Yurdun
güzelliklerinden |
Âlanyanm eşsizliği
Yazan: İsmail Habib
Sevük
Büyük Selçuk hükümdarı
Alâ-eddin Keykübad’ın adma izafetle
Alâiye denildiği halde Türk han- çeresi dört heceli o kelimede «a» dan sonra «lâ» ile yukarı çıkıp «lâ» dan sonra « i » ile tekrar aşağı inerek son heceyle gene bir mik tar yükselmek gibi deve sırtının siluetini andıran inişli yokuşlu ses
çıkarmayı sevmediği için halkın
«Alanya» diye tek kalıp haline çe
virdiği o belde Türkiyemizin hiç
bir yere benzemiyen bir kasaba sıdır.
Vapur yaklaşırken kasabadan ön ce kale görünüyor: Denize doğru uzanmış, kayalık, ağır, beş cepheli yalçın bir tepe üzerindeki kale u- zaktan büyük bir baş üstüne kon durulan ensiz bir hotozu andırmak tadır. Büyük âlim Kâtib Çelebinin
«Cihannüma» da «Bağdad kadar
kalesi var» diye metinliğini ve üç katlı heybetini anlattığı kale bu
mu? Vapur yaklaşınca iş değişti.
Meğer uzaktan sadece baş üstünde bir hotoz gibi görünen kale ta aşağı ya kadar bir mustatil çizerek uzanıp inmekte imiş, iki yüz elli metre yüksekliğindeki tepeden deniz kıyı sına kadar dik bir yamaç üstünden mustatil çizgili surlarını tırtıl tırtıl uzatarak ağır gövdeli tepenin doğu cephesine bir levha çerçevesi gibi asılmış görünen kalenin iç sahasın da büyük bir traktör geçirilmiş bir tarla misali delik deşik kabartılar var. Büsbütün yaklaşınca anladık, meğer onlar evlermiş.
Alanya bir isim altında üç bel deden ibaret. Birincisi yüzde dok san meyilli bir sırt yamacındaki kale surlarının içinde gelene gide ne en evvelâ kendini gösteren şu eski, tarihî, bağrı yanık Alanyadır. Onun üst kısmı vaktile yaman bir yangın geçirdiği için, yer yer taş veya kerpiç kemerler, yamacın kır mızımtırak fonunda derinden nadas edilmiş bir tarla sathını andırıyor Kırk elli evlik ak kısım iae arka
temellerinden toprağa tutunarak,
mı taraflarından direkler üstüne
yaslanarak, yamacın dikliği icabı boşluğa asılmış gibi görünüyorlar,
İkinci Alanya, yarımadanın ka raya bağlandığı berzah üzerindedir Ondan sonra bağlı bahçeli yeşillik ler içine serpilmiş yeni Alanya ge lir. Kale yamacındaki birinci A -
lanya, dermansız haline rağmen
mazisinin ihtişamını sayıklıyor. Y e şillikler içine beyaz gövdeli ve kır mızı sırtlı evlerini ferah mesafe lerle serpilip gerilen yeni Alanya- mn ise mazisi yok, hali var. Eski Alanya yerde değil ayakta, yeni A - lanya sırtüstü yerde. İkisinin ara sındaki orta Alanya ise ne birinci gibi harab, ne üçüncü gibi mamur. Aynı zamanda ne birinci gibi ayak ta, ne ikinci gibi yatakta, o berzah üstüne çömelmiş gibi.
Bu orta Alanyanın en mühim
mazhariyeti «Kızılkule» dil'. Deniz kıyısında, asırların tekâsüfile tunç bir renk almış, kaim, yüksek, sekiz cepheli bir hendesî şekil taşımasına rağmen uzaktan üstüvanî gibi gö rünen sahiden heybetli bir kule. Orta Alanyanın küçük evcikleri a- rasmda keçi sürüsüne karışmış bir deve heybetile duruyor. Rahmetli
Halil Etemin «Anadoluda İslâmî
Kitabeler» serisinde kaydına göre, kulenin kalınlığı 24, yüksekliği 50 metredir. Evliya Çelebi bu kuleyi
hayranlıkla anlatırken yalnız ya
bir kalem hatasile veya İstanbulun haeretile o haşmetli abidenin adını «Kızkulesi» diye kaydeder.
Âlanyanm ondan da ve her şey den de mühim abidesi tersanedir* Vatanın başka hiç bir yerinde ben zerine raslanamıyan yedi buçuk a- sırlık bir tersane. Burası dağ en damlı kale tepesinin dibinde sun’î
mağaralar şeklinde yapılmış beş
tane derin, geniş ve üstleri üstü vanî kubbeli gözlerden ibaret, Her
göz içeriye doğru birer bucuk
metre kalınlığında kemerlerle dört
kısma bölünmüştür. Her kısmın
yanlarında yarım kemerler var. Bu hali ile tersane eski bedestenleri
andırıyor. O bölmelerde göv -
deleri yapılan kalyonların seren leri dışarıda takılıyor ve Akdeniz
gazalarından dönen kalyonlar se
renlerini çıkararak o derin gözler de emniyetle banılıyordu. Yani ge milere hem doğum yeri, lıem sığı
nak olan yer. Tarihlerde oraya
«İçeli tersanesi» denir. Tabii şimdi tamamile eski şeklinde değil. Dol muş yerlere vuran dalgaların şır- pıntısı eski azamete hasret çekiyor
gibi sesler çıkarmaktadır. Fakat
gözlerin içi yedi buçuk asra rağ
men bütün dinçliği ile duruyor.
Dolgun suların kesif neftiliği, üs tüvanî kubbelerin gölgeli heybeti, derinlemesine sıralanan kalın ke merlerle yanlamasına gerilen nısıf kemerlerin içine su basmış bir sa ray vehmi veren gerginlikleri, ora ya acayip, esrarlı, füsunlü, bir gü zellik vermektedir.
Üçüzlü kasabanın bu umumî gö rünüşünden sonra içini gezmek için önce kale içindeki eski Alâivenin rîik yamaçlarına tırmanacağız: Kale
üç katlı ve üç adlı: Denize kadar inen «Dış kale», en üstte «İç ka le», ikisi arasında «Orta kale». Dış
kalenin deniz kıyısındaki büyük
kapısından girerek, zelzele ve yan gın harabesi gibi görünen kısmın iğri büğrü, yıkık dökük, enkazla dolu sokak artıklarını dimdik do lana dolana çıkıyoruz. Dış kalenin sonuna vardığımız zaman kan ter içindeydik.
Orta kale, eski Alâiyenin asıl
siklet merkezi. Orta kalenin dış
kapısı mermer taşlarla, oldukça
sanatlı örülmüş. Kapının üstü hafif kavisli, karşılıklı iki kabartma var- Mustatil bir çerçeve içinde kitabe:
«Es-sultan-ül-a’zam şâhinşâh-ül-
muazzam aleeddünya veddin Ebul- feth Keykubad...» Solda ayrı bir köşe içinde tarih: 628 (1230), orta kapının iç kitabesinde iki Romalı şahıs resmi var. Oraya ekleme ha linde konmuş. Resimler dört karış boyunda ve bir karış eninde. Onun altında Selçukî kitabesi: «Es-sul-
tân-ül-muazzam Keykubad ibn-i
Keyhusrev ib n -i...» Biraz ötede
«Akçaba» türbesi, tuğladan yapılma türbenin içindeki sanduka bir dikiş makinesini andırıyor. Kitabesinde ki tarih 628 ve isim «Akşebe» ola rak kayıdlı. Tuğladan yapılma ka le camii oldukça büyük. Üstü son radan kırmızı kiremidle örtülmüş* Daha yukarıda kale sarnıcı, yağmur kuyusu, insan bu orta kale mahalle sinde gaı-ib bir hisse kapılıyor, yal- ntt Alâiyeden değil, dünyadan ay rılmışız gibi. Yalnız mekânımız de ğil, zamanımız da değişmiş; halden çıkıp tarihin içinde yaşıyor gibiyiz.
Nihayet en üstteki «İç kale»:
Bir kilise iskeleti, bedesten gibi bir çarşı. Sarmçlar. Batı tarafında düz bir sed. «Adam atıcık» diye tuhaf bir ismi var. Meğer idam mahkûm larım oradan atarlarmış. Kalenin
son şeddi üstündeyiz. Manzara
dehşet. Bakarken gözlerimiz dön
mektedir. Aşağıda iken o kadar
yüksekte görünen kırmızı sırtlı or ta kale camii buradan o kadar aşa
ğıda görülüyor ki... Orta kalede
iken tarihin içine gömülmüştük,
Burada arzın semasındayız. İniş ki çıkıştan kolaydır, burada iniş bile dikkat istiyor. Kaldırımlı, dar, çok yeri basamaklı esas kale yolunun zikzaklarını dolana dola na inerken adım başında, gençleri yaya, yaşlıları eşeklerinin üstünde tırmananlara Taslamaktayız. Bunlar orta kale ile üst kalede evleri olan lar. Sabahları inip akşamlan tırma nan. Bunlar Allahın günü bu çetin
işe neye katlanırlar? Hangisine
sorduksa şu cevabı aldık: «Ne ya parsın ecdad evi.» Eskiden Alâiye çarşısile, pazarile kale içinde iken
kimse aşağı inmezmiş.Fakat esas
kasaba berzah üzerine kaymca ka le içindeki evlerinden ayrılamıyan- lar hu her günlük çileye katlanmak zorunda kalıyorlar.
Berzahtaki Alanya, üçüzlü bel denin ticaret ve hayat merkezi, da
racık sokakları, küçücük ahşab
dükkânlarile mahviyetti bir Ana
dolu kasabası. Fakat ondan sonraki «Yeni Alanya», orası tren düdüğü nü bekliyen bir Erenköy gibi. Yal nız bahçeler daha geniş, evler daha seyrek. Çoğu yüksek, beyaz göv deli, kırmızı kiremidli güzel evler. Bunların en gösterişlisi olan Azak- zadelere aid evin taraçasmdan gör düğüm manzara hâlâ gözümün ö - nünde: Sağda tırtıllı surlarile dim dik dikilen üç katlı kale tarihten örülme bir dekor halinde gerilip duruyor, önümüzdeki dalga dalga yeşilliklerin ortasında, denirin çiz diği büyük kavis buradan bir boğaz gibi görünüyor. Karşı sahilin dal galı dağları da birer adaya benze mektedir. Kendimi İstanbulun Mal- tepesinden Marmara adalarına ba kıyorum sandım.
Alanya koyu: Her halde bu geniş koy yeryüzünde eşine kolay kolay raslanamıyacak bir tabiat bediası- dır. Çök geniş, doğu tarafı iki üç
saat uzunluğunda, denize doğru
meyilleri azalan dağlar, lâtif bir bükülüş yaparak şimale ve batıya kadar, geniş, ölçülü, hendeseli, yal nız cenubu açık kalmış dörtte üç daireli bir kavis çiziyor. Belli, hil katin perkârı bu çok tenasüblü ko yu çizerken ona yalnız titiz bir e - mek sarfetmekle kalmayarak, koya her eeşid nimeti de bağışlamak cö- merdliğini göstermiş; koyun kıyı ları baştanbaşa ince kumlarla nefis bir plaj, içi geniş bir liman, arkası portakal, limon, yeni dünya gibi tarihî ağaçların ıtırlı tufanile uza nan kaliçeli bir ova ve en arkada Torosların nefti heybeti. Fransanm o dillere destan «Nis» inden insan elinin yaptıklarım çıkarırsanız A - lanyanın bu tabiat zenginliği karşı sında Nişe acıyacağınız gelir.
Taha Toras Arşivi