• Sonuç bulunamadı

Fakir Baykurt'u yitirdik

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Fakir Baykurt'u yitirdik"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

15 E K İM 1999 C U M A C U M H U R İY E T

HABERLER

FAKİR’İN ÖLÜM HABERİ GEÇİYOR TV’LERDEN

Bu kadar mı çabuk?

Fakir’in köyü Akçaköy. 1962 yılında Yılanların Öcü filminin çekimleri

sırasında Metin Erksan, Kadir Savun ve film ekibi bir arada görülüyor.

NEDRET GÜRCAN_____________________ Cemal Süreya’nın şair ve yazar eşi Zühal Tek- kanat (Elif Sorgun) bir süre önce benden kitabı­ nın yeni baskısı için anılarımı yazmamı istedi.

Benim 50 yıllık edebiyat serüvenim içinde tanıdığım ünlü, ünsüz pek çok sanatçı dostum oldu. Büyük kentlerde yaşamadım ama Anado­ lu’nun Batı’ya bakan bir toprağından onları ve yaptıklarını izledim. Yakınlarında bulunsaydım, etliye sütlüye kanşsaydım belki bu kadar sevil­ mez, aranmazdım.

Özellikle Kervan (İzmir) ve Şairler Yaprağı (Dinar) dergilerinden kaynaklanan tanışmalar ve geçen zaman bu dostlukları çeşitli anılarla süs­ ledi ... Bir kısmı Dinar depreminde yiten, ama ço­ ğu şimdi bende saklı binlerce mektup, fotoğraf ve belge... Ahmed A rif’ten 110 mektup, hücre­ de kanıyla yazdığı şiirin aslı, kitabını hazırlayan şiirlerin el yazmaları, Cemal Süreya’nın 35 mek­ tubu ve kimsenin bilmediği, hâlâ yazılmayan başka sevdalan; soyadının bir harfini niçin attı­ ğını anlatan mektubu; Hüseyin Cahit Yalçın’dan Aziz Nesin'e, Abdi İpekçi’den Ahmet Oktay’a, Yılmaz Gruda'ya, Güner Sümer’e, Ülkü Ta­ mer’e, Tarık Dursun K., Şahap Sıtkı, Ümit Ya­ şar, Oktay Rifat’lardan Adalet Cimcoz’a... San­ dıklıdaki şair Özdemir İnce’nin kırmızı çorap­ larının öyküsü, A. Kadir’in bir şiirindeki kadın adının Dinar’da bir kadının adıyla çakışmasın­ dan doğacak sıkıntıyı kadının adını değiştirerek dergide yayımlama olayı... Tam 45 yıl önce An­ kara’da İlhan Berk’li, Suat Taşer’li, Mahmut Makal ve Fakir Baykurt’lu günler... Tank Dur­ sun K. ve İlhamiSoysai’la 1957’lerde bir röpor­ taj peşindeyken çektiğimiz sıkıntılar, korkular; dolapları kapıya dayadığımız o İsparta oteli! Ve mektuplardaki atıp tutmalar, şair-yazar kıskanç - lıklan, öfkeleri, sevdalan, sevgileri... Ünlü ol- muşlann hiç yayımlanmamış şiirleri, yazılan, öy­ küleri...

‘Bütün iyi şairler öldü..,1

Salt Ahmed A rif’in ve Cemal Süreya’nın mektuplan, belgeleri, anılan bile bir kitaba sığ­ mıyor. Cemal Süreya için bana verilen sayfa

adedi sadece 5. İşte bugün (3 Ekim 1999) Ce­ m a lle ilgili bölümleri çok çok özetlemek için daktilomun başına oturdum. Yazıyı hazırlarken bir yandan da başlık ne olmalı diye düşünmeye başladım. Son yıllarda o kadar çok şair öldü ki: Ahmed Arif, Edip Cansever, Oktay Rifat, Tur­ gut Uyar, Metin Eloğlu, Özdemir Asaf,Ümit Ya­ şar, Cahit Kiilebi, Cemal Süreya ve Can Yücel.

Yazımın başlığını “Bütün İyi Şairler Öldü...” koymalıyım diye mmldanmaya başladım. Son­ ra vazgeçtim. Tann hepsine uzun uzun yaşam versin: Melih Cevdet, Attilâ İlhan, İlhan Berk, Ece Ayhan yaşarken, öyle bir başlığın geçerlili­ ği olamazdı...

“Cemal Süreya aıulan”na başlarken bir yan­ dan da önümdeki Cumhuriyet gazetesinin say­ falarını karıştırmaya başladım. Metin G ür’ün “Bana Cumhuriyet Getirin’’ başlıklı yazısı. Fa­ kir Baykurt’un artık metrelerce öteden tanınan güzel ve gülücüklü yüzü., altında iki sözcük: pankreas kanseri... “Eyvah” diyerek kalkıp ba­

şımı cama yaslıyorum. “Olamaz, bu kadarı da fazla artık. Tanrım, hiç olmazsa bu fakir kulu­ nu bağışla bize artık” diye inliyorum. O koca­ man kitapların, romanların, yüzlerce yazının, konferansın, fıskiyeli zekânın, tıkır tıkır işleyen, sürekli ışık saçan bu değerli ve güzel insanı ba­ ğışla...

11

Ve bağışlamıyor: Bugün Ekim’in 11 ’i. Anka­ ra’dayım, Fakir’in ölüm haberi geçiyor TV ’ler- den. Şaşkına dönüyorum; bu kadar mı çabuk; çok mu gerekliydi?

Ve bağışlamıyor... 3 Ekim sabahı Cumhuriyet gazetesindeki röportajla içime düşen acı, bugün gözyaşı olarak yanaklarımdan Fakir’in ölüm ha­ beriyle süzülerek, çoğalarak akıp gidiyor...

Ben Cemal’den önce Fakir Baykurt’u yazmak istiyorum. Acı tazeyken, onu bilenleri, onu se­ venleri, onu okuyanları biraz güldürmek, biraz düşündürmek, biraz o günleri yaşamak için.

ÖLÜMÜNDEN İKİ YIL ÖNCE YAZILAN ANILAR

İki köy çocuğu, iki

öğretmen, iki yazar.

m

Yıl 1955. Fakir Baykurt, Nedret Gürcan ve İlhan Berk bir arada.

NEDRET GÜRCAN____________________ Birisi Fakir Bay kurt; öbürü Mahmut Makal. Ben bu iki inşam, hep büyük kentlerde yaşa­ yan diğer sanatçı dostlardan kendime daha ya­ kın hissettim.

Mahmut M akal’ı Fakir’den önce tanıdım. 1947-48’lerde "Öğrenciler Sesi” adındaki bir der­ gide ilk ürünlerim iz yayımlanıyordu.

1952’de ilk mektubunu yazıp, fotoğrafıyla beraber bana gönderdiğinde “ Bizim Köy” adın­ daki kitabıyla (1950) üne kavuşmuştu...

(Bu yazım da Fakir’le olan anılarımı konu ediyorum. Mahmut M akal’ın D inar’da beni zi­ yaretinde -1960’lı yıllar-, tanıştırmak istediğim öğretmenlerin Bizim Köy olayım anımsayarak çil yavrusu gibi dağıldıklarını; bir de Bitlis’te yedek subaylığı günlerinde, aynı anda, aynı yer­ de askerlik yapm akta olan ağabeyim le olan dostluğunu (!) ve Mahmut M akal’ı ayn bir ya­ zı konusu yapacağım.)

Fakir Baykurt

Fakir, benim ilçeme yakın bir köydendi: Bur- dur’un Akçaköy’ünden. Daha tanışmadan adı­ nı dergilerde görmeye başlamıştım. İlk kitabı “Çilli” nin ardından (1952) ilk el sıkışmamız A nkara’da oldu... Yanımızda Mahmut Makal da vardı.

Ben, arada bir büyük kentlere giderdim. İlk işim edebiyatçı dostlan bulmak olurdu. Dost­ larla sohbet; iyi bir sinema, iyi bir tiyatro, bir sergi, bir konser.. Sanat adına ne etkinlik var­ sa, taşrada yaşayan, arada bir kente gelen biri­ si için açlığı susuzluğu gideren gereksinimler­ dir.

Benim ilçeme gelen sanatçılar

Ege’ye, A kdeniz’e doğru giden sanatçı dost­ l a r a çoğu bana uğramadan edemezlerdi. Çok yıllar öncesinden Yaşar Kemal ve eşinin, Fik­ ret Otyanı’m gelişleri benim için birdüştü. Son­ raları artık Tank Dursun K., Cemal Süreya,

tl-

hami Soy sal, Yılmaz Güney; Fikret Hakan, Mah­

mut Makal. Özdemir İnce, Fahir Aksoy,Münir Özkul, Lale Oraloğlu, Avni Dilligil, dublaj sa­ natçısı Ferdi Tayfur ve şimdi aklım a gelmeyen onlarca isim...

Fakir Baykurt bunların başm da gelirdi. Kö­ yüne giderken bana da uğrardı. îlçenin aydın ki­ şilerini de çağırır, birlikte bol sohbetli sofralar­ da sabahı bulurduk. Böyle uğramalarmdan bi­ riydi, Fakir yine uğradı ve yatıya kaldı.

Dünyanın en güzel

şiir okuyan kadını!

Fakir’i akşam yem eğinden sonra “Dünyanın en güzel şiir okuyan kadmT’yla tanıştırdım. Bu, Fakir’in deyişiydi. Ayrılırken, meslektaşı öğret­ men hanımın yüzüne söylemişti bunu ve öpe­ rek...

Dinar Kız Enstitüsü m üdiresiydi o kadın. Kayseriliydi, oranın ünlü “Samancı” sucuk ve pastırm alarının sahibinin kızıydı. A nkara’da okumuş; sanat, edebiyat, tiyatroyla da ilgilen­ mişti. Ankara Radyosu’nda şiirler, çocuk saatin­ de öyküler okumuştu.

Ufak tefek, bakımlı, güzel yüzlü, güzel ko­ nuşan, güzel giyinen bir öğretmen hanımdı. İl­ çede yaptığımız bir şiir gecesinde uzun uzun ayakta alkışlanmıştı. Çok saygındı; geçerken, yürürken, otururken yer verilirdi. Onu diğerle­ rinden farklı kılan şey sanat-edebiyat kültürüy­ dü. Sohbeti doyumsuzdu.

Fakir’in yanında Kadriye Hanım’a telefon ettim: “Bir misafirim var, yemekten sonra sa­ na geliyoruz...” dedim. İlçede çarşıya yakın bir yerde, köşe başmda, kendisi gibi ufak tefek bir evin 2. katında oturuyordu. Fakir öne düştü, merdivenlerden çıktık. Evine ayakkabı ile giri- lebiliyordu, ilçedeki başka evler gibi kapıda ayaklara terlik falan sürmezdi. Güleryüzüyle, zarafetiyle, ellerimizi sıkıp “buyur” etti bizi. (Mi­ safirin Fakir Baykurt olduğunu bilmiyordu he­ nüz...) Özenle Fakir’i süzmeye başladı... “Kim bu arkadaş” diye sordum. Biraz daha baktı. Fa­ kir’in yüzünü bakışlarıyla taradı.

“Bilmem ki, birine çok benziyor ama...” diye mırıldandı. Sesi keman sesi akışında ve güzel­

liğinde çıkıyordu; sanki yeni bir şiire giriş ya­ pacak gibi konuşuyordu. Bir sessizlik başladı küçücük odada. Fakir koltuğa yaslandı. Ben öğretmen hanıma dönüp: “Geçen gün okuma­ nız için romanım vermiştim hani...”

Bir çığlık! “Olamaz, olamaz, Fakir Baykurt bu. Tannm gerçekten o.. Daha iki gün oldu ‘Kek­ lik ’ romanını bitireli. Korkunç güzeldi. Bakın işte burada, ne güzel ithafınız var: ‘ Dostum-kar- deşim Nedret Gürcan’a, özlem yüklü duygular, candan sevgilerle... ” Sevincini daha da açığa vu­ ruyor, teşekkür üzerine teşekkür ediyor ve iki­ mizi de kucaklıyordu...

Kadriye Öğretmen nane likörü içerdi. Hazır­ lıksızdı. Çıkıp içki almak istedim. Fakir, “Ha­ yır” dedi, “biz de nane likörü içelim” .

Bir saat kadar süren sağ-sol sohbetinden ve muhabbetinden sonra sıranın şiir okumalara geldiğini fark ediyordum. Ezbere okudukları­ nın dışında, Fakir’in bulunduğu yerde, kitaplar­ dan da şiirler okumanın hazırlığım yapıyordu Kadriye Hanım. Ve o şiir okumaya başladığı ana kadar ben Fakir’e bu kişinin olağanüstü şiir okuduğundan söz etmem iştim . Ve “Lütfen” dedim, “KadriyeHanım,lütfenbizeşiirokuyun”. Yahya Kemal'in Vuslat’ıyla başladı: “Bir uy­ kuyu cananla beraber uyuyanlar.” Uzun şiir bit­ tiğinde Fakir ayaktaydı; ne yapacağmı, ne di­ yeceğini şaşırmış, Kadriye Hanım ’a doğru, bü­ yülenmiş bir ruh ve yüzle bakıyordu. Kadriye H anım bir konuşmaya, övgüye fırsat verdirm e­ den hemen Nâzım Hikmet’e geçti. “Mavi göz­ lü dev” belki de hiç bu kadar güzel okunmamış­ tı yazıldığından bu yana. Allak bullak olmuş­ tuk. Sonra “benim şairim” dediği Özdemir A saftan, sonra Attilâ Ilhan’dan, Cahit Küie- b i’den.. ardı ardına, ama ağır temposuyla, gü­ zel Türkçesiyle, diksiyon hüneriyle şiir, şiir, şi­ irler okuyordu. Son şiirini -her zaman olduğu gibi- bana ayırdığını biliyordum; onu önleyip, Fakir’in çantasında gördüğüm bir uzun şiirini okumasını istedim. Alıp göz gezdirdi ve “mü­ tevazı” Fakir Baykurt’a, şiiri okuduktan sonra şu güzel espriyi yaptırttı.

(Fakir bu yazıyı okuduğunda anımsayacak­ tır.) Söyledikleri, belki biraz eksiğiyle şunlar­ dı : “Hocanım, hayatımın çok farklı bir gecesin- dcyim. Kendimi düşler ülkesinde sandım bir ara. Çok güzelsiniz, çok kibarsınız, çok iyisiniz.. Bunlar başkalarında da olabilir ya da buluna­ bilir. Ama siz dünyanın en güzel şiir okuyan ka­ dınısınız... Size kimse erişemez. Siz en kötü bir şiiri de okusanız (kendi şiirini söylemek istiyor­ du), o temizleviciden çıkmış elbise gibi pınl pı­ rıl olur!..”

Ertesi sabah Fakir’i köyüne uğurlarken bana “ Kardeşim bu ortamın kıymetini bil.” demiş­ ti. Sonraları Fakir’le pek yüz yüze gelemedik. Zaman herkesi bir yerlere savurdu. Olaylar öy­ le gelişti. Fakir’e, Almanya adresine 1996 yı­ lında yayımlanan şiir kitabını yollamıştım. İçi­ ne Kadriye Hanım’dan söz etmeyi, birkaç “acı satır” yazmayı istedim, sonra vazgeçtim. Çok üzülecekti, Kadriye Hanım (hem de Alman­ y a ’da, Fakir’e çok yakın bir yerde, hastanede) göğüs kanserinden ölmüştü. Bana yazdığı son mektubunda. “Bu hastalığı yeneceğim, Dinar'a gelip Suçıkan’da (likörden vazgeçmiş) beraber rakı içeceğiz.” diye yazmıştı.Ona çok, çok üzül­ müştüm..

PENCERE

- Fakir Baykurt Hoca

'ya...-Petıcere o pencere

Hep açık kaldı

Soru \dan ne haber demez ki

Girmişti parantezler ’e

Mektuba nokta ’yı vuramazdı bakışlar

Almış yürümüş

Çoğalmıştı yarışlar

Pencere o pencere

Kimse kapatamadı

Haşan MERCAN (*)

(*) Kosova Türk Yazarlar Derneği üyeleri, üstadın ölümü nedeniyle Çağdaş Türk Edebiyatı’na, yaratıcılarına ve yakınlarına başsağlığı diler.

FAKİR

BAYKURT’U

YİTİRDİK

SEROL TEBER_________ Fakir Baykurt’u yitirdik. Pek çoğumuzun yakın dos­ tu, öğretmeni bu güzel insanı yitirdik dem ek kolay olm u­ yor. Ama yitirdik.

Acımız büyük. Yeri doldu­ rulması kolay olmayan acılar­ dan.

Fakir Baykurt’un yetişme­ si de kolay olmamıştı, acısı da kolay olmayacak.

Fakir, doğruyu düşünm e­ nin devlet eliyle resmen yasak­ landığı bir ülkede doğmuş, dü­ şünmüş, yaşam boyu doğru düşünm enin öğretm enliğini yapmış, bununla da yetinme­ yip, “Onuncu Köy”e gitmek pahasına düşündüklerini Türk- çenin en güzel edebi yapıtla­ rı arasında romanlaştırmış, öy- küleştirmiş, antlaştırmış, yaz­ mış, yazmış, yazmış... Sayısız yapıtlar üretmiş. Bugün çan­ tasında bulunan notlar birkaç insanı birkaç kere ünlü yazar yapmaya yeter de artar... Son dakikalarına kadar yaptığı planlar, yazm ak istediği k i­ taplar duyanları hem heyecan­ landırıyor hem de şaşırtıyor­ du...

Bugün hiç kimse yadsıya­ maz ki Türkiye insanının ken­ di ülkesinin ve dünyanın ger­ çeklerini öğrenmesinde Fakir Baykurt’un yapıtlarının kat­ kısı büyük olmuştur. Daha so­ mut, Türkiye’nin aydınlanma­ sına Fakir Baykurt’un büyük katkısı olmuştur.

Fakir Baykurt’la ilişkileri­ miz dostluğun ötesinde hep birçok yönlüydü. O güzel in­ san, her konuda, hep öğret­ men, aydınlık, aydınlanmam, aydınlatıcı insandı.

içinde doğduğu kültür orta­ m ında çektiği acılara karşın doğru bildiği yoldan dönme­ yen, küsmeyen, umudunu yi­ tirmeyen az sayıdaki insanlar­ dandı.

Burada bulunan pek çoğu­ muzun yakından tanık olduğu gibi, son günlerinde ve ağır rahatsızlığına rağmen anlat­ mayı, öğretmeyi bir an olsun aksatmadı. Ağrılarının, acıla­ rının araya girdiği kısa zaman aralıkları dışında öğretm en tavrım elden bırakmadı; sü­ rekli olarak gençlerden, öğre­

timden, doğru düşünmeyi öğ­ renmekten, güzel kitaplardan, kitaplıklardan, dersliklerden, deney odalarından söz etti. Ya­ kından tanıdığı ahlaksız, iki­ yüzlü politikcilan isim isim eleştirdi... O n la r a özellikle gençlere nasıl kıydıklarım ve •kıymaya devam ettiklerini an­

lattı.

Kliniğe yatmasından birkaç gün sonra, sorumlu hekim ar­ kadaştan, o zamana değin ya­ pılan araştırmaların sonuçla­ rının nasıl bir doğrultuda ge­ liştiğini özetlemesini rica et­ miştim... Daha rahat konuşa­ lım diye Muzaffer bizi yalnız bıraktı. Odaya gelen hekim, bulgulan olduğu gibi anlattı, fakat ikinci biyopsi sonuçla­ rını üç gün sonra alacaklarını, bu nedenle de kesin tanının birkaç gün sonra konabilece­ ğini söyledi...

Gerçekte, anlatılanlar ye­ terli ağırlıktaydı... Yalnız kal­ dığımızda, ben söze nasıl baş­ layacağımı düşünürken Fakir, şaşırtıcı bir soğukkanlılıkla, “Anladık işte üç gün daha yüz­ de elli şansımız varmış... Bıra­ kalım şimdi bunları, biz nere­ de kalmıştık... Bu yaz okula gittim ki ne göreyim; kitaplık­ ları, laboratuvan bitlemişler... Peki niye kitliyorsunuz bura­ ları dedim... Çocuklar kitap alıyor demezler mi? Peki bu­ rası okul, burası kitaplık değil mi? Kem küm etmeye başla­ dılar... Bunlar istemiyorlar ço­ cukların doğru kitap okuma­ larını, deney yapmalarını...” diye konuşmayı kaldığı yerden sürdürdü gitti...

Onun salt bu son günlerin­ de anlattıklarının bile başlı ba­ şına, çok önemli ve öğretici bir yapıt olabileceğini düşünüyo­ rum... H er açmazda herkesin yardımına koşan, en akla uy­ gun, en sağlıklı çözüm yolla­ nın gösteren, hepsinden önem­ lisi umut etmesini öğreten Fa­ kir B aykurt’suz bir yaşam a alışmak kolay olmayacak. Bu büyük aydın, aydınlık insana güle güle diyorum.

Sevgili Fakir Baykurt, bun­ dan sonra da senin yapıtların­ da, anılannda seninle hep bir­ likte olacağız. Kulaklarını çın­ latacağız. Gene sana akıl da­ nışacağız. Gene tartışacağız...

1967 kışında Fakir Baykurt Dinar’da.

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

İçeceği ile içeceklerde yaygın olarak kullanılan, etilen oksit ve sodyum hidrosülfit içeren sentetik taurin alan bir kadında kaşıntı, ürtiker, nefes darlığı, baş

Laz İsm ail'in yanında Nimet Naciye adlı b ir kadın da va rd ı. Bütün tertibatı Gazi Paşa’ya hitaben yazdığım bir mektupla Vali Pa­ şa’ya İhbar ettim. Eski

Manço için yapılan törende eşi Lale Manço, oğulları Doğukan ve Batıkan, Kurtalan Ekspres grubundaki.. müzisyen arkadaşları Bahadır Akkuzu, Ahmet Güvenç ve İzzet Ö z,

Hukuk İzmir şi­ mal mıntakası heyeti merkezi yesi «İstanbul’da miting heye ti başkanlığına ve gazetelere» aşağıdaki telgrafı çekmiştir: I «Sevgili

Gene bence ideal kadının tarifini yapabilmek için biraz zevk sahibi, biraz estetikten an­ lar, biraz sanat duygusuna sa­ hip olmak gerekir.. Zevki selim sahibi

i “Şimdi, edebiyatımızın son durumu yürekler acısı. Hatta bu konuda bugünlerde yazılar yazmayı düşünüyorum. Önce şu meseleyi koymak lazım: Edebiyat bir

Katılımcıların genel sağlık durumları ile ilgili olarak diş hekimini bilgilendirmelerinin başvuru merkezlerine göre dağılımı (ADSM, ağız ve diş sağlığı merkezive

Frequency of Palliative Care Patients in a Second Level Intensive Care Unit: Retrospective Study İkinci Seviye Yoğun Bakım Ünitesinde Takip Edilen Palyatif Bakım