• Sonuç bulunamadı

Atatürk diyor ki...

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Atatürk diyor ki..."

Copied!
30
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

1881

'den

1938

’e ...

1881- Selânik’te dünyaya geldi.

1893- Kemal adını aldı.

1899- (>3 Mart) İstanbul’da Harb Oku- lu’na girdi.

1903- Üsteğmen oldu.

1905- (11 Ocak) Kurmay Yüzbaşı olarak okulu bitirdi.

1905- Şam’da 5. Ordu’ya tayin edildi. , 1906- (Ekim) Şam’da “Vatan ve Hürriyet

Cemiyeti’ni kurdu.

1907- (20 Haziran) Önyüzbaşı oldu. 1907- (Eylül) Makedonya’da 3. Ordu’ya

tayin edildi.

1909- (13 Nisan) Hareket Ordusu Kur­ may Başkam olarak İstanbul’a' hareket etti.

1910- Arnavutluk harekatına katıldı. 1911- (13 Eylül) İstanbul’da Genel Kur-

may’da vazife aldı.

1911- (Ekim) Italyan Savaşı için Tob- ruk’a gitti.

1911- (27 Kasım) Binbaşı oldu.

1912- (9 Ocak) Tobruk taarruzunu idare etti.

1912- (24 Kasım) Bolayır’da hareket şubesi müdürlüğüne tayin edildi. 1914- (1 Mart) Bükreş, Belgrat, Çetine

ataşemiiiteri ve yarbay oldu. 1915- (25 Nisan) Kocaçimentepe’de

düşman taarruzunu durdurdu. 1915-(1 Haziran) Albay oldu.

1915- (8/9 Ağustos) Anafartalar Grup Komutanlığı'na tayin edildi. 1915- (10 Ağustos) Kalbinin üzerine

isabet eden bir misketten saati sayesinde kurtuldu. Anafartalar’ dan düşmanı geri püskürttü. 1915- Edirne'de 16. Kor. Komutanlığı­

na tayin edildi.

1916- (27 Şubat) Edirne’den Diyarbakır cephesine hareket etti.

1916- (1 Nisan) General oldu.

1916- (7 Ağustos) Bitlis ve Muş’u kur- . . tardı.

1917- (Mart) 2. Ordu Komutanlığı’na ta­ yin edildi.

1917- (Temmuz) Halep’te toplanan 7. Ordu Komutanlığı’na getirildi. 1917- (5 Eylül) 7. Ordu ile Suriye’ye git­

ti.

1917- (15 Aralık) Vahdettin’le Almanya’ ya gitti. 5 Ocak 1918'de döndü. 1918- (7 Ağustos) Nablus’taki ordunun

başına geçti.

1918- (26 Ekim) Halep kuzeyjndeki düş­ man taarruzunu durdurdu.

1918- (31 Ekim) Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı’na tayin edildi. 1919- '(30 Nisan) Karadeniz bölgesinde­

ki Rum eşkiyayı tedibe ve 9. Or­ du müfettişliğine tayin edildi. (Bu vazifenin adı 15 Haziran’dan sonra 3. Ordu M üfettişliği olmuş­ tur.)

1919- (16 Mayıs) “ Bandırma” vapuru ile Samsun’a gitmek üzere İstanbul’ dan yola çıktı.

1919- (21 Haziran) Delegeleri Sivas Kongresi’ne çağırdı.

1919- (8 Temmuz) Askerlikten ve mü­ fettişlikten istifa etti.

1919- (23 Temmuz) Erzurum Kongresi’ ne başkan seçildi.

1919- (4 Eylül) Sivas Kongresi’ne baş­ kan seçildi.

1919- (12 Eylül) Heyet-i Temsiliye baş­ kanı oldu.

1919- (7 Kasım) Erzurum'dan milletve­ kili seçildi.

1919- (27 Aralık) Ankara’ya geldi. 1920- (16 Mart) İstanbul'un İşgalini ya­

bancı parlamentolar nezdinde protesto etti.

1920- (19 Mart) Türkiye yurtseverlerini Ankara’ya çağırdı.

1920- Ankara’dan milletvekili seçildi. 1920- (23 Nisan) Büyük Millet Mecli-

si’ni açtı.

1920- ^11 Mayıs) İstanbul hükümeti ta­ rafından idama mahkum edildi. 1921- (5 Ağustos) Başkomutan oldu. 1921- (12 Ağustos) PolatlI’da Başkomu­

tan sıfatıyle ordunun başına geç­ ti.

1921- (13 Eylül) 22 gün ve 22 gece süren Sakarya Meydan Savaşı’nı . kazandı.

1921- (19 Eylül) Gazi ve Mareşal unva­ nını aldı.

1921- (13 Ekim) Kars Antlaşmasını yap­ tı.

1922- (20 Ağustos) Taarruz hazırlığı için Akşehir’e gitti.

1922- (26 Ağustos) Büyük Taarruzu İda­ reye başladı.

1922- (30 Ağustos) Başkomutanlık Meydan Savaşı’nı kazandı. 1922- (1 Eylül) “ Ordular, ilk hedefiniz

Akdeniz’dir, İleri” emrini verdi. 1922- (10 Eylül) İzmir’e girdi.

1922- (Ekim) Halkın isteği üzerine Bur- sa’ya gitti.

1923- (14 Ocak) Annesi Zübeyde Ha­ nım öldü.

1923- (29 Ocak) Latife Hanım’la evlen­ di.

1923-' (29 Ekim) İlk Cumhurbaşkanı seçildi.

1925- (5 Ağustos) Latife Hanım’dan ay­ rıldı.

1925- (24 Ağustos) İlk defa şapka giy­ di.

t926- (15 Haziran) İzmir suikastı mey­ dana çıktı.

1926- (3 Ekim) ilk heykeli dikildi. (Sa- rayburnu heykeli)

1927- (1 Temmuz) Kurtuluş Savaşı’ndan sonra İstanbul'a ilk defa geldi.

1927- (4 Temmuz) Askerlikten emekliye ayrıldı.

1927- (15-20 Ekim) Büyük Nutkunu okudu.

1927- (1 Kasım) İkinci defa Cumhur­ başkanlığına seçildi.

1927- (4 Kasım) Ankara’da Etnografya Müzesi önüne heykeli dikildi. 1928- (9 Ağustos) Sarayburnu’nda Latin

harflerinin kabulü hakkında tarihi nutkunu verdi.

1928- (29 Ağustos) Dolmabahçe Sara- yı’nda Türk dili ve yeni Türk harf­ leri hakkında görüşmek üzere memleketin bilginlerini topladı. 1928- (3 Kasım) Harf Devrimi’ni yap­

tı.

1931- (15 Nisan) Türk Tarih Kurumu’nu kurdu.

1931- (4 Mayıs) 3. defa Cumhurbaşkanı seçildi.

1932- (1 Temmuz) Ankara’da I. Tarih Kongresi’ni topladı.

1932- (22 Eylül) Dil Kurultayı toplantı­ sına başkanlık etti.

1933- (29 Ekim) Meclis’te 10. Yıl Nut- ku’nu söyledi.

1934- (24 Kasım) Atatürk soyadını aldı. 1935- (1 Mart) 4. defa Cumhurbaşkanı

seçildi.

1937- (6 Ocak) Hatay işleriyle ilgili ola­ rak Konya’ya gitti.

1937- (11 Mayıs) Çiftliklerini hâzineye bir kısım emlakini Ankara Beledi­ yecine bağışladı.

1937- (16 Ağustos) Trakya manevraları­ na gitti.

1938- (19 Mayıs) Güney illeri gezisine çıktı.

1938- (14 Haziran) Hasta olduğu için "Savarona" yatında istirahate çe­ kildi.

1938- (27 Haziran) “ Savarona’’da çekil­ miş son resimleri gazetelerde ya­ yınlandı.

1938- (15 Eylül) Vasiyetnamesini hazır­ ladı.

1938- (29 Ekim) Cumhuriyet’in 15. yıl­ dönümünde Ankara'da buluna­ madı, yazdığı mesaj okundu. 1938- (8 Ekim ) Hastalığının arttığı bil­

dirildi.

1938- (10 Kasım) Vefat etti.

1938- (16 Kasım) İstanbul’da tabutunu halk tavaf etti.

1938- (19 Kasım) Cenazesi İstanbul’dan ayrıldı.

1938- (20 Kasım) Cenazesi Ankara’ya vardı.

1938- (21 Kasım) Cenazesi Etnoğrafya Müzesi'nde muvakkat kabre def­ nedildi.

1944 - (9 EkimjAnıt-Kabir’in temel atma töreni yapıldı.

(3)

Resimlerde

ATATÜRK

KURMAY ADAYI MUSTAFA KEMALı

Küçük Muttafa büyüyordu. Çalışkandı, zekiydi, azimliydi. Selanik Askeri Rüştlyesl’nl bitirdi. Askeri İdadi’ye girdi. İstanbul’da Harp Okulu’nda Uç yıl eğitimden sonra kurmay yetiştirilmek üzere seçildi. İşte o yıllarda çektirdiği bir fotoğraf.

ATATÜRK’ÜN ANNESİ ZÜBEYDE HANİM: O bir Türk anası, en büyük Türk’ün anası... Çıkık elmacık kemikli yürük kızı Zübeyde'ulıı 1881 yılında Selanik’te hayat verdiği minik bebek bir gün büyüyecek, Mustafa. Mustafa Kemal, Atatürk olacaktı.

BAHASI A1İ RIZA BEY: Ali Rıza Bey, Pasaportkttprü’- nün gümrük memurlanndandı Zübeyde Haııım’la evlenip bir erkek evlada kavuşmuştu. Ama onu büyütmeye ümrü yetmedi. ( U J T F E N ÇEVİRİNİZ SAYFA: 3

(4)

İV

KILIÇ KUŞANDIĞI GÜNKÜ GURUR DOLU BAKIŞI:

Mektep dönemi »ona ermiş, kılıç kuşanmıştı Mustafa Kemal. Önünde savaş dolu yıllar, mütarekeler, devrimler onu bekliyordu. Bir milleti kurtarmak yazılacaktı kaderine.

BALKAN SAVAŞI’NDA BİR ÇÖL HATIRASI:

1911 yılında Italyan’ların Trablusgarp’a saldırması üzerine Atatürk Tobruk’a giderek Türk kuvvetlerinin kurmaybğını üstlenmiş, başarı kazanıp binbaşı olmuş, ardından D em e’deki kuvvetlerin başına geçmişti.

GENÇ ZABİT VE SAVAŞ DOLU GÜNLER:

O yıllar hep savaş doluydu Mustafa Kemal için. Genç yakışıldı Türk zabiti, Afrika çöllerinden Beyrut ve güney hudutlarına kadar her yerde savaşıyor, düşman üstüne fırtına gibi esiyordu sanki.

g e n ç BİR ALBAY; Anafartalar’da düşmanın üstün kuvvetleriyle vargiicüyle çarpıştı Mustafa Kemal. Çamyayla’daki küçük köy evinde harita başında uzun yorucu saatler geçirdi. SAYFA: 4

(5)

PARÇALANAN VATAN VE KURTULUŞ SAVAŞI HAZIRLIĞI ı boyunduruk altına giremez” diyordu. Erzurum ve Sivas Kongrele- 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalanmıştı. Yenikti vatan. rinin ardından arkadaşlarıyla birlikte Ankara’ya geldi, işte bu Atatürk 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı. “Bu millet esir olamaz, I yolculuktan bir anı.

23 NfSAN 1920... BÜYÜK MÎLLET MECLİSİ AÇILIYOR: I Millet Meciisi’nin açılı* hazırlıkları sürüyordu. Ve 23 Nisan 1920 Düşman o sıralar Bursa’ya kadar ilerlemişti. Ankara’da ise Büyük i Cuma günü dua ve alkışlarla açıldı meclis.

SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ VE ZAFER:

Yunanlılar Sakarya çevresinde hücuma geçmişlerdi. Ordumuz saf­

ları zaman zaman bozuluyordu ama geceli gündüzlü üç hafta sonunda zafer ordumuzun oldu. Bu önemli başarıda Atatürk’ün sarsılmaz iradesinin büyük rolü vardı. ________________________ —_

( t O T F E lM S A Y F A Y I C E V IW M I Z | y

y İ

(6)

MECLİSİN TEK OTOMOBİLİ:

Ankara’da geçen şiddetli Uk kışta Atatürk meclisin tek otomobili olan bu üstü açık araba Ue yolculuk ediyordu. Tek bir kalın paltosu vardı giydiği. Meclise de, cepheye de bu paltoyla gidiyordu.

BÜYÜK KUMANDAN TEFTİŞTE:

Parçalanan bir milletin balım sı ılık aşığı evlatlarından kurulu ordusuvla bütünleşmişti Mustafa Kemal. Onları sık sık teftiş ediyor, güç veriyor, bölünen vatanını düşmandan kurtarmak İçin gecesini gündüzüne katıyordu.

MAREŞAL RÜTBESİ VE GAZİ MUSTAFA KEMAL: Sakarya'nın muzaffer kumandanına meclisin kararı ile mareşallik rütbesi ve “Gazi” Unvanı verildi. Müşir Gazi Mustafa Kemal Paşa’nm, bu kararın alındığı 19 Eylül 1921 günü çekilmiş resmi.

(7)

“ORDULAR İLK HEDEFİNİZ AKDENİZDİR...İLERİ!” BUyilk Taarruz 26 Ağustos 1922’d e sabahın 5.30’unda başladı.

30 Ağustos’ta son buldu. Ancak Atatürk düşmanı denize dökene dek ardım bırakmak istemiyordu. Ve 1 Eylül 1922’de tarihi emrini verdi: “Ordular ilk hedefiniz Akdenizdir... İleri!”

ŞANLI ZAFERİN ARDINDAN İZMİR’E GİRİŞ:

Düşman kaçarken İzmir’i yakıp yıkmıştı ama sonunda kurtulmuştu millet, temizlenmişti vatan. Atatürk İzmir'e giriyordu. Onu heyecanla karşılayan halk, minnetini ifade ede cek yol bulamıyordu.

İZMİR’İ SEYREDİYOR:

Mustafa Kemal Paşa İzmir’in banliyö treninin penceresinden çevreyi izliyor. Bir büyük savaşın sonuna gelinmişti, zafer kazanılmıştı ama, şimdi barışta da onu büyük işler bekliyordu.

ZÜBEYDE HANIM HAYATA GÖZLERİNİ KAPIYOR: 14 Ocak 1923 Gazi Mustafa Kemal’in yaşamında en acı günlerden biridir. O gün, onu cam gibi seven binbir emekle yetiştiren anası Zübeyde Hanım hayata gözlerini yummuş. Genç Mustafa Kemal’in annesi ve kız kardeşi Makbule Hanım ile çektirdiği bu resim değerli bir anı olarak kalmıştı.

(L Ü T F E N CEV IR IN İzJ P

(8)

ATATÜRK, LATİFE HANIMLA EVLENİYOR

29 Ocak 1923 tarihi Atatürk’ün yaşamında yeni bir sayfa açıyor, büyiik kurtarıcı İzmir’in önde gelen ailelerinden Uşakizadeler’tn

kızı Latife Hanım’ia evleniyordu. Soldan sağa: Atatürk’ün baldızı Rukiye Hanım, Atatürk, kayınvalidesi Adviye Hanım, baldızı Vecihe Hanım, Kayınpederi Muammer Bey ve eşi Latife Hanım.

A

AİLE DOSTU İNÖNÜ İLE BİRLİKTE:

Latife Hanım’la Atatürk’ün sık görüştükleri aile dostlarının başında İsmet İnönü’nün ailesi geliyordu. Gazi ve eşi fırsat buldukça İsmet Paşa’nın evine ziyarete giderler ya da onları kabul ederlerdi.

KÜLTÜRLÜ, AYDIN BİR KADIN; LATİFE HANIM:

Kimdi Latife Hanım? Dünya basım büyük Türk’ün yaşamım paylaşan bu genç kadım merakla izliyordu. Latife Hanım

kültürlüydü, iyi yetişmişti, Atatürk’ün eşi olmaktan kıvanç duyuyordu.

(9)

TÜRKİYE’NİN İLK CUMHURBAŞKANI:

1923 yılının 29 Ekim’i... Cumhuriyet’ln ilân edildiği gün... Toplar atılıyor, halk büyük bir coşkuyla selamlıyor Cumhuriyet’!. Ve bu gençCumhurlyct’In ilk cumhurbaşkanını büyük kurtarıcı Atatürk’ü çılgınca alkışlıyor.

ATATÜRK İSTANBUL’DA KARŞILANIYOR

Yıl 1927. Günlerden 1 Temmuz. Atatürk Kurtuluş Savaşı’nın ardından ilk kez İstanbul’a geliyor. Muhteşem törenlerle karşılanıyor büyük önder. Melek kıyafeti giyinmiş genç kızlar selamlıyor onu.

ŞAPKA DEVRİMİ VE ATATÜRK

Kurtu luş Savaşı’nın ardından devrimler başladı. Fes kavuk kalktı, şapka aldı yerini. 24 Ağustos 1925’teld şapka devrimiyle birlikte ilk şapkayı Atatürk giyiyor, milletine burada da örnek oluyordu (l ü t f e n S A Y F A Y I ÇEVİR İNİZ

(10)

ATATÜRK DOLMABAHÇE SARAYI’NDA

O bir halk adamıydı. Saraylarda, gösterişte gözü yoktu. Ama Dolmabahçe Sarayı onun İstanbul’daki ikametgahı oldu. Gene de Atatürk sık sık dostlarına “ Beni buraya hapsettiniz” şeklinde sitemlerde bulunurdu.

HARF DEVRİMİ İÇİN ÇALIŞMALAR

Atatürk 1928’in 24 Ağustos’unda Türk dili ve yeni Türk harfleri hakkında fikirlerini almak üzere memleketin aydınlarını Dolmabahçe Sarayı’na davet etti. 3 Kasım 1928’de de Harf Devrimi’ni yaptı.

SARAY’D A YOĞUN ÇALIŞMA

Dolmabahçe Sarayı Atatürk’ün barıştaki karargâhı olmuştu adeta. Çalışmalarını burada sürdürüyor, saray her gün onunla görüşmeye gelenlerle dolup taşıyordu.

(11)

İRAN ŞAHI RIZA PEHLEVİ HAN'IN ZİYARETİ:

AmanuUah Han’dan sonra İran’ın Şehinşahı (ölen devrik Şah’ın babası) Atatürk’ü ziyaret etti. Büyük önder konuğunu ülkenin çeşitli yerlerine götürdü, onu muhteşem bir şekilde ağırladı.

BİR KRAL DAHA GELİYOR

Bir büyük savaşın ardından Atatürk’ü ziyarete gelen devlet adamlarının sayısı hayli kabarıktı. İşte İngiliz kralı Sekizinci Edward Atatürk’le birlikte Dolmabahçe Sarayı’nın deniz kapısında.

f L Ü TF E N S A Y F A Y I ÇEVİR İN İZ ATATÜRK VE Ü.K KONUK KRAL: 1928 vıhnda Türkiye'yi İlk kez bir kral ziyaret ediyordu. Afgan Kralı AmanuUah Han Atatürk’le birlikte acık bir otomobilde halkı selamlarken Türk ve Afgan bayrakları dalgalanıyordu her yanda. SAYFA: 11

(12)

EN ÇOK KÜREK SPORUNU SEVERDİ:

Atatürk yaz aylarında İstanbul Florya’da deniz kenarında dinlenmeye bayılırdı. Bol bol yüzer, çevresini saran halkla şakalaşır, sık sık sandala binip kürek çekerdi. Kürek onun en sevdiği spordu.

HALKIYLA İÇ İÇE:

Atatürk halkın sesini dinlemeye, büyük önem verirdi. Onların acılarına dertlerine ortak olmaya çalışır, çözüm bulmaya uğraşırdı. Halkm sevinci onun sevinci, derdi onun derdiydi.

ATATÜRK VE TÜRK KADINI:

Atatürk Türk kadınına sonsuz değer verirdi. Yarının evlatlarım yetiştirecek olan müstakbel anaların bilgili görgülü kültürlü olmalarını isterdi. İşte Atatürk ve onun çevresinde mutlulukla gülümseyen genç Türk kızlan.

(13)

ATATÜRK ÖĞRENCİLERLE:

Cehaletin korkunç bir karanlık olduğuna İnanan Atatürk köklü bir eğitimden yanaydı. Öğrencilerle konuşmak, onları aydınlatmak büyük öndere ayrı bir zerk verir, sık sık okulları ziyaret ederdi.

TAM BİR HALK ADAMI:

Atatürk her zaman, halk adamı olmakla övünilrdü. Bozkırından en uzak kentine kadar Anadolu’yu dolaşmak, bir çeşmeden su içmek, ona saraylarda bulamadığı zevki ve mutluluğu verirdi.

Atatürk kabına sığamayan, hareketli bir yaradılışa sahipti. Neşesini ve cesaretini asla kaybetmez, her zaman güçlü görünürdü. İşte onun neşeli bir anı, çocuklar gibi gülerek salıncakta sallanıyor. (Tutfensayfavi ÇEVİRİNİZ

(14)

I

SON GEZİLERİNDEN BİRİNDE:

Bir milleti kurtarmak, yeniden yaratmak... Bu insanüstü bir çalışmayı gerektiren bir uğraştı. Kuşkusuz fani bir beden buna isyan edecekti. YU 1938... Atatürk hastaydı ve ilerliyordu hastalığı. Ama o dinlenmek bilmiyor, yurt gezilerini sürdürüyordu.

ÖLÜME ALTI AY KALA:

iyice yıpranmış yorulmuştu Atatürk. Hastalığı yüzünden belliydi, zayıflamıştı, son zamanlarda sık sık burnu kanıyordu. Ama o ölümü düşünmek bile istemiyordu.

VE YAŞAMA ELVEDA:

10 Kasım 1938. Saat 9’u 5 geçiyor. Dolmabahçe Sarayı’ndaki yatağında yaşama veda etmiş, son kez gözlerini yummuş Atatürk.

| Koca bir millet ağlıyor, bir yas ki, bir acı ki, bitecek gibi d e p . | Analar a p y o r, bacılar ağlıyor, bir yara ki şifası mümkün değil.

(15)

BÜYÜK TÖREN VE SON GÖREV;

Dolmabahçe’den alınan Ata'nın azli naaşı trenle Ankara’ya götürüldü. Cenaze törenine tüm dünyadan temsilciler katılmış,

TUrkler’in bu tarifi imkânsız acısına ortak olmuşlardı. Daha sonra cenaze Etnografya Müzesi’ndeki geçici kabrine defnedildi. Anıtkabir’in yapımından sonra da 10 Kasım 1953*tc Rasattepe’deki bu ebedi istirahatgâhma nakledildi.

(16)
(17)

Anıtkabir yalnızca

Ata’mızm naaşınm

bulunduğu yer değil,

Türk milletinin

istiklâlini, hürriyetini

temsil eden yerdir.

Türkiye’nin kalbi!

Anıtkabir

Anıtkabir'in genel planı

A. Giriş, 1- istiklâl Kulesi, 2- Hürriyet Kulesi, 3- Kadınlar Grubu, 4- Erkekler Grubu, 5- Aile, 6- Hitit Aslanları, 7- Mehmetçik Kulesi, 8- Müdafaa! Hukuk Kulesi, 9- Zafer Kulesi, 10- Barış Kulesi, 11- 23-Nisan Kulesi, 12- Bayrak Direği, 13- Millî Mlsak Kulesi, 14- Müze, 15- İnkılâp Kulesi, 16- Cumhuriyet Kulesi, 17- Savunma savaşları kabartmaları, 18- Başkumandanlık Meydan Savaşı kabartmaları, 19- Kürsü, 20- Şeref Holü, 21- Lâhlt, 22- Kabul Salonu, 23- Büyük toplântı yeri, 24- Kolonatlar, 25- Anıtkabir Müdürlüğü, 26- Anıtkabîr Muhafız Bölüğü, 27- Kütüphane, 28- F.T .T . ve Büfe, 29- W .C ., B . Çıkış, * İnönü’nün lâhdi, • Gürsel ve devrim şehitleri. Projeyi Mimar Emin Onat ve Orhan Arda birlikte çizmişlerdi.. .

SAYFA: 18

Amtkabir-in ana girişinde bir meydan vardır. Burada biraz durup önünüzde yükselen merdivenlerden çıkmadan önce neler görebi­ leceğinizi düşünebilirsiniz. Küçük Nedim merdivenler­ den çıktığında önünde uza­ yan geniş bir yol gördü. “As­

lanlı Yol” denilen bu yoldan

ilerlemeden önce bi^an dur­ du. Sağında ve solunda bi­ rer kule duruyordu. Babası şöyle dedi Nedim’e:

-“Sağında gördüğün kule­ nin adı “İstiklal Kulesi”dir yavrum. Biliyorsun, Anıtka­ bir yalnızca Atamızın naaşı- nın bulunduğu yer değil. Türk milletinin istiklalini hürriyetini temsil eden yer­ dir.”

Nedim babasıyla birlikte, İstiklal Kulesi’ne girdi. Bu­ rada bir rölyef (kabartma) vardı. Ayakta duran ve elinde kılıç tutan bir genç kaya üze­ rinde duran bir kartala bakı­ yordu. Nedim’in babası gene konuştu:

“Bu genç, ordumuzu, or­ dumuzun gücünü kuvvetini simgeler.”

Baba-oğul buradan çıkıp, soldaki kuleye girmeden ön­ ce Nedim babasına kuledeki kabartmayı kimin yaptığını sordu: “Zühtü Müridoğlu”

(18)

ATAMIZ BURADA YATIYOR: SSB

bir anlamda Anıtkabir'de, Anıtkabir’in de işte bu nokta­ sında atar. Atayı son Istlrahatgfthında ziyaret edenler bu sade kabri görmezler. Üzerindeki taş lahtl görürler. Merasimler yukarıda yapılır. Ama Atamız işte burada toprağa verilmiştir.

cevabını aldı. Bu kuleye ne­ den “İstiklal Kulesi” adı ve­ rilmişti acaba? Nedim, biraz daha dikkatle bakınca şu sa­ tırları okudu:

“Bu millet istlklalslz ya­ şamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır. Ya İstiklal ya ölüm!” (1919)

Nedim bu sözü kimin söylediğini çok İyi biliyordu.

HÜRRİYET KULESİ

Nedim, soldaki kuleye gi­ rince hemen hemen aynı ol­ duğunu gördü. Duvarda ge­ ne bir kabartma vardı. Bir melek ve at görünüyordu bu kabartmada. Melek, sağ elinde bir kâğıt tutuyordu. Nedim babasına döndü. Genç adam gülümseyerek konuştu:

"Bu kabartma hürriyeti simgeler. Meleğin elindeki kâğıt hürriyet beyannamesi­ dir. Bak duvarda Ata’nın söz­ leri yazılı. Oku bakalım: “Bütün tarihi hayatımızca hürriyet ve İstiklalin timsali olmuş bir milletiz..”

Nedimle babası Hürriyet Kulesi’nden çıkar çıkmaz

“üçlü erkek heykel grubu”

İle karşılaştılar. Hürriyet Ku- lesl’nln tam önünde olan bu heykeller, rütbesiz asker, köylü ve aydın genç kompo­ zisyonundan oluşuyordu. Küçük Nedim, bunların ne olduğunu bakar bakmaz an­ lamıştı. Biri orduyu, diğeri köylüyü, üçüncüsü de aydın Türk gencini simgeliyordu. Nedim bunu, heykelin elin­ deki kitaptan anlamıştı. De­ rin biracı ifadesi vardı bu üç erkekte.. Nedim, “Ata’nın ölümüne üzülüyorlar besbel­ li” dedi içinden. Sonra da

bunların karşısına düşen üç kadın heykel grubunun yanı­ na gitti.

Bu grupta da üç kadın vardı. İkisinin ellerinde buğ­ day başaklarından kalın bir buket vardı. Diğeri göklere açık bir kap taşıyordu. Ne­ dim: “Sanki yağmur bekliyor

gibi” diye düşündü. Babası: “Bu iki heykel grubu da Hü­ seyin Özkan’ındır, ortada ağ? layan kadın, Ata için çekilen acıyı simgeler” dedi.

ASLANLI YOL

Nedim, şimdi yürüdüğü yolun, Anıtkabir’i her önemli günde ziyarete gelen devlet erkanının yürüdüğü yol oldu­ ğunu bilmiyordu. Ziyaretçi­ ler buradan yürürler. Bu yol 180 metre uzunluğundadır. İki yanında aslan heykelleri vardır. Tam 24 tane aslan heykeli. Küçük Nedim, “Ta­

rih kitabımızda bu aslanlar var. Hitit Aslanları” dedi, ba­

basına.. Travertenle döşeli

yolun İki yanı çiçekler ve ar­ dıçlarla süslüydü. Nedim içinde bir heyecan hissetti. Babasına baktı. Babasının yüzü şimdiye kadar görme­ diği bir anlamı taşıyordu.

Ve Nedim’in karşısına gene merdivenler çıktı.

BÜYÜK TOPLANTI MEYDANI

Merdivenleri ağır ağır çı­ kan Nedim, solda bir kule daha gördü. Bir kule de sağ tarafta vardı. Merdivenlerin iki yanındaki bu kuleler bir­ birlerine bakar gibiydiler.

Nedim'in dikkatini çıplak bir genç kabartması çekti. Yiğit bir delikanlıydı bu. Bir elinde yere dayadığı bir kılıç vardı, önünde bir küçük ağaç duruyordu. Nedim so­ ran gözlerle babasına baktı:

“Yurdumuzu İşgal eden düşmana “dur” deyişimizi temsil eder bu kabartma. Nusret Suman yapmış. Bu ağaç yurdumuzu temsil edi­ yor.”

Nedim duvarda şu sözleri okudu:

“Tarih, bir milletin kanını, hakkını, varlığını hiç bir za­ man İnkar edemez.” (1923)

MEHMETÇİK KULESİ

Nedim ve babası merdi­ venlerin sağındaki kuleye girdiler. Ancak içerde Nedim herhangi bir kabartmaya

rastlayamadı. Gene dışarı çıktı. Burada kulenin dış du­ varında, bir kadın ve bir Türk askeri eleleydller. Nedim

“Asker, karısına veda edip

savaşa gidiyor” diye düşün­ dükten sonra gene içeri gir­ di. Nedim, doğru düşünü­ yordu. Zühtü Müridoğlu’nun bu eserinin anlamı buydu. Kulenin İçinde Ata’nın şu sözleri yazıyordu:

“Bu milletin evlatlannın fedekarlıkları, kahramanlık­ ları için vahidi kıyasi bulun­ maz..”

Nedim babasına: “Vahidi

kıyasi” ne demek? diye sor­

du. Babası gülümsedi ve şöyle dedi:

“Atatürk her zaman Türk dilinin arılaştırılması, özleş­ tirilmesi için çalıştı. Ancak o zaman başkaları anlasın diye eski kelimeleri de kullanma­ ya mecburdu. Vahidi kıyas! tek örnek demektir. Yani Atatürk diyor ki: “Dünyada başka bir örnek bulamazsı­ nız..”

Nedim sevindi.

ZAFER KULESİ

Nedim, solda Ata’mn kabrini gördü. Ancak babası onu sağ tarafa götürdü, “ön­

ce kuleleri bitirelim, sonra kabre gideriz” dedi. Nedim

bunu uygun buldu. Böylece biraz önce çıktıkları Meh­ metçik Kulesi’nden sağa doğru yürüyüp İçinde bir top

arabası bulunan Zafer Kule- si’ne girdiler.

BARIŞ KULESİ Zafer Kulesi’nden çıkan baba oğul, sola döndüler. Tam karşılarında bir kule du­ ruyordu. Oraya gitmek için sütunlu güzel bir yoldan ge­ çeceklerdi. Nedim bu yolu da çok sevdi. Heyecanla yü­ rüdüler. Nedim babasının bir ara kendisini durdurmaya çalışmasına aldırmadan doğ­ ru karşısındaki kuleye girdi. Burası Barış Kulesi’ydl. İçer­ de iki otömobil duruyordu. Duvardaki yazılara göre bu otomobiller Ata'nın 1935- 1938 yılları arasında bindiği arabalardı. Soldaki duvarda bir kabartma vardı. Çiftçiler tarlada çalışıyor, onların üzerine bir asker kılıcını uza­ tarak koruyordu. Kabartma barışı simgeliyordu. Ka­ bartma Nusret Suman’a aitti. Nedim’in gözü şu söze ilişti:

“Yurtta sulh > cihanda sulh..”

İNÖNÜ’NÜN MEZARI

Kuleden çıktıktan sonra babası Nedim'e: “biraz geri

dönsek” dedi. Nedim bir an

önce daha ileri gitmek i s t i r

yordu, ama gene de babası­ na “Neden” diye sordu.

( L Ü T F EN S A Y F A Y I Ç E V IR IN İzj ^ T

(19)

solda bir üçlü heykel grubu Türk aydınını, Türk halkını re Türk ordusunu temsil ediyor: Bir asker, bir köylü »e bir H taç tutan erkek heykeli. Bunlar da son derece ciddi bir hava içinde Büyük Ata'nın eserlerini devam ettirmeye çalınanları simgeliyorlar.

ATATÜR K ’ E AĞLAYAN KADINLAR:

Anıtkabir'e giriş kapısından Şeref holünün önündeki meydana giden uzun yolun başlangıcında sağda üçlü bir heykel grubu var. Bu heykeller Atatürk'ün ölümünden dolayı Türk kadınlarının duydukları derin acıyı dile getiriyor.

“ İnönü’nün kabrini gör­ mek İstemez misin?”

Nedim Ata’nın en büyük silah arkadaşına saygı ve sevgi duyuyordu. Biraz önce geçtikleri sütunlu yolun tam ortasına geldiler. İnönü’nün mezarı buradaydı.

23 NİSAN KULESİ Nedim’le babası gene Ba­ rış Kulesi’nin önüne geldiler. Buradan sola döndüler. Anıtkabir’in büyük meydanı­ nı çevreleyen kuleler arasın­ da daha görmedikleri vardı. Sola doğru yürüdüler. Bir kule, daha sonra merdiven­ ler ve bayrak direğini gördü­ ler. Kuleye girdiler. Buranın adı “ 23 Nisan Kulesi” ydi. Nedim bu adı duyunca kule­ yi daha çok sevdi. Elinde anahtar tutan bir kadın ka­ bartması, Millet Meclisi’nin açılışını simgeliyordu.

Küçük Nedim ve babas- izledikleri yolun üzerinde görkemli bir bayrak direği gördüler. Çok yüksek olan direğin tepesinde Türk Bay­ rağı dalgalanıyordu.

MİSAK-I MİLLİ KULESİ Nedim ve babası merdi­ venleri geçtiler. Gene.bir ku­ le vardı önlerinde. Misak-ı M illi Kulesi (M illi And Kule­ si) adındaki bu kulede bir kabartma vardı. Bir kılıcın kabzası üzerinde birleşmiş bir kaç el birbirlerine âdeta kenetlenmişlerdi.

Bu kuleden çıkan Nedim, hemen yanındaki Atatürk müzesine girdi ve Ata’nın resimleriyle eşyalarını sey­ retti. Sonra müzeden çıktı. Tam köşede bir başka kule vardı. Adı inkılap Kulesi’- ydi.

Şimdiye dek sürekli çev­ rede dolaşan Nedim, büyük meydana şöyle bir baktı. Geniş onbinlerce kişiyi ala­ cak kadar büyüktü meydan. Babasıyla birlikte meydanın ortasına doğru yürüdü ve yü­ zünü Ata’nın mozolesine döndü. Şimdi Ata’nın lah- dinin bulunduğu mozole tam karşısındaydı. Mozoleye çı­ kan merdivenlerin iki yanın­ da, kulelerde gördüklerinden daha büyük ve ilginç kabart­ malar gözüne ilişti.

Merdivenin sağındaki ka­ bartmaya bakmaya da sağ­ dan başladı Nedim. En sağ­ da bir genç, iki at bir kadın ve bir erkek vardı. Onların önünde çamura batmış bir araba, çabalayan atlar, bir erkek ve bir kadın duruyor­ du. Ortada ayakta genç bir yiğit vardı. Yiğide bir kılıç sunan, diz çökmüş kadın umutluydu. Daha solda, yere SAYFA: 20

oturmuş iki kadın ve bir ço­ cukla, üzerlerinden uçarak geçen bir zafer meleği çizil­ mişti. Bu melek, Mustafa Kemal Paşa’ya çelenk sunu­ yordu.

Nedim gene babasına soran gözlerle baktı:

“Bu kabartmayı Ilhan Ku­ man yaptı oğlum. Sakarya Meydan Savaşı bizim kaderi­ mizi çizen büyük bir savaştı.

Bunu anlatır. Bu kabartmada direnme gücümüzü, İnsanı­ mızı, Ata’yı hepblrtlkte bula­ bilirsin. Savaşta çektiğimiz acılan ve sonundaki zafer sevincimizi de..”

Nedim bu kez merdiven­ lerin soluna geçti. Burada ki kabartma şöyle idi:

En solda, bir köylü kadın, bir erkek çocuk ve bir at vardı. Sonra Atatürk.bir me­

lek ve iki at görünüyordu. Daha sonra vurulup düşen bir erin elindeki bayrağı kav­ rayan bir başka er, bir elinde kalkan bir elinde kılıç olan asker, önde elinde Türk bayrağı taşıyan zafer meleği: “ Oğlum, bu kabartma Zühtü Müridoğlu’nundur. Tümüyle bizi milletçe göste­ rir ve beraberliğimizi anla­ t ı r ”

Nedim merdivenlerden çıkmadan son olarak. Cum­ huriyet Kulesi’ne girdi. Kule, başkomutanlık kabartması­ nın hemen yanındaydı ve In- kilap Kulesi’nin simetriğiydi. Ancak bu kulede kabartma göremedi. Nedim, bu konu­ nun gene başarılı canlandırı- lamadığını anladı. Çıktı ve mozolenin merdivenlerini tır­ manmaya başladı. Her adımda biraz daha heyecan­ lanıyordu. Tam merdivenle­ rin ortasında bir mermer kürsü gördü. Özerindeki ya­ zıyı okudu:

“ Hâkimiyet kayıtsız,şart­ sız milletindir.-.”

Bir düzlüğe geldiler. Şimdi kabir tam karşısın­ daydı. Bir kaç adım attı. Şe­ ref holüne giren sütunların arasından geçti. Şeref holü, Ata’nın naaşım saklıyordu. Sütunlar önde sekiz, yanlar­ da 14’er taneydi ve 20’şer metre yüksekliğlndeydiler. Sütunların arasından geçin­ ce lahdi gördü. İçerisi hiç de karanlık değildi. Her yandan ışık sızıyordu.

Nedim solunda Ata’nın gençliğe hitabım, sağında Ata’nın Onuncu Yıl Nutku’nu göremedi. Ama onları sanki Ata’nın sesinden dinler gi­ biydi. İşte Ata karşısındaydı. Tek parça mermer onu sak­ lıyor, arkasındaki büyük pencereden sızan ışık büs­ bütün görkemli hale getiri­ yordu.

Oysa Atatürk, küçük Ne­ dim’in göremediği bir yer­ deydi. Şeref holünün alt ka­ tında, tam mermer lahdin 7 metre altına düşen basit bir mezarda yatıyordu. Küçük Nedim bunu bilmiyordu ki..

O şimdi lahdin çevresin­ deki büyük salonun içinde Ata’ya saygısını sunan küçük bir çocuktu. 8aşım kaldırmak aklına gelmediği için tavandaki halı m otifli mozayikleri de göremedi. Neler düşünüyordu, kimse bilemezdi.

Babasının sö zle riyle kendine geldi:

-“Ata, o lahdin içinde de­ ğil oğlum. Altında bir başka mezarda yatıyor.”

Bu kez babasına daha bir kararlı döndü Nedim:

-“Hayır baba.. O benim kalbimde yatıyor..”

(20)

O'nun

için ne

dediler^.

1

938 yılının 10 Kasım sabahı koca bir

millet, tüm Türk ulusu ağlıyordu. Onu

yitirmenin acısını içinde duyan, yalnız bizler-

değildik. Tüm dünya, hatta onunla savaşan

ona yenilen kumandanlar bile, böylesine yüce

bir insanın kaybı karşısında.yas içindeydi,

işte dünya basını ve ünlü devlet adamları 10-

Kasım’ın hemen ardından ve bu acı yılı izleyen

ölüm yıldönümlerinde büyük Atatürk için şöyle

dediler:

Büyük örnek...

“Tunus ulusu bugün, yüzyıllık bağlarla bağlı bu­ lunduğu kardeş ve soylu Türk ulusu ile, Mustafa Ke­ mal’in unutulmaz anısını canlandırmak ve saygıyla an­ mak üzere hürmetkâr bir dü­ şünce içinde birleşmektedir.

Ulusumuz, Gazi’nin öl­ mez eseri için en büyük hay­ ranlığı O'nun şahsında, sa­ vaş meydanlarında, büyük asker olduğunu saptadıktan sonra, herşeyin tamamen kaybolduğu zannedildiği bir anda, ulusundan ümidini kesmeyi ve yenilgiyi kabul etmeyi şiddetle reddeden Tanrı’nın seçtiği büyük insa­ nı ulutuyoruz. O, günleri bir­ leştirmeyi, kırılmış cesaret­ leri yükseltmeyi bilmiş ve ta­ lihi zorlayarak, m illi ülkenin bütünlüğünü tekrar kurmuş ve memleketinin bağımsızlık ve egemenliğini kazanmasını başarmıştır. Atatürk böylece ölümü esirliğe tercih eden bir ulusun neler yapabilece­ ğini hayretler içinde bulunan dünyaya göstermiştir. Bu ör­ nek unutulmayacaktır.

Biz memleketin egemen­ liğinin mimarı olarak Ata­ türk’ün şahsında, parçalan­ mak, yolunda olan bir impa­ ratorluğun yıkıntısı üstünde ilerlemeye yönelmiş, etkili ve modern bir devlet kurmuş devrimciye hayranlık duy­ maktayız.

O’nun ölmez eseri, ege­ menliklerini elde etmiş ulus­ ların kaderlerine hükmeden­

ler için ışıklı bir örnek ve bir ilham kaynağı olarak

kala-r a k t ı kala-r ” HabibBURGİBA (Tunus Cumhurbaşkanı, 10 Kasım 1963)

Büyükönder

“Türk ulusunun özgürlük ve Türkiye’nin ulusal kalkın­ ması için çetin mücadelelere adı karışan Kemal Atatürk’ü memleketimiz çok iyi tanır.

Atatürk Türk ulusunu, kışkırtıcı kuvvetlere, emper­ yalistlere ve silah zoru İle ulusu ezerek memleketi bü­ yük devletlerin bir sömürge­ si haline getirmek isteyen gerici kuvvetlere karşı sava­ şa girmesi için uyandırmış­ tır. Yakın ve Ortadoğu'da ilk cumhuriyet, doğuşunu O’na borçludur. Bu cumhuriyet, bir çok ulusun ulusal özgür­ lük hareketlerine ışık tut­ muştur. Atatürk’ün kutsal saydığı emperyalizmle sava­

şını, yalnız Türk ulusu değil diğer Doğu ülkeleri de tak­ dirle karşılıyordu.

Türkiye’nin yüzyıllık geri­ liğinden kurtulması için Ata­ türk pek çok şey yapmıştır. Gerçekleştirdiği reformlar memleketin ekonomik haya­ tının, sinaî ve tarımsal kal­ kınmanın hızla ilerlemesini hedef tutmuştu. Atatürk yönetimi zamanında Türki­ ye’nin uluslararası otoritesi yükselmiş ve memleket dün­ ya siyasetinde önemli rol oy­ namaya başlamıştır."

N.S. KRUŞÇEFF

(Sovyetler Birliği Başkanı 10 Kasım 1963)

Norveç:

Türkiye iyileşti...

“ Atatürk, tarihte memle­ ketinin en büyük adamların­ dan biri olarak kalacaktır. Türkiye iyileşmiştir ve yeni­ den kuvvetlenmiş olarak Ata­ türk’ün eserine devam etmek hususunda en uygun olanak­ lara sahiptir.”

Le Morgen Bladet Gaz.

(Oslo, 12 Kasım 1938)

İtalya:

Büyük İslahatçı

“ Çökmüş bir ülkeye geç­ mişinin tarihi değerlerini ge­ ri veren Atatürk olmuştur. Yalnız bu iş bile, Atatürk adının modern zamanların en cüretli İslahatçıları arası­ na kaydedilmesi için kafi­ dir.”

Messagero Gazetesi

(Roma 12 Kasım 1938)

Örnek insan...

“ Kemal Atatürk, yalnız bu yüzyılın en büyük adamla­ rından biri değildir. Biz Pa­ kistan’da O’nu, gelmiş geç­ miş bütün çağların en büyük adamlarından biri olarak gö­ rüyoruz. Askeri, bir deha, doğuştan bir lider ve büyük bir yurtsever olan Kemal Atatürk, memleketinizi yeni­ den büyüklük yoluna koydu. O, yalnız sizin ulusunuzun sevgili lideri değildi. Dünya­ daki bütün Müslümanlar gözlerini, sevgi ve hayranlık hisleriyle O’na çevirmişlerdi. O, Müslüman dünyasında yeniden siyasi uyanış yö­ nünde ileriye doğru cesur bir adım atan bir avuç insandan biriydi. Sizin hislerinizi pay­ laşır ve büyük kurucusunun ölümsüz anısına ulusunuzun gösterdiği sevgi ve saygı hislerine katılmak isteriz.”

Eyüp HAN (Pakistan Cumhurbaşkanı, 10 Kasım 1938)

(l ü t f e n S A Y F A Y I CE V IR IN IZ ^ ^

(21)

Cesur lider...

“ Çağımızda, uzak görüşlü cesur siyasi sosyal ve eko­ nomik reformlarla Türkiye’yi bugünkü modern cumhuriyet haiine getiren Kemal Ata­ türk’tür, Aynı zamanda bu­ gün Türkiye'nin Avrupa Or­ tak Pazarı’na girebilecek dü­ zeye gelmesini sağlayan mo­ dern ekonominin temelini hazırlayan da yine O’dur. Atatürk, kişiliğiyle, sorumlu­ luk duygusu ve medeni ce­ saretiyle örnek olmuştur. Bu

meziyetlerin, vatandaşları­ nızın bir çoğunda da var ol­ duğunu gözlemiş bulunuyo­ rum. Atatürk ve arkadaşları, Türkiye Cumhuriyeti'nin ku- rulaşundan bugüne kadar elde ettiği itibarın temelini atmışlardır.

Kemal Atatürk’ün dediği gibi, Türk ulusu durmadan ve korkmadan uygarlık yo­ lunda İlerlemeye hazır ve ka­ rarlıdır. Ben de bu ilerleme­ nin ekonomik kuvvet ve zen­ ginlik alanında da aynen gözlendiğini eklemek iste­ rim."

LUNS

(Hollanda Dışişleri Bakanı 10 Kasım 1963)

Ira k :

Unutulmayacak...

“ General Mustafa Kemal’­ in Atatürk adı ile adlandırıl­ ması, kendisinin Osmanlı Imparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’nı kaybetme­ sinden sonra Türk Devleti'- nin onurunu kurtarmak ama­ cıyla atılmış olduğu cür’et- kar savaştan sonra yeni Tür­ kiye'nin kalkınmasının Ata’sı olduğunu gösterir.

Yirminci yüzyıl tarihinin Atatürk’ün şahsına önem vermesi kadar doğal bir şey olamaz, zira Atatürk, ulusu­ nun yenilgisini zafere, çökü­ şünü yükselmeye, gerileme­ sini İlerlemeye çevirmek yo­ lunda yurt görevinin kendile­ rine yüklemiş olduğu ödev- SAYFA: 22

leri yerine getirmek için, du­ rumu memleketleri lehine çevirmeye hazır bulunan ce­ sur subayların canlı bir ör­ neğidir.

Modern Türkiye’nin doğu­ lu olmaktan fazla batılışma- sına kararlı bulunması her ne kadar Atatürk'ün iş prog­ ramının en belirli niteliğini meydana getiriyorsa da, memleketini yüzyılın gerek­ leriyle bağdaşaçak siyasal bir düzene kavuşturmak, ekonomik, sosyal ve kültürel yönlerden kalkındırmak uğ­ runda Atatürk’ün sarfetmiş olduğu çabaların değeri İn­ kar kabul etmez bir gerçek­ tir.”

Abdiisselâm ARİF

(Irak Cumhurbaşkanı

Tarihi değiştirdi...

“ Bütün dünyayı baştan­ başa sarsan bu büyük ölü­ nün hayatını tasvire imkan yoktur. Atatürk, dünyanın çok nadir yetiştirdiği dahi­ lerdendir. O, bütün bir tari­ hin seyrini değiştirmiştir. Dünyanın en şerefli diktatö­ rü önünde saygı ile eğilir ve eşsiz bir acıya uğrayan Türk ulusuna derin başsağlığı di­ leklerimizi sunarız.” Ennehar Gazetesi (Beyrut - 1938)

ileri görüşlü

“ Kemal Atatürk’ün ölü­ münün 25. yıldönümünü anma törenine katılabilmek­ ten şeref duymaktayım. Ata­ türk bu yüzyılın büyük in­ sanlarından birinin tarihi ba­ şarılarını, Türk halkına İlham veren liderliğini modem dün­ yanın ileri görüşlü anlayışı­ nı ve bir askeri lider olarak kudret ve yüksek cesaretini hatırlatmaktadır..

Çöküntü halinde bulunan bir imparatorluktan özgür Türkiye'nin doğması, yeni Türkiye'nin özgürlük ve ba­ ğımsızlığını şerefli bir şekil­

de ilan ve o zamandanberi koruması, Atatürk’ün ve Türk halkının işidir. Şüphesiz ki, Türkiye Cumhuriyeti'nin do­ ğuşu ve o zamandan beri Atatürk’ün, Türkiye’de giriş­ tiği derin ve geniş devrimler kadar bir kitlenin kendisine olan güvenini daha başarı ile gösteren bir örnek yoktur."

John. F.Kennedy (A.B.D. Başkanı 10 Kasım 1963)

Sadık dost...

” ... Büyük Atatürk’ün ölü­ münün 25. yıldönümü müna­ sebetiyle Fransız ulusunun Türk ulusuna karşı duymakta olduğu sadık dostluk hisleri­ ne tercüman olmak isterim.

Türkiye tarihi; bugün, her zamandan çok Batı ve Avru­ pa tarihinden ayrılmaz bir haldedir. Ve Atatürk’ün bu yöndeki gayretleri sonuçsuz kalmamıştır.

Memleketlerimiz arasın­ daki yüzyılları aşan dostluk bu gelişmenin temel öğele­ rinden biridir.”

Charles De GAULLE

(Fransa Devlet Başkanı 10 Kasım 1963)

Cemal Gürsel’e yazdığı mektuptan:

İngiltere:

Türklerin Atası...

“ Mustafa Kemal Atatürk’­ ün ölümünün 25. yıldönümü dolayısıyle anasını saygıyla anarım.

Atatürk’ün adı bizce he­ men hemen 50 yıl önce par­ lak bir Türk askeri kumanda­ nı olarak biliniyordu. Barışı takiben O’na büyük ulusal li­ derler arasında tarihteki sü­ rekli yerini kazandıran dev­ letçilik nitelikleriyle Ata­ türk’ü tanıdık.

Bugün, Türkiye Batı bağ­ laşması içinde İngiltere ile ortaklık yapmaktadır. Ingilte­ re ve Türkiye aynı genel po­ litikayı uygulamakta ve çe­ şitli alanlarda fayda sağla­ yan İşbirliğinde bulunmak­ tadırlar. Mutlu işbirliği; bü­ yük anlamda Atatürk’ün ça­ lışmalarının neticesidir.

Atatürk’ün 25. yıldönü münde, O’nu kahraman as ker olarak saygı İle anar, modern Türkiye'nin Atası’nı devlet adamı Atatürk’ü takdir ve şükranla anarız.”

Sir A.Douglas HUME

(Ingiltere Başbakanı 10 Kasım 1963)

Batı Alm anya:

Diplom atik deha...

“ Bütün dünya 10 Kasım­ da biz Almanların da dostluk ve saygı İle bağlı olduğumuz bir insanın hayatını ve eser­ lerini takdirle anmaktadır. Atatürk bir asker olarak amansız ve hatta bazı anla­ rında ümitsiz gözüken bir mücadeleden muzaffer çık­ mış ve sonra da devlet so­ rumluluğunu üzerine almış­ tır. 29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanı, onun diplomatik dehasının bir eseridir. Türk devletinin de­ mokratik gelişmesini engel­ leyen, maziden kalma bazı gelenek, örf ve adetlerin de­ ğiştirilmesi veya kaldırılması gerekiyordu. O cesurâne ve azimkârane ideallere sahipti yılmak bilmeyen bir yaratıcı­ lıkla eserlerini gerçekleştir­ meye başladı.. Atatürk Al­ manlarla geleneksel, yürek­ ten ve karşılıklı güvene da­ yanan ilişkiler kurmuş ve sürdürmüştür.”

Ludwig ERHARD

(Batı Almanya C. Başkanı 10 Kasım 1963)

Büyük yas..

“ Kahraman ve soylu Türk ulusunun uğramış olduğu derin yas, bugün en yüksek haddini bulmuştur. Zira Türk ulusu, bugün en şerefli ve en yaraşıklı evladını sonsuz konutuna götürmek zorunda bulunmaktadır. Güzel An­ kara şehri, bugün ızdırap ve­ rici inlemeler ülkesi haline gelmiştir. Bütün Türk ulusu durmaksızın en ateşli dilek­ lerinin konusu, en güçlü II- hamiarının kaynağı olmuş olan Şefinden ayrılmaya bir türlü karar veremediğinden en acı sıkıntılar içinde bulu­ nuyor. Atatürk, yalnız kahra­ man ulusunun büyük bir Şefi olmakla kalmamıştır. O aynı zamanda İnsanlığın da en büyük evladı olmuştur.

Atatürk cenaze törenine katılan ve milyonlarca insanı temsil eden heyetlerin görevi tamiri kabil olmayan bu ka­ yıptan dolayı elem ve keder­ lere tercüman olmaktır.”

İran Gazetesi

(22)

Ceket...

"... Atatürk 19 Mayıs’ta İstanbul’a gitmiş, Savarona yatında kalıyordu. Rahatsız­ dı. Saraydan telefon etmiş­ ler, Atatürk mümkünse o ak­ şam (5 Mayıs 1938) değilse, ertesi gün mutlaka İstan­ bul’a gitmekliğimi emir bu- yuruyorlarmış. Vakit dar, va­ ziyet sıkışık olmakla beraber Meclis Başkanı ve Başbakan derhal dönmek emriyle İs­ tanbul’a gitmeme müsaade ettiler. Gittim. Atatürk, beni Dolmabahçe önünde demirli Savarona’da açık salonda hiçbir ev sahibinde görülme­ yen o eşsiz nezaket ve sami­ miyetle kabul etti. Ben onu, yatak odası dışında hiçbir vakit gecelikle görmemiştim. O gün, entari gecelikliydi. Devetüyü renglndeki pardö- süsü de üzerindeydi. Mec- lis’teki kanunlar işi ve Hatay

A nılarda

hakkında tafsilat aldıktan sonra: “ Gel sana kamaramı göstereyim,” diye ayağa , kalktı. Gözleri, yine mavi; zekalı ve manalıydı. Bakışla­ rı yine canayakın ve okşayı­ cıydı. Fakat çehresi süzük ve solgun hali üzüntülü ve yor­ gundu.

Elbisemi değiştirmeye vakit bulamamıştım. Arkam­ da Ankara Tiftik Kurumu’nun dokuttuğu açık lacivert ve yazlık sof ceket vardı. Ata­ türk, dikkatle baktı: “ Ne gü­ zel ceket,” dedi, o benim el­ biselerimi beğenmek iltifa­ tında bulunurdu. Hatta kol­ ları biraz kısa gelmekle bera­ ber pek beğendiği palto ve pardösümü almış ve giymiş­ ti. Arkasındaki de benden al­ dığı Jeagu pardesüydü. Onun da bana verdiği ve giydiğim elbiseleri vardı.

Ben derhal çeketimi çı­ kardım. “ Buyurun, güle güle giyiniz ben başkasını yaptı­ rırım," dedim. Üstünden par- dösüsünü aldılar. Ceketi giy­ di ama, ilikleyemedi. Bana baktı. Ben o gözlerde hidde­ tin şimşeklerini, sevginin ışıklarım, kızgınlığın gölgele­ rini, merhamet ve şefkatin yaşlarını çok görmüştüm.

Fakat o andaki bakışla­ rında, gizlemek istediği ve- karlı tesirin hüzün ve elemi­ ni asla unutmayacağım. Sü­ kunla ve tabii şeşiyle: “ Sen farkına varmadın, ben de unuttum. Bu karınla bu ce­ ket giyilir mi? Karnımda asim varmış, ne olacak

bll-A

TATÜRK’

ü

yakından görmek, onunla

konuşabilmiş olmak ne büyük

mutluluktur. Yakın çevresinde pek çok kişi

komutanlar, sanatçılar, yazarlar, devlet

adamları, yabancı konuklar, O’nunla birlikte

geçen unutulmaz anları, anılarında

ölümsüzleştirmişler, yazıların da kitaplarında

tarihe armağan etmişlerdir. Şimdi büyük

Atatürk’le ilgili bu değerli anılardan birkaçını

sunuyoruz:

mem," dedi. Halbuki onun hekimlerden ayrı ayrı tafsilat aldığını, ansiklopedik ve tıp mecmualarının cirrhose fa­ sıllarını okuduğunu ve ken­ disinin hastalığının mahiyeti ve neticesini pek de iyi gör­ mediğini biliyorduk. Fakat o da biz de bilmemezlikten geliyorduk. Atatürk hiçbir vakit, hiçbir kimseye hasta­ lığının vehametinden, ümit­ sizliğinden, oımeK ihtima­ linden bahsetmemiştir. O, ölmekten korktuğunu gös­ termekten fazla korkardı, “ ölm ek istemek bir cesaret değil, ama ölümden kork­ mak ahmaklıktır!” derdi.

• • •

'

' ...

— £

KILIÇ A L İ ^ ^

Karnıyarık ve

kurufasulye...

Atatürk'ün itina ederek yemek seçmesi ve yahut da şu veya bu yemeği isterim

diyerek yemek ısmarlaması vaki değildi. Sofraya ne cins yemek gelirse onu yerler, sofradaki çeşitli mezelerden yalnız çok sevdikleri kavrul­ muş leblebiyi tercih ederlerdi. Yemeklerden ise omlet, patlıcan, karnıyarık, “ yağlı fasulye” diye isimlendirdik­ leri bildiğimiz kurufasulye başlıca sevdikleri yemekler­ dendi. Patlıcan^karnıyarık ile pilavı birbirine karıştırıp ye­ mekten çok lezzet duyarlar­ dı.

Gece yarısından sonra veya gündüzün herhangi bir saatinde karınları acıktığı za­ man ilk hatırlarına gelen yemek omlet olurdu. Gece yarısı kalkıp bizzat mutfağa giderek orada oturup aşçıya omlet yaptırıp yedikleri çok olmuştur.

(Atatürk’ün Hususiyetleri 1955, S.89)

Sevdiği şarkılar...

Kendilerinin sevdikleri bazı şarkılar vardı ki onları bizzat ve büyük neşe ile söy­ lerlerdi. Alaturka sazı peş­ revinden başlayarak saz se­ maisine kadar bütün kaide­ leriyle dinlemeye tahammül edemezlerdi. Yarı yerde faslı kestirir, aynı makamdan

( L Ü T F E N S A Y F A Y I C E V I R I N I Z ^ T

ŞÜKRÜ KAYA

(23)

olsun olmasın, kendi sevdiği şarkılara başlattırırdı. Ata­ türk’ün sevdiği başlıca şarkı­ lar şunlardı:

Cana rakibi handan edersin. Kaçma mecburundan ey

ahu- i vahşi ülfet et. Habgâh-ı yare girdim arz için ahvalimi, Bi perişan halin gördüm unuttum halimi, Mani oluyor halimi takrire hicabım, Sevdik'eri ve bizzat söyle­ dikleri türküler de vardır. On­ lar da şunlardır:

Varaar ovası, vardar ovası Manastırın ortasında var bir havuz, canım havuz, Pencere açıldı Bilal oğlan piştov patladı, Ellerini yüzlerine koyarak yine bizzat söyledikleri ve mütehassis oldukları iki tane de gazel vardı:

Canımı canan eğer isterse minnet canıma, Can nedir ki anı kurban etmeyim cananıma. (Atatürk’ün Hususiyetleri,

1955 S.87) • • •

Müstesna sima...

Mustafa Kemal Paşa sivil giyinmiş, orta boylu, zayıf ve sarışın bir zattır. Gazete­ lerde gördüğünüz resimler­ den hiç birine benzemiyor. Kendisi bu resimlerin hep­ sinden daha sevimli, daha canlı, daha müstesna bir si­ madır. Yüzü renk ve hutut itibariyle bir tunç parçası üzerine oyulmuş bir eski ma­ dalyonu andırır. Elmacık ke­ mikleri çıkık ağız kemikleri, kuvvetli ve alnı şerttir. Bu yüzün hey'et-i umumiyesin- de (genel görünüşünde) çok zahmet görmüş, çok uğraş­ mış, çok düşünmüş kimse­ lerin çehresindeki ifade var; fakat hiçbir yorgunluk ema­ resi (izi) gözükmemek şartiy- !e.. Kısık ve sıcak bir sesle konuşuyor, mavi gözlen muammalı nazarlarla bakıyor vücudunun kımıldanışları genç bir parsın kımtfdamşla-SAYFA: 24

rı gibi sevimli, munis bir tarzda haşin ve çaiaktır (çe­ viktir). (1921) (Ergenekon, c. I. 1929) • • • ENVER BEYHAN ŞAPOLYO

"Ondan büyük

kumandan

bulamıyorum"

Mahmut Şevket Paşa’mn katlinden sonra Enver Paşa Harbiye Nazırı olmuştu. Kendisi İttihad ve Terakki Umumi Merkezi’nden de ay­ rılıyordu. Bu esnada doktor Nazım Enver Paşa’ya:

-Bu vaziyet böyle devam ederse sizi de belki vururlar bari şimdiden bir halef tayin et.

dedi.

Enver Paşa cevap verdi. -Mustafa Kemal.

Halbuki Enver Paşa ile Mustafa Kemal’in arası açık­ tı.

Atatürk’ün Umumi Harpte Yıldırım Orduları Kumandan­ lığına tayin edildiğini duyan doktor Nazım, Enver Paşa’ya şöyle dedi:

-Mustafa Kemal’i bu or­ duya gönderme, başımıza bela olur.

Enver Paşa omuzlarını silkti:

-Ondan büyük kumandan bulamıyorum.

• • •

Rıza Ruşen YÜCER

Laiklik...

Atatürk Florya’dan Çek- mece’ye doğru bir yaya yürü­ yüşünde, bir ağaç altında dinlenen ihtiyar bir adama rastladı. Adam hürmetle ayağa kalktı, Ata’yı selamla­ dı.

Atatürk sordu: -Beni tanır mısın?

-Tanımaz olur muyum, evimde resmin bile var..

Atatürk memnun olmuş­ tu. Konuşmaya başladılar, ihtiyar:

-Bir işine aklım ermedi, dedi. Cumhuriyetçiliği, inkı­ lapçılığı, m illiyetçiliği, halk­ çılığı, hatta devletçiliği anlı­ yorum ama şu, “ laikliği” pek kavrayamadım. Neden her şeyi birden bozdun?

Ata:

-Bunu sana bir hikaye ile anlatayım, dedi. Amribnll-As Mısır’ı fethettiği zaman, Ha­ life Ömer’e bir mektup yaz­ mış: “ Burada birçok kütüp­ haneler, içlerinde de bir sürü kitaplar var. Buniarı yakayım mı, yoksa bırakayım mı?..” Ömer cevap vermiş: “ Kitap­

ları tetkik et, eğer faydasız şeylerse, yak! Yok, eğer fay­ dalı şeylerse, yine yak! Çün­ kü, halk, o kitaptan okuduk­ ça onlara uymaktan vazgeç­ meyecekler, eskiyi unutma­ yacaklar ve bize -yani yeni­ ye, yeniliğe- daima düşman olacaklardır.

Hikayeyi anlatan Ata, ih­ tiyara sordu:

-Şimdi sana laikliğin ne olduğunu izah edeyim mi?

ihtiyar, derin bir sezgi ve sağduyu ile cevap verdi:

-istemez Paşam, dedi, hepsini anladım!

• • •

Faiih Rıfkı ATAY,

Florya'da

Atatürk’ün İstanbul bahti­ yarlıklarından biri Florya’yı keşfetmesi olmuştur. Birkaç gidip gelmeden sonra plajı canlandırmaya karar verdi. Deniz köşkü, alaturka deniz hamamı gibi bir şeydir. Ata­ türk denize o kadar ihtirasla bağlanmıştı ki yıllarca yaz aylarını adeta su içinde ge­ çirdi. Yüzme ve kürek id­ manları yapardı. Burada halktan ayrılmazdı. İlk proje­ ye göre Atatürk köşkü kum­ salın solundaki bir tepecik üstüne yapılacak, aşağıda da bir banyo yeri hazırlana­ caktı. Kalabalıktan uzaklaş­ mayı istemedi. Yine ilk pro­ jeye göre demiryolu geri alı­ nacaktı.

-Canım, dedi. Ankara’da dağ başında yaşıyorum. İs­ tanbul’da hapsoluyorum. Bı­ rakın burada gelenleri gi­ denleri göreyim. Hiç olmaz­ sa tren gürültüsünü duya-^ (Çankaya, c. II. s. 673-674),,

Mustafa Kem al'in

yaşı...

Bir akşam kendisine nazı geçenlerden biri:

-Düşünmelisiniz ki eğer ölürseniz, heykelinizi param­ parça ederler. Yaptıklarınızın hiçbiri ayakta kalmaz. Çok yaşamaya bakmalısınız, de­ di.

Ben de sofrada idim. Gül­ dü, işte o zaman bize gön­ lünün sırrını açtı:

-Unutmayınız ki Mustafa Kemaller yirmi yaşındadır, dedi.

• • •

Yahya Galip KARGI

Türk askeri...

Bir gün, Atatürk’ten Türk askeri hakkında ne dü­ şündüğünü sormuşlardı.

-Durun, size bir hikaye anlatayım, dedi. Yıldırım Or­ duları Kumandanı idim. Li­ man Von Sanders Paşa da o sırada kıtalarımızı teftişe gelmişti. Hastahaneden yeni çıkmış bazı efradı da her na­ sılsa bölükierin arasına ka­ rıştırmışlar. Von Sanders:

-Canım böyle adamları ne diye buraya gönderirler?

Diye söylenerek hasta ve cılız bir neferi göğsünden it­ ti. Mehmetçik derhal yere yuvarlandı.

Alman generali davasını isbat etmiş olmanın gururu içinde:

-İşte gördünüz ya, dedi, düşmek için bahane arıyor­ muş!

Oracıkta Von Sanders’e bir azizlik yapmak aklıma geldi, neferin yanma sokula­ rak:

-Ne kof şeymişsin sen., dedim. Dikkat etsene, seni yere yuvarlayan adam bizden değildi. Ne diye karşı dur­ madın. Şimdi tekrar yanma gelirse sıkı dur., Gücün ye­ tiyorsa bir kakma da sen ona vur.

Sonra Von Sanders’e dö­ nerek:

-Sizin takatsiz sandığınız nefer, boş bulunduğu için yere yıkılmış. Türk askeri amir karşısında dünyanın en uysal insanı olur. Kendisine söyledim: “ Hele gelsin, bak bir daha beni yere yıkabilir mi?” diyor.

Von Sanders, askerlerle şakalaşmasını severdi. Güle­ rek aynı askerin yanma gel­ di. Fakat eliyle dokunur do­ kunmaz, o mecalsiz Meh­ met’ten göğsüne öyle bir kakma yedi ki, derhal sırtüs­ tü yuvarlandı. Von Sanders Mehmetçik’in bu mukabele­ sine hiddet etmemiş, bilakis Türk neferine karşı olan hay­ ranlığı artmıştı. O kadar ki yerden kalkınca ilk işi gidip hasta Türk neferinin elini sıkmak oldu.

Atatürk:

-işte Türk askeri budur! diyerek sözlerini bitirm işti.

(24)

Halide Edip ADIVAR

Acılı gözler...

Bir hafta geçmeden Çal tepesi düştü. Korkunç bir sükut. Mustafa Kemal Paşa aşağı, yukarı dolaşıyor ve geri çekilme emri verip ver­ memekte tereddüt ediyordu. Bir zabit odaya girerek:

-Fevzi Paşa sizi telefonda arıyor, efendim dedi.

Gece yarısından sonra, saat tam ikiydi. Bana orası o gece bir tiyatro sahnesi gibi gelir. Mustafa Kemal Paşa, karşıki odada telefon ediyor ben de kapıya dayanmış din­ liyordum. Sofa, ayakta dim­ dik duran zabitlerle doluydu. Herkes bekliyordu.

-Mustafa Kemal konuşu­ yor. Siz misiniz Paşa Hazret­ leri? Ne? Vaziyet lehimize mi dediniz? Doğru anladım mı? Haymana hemen hemen iş­ gal edilmiştir. Ne? Yunanlı­ lar kuvvetlerinin sonuna gel­ miş ricat mı edecekler?

Orada duranların yüzleri ışıldıyor. Ondan sonra Mus­ tafa Kemal Paşa geldi. Yu­ nanlılar daha ileri gitmeden önlerine göndereceği kuvveti temin için plan yapmaya başladı.

Mustafa Kemal Paşa’nın gözleri o gece Dante’nin ce- henmeminde yananların göz­ leri gibi, anlatılmayacak ka­ dar acı içindeydi.

-Dinleniniz Paşam, yatı­ nız, dedim.

-Hayır, haydi bir kahve daha içelim, diyerek kendi­ sine hizmet eden Ali çavuşa

cûc IpnH i (Türk’ün Ateş’le İmtihanı 1962, S . 223-224) • • • Natık POYRAZOĞLU

Acemi...

Iran Şahı Pehlevi Balıke­ sir'de.. Onunla beraber tören kıtalarını dolaşıyorlar. Her sınıftan bir bölük görüyorlar. Sıra benim makineli bölüğe geldi.

Daha önce askere öğret­ miştik (Acemi) kelimesini kullanmayacaklar, bunun ye­

rine (Yeni Asker) diyecekler­ di. Çünkü, (Acemi) tabiri İranlIlara hakaret olurmuş.

Önde Şah, hemen yanın­ da Ata, biraz arkada da ben bölüğün yanından geçmeye başladık ve nihayetteki yeni satın alınan bir kır katırın önünde durduk.

Asker, tekmile başladı: -Adım Mehmet oğlu İbra­ him, memleketim Ayvacık, hayvanın numarası 341, ısır­ maz tepmez adı..

Derhal aklıma geldi. Hay­ van yeni olduğu için asker­ ler ona (Acemi) ismi vermiş­ lerdi.

Askere elimi göğsüme koyarak dikkat etmesini işa­ ret ettim. Bana baktı, biraz durdu ve cevap verdi:

-Adı.. Yüzbaşıdır, komu­ tanım!..

Şah farkına varmadı, yü­ rüdü. Büyük Adam durdu kulağıma:

-Bu hayvanın hakiki ismi nedir? dedi.

-Acemi’dir Paşam dedim. İbrahim’e baktı, onu süz­ dü. Yanağını okşadı ve emir verdi:

-Bu çocuğa bir ay izin ve­ rin. Yaverden yol harçlığını alırsınız! dedi ve ayrıldı.

• • •

Kurtdereli'ye

övgü...

Bir gün AtatürK’le beraber güreş sahasına gitmiştik. Hakem mevkiinde olanlardan bir yaşlı zatı Atatürk’e gös­ terdiler ve onun hakkında bazı şeyler söylediler. Bu sözler Atatürk’ün hislerinin en derin noktasına tesir et­ miş ve bu hal gözlerinden akan bir kaç damla yaşla be­ lirmişti. Sahada genç güreş­ çilerin dövüştüklerini seyre­ derken, Atatürk asıl ihtiyar eski güreşçi “ Kurtdereli” pehlivandan gözlerini ayır- mamıştı.

Çankaya’ya döndüğü­ müzde Kurtdereli’ye bir mü­ kafat gönderdi: onunla bera­ ber yazdığı mektup şudur:

“ Kurtdereli Mehmet Peh­ livan,

“ Seni cihanda büyük ün yapmış bir Türk pehlivanı tanıdım. Parlak muvaffaki­ yetlerinin sırrını şu sözlerle izah ettiğini de öğrendim:

“ Ben her güreşte arkam­ da Türk milletinin bulundu­ ğunu ve millet şerefini dü­ şünürüm."

•’Bu dediğini en az yap­ tıkların kadar beğendim. Onun için senin bu değerli sözünü, Türk sporcularına bir meslek düsturu olarak kaydediyorum . Bununla senden ve sözlerinden ne kadar çok memnun olduğu­ mu anlarsın.”

12 Kasım 1931 Salı

• • • Gladys BAKER

Kalp kazanmak...

Atatürk’e neden diktatör diye çağırılmaktan hoşlan­ madığını sordum, dedi ki:

-Ben diktatör değilim. Benim kuvvetim olduğunu söylüyorlar. Evet bu doğru­ dur. Benim arzu edip de ya­ pamayacağım hiçbir şey yoktur. Çünkü, ben zoraki ve insafsızca hareket etmek is­ temem. Bence diktatör, di­ ğerlerini iradesine boyun eğ- direndir. Ben kalpleri kırarak değil kalpleri kazanarak hük­ metmek isterim.

• • • General SHERRİLL

Yunan esiri...

Dumlupınar Muharebesi kazanılmıştı. Düşman asker­ leri ric’at halindeydi. Afyon- karahisarı hatlarının çözül­ mesi halinde bir kaç Yunan esiri geceleyin Mustafa Ke­ mal’in çadırına getirilmişti. Bunlardan biri muzaffer ku­ mandanın doğup büyümüş olduğu Selanik’ten gelmişti.

Sima kendisine yabancı gelmediğinden ve üniforma­ da hiç bir işaret olmadığın­ dan Mustafa Kemal’e sordu:

-Binbaşı mısınız? -Hayır. -Kaymakam mı? -Hayır. -Miralay mı? -Hayır. -Ferik mi? -Hayır.

-Peki nesiniz o halde? -Ben, Mareşal ve Türk Or­ duları Başkumandanıyım.

Şaşkınlıktan ağzı açık ka­ lan Yunan kekeler:

-Ben Başkumandanın muharebe hattına bu kadar yakın bir yerde dolaşmasını işitmiş değilim de...

VASFI R IZ A Z O B U ^

Allah korusun...

Bir gece Çankaya’da hu­ zurlarında bulunuyorduk.. Benim mukabil tarafımda, en yakın düşen, çocukluk ar­ kadaşı Nuri Conker vardı. O demler, Musolini’nin nutuk­ lar çekerek, özellikle bize mütemadiyen taşlar attığı dönemlerdi. Akdeniz ufukları bulanıktı. Her an Ege kıyıla­ rında bir tecavüz beklemek­ teydik. Nuri Conker, her halde bunu düşünerek, Ata­ türk’ün de memnun olacağı­ nı tahmin ederek:

-O Musolini efendi. An­ talya’ya gelse de, kumanda­ mız altındaki bu Türk çocuk­ larının nelere kadir oldukla­ rını bir tecrübe etse!., dedi.

Hitap ettiği insan, öm­ rünce yenilmemiş bir ku­ mandan, felaketlerin en bü­ yüğüne düşmüş bir milleti kurtaran büyük bir meydan savaşıyle zaferlerini tetviç etmiş bir başkumandandı.

Saat sabahın beşi.. Kafa içkili. Böyle bir zamanda herkes kendini dev aynasın­ da, olduğundan kat kat faz­ la görür. Ruhta pervasızlık atılganlık, hüküm sürer. Gördüğümüz diktatörlerin hepsi, Conker’in bu kışkırtı­ cı sözü karşısında, hele böy­ le saatlerce içilmiş bir gece­ nin sabahında dünyaya mey­ dan okuyan pervasızlıkla muzafferiyetten ve müteca­ vizleri hallaç pamuğu gibi atıp, hepsini çilyavruları gibi dağıtıp denize dökeceğinden başka ne der?..

Ben de, ancak böyle bir cevap umuyor ve bunu pek tabii bularak, gözlerinin içi­ ne bakıyor, bekliyordum. Birdenbire başını çevirdi. Keskin nazarlarla Nuri Con- ker’e baktı. Yorgunluğun, al­ kolün tesiri bir anda yüzün­ den silinm işti, ciddileşti ve hafifçe Nuri Conker’e meyle­ derek, koltuk kenarındaki elini, şöyle okşaya okşaya:

-Allah bize bu tecrübeyi göstermesin, Nurettin!., de­ d i#

Referanslar

Benzer Belgeler

Engeliler merkezi Çevresinde Çim bicimi sulanması ve cevre düzenlemesi faliyetlerinde bulunuldu. Seramızdaki Biberiye bitkilerinden aldığımız çelikleri toprakla buluĢturduk

a) Belde sakinlerinin mahallî müşterek nitelikteki ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla her türlü faaliyet ve girişimde bulunmak. b) Kanunların belediyeye verdiği

Arapçılığa, Akıl-Dışılığa, Hıristiyanlaşmaya Karşı Çıktığım İçin, Beni Dine Karşı Gösterdiler 18- İslam imanı adı altında Arapçılığa, akıl-dışılığa kulluk

Üniversitemiz, 11 Temmuz 1992 tarihinde Niğde Üniversitesi adı ile Selçuk Üniversitesine bağlı Eğitim Yüksekokulunu Eğitim Fakültesine dönüştürerek ve İktisadi ve

Cumhuriyet idaresiyle yönetim, Fransız îhtilali ’ nden sonra Avrupa'da ortaya çıkmış ve sadece Fransa'da değil Avrupa'nın diğer pek çok dev ­ letinde bizden çok

Genel merkezi İstanbul’da olmak üzere doğuda Erzu- rum ve Elazığ’da Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti kurulmuştu. Trabzon’da Muhafaza-i Hukuk adında

Stratejik planın temel yapısı İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından önerilen format temelinde, okulumuz Stratejik Planlama Üst Kurulu, eğitimin üç temel bölümü

Aşıyor yüce dağları, engin denizleri, Altın saçları dalgalanıyor rüzgarda, Işıl ışıl yanıyor mavi gözleri.. Mustafa