• Sonuç bulunamadı

Türk resim sanatında bir efsane:Fikret Mualla

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türk resim sanatında bir efsane:Fikret Mualla"

Copied!
17
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Türk Resim

Sanatında

Bir

Efsane

(2)

-A bid in D in o bu resimler için "O sıralarda M ualla ve ben N a z ım 'm aradığı nitelikte b ir şeyler çiziyorduk. Ç izgilerim izde basmakalıptan kurtulm a ve b ir özgürlüğe

kavuşma çabası vardı ” demektedir.

Türk Resim

Sanatında

Bir Efsane

p ik ret

ualla

•Songül Soydanı - Bütün Dünya»

Y

ağmur kimine göre bir bek­ leyiş, kimine göre de bir kaçıştır. Ama doğa için ye­ ni bir var oluştur. Yağmu­ run ardından güneşin altındaki doğa, renklerinin tüm canlılığını serer ona­ ya. Renkler yıkanmış temizlenmiştir. Gören gözlerden biri olan renk cam­

bazı Fikret Mualla’ya, bu renkleri re­ simlere taşımak kalmıştır anık.

Fikret Mualla'nın resimlerindeki renkleri denli parlak ve neşeli olma­ yan yaşamı 1903 yılında İstanbulda, belki de yağmurlu bir günün ardın­ dan başladı. Üzerinden izlerini

hiç­

(3)

cukluk döneminde yaşadı. Oniki yaşlarında bacağını kırdı ve bir da­ ha hiç top oynayamadı. Galatasaray Lisesi nde okuduğu sırada, annesini kaybetti. Kısa bir süre sonra babası­ nın evlenmesi, çocukluk ve ilk gençlik döneminde kaldıramayacağı olayların bir halkasını oluşturdu. Tüm birikimlerin sonucunda, sinirli, ölkeli, huzursuz bir hal alan Fikret Mualla, bir süre tedavi görmek üze­ re özel bir kliniğe yatırıldı.

Babası Ekrem Bey’in isteği ile Fikret Mualla 17 yaşında, mühendis olmak üzere İsviçre'ye gönderildi. Oradan Berlin'e geçti. Gördüğü gez­ diği kentlerde, müzelerdeki resimle­ ri hayranlıkla inceledi. Galatasa­ ray'da okurken en çok sevdiği resim

giderek resim öğretmenliğine başla­ dı. Bir süre sonra "Elektiriği olma­ yan bir şehirde resim öğretmenine de ihtiyaç olmaz" gerekçesiyle bu görevinden ayrıldı.

İ

stanbul'da içkili ortamlara ye­niden girip çıkmaya başladı. Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğretim üyeliği yapmak isti­ yordu ama yaşamındaki düzensiz­ likler nedeniyle bu isteği gerçekleş­ medi. Bu dönemde yaptığı resimle­ rini bir kitabevinde sergiledi, ama alıcı bulamadı.

İstanbul'da, düzensiz bir yaşamı olsa da, Fikret Adil, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Abidin Dino, Suat Derviş gibi önemli dostlarının bulunduğu

Almanya'dan düşlerini süsleyen Fransa'ya

geçti. Ama parasızlık nedeniyle fazla direne-

meden İstanbul'a dönmek zorunda kaldı.

dersine ilgisinin dışında yeteneğinin olduğunu keşfedince, mühendis ol­ maktan vazgeçti. Berlin Güzel Sa­ natlar Akademisi’ne kayıt yaptırdı. Burada ilk kadın ressamlarımızdan olan Hale Asafla kaşılaştı. İkisinin de hocalığını akademinin müdürü ve Atatürk portreleri ile tanıdığımız Prof. Arthur Kampf yaptı. Bir yanda çok iyi bir resim birikimi oluşturur­ ken, diğer yanda içki yaşamına yön vermeye başladı. 1928 yılında vücu­ dunun alkolden temizlenmesi için bir akıl hastahanesine yatırıldı.

Almanya'dan düşlerini süsleyen Fransa'ya geçti. Ama parasızlık ne­ deniyle fazla direnemeden İstan­ bul'a dönmek zorunda kaldı. Para kazanması gerekiyordu. Ayvalık'a

sanat çevresi edindi. Bu çevrede Nazım Hikmet'le dost olarak onun, "Benerci Kendini Niçin Öldürdü?" adlı yapıtını resimledi.

Abidin Dino bu resimler için "O sıralarda Mualla ve ben Nazım'ın aradığı nitelikte bir şeyler çiziyor­ duk. Çizgilerimizde basmakalıptan kurtulma ve bir özgürlüğe kavuşma çabası vardı” demektedir.

Fikret'in siyasetle başı hoş olma­ sa bile kişisel olarak direnmeye, is­ yana, patlamalara yatkındı. Evden kaçmış çevresiyle uyuşamamış, dış baskılara karşı çıldırasıya duygulu ve sabırsız bir delikanlı olmuştu, genç ressam. Nazım Hikmet'in ki­ taplarına elbette ki sevinçle resim yapacaktı. Nazım Hikmet "Ne güzel­

(4)

Bütün D ünya • Ocak 2 0 0 2

dir Fikret'in Taranta Babu resimleri, kimse çizemez öylesini" diyerek, onun o zamanlardaki ruh halini ve sanat anlayışını dile getirmiştir.

F

ikret Mualla, bir yandan içki­li ortamlara giderken, bir yandan sürekli resim yapı­ yor, sanatın başka dallarında da üretmeye devam ediyordu. İstan- bulda Şehir Tiyatrosu nda oynanan "Lüküs Hayat" "Deli Dolu" "Saz Caz" gibi operetlerin kostümlerini çizdi.

Edebiyatla ilgilendi. "Masal" "Üsera Karargahı" adlı iki öyküsü yayımlandı. Aynı yıllarda günün sa­ natıyla ilgili her ülkeden birkaç kişi­ nin tanıtıldığı Rusça kitaba alınan

biçimde çözdü. Gitmeden önce, New York Uluslararası Fuarı’nda Türk Pavyonu’nu düzenlemekle gö­ revlendirilen Abidin Dino, Fikret Muallaklan otuz İstanbul görüntüsü yapmasını istedi. Bu Türkiye döne­ miyle ilgili yapılmış en önemli çalış­ maları oldu. 1939 yılında, Paris'e doğru yola koyuldu.

Paris'te İkinci Dünya Savaşı nın getirdiği olumsuzlukların ardından düştüğü yoksulluk ortamı sıkıntılı günleri dayattı. Buna karşın arala­ rında Picasso'nun da bulunduğu birçok ressamla tanışarak, sanat çevresi edindi ve adından söz ettir­ meye başladı. "Türk Van Gogh'u" "Yarının Toulouse Lautrec"i gibi

Resimlerinin ileride çok para edeceğini hesaplayan

galericiler, koleksiyoncular onunla anlaşma yaparak

resimlerini ucuz fiyatlara kapatıyorlar, yavaş yavaş

üzerinde haklar iddia etmeye başlıyorlardı.

beş Türk sanatçısından biri oldu. O yıllarda kimi sözlerinin yanlış anlaşılmasıyla, karakola, ardından akıl hastanesine götürüldü. Bu olay ömür boyu üzerinden atamayacağı polis korkusunu taşımasına neden oldu. Hastanede "Bu ortam senin ortamın değil, burada kalırsan yerin tımarhane olur. Sen kendini dışarı atmaya bak" diyen doktoru Mazhar Osman'ın büyük yakınlığını gördü. Sanat ve edebiyat bilgisini borçlu olduğunu notlarında belirttiği Ney­ zen Tevfık ile de burada tanışarak dost oldu.

Paris'e gitme isteği onda bir yara gibiydi. Parasızlık bu isteğe sürekli engel çıkarıyordu. Bu sorunu da bir

başlıklarla hakkında pek çok yazı­ lar yazılıyordu. Fakat burada da ca- fe ’lerin bohem yaşamı kısa sürede içine çekmişti kendisini. Sürekli kavgalar çıkarıp çevresindekilere çatıyor, başı polisle derde giriyor­ du. Resimlerinin çoğunu birkaç ka­ deh içki karşılığında meyhane sa­ hiplerine bırakıyordu.

R

esimlerinin ileride çok pa­ra edeceğini hesaplayan galericiler, koleksiyoncular onunla anlaşma yaparak re­ simlerini ucuz fiyatlara kapatıyorlar, yavaş yavaş üzerinde haklar iddia etmeye başlıyorlardı. Picasso birgün ona bir tablosunu armağan etmişti

(5)

F ik r e t M u & lla

Ertesi gün bir haftalık içki karşılığın­ da resmi bir başkasına verdi. Bu re­ sim 1960 yılında İsviçre'de 12.500 İsviçre Frangı’na satışa çıkarıldı.

Çoğunlukla renkli fon kağıtlarına guvajla boyadığı resimlerin konularını cafe’ler, caddelerdeki insanlar, mey­ haneler, eğlence yerleri oluşturdu.

B

ir anlık gözlem ve duygu­ları, heyecanlan, içgüdü­ leri, korkuları, dışa vu- rumcu ve renkçi bir kişi­ likle resimlerine yansıttı. Çalkantılı, fırtınalı iç dünyasının izlerini taşı­ yan fırça darbeleri, parlak ve canlı renkler yaşamındaki tüm olumsuz­ luklara karşın ondaki güçlü yaşama

me ve ışık, herşey ayrılmaz biçimde birbirine kenetlenir. Biçim tam or­ ganik bir bütündür."

Alkol tedavisi için yattığı hasta­ nede de inatla resim yaparak ayak­ ta kalmayı başarmıştır. Galerici Di- na Vierny burada yaptığı resimlerin sergilenmesini sağladı. Kasım 1954'te ilk sergisi açıldı. Kendisin­ den çok ucuza alınan yapıtlarının 15-20 katına satıldığını gördü. Çok üzüldü, kızdı ama kendi yapıtları­ nın başkalarının eline parasal bir güce dönüşerek geçmesine, kendi­ nin dışında birçok kişiyi zenginleş­ tirmesine karşı koyamadı. İkinci sergisinin açılmasının ardından başka bir krizle Sainte Anne Akıl

İkinci sergisinin açılmasının ardmdan başka bir

krizle Sainte Anne Akıl Hastanesi’ne kaldırılarak

alkol tedavisine başlandı. Taburcu edildiğinde,

sanayici Lhermine için resimler yapmaya başladı

tutkusunu göstermektedir.

Naziler’in kurşuna dizdiği büyük gerçeküstücü ozan Robert Des- nos'un eşi eleştirmen Youki Desnos 1958 yılında yayımlanan bir broşür­ de onu düş gücü yönü ile Leonar- do'ya benzetmiş ve şunları yazmıştı: "Mualla'nın getirdiğine iyice ba­ kın, tümüyle bambaşka birşey. Renkleri kendisinin, resimlerinin rastlantıya yer vermeyen yapıları da. Bir karabasandan çıkıp gelmiş yüz­ lerde bile en küçük bir yapmacıklık yok. 1 lerşey incelenmiş, belleğe ya­ zılmış, bilinçle tasarlanmış ve sadık bir biçimde dile getirilmiş"

"Bütün büyük ressamlarda oldu­ ğu gibi onda renk ve desen,

malze-Hastanesi ne kaldırılarak alkol te­ davisine başlandı. Buradan taburcu edildiğinde, sanayici Lhermine için resimler yapmaya başladı.

O

nunla yolları ayrıldıktan sonra 1958'li yıllarda öm­ rünün sonuna dek bakı­ mını üstlenecek, sanata meraklı biri olan Madam Angles ile tanıştı. Bu durum yaşamına bir ra­ hatlık getirse de, resim yapma karşı­ lığında birilerinin himayesi altına girmek hoşuna gitmiyordu.

"Ah bir özgürlük olsa, yani para kazanmak için resim çalışmak olma­ sa, insan ne güzel şeyler yapardı" onun defalarca tekrarladığı bu söz­

(6)

Bütün Dünya • Ocak 3 0 0 2

leri özlemi oldu. Sol ayağına giren felç, işleri daha da kötüleştirdi.

M

adam Angles, doktorla­rın önerisiyle onu Nice dolaylarındaki Reillane kasabasında bir eve yer­ leştirdi. Burada yaptığı resimlerle, çok sevdiği dostlarına yazdığı mek­ tuplarla ölüme ve yalnızlığa direndi. 19 Temmuz 1967'de dinlenme yur­ dunda gözlerini bu dünyaya kapa­ dığında Madam Angles yolculukta olduğu için kimsesizler mezarlığın­ da toprağa verildi. Hale Asafla Ber­ linde kesişen yolları onları bu kez kimsesizler mezarlığına gömülmek gibi bir sonda yeniden buluşturdu.

ya gelerek 1992 yılında Fikret Mu- alla Dostları adında bir dernek kur­ dular. Fikret Mualla'nın 15-20 bin adet guvaj, kara kalem ve yağlı bo­ ya resim yaptığı tahmin edilmekte­ dir. Çok küçük miktarlarda sattığı resimleri o şahıslar, günümüzde, oldukça yüksek miktarlarla birer birer elden çıkarmaktadır. Hep Pi- casso'nun Van Gogh'un olacak de­ ğil ya, Paris'te Fikret Mualla Tablo­ larının da sahteleri çıktı. Bu neden­ le, Fikret Mualla resimlerinin satışı sırasında resim eksperlerinin bilgi­ lerine başvurulmaktadır.

Onun özlemi 1956 yılında dostu Fraysse'ye yazdığı şu satırlarda giz­ liydi belki de:

"Daha iyi bir hayatı hayal ediyorum. Ne

adembabalık, ne aklıbozukluk, ne dilencilik,

ne de üçkağıtçılıktan hoşlanıyorum.”

Ama o Hale Asaptan biraz daha şanslıydı. Ölümünden altı yıl sonra dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Ko- rutürk tarafından kemikleri yurda getirilerek Karacaahmet Mezarlı­ ğın a gömüldü.

Paris’teki meyhane sahiplerin­ de, lokantalarda, çerçeveci dük­ kanlarında bulunan resimler, ülke­ mizdeki müzelerdeki ve koleksi­ yonlardaki resimlerden çok fazla­ dır. Ama sevindirici gelişmeler de var. Kültür Bakanlığı Paris'te açık artırmaya çıkarılan resimlerin bir bölümünü satın alarak Ankara Re­ sim Heykel Müzesi’ne adını taşıyan salona koydu. Fikret Mualla resim­ lerine sahip olan Türk koleksiyo- nerleri de hızla artmaktadır. Türk ve Fransız koleksiyonerleri

birara-"Daha iyi bir hayatı hayal ediyo­ rum. Ne adembabalık, ne aklıbo- zukluk, ne dilencilik, ne de üçkağıt­ çılıktan hoşlanıyorum. Namuslu, dürüst bir çevrede olmayı özlüyo­ rum. Özellikle sanat çevresinde."

Ardında Cemal Süreyya'nın de­ diği gibi

"Ölüyorum tanrım Bu da oldu işte.

Her ölüm erken ölümdür Biliyorum tanrım

Ama ayrıca aldığın şu hayat Fena değildir

Üstü kalsın" diyeceği bir yaşam­ la, Türk ve dünya resim tarihine insanı sarsacak denli çarpıcı resim­ ler bıraktı.»

(7)
(8)
(9)

± Çamı, 64 .v 65 cm., guaj

(10)
(11)
(12)
(13)

^ Balıkçı, guaj

(14)
(15)

Haliç, suluboya

Çarşıda, suluboya

(16)

Balonlar, 35 x 74 cm., guaj

Bar, guaj

(17)

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Eğitim düzeyi yüksek olan ana-babalar, daha yüksek bilgi düzeyine sahip olduklarından çocukları için daha fazla harcama yapmaktadır.. Çünkü eğitim düzeyi yüksek

The dilatometer data of the dimensional change or shrinkage (dL/L0) and shrinkage rate (dL/dt) of the pellets in the first stage sintering zone is given in Figure 3 depending

Okmeydanı ile sim­ geleşmiş her biri birer sanat eseri olarak tasarlanmış bu dikilitaşlan bulabilmek bugün zorlu bir araştır­ mayı, hatta arkeolojik

Kültür endüstrisinin ideolojisi, panzehirini yine kendi içinde taşır (Dellaloğlu, 2001: 96). Endüstri’nin kendisiyle çelişir hale gelebilmesi için, belirli bir

Verilen bilgilere göre ayrıca darülkurra, Cumhuriyet döneminde önce sağlık müzesi, ardından müftülük binası, 1968’den sonra Kültür Bakanlığı’na bağlı

Aya Yorgi manastırı, denize i- nen sert bir yamacın üzerinde inşa edilmiş olduğundan burası halk ara­ sında «Krimnos» yâni «Uçurum» manastırı diye de

Numune Maks.. fazla tokluk kazanımı elde edilerek üstün bir tokluk değerine ulaşılmıştır. Saf epoksi Zn nanopartikül ilaveli numunelerin postkür uygulanmış ve

Kemal paşa zade Sait beyin mnhtumu babaaum- j el yazısile yazılmış bazı notlarını j görmem için bana