, uslu durmak şartile kendi- ■
sine maaş, rütbe vaadedilir, buna
karşı kendisinden:
— Ben mektep açtırmak için İstan bula geldim. Başka bir dileğim yok tur! cevabı alındıkça gene oraya ia de edilirdi.
Elime geçen (Divanıharp ve Saidül kürdî) risalesinde timarhaneden tev kifhaneye nakledildiği bir sırada be diüzzaman ile zaptiye nazırı Şefik pa şa arasında cereyan etmiş bir muha vere mündericdir. Garabetine gülmek mi, ağlamak mı lâzım geleceğinin ta yinini okuyuculara bırakarak bu mu havereyi naklediyorum:
(Şefik paşa — Padişah sana selâm etmiş! Bin kuruş da maaş bağlamış; sonra bunu yirmi, otuz lira yapacakl
Bediüzzaman Said — Ben maaş di lencisi değilim. Hem de bu bana ver mek istediğiniz rüşvet ve hakkı sükût tur!
Şefik paşa — İradeyi reddediyorsun. İrade reddolunmaz!
— Reddediyorum. Ta, ki padişah darılsın; beni çağırsın; ben de ona doğ ruyu söyleyim!
— Bunun neticesi vahimdir.
— Neticesi deniz olsa geniş bir ka birdir! Hem ben İstanbula geldiğim vakit hayatımı rüşvet getirmişim! Ne ederseniz ediniz. Ciddî söylüyorum. Ben isterim ki ebnayı cinsini bilfiü ikaz edeyim ki devlete intisab. hizmet içindir; maaş kapmak için değildir! Benim gibi bir adamın ise millete, dev lete hizmeti nasihatledir. Nasihatin hüsnü tesiri de hasbilikle, garezsiz- likle, ivasızlıkla, şahsî menfaatleri terk iledir. Bunun için ben maaşın kabu lünde mazurum.
— Senin maarifi neşir yolundaki maksadın vükelâ meclisinde müzake re ediliyor.
— Çok gaıib iş! Siz maarifi tehir,
maaşı tacil ediyorsunuz! Ne kaide
•iledir ki benim şahsî menfaatimi mil letin umumî menfaatine tercih edi yorsunuz?
Bu sual zaptiye nazırının hiddetini celbetti.
Bediüzzaman — Ben hür yaşamı- şım. Bana hiddet fayda vermez. Nafi le yorulmayınız! Beni nefyedin. Fizan olsun; Yemen olsun, razıyım! Bu su retle ben yüksekten düşmekle incin mekten kurtulurum; siz de yamacı lıktan kurtulursunuz!
Zaptiye nazırı — Ne demek istiyor sun?
Bediüzzaman — Siz nizam namile sigara kâğıdı kadar ince bir perdeyi efkâr ve hissiyatın bu kadar fevera nına karşı herkesin üstüne örtmüşsü nüz. Tazyiklerinizle herkes bunun al tında müteharrik meyyit gibi inliyor. Ben acemi idim. Altına giremedim; üstüne düştüm! Giyinişim gibi ahlâ kım da sakü idi. Bir kere mabeyinde yırtıldı; Şişlide bir Ermeninin evine düştüm. Orada da yırtıldı. Şekerci hanına düştüm. Gene yırtıldı. Timar- haneye düştüm. Şimdi de tarassutha- neye düşmüşüm. Hasılı ben düşmek ten inciniyorum. Siz de o kadar yama cılık yapamıyorsunuz. Ben memleket te iken sizleri iyi bilirdim. Bu haller sizin sırlarınızı bana iyi öğretti. Hu- susile timarhane bu metinleri bana iyi şerhetti. Bu hallere şükrediyorum. Çünkü suizan makamında hüsnüzan ediyormuşum!)
Bu Toptaşı misafirinin bu pervasız ca akılâne sözleri zaptiye nazırı Şefik paşa üzerinde ne tesir hasıl etti bili nemez. Bilinen şu ki Bediüzzaman Molla Saidülkürdî Fizana veya Yeme ne sürülmedi ama meşrutiyete kadar serbest te kalmadı!
1907- senesi ramazanı içinde verilen bir jurnal üzerine İzmire gelen hafiye ler İzmir polislerile beraber Mithat pa şa damadı Süleyman Nüzhet beyin evini basmışlardı. Süleyman Nüzhet bey tevkif olunarak evinde bulunan evrak ile İstanbula getirilir. Sergi da iresinde fotoğrafçı Sami beyin riyase tindeki komisyon tarafından isticvap edilir; sonra Beşiktaş karakolunda Vasıf paşa, Necmeddin Molla, Nazif Süruri beyden mürekkep bir komis yona tevdi olunur.
(Arkası var)
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi