• •
RÖPORTAJ
M IU JY E T 6 EYLÜL 1993 PAZARTESİ İM İ
'Bir yerde bir pencere açık’ derdi. Oysa odanın
bütün pencereleri kapalı! Direnir 'Cereyan var’.
Kalkar bakarlar evet, içerde bir odanın penceresi
aralıkmış! Sağlığına çok özen gösteren bir kişi.
Yazları bile yün ceketini çıkarmaz. Kazağı,
hırkası, kaim gömleği. Deniz kıyısında bile böyle
oturur! Suya ayağını basmaz. Doğa içinde, ne
dolaşır, ne de açık havada oturur. Her zaman
hastalığa yakın. Her zaman kendini korumada.
S
'!
özcüklerdi I tün yaşamı Nesneleri de ğil, sözcükleri se verdi. Ağaçları, de nizleri, insanları bi rer kavram olarak benimserdi. Top lumdan uzakta. Kendi şiirli evre ninde kapalı. Eski bir şiirinde açıkça söyler: “Ne tuhaf öm rüm ün sonuna ka dar Kelimelerle ya şamam Ağaçtan çok a- ğaç sözünü Denizden çok deniz sözünü sevmem” ★★★1
940 yılında tanışmış tık. Ahmet İhsan Bası- mevinin loş odasında. Az konuşan, hep şiirini, sanatmı düşünen, ya da bize öyle bir izlenim ve ren... Tasfiye hareketinin içindeydi, ama önünde de ğıldi. Felsefe Öğrenimin den geçmesi, genç yaşta felsefe öğretmenliği yap ması mıydı ağırbaşlılığı? Daha çok yaratılışı... Ru meli göçmeni bir ailenin çocuğuydu. Anne, hala, teyze, bir de, tek çocuk Sa bahattin. Pek çok öyküle rinde özel yaşamından ke sitler verir.En başta Beşiktaş. So kakları, yolları. Çocukluk anıları, Işık Lisesi, Edebi yat Fakültesi günleri... jP Genç yaşta tanınmak... Da ha 1940’da en ünlü dergi lerde şiirleri çıkmaktaydı. Bir tek sayı çıkan 'Küllük’ dergisinde Sait Faik ve Sa bahattin Kudret için o g
günlerin tanınmış yazarla rının, şiirlerinin düşünce leri yayınlamıştı. Koskoca bir sayfa. Abidin Nesimi, Haşan Tanrıkut, Baha Dürder, Lütfü Erişçi, Dina mo H.Bozok vb Sabahattin için düşüncelerini belirt mişlerdi. Yıl 1940. Şair, da ha yirmisinde...
ilk kitabı “Şarkılı Kahve” 1943’te çıktı. İlk söz edenlerden biriyim. Gündelik yaşamın güzel likleri, o günlerin ünlü de yimiyle 'Yaşama Sevin- ci’ni dile getiren dizeleri, kendim yazmışçasına be nimsemiştim. Sanki ben dim o şiirlerde yaşayan:
Bu gece gene - Bulut lar alçaktan uçarken - Sokaklarda dolaşacağım - Sen, elleri cebinde gezen - Is lıkla çaldığın şark ıların - Bu akşam en güzelini söyle.”
Az sözle çok şey anlatmak, bir kaç sözcükle kişinin derin liğine inmek, süslerden kaç mak, 'şairaneliği’ bir yana it mek o günlerde b ir çeşit öğreti
■ ■ ■ ■
UTUN
SÖYLEDİKLERİM YALAN
AN
YAŞAMAKTA OLDUĞUM
/di. 40’larda şairlerin önemli bölümü bu kolay . gibi görünenyol-da yürüdü. Or- " han Veli’ye öy
künenlerin için de kişiliğini bu lanlar suyun üs tünde kaldı, ama
f
>ek çoğu o etki- er altında yok o- lup gitti.Sabahattin
m m ■ Kudret’in şiiriy-n L jL flj le Orhan Veli’le-rin şiiri hem benzeşir, hem benzeşmez. Saa- hattin’in kendi ne özgü bir şiir selliği var. Yeni bir 'şairanelik’ diyebiliriz. Bir kaç dizede duy guları vurgula mak. Tıpkı “Ne bitmez şarkın var - Baca - Bü tün gün tü ter sin ” ya da 'N a m ütenahi canı
t
sıkılan b ir a-dam - Her gün - Parkta uyuyor’ gibi...___ Kendisiyle yaptığım bir ko
nuşmada -ki 'Ön ce Şiir Vardı’ ad lı kitabımda ol duğu gibi yayın lanmıştır 'Ş iir nedir? Nasıl Ya zılır? Niçin o- kunur?2 soruma şu yanıtı vermiş ti: “Şiirin kap- , samlı b ir tanı- mini yapmak güçtür. Bu güç lük, şiirin b ir den çok tan ım ı nın olm asından da bellidir. Demek ki b ir tanım yetme miş şiire durm adan tanım a- ranm ış. Bir yazımda, şiirin tanım lanm asını körlerin fili tanım lam alarına benzetmiş tim... Gene de nesnel b ir ta nıma ulaştığım ız söylene mez. Şiirin tan ım ın ın güçlü
ğü bana göre, taşıdığı çelişki dedir. İlk çağdan bu yana ya zılmış, bugün de bize seslen me gücünü yitirm em iş şiirle re bakarsak tüm ünün de ma tem atiksel b ir yöntemle ku rulduklarını, buna karşın tü m ünün de gizemsel niteliği olduğunu, bir büyüyü ger çekleştirdiklerini görürüz. M atematiksel bir yöntemle b ir büyü sağlam ak”
Şiir için yaşadı diyebilirim. Yeryüzüne şiir yazmak için gel di Son günlerine dek sürdürdü işini. Hasta yatağında bile... Aylar süren yaşamla ölüm ara sındaki çizgide ha koptu ha ko pacak bir köprüde zorla işleyen parmaklarıyla bir şeyler çizik- tiriyordu. Kağıtlara, havaya... Konuşamadan... Oysa eski bir şiirinde ölümden şöyle söz edi yordu:
“Ne korkunç - İnsanın a- ğaçla - Kardeşiyle - Ve anne siyle hesaplaşm ası - Ayrıl m ası gömleğinden şapkasın dan - Şimdi benim için hepsi anı - Ben niçin öldü diyorum - Daha vakti değildi”
Bu şiiri yirmi yaşlarında yazmış. Nerden bilecek 73 yıl yaşayacağını!
★ ★ ★
B
ir düşünür. Bir felsefeci. Bir şair. Ama yaşam boyu değişik uğraşlarda çalış tı. Öğretmen, belediye müfetti şi, belediyede yazı işleri müdü rü, konservatuvar müdürü vb... Bütün bu görevlerin üstesin den geliyordu. Ama şiir dışı iş ler dalgalar gibi çevresinden geçip gidiyordu. Şair olduğu kadar bir çeşit şiir uzmanı, sa nat uzmanıydı. Güçlü bir eleş tirmen... Pek yazmazdı, ama yazdıklarının hepsi düşündü rücü, aydınlık vericiydi. Örnek mi? 'G eçm işten Geleceğe’ adlı tek deneme kitabı... Karşısın daki insanla konuşurken de, hem onu ölçerdi kendi yönte miyle, hem de kendini... Ö 40’lı yıllarda genç bir şairle konuş masını bugün gibi anımsıyo rum. Genç şaire soruyordu hangi şairleri sevdiğini, etki sinde kaldığını... o genç, 'Ah met Muhip demişti, sonra da Rıfat İlgaz, ardından da Fazıl Hüsnü! Sabahattin Kudret,“Nasıl olur? Bu şairlerin her bi ri bambaşka nitelikte, nasıl o- lur hepsini sevmek, hepsinden etkilenmek?”
Oysa kendisi “Aziz Nesin Yıllığı”ııda çıkan bir yazısında bakın ne demiş:
“Özellikle sevdiğim ozan lar oldu. Ama onlara da sev gim altı ay sürüyordu. Zama nı dolunca o ozandan bir baş ka ozana dönüyordum ...”
Çocuk yaşında yazmaya ya ratmaya başlayanların başın dan geçen bir durumdur bu. Koaylıkla, ondan ötekine ge çersin! Bu, o şairlere, yazarla ra sevgiyle bağlanmak değildir, hepsini tanımaya, anlamayaep çalışmaktır. Kendi gücünü o ünlü kişilerde tartmak!.. Genç lik günlerini şöyle anlatıyor:
“Yalnızlığım kadar güzel b ir şey yoktu. Böylece on ye di on sekiz yaşlarım a gel dim. On sekiz yaşım da bu günkü benliğim i, daha doğ rusu bugünkü benliğim in çe kirdeğini buldu. Diyebilirim ki edebiyata ilişkin o günkü birim lerim in çoğu bugün i- çin de geçerlidır. B irim leri m in niteliğini bozmadan ge liştirdiğim i sanırım . Beğe nim de öyle... O yaşım da sev diğim ozanlar şimdi de sev diğim ozanlardır.”
Yarım yüzyıllık bir dostluk. En küçük bir kırıklık olma dan... Tartışmadık mı? Politika sözü etmedik mi? Ama 18 ya şında olgun kişiliğe, belli bir beğeniye, bir kültür ağırlığına ulaşmış şair dostum, her za man dengeli, ağır başlı, hoşgö rülüydü. Toplum olaylarına, yoksulluklara, acılara duygu suz olabilir mi bir şair? Bütün bunlar onun dışında olup biti yordu sanki! Kat kat giysileri i- çinde herşeyin uzağında gibiy di.
★ ★ ★
B
en, Sabahattin Kudret’i 1940’lardan bu günlere dek sevgiyle, ilgiyle izle- mişimdir. Dostum olduğu için değil! Şiiriyle dost olmak en başta. Yoksa nerden dost ola caktım! Semti ayrı, okulu ayrı, yolu ayrı bir insan! Bizi birleş tiren şiirdir, öyküdür, yazın söyleşileridir.“Horoz şekeriym iş gibi e- m iyorum *
Çocukluğumu Yastığımın altında
Gece gündüz elimde so kaklarda
Göze görünmeyen dallar arasından
Avlıyorum geçmiş zaman k u şla rın ı”
Onu hep 40’ların genç şairi, olarak düşünmek isterim. Kim se olduğu gibi kalmaz. Değiş mek, yaşlanmaktır. Şiirler, öy küler hep genç kalır. Şairler de şiirleriyle... Ama insanoğlu, şa ir de olsa, doğanm zulmune bo yun eğecektir. O da, yüz çizgile rine yansır, yürümelere, gülme lere yansır. Yaşama sevincini duyan, duyuran şairleri, öykü cülere bir çeşit cezalandırması dır doğanın: Yaşlanmak!
Nedense ölüm hep genç yaş larda düşünülür. Bir bakın, ö- lüm şiirleri yazanlar çoğunluk la gençlerdir. Yaşlılıklarında şairler, yazarlar ölümü düşün seler de, kendilerine saklar, ya pıtlarına pek yansıtmazlar. İşte yirmi yaşlarından bir ölüm şii ri:
“Bir gün bir akşam vakti ölüversem
Kimseler duym asın kim seler duymasın
Bir gün b ir akşam vakti ö- lüversem
Ve sen o saatlerde uyku dasın
Telaşa düşm eyin telaşa düşmeyin
Böyle vakitsiz çekip gi dersem ”
Vakitli gitmek midir yetmi şinden sonra ölmek! Ölmenin belli bir vakti var mıdır? Yaşa manın vakti varmış gibi!..
Bildiri bırakmış sanki arka- sındakilere: “Ölümümüzden sonraki yokluğumuz D üşündürür bizi. Düşünmeyiz. Doğumumuzdan önceki yokluğum uzu” BİTTİ
Not:Bu yazı dizisi, Oktay Akbal’m yakında yayınlanacak kitabından derlenmiştir.
S
DÜNYADA
BUGÜN
N E A R IY O R D U ?
İYASAL yaşamımızın en büyük illeti popülizmin en alt düzeydeki beğeni ve değer yargısını baş tacı e- dip, sanki özenilecek bir şeymiş gibi öne sürerek, sı- nıfsallığı lumpenleştirdiği, anti emperyalizmi ise içinde bulunduğumuz durumun sorumluluğunu başkasının ___________________ sırtına yıkan bir yavşaklığa dö
nüştürmüş olduğu doğrudur. Ama bugün sınıfsallığın rafa kaldırılmış, yerine yeni kavramların getirilmiş olması salt geçmişin bu yanlışlarına duyulan tepkiye bağlayama yız. Çünkü elnak sınıfsallığa (çarşı çıkanlarda, lümpenlik i- le yavşaklıkta karşıtlarından geri kalmıyorlar.
Güce tapmanın artık a- mentü olduğu "globalleşm e" döneminde, sınıfsallık tutu kaka edilerek, toplumdaki ki mi hicap engelleri kaldırıldı ve herkes "alalahey" dilediği ni söyler, dilediğini yapar ol du.
Şu Hattatların düğünü olayına bakini
Delikanlı Emrah Hattat, kardeşinin düğünden ön ce düzenlediği basın toplantısında gazetecilere rahat lıkla şunları söyleyebiliyor:
- Bu düğün öyle sandığınız gibi 20 - 30 milyara çık madı. Ama bırakın da rakam bizde gizli kalsın.
Sonra da, inanılmaz bir fütursuzlukla ekliyor: - Ancak "Bu paraya şu kadar çocuk beslenirdi ya da Çocuk Esirgeme Kurumun’na bağışlanabilirdi" gibi spe-küH svnna »erek vok
Binlerinin, Emrah Efendinin bu sözleri üzerine ken disine gerçeği tok sesle anlakması gerekirdi herhalde: ! Kimsenin Hattatlardan ya da Çağlarlardan paralarıy
la çocuk beşlemelerini, Çocuk Esirgeme Kurumu'na ba ğışta bulunmalarını istediği yok.
Parayı kazananın nasıl yediği nerede harcadığı ile ¡1- gilenilmesinden yana değiliz. Bu ücretli için de geçerli, kapitalist içi de.
Önem li olan, kişinin hangi yerde olursa olsun, para- ! yı nasıl kazandığı topluma ne verip, ne aldığıdır.
O laya bu açıdan bakınca, hem geçerliliği olmayan servet düşmanlığı edebiyatından kurtulursunuz, hem de "tüm o yanda olanlar, haksız, bu yanda olanlar hak lı" şablonculuğundan.
Bu gerçeğin bir kez altını çizdikten sonra Emrah Hattat'a şunu belirtmek gerekir:
- Evladım kimse senden ya da babandan bağış is temiyor, ama bizim paramızın üzerine de oturmayın o- - lur mu?
SSK'ya olan borcunun üzerine yatan adam veya oğlu bilmem kaç m ilyarlık düğünü yaparken, bu den li, hadi ayıp olmasın fütursuzlukla diyelim , basın ö- nünde caka satamaz, satamamalıdır.
Hattalar paralarını ne yaparlarsa yaparlar, o bizi i- lilendirmez. Ama yıllarca çalışıp em ekliliği haketmiş olan bizler, SSK'nın paraları üstüne oturup, sonra dü- ! ğününde m ilyarlar harcayan adamaları hor görür, a- dam yerine koymaz, elim ize fırsat geçince de ondan haklı olarak hesap sorarız.
Ama ne yazık ki, şu anda fırsat bizlerin oylarıyla Hattatların elindedir.
Nitekim hükümet bütüne yakın bir çoğunlukla Hat tatların düğününde idi.
Şimdi bu adamlar, nasıl olacak da, Hattat ve benzer lerinin hakkımızın üstüne oturmasını engelleyecekler?
Bu arada, düğünle ilgili bir resim doğrusu ya içimi burktu.
Dünkü Cum huriyetin son sayfasında, düğündeki i- nönü'nün resmi yayınlanıyordu.
Acaba dürüstlük timsali olan ve özel yaşamında a- . layişten uzak durmaya büyük özen gösteren İnönü, bu
düğünde ne arıyordu?
Evet, Erdal Bey ile Cavit Bey'in birlikte hükümet ar kadaşlıkları vardı ve sosyal yaşamın görgü kuralları da, Cavit Bey'in düğününde bulunmayı belki zorunlu kılar dı.
Ama buraHâ ö z e lLlr durum olduğu açık seçik bel li değil mi?
Bu ekonomik bunalımda, bu enflasyon ortamında tüm devlet ricalinin SSK borçlusu kaçakların milyarlık düğünlerinde arzı endam eylemelerinin kamu vicdanı nı sızlattığını "arslan sosyal demokratlar" hala göremi yorlar mı?
Tansu Hanım bile gerçeği gördüğü için o tür dü ğünlere gitmezken, arslan sosyal demokratlar orada ne arıyorlar?
Cavit Çağlar'a, "Bu mutlu gününüzde aranızda bu lunmak isterdik, ama durum malum, halk bundan çok rencide oluyor, seçmenimiz bize kızıyor, bizi anlayışla karşılayın, kızınıza mutluluklar dilerim " demeye, sonra | gerekirse genç geline zarif bir armağan göndererek gönül almaya yüzü tutmayanların, yarın arslan sosyal demok rat olarak emekçilerden oy istemeye yüzleri tutacak mı?
AVUKATINIZ
Yeteriı oyu sağlamışsınız
Bizim apartmanda 10 daire var. Bunlardan üçü dubleks, diğerleri nor mal daire. Dublekslerin üç banyosu ve üç tuvaleti var. Normallerin tek banyosu ve tek tuvaleti var. Bana gö re dubleksler çok daha fazla su harcı yor. Ancak su sayacımız tek. Bizde su parası nüfus başına bölüşülüyor. Ben rT V | iY | teklifte bulundum her daireye su sa- yacı takalım dedim, bir kişi karşı çıktı T T A n o i * dokuz kişi benimsedi bu yüzden ol- madı, bir kişinin karşı çıkması halin de bunun yapılmaması biraz adalet siz olmuyor mu? A.Bİstanbul
Birşeyi yadırgadım. Bir dairede üç banyo ve üç tu valet varsa bu dairede oturanlar aynı anda üç banyoyu birden kullanabilirler mi sizce? Bence kullanamazlar. Dolayısı ile bir dairede kaç fert varsa o kadar çok su kullanılır ama bir dairede çok sayıda banyo varsa bu pok su kullanılır anlamına gelmez. Dolayısı ile dubleks ler konusunda biraz aşırı hassas davranıyorsunuz.
P
leSu parasının bölüştürülmesine gelince. Evet sık sık yazarım tesbitlerime göre müşterek sayaç olan bina larda en adil bölüştürme tarzı fert başınadır diye. A-ma her daireye bir kontrol sayacı takılırsa tabi- i ki bu daha sağlıklı olur. Bunun için önce tesisatın el verişli olması lazım. Şayet tesisat bu konu için elveriy- li ise bu halde yönetim planı değişikliği gerekiyor. Yö netim planının değiştirilmesi için de 4/5 oranında ka bul oyu gerekiyor! Siz dokuz oyu sağlamışsınız ki bu yönetim planı değişikliği için yeterli bir sayıdır ve bu durumda dairelere kontrol sayacı takılarak su parası nın kontrol sayacında görülen miktar üzerinden öden mesi mümkündür.
YAŞAMIN İLK LER İ VE REKO RLARI
SOZ OKURUN
AÖF'nin kontenjanları
yüksek tutulsun
A Ç IKÖ Ğ R ETİM Lİ üniversiteler, bomba veya balon
tabir ediliyor. Diğer taraftan YÖ K, işadamları ve bürok ratlar olaya sıcak bakmıyorlar. Ancak üniversite reformu için sıcak bakmayanlar bir araya gelip çare aramazken, hükümetin bu konudaki yaklaşımına da yardım cı olan yok. Her yıl yabancı ülkelere belli bir kesim milyonlarca döviz ödüyor. Ayrıca çalışanın ya aa gelir durumu iyi ol mayanın, kırsal kesimlerdeki liselerden mezun olanların, yüksek öğrenim görmek hakkı değil midir?
Tüm üniversiteler kontenjanlarını yüzde yüz artır sın, tüm bölüm lere (uygulam alı bölüm ler hariç) ekstern getirilsin denilse, hangi üniversite rektörü kabul eder?
Burada bizim isteğimiz, açılacak fakültelerde göz de bölümlerin kontenjanlarının yüksek tutulması ve ekstern bölüm lerin olmasıdır. Bunu Sayın Yılm az Bü- yükerşen'den bekliyoruz.
Rıza Salman/Turhal
Susuz park!
İSTANBUL'dan İzmit istikametine (Ana dolu otoyolundan) giderken Gebze yol ayrı mından hemen önce, park ve çeşme levhası nı görürsünüz.
Geçen gün öğle vakti levhaya göre park irdim. Burada akan bir çeşme bula madım. Tuvalet bölümünde de sular akmıyor du. Dikkatimi tuvalet binasından, çay ocağı binasına uzanan hortum çekti. Hortumun ucu su deposuna giriyor ve depo su ile dolu idi. Çay ocağı binasında bir kamyonu dolduracak kadar şişe suyu depolanmış, hemen gözünü-
ade
çi de su ile dolu. Fiyatlar ise yarım litre su 4 ze çarpıyor. Buradaki üç adet soğutucunun i-ze ça
çi de bin (İra.
İlgililere soruyorum; çeşme levhası var, sular akmıyor veya özel olarak ana vanadan kesilmiş de olabilir. Stoklanmış tonlarca şişe suyu var. Her geçişinizde binlerce lira ödedi ğiniz bu otoyolundaki durum benim kafamda soru işareti oluşturdu. Cevabı ilgililer versin.
Metin Ekmekçi - İzmit
Taha Toros Arşivi