I S a y f a T 1
*
T-T-ZObJkL
t / a z a » :
Y U S U F M A R D İ N
LONDRA’DA
llttllllllllllllllllllllllllllllllllBULUNDUĞU
ııııııııııııııııııınıııııııııııııım
SIRADA
llllllllllllllllllllllAVRUPA
lllllllllllllllilllllllllOLAYLARINI
lllllllllllllllllllllllllllllllllllliYAKINDAN
ıııııııııııııınıııııııııınııııı
İNCELEYEN
llltlllilllllllllllllllllllliniu013
F
İTZ R O Y Square 15 numa rada oturduğu sıralarda günde en az altı, sekiz saat kitap okumağı âdet edinmiş olan Kemal, bazen vakti tamamen unutup 10 saat devamlı okurdu. Evde yalmz olduğu zamanlarda gecelik entarisi ile dolaşmağı se ver, saç ve sakalını kesmekten hoşlanmazdı. Dünyada en sevdi ği şey şüphesiz ki yazı yazmak tı. Ne var ki, okumasını engel liyor diye üzülür, «Ah! N e olur du ikisini birden yapmak müm kün olsaydı» diye hayıflanırdı.Charlotte Street’ten geçen sey yar satıcıların sesleri daha baş lamadan, Fitzroy Square çevre sinde oturanların attığı ekmek kırıntılarına üşüşen kuşların cı vıltılarıyla uyanır; çok sık gör düğü rüyalarında söylediği şiir leri unutmamak için yazı masa sına koşar ve bunları kâğıda ge çirirdi. Son derece hassas ve bir az da hüzün ve melankoliye müptelâ olduğundan belki her gece rüya görürdü.
K ızı Feride’ye yazdığı mektup larında;
«B ir kaç gecedir rüyamda kay boldun. Göreceğim geldi.»
«Y ed i sekiz gündür rüyama girmiyorsun, sen de m i vefasız lığa başladın?»
«Rüyamda seni kocaman bir hanımefendi olmuş görıliim » diye yazardı. Kem al’in uykusu hafif ve az sürerdi.
B ir gece nedimei vicdam evine gelip yemeğini hazırlamış ve tam sofraya oturacakları vakit K e mal’in hızla odadan uzaklaştığı nı gören İn giliz kızı bunun sebe bini kendisinden sormuştu. K e mal de duvara çıkmakta olan örümceği göstermişti. H iç bir şeyden korkmayan, vekar ve haysiyet timsali, m ertlik ve kah ramanlığın mücessem şekli K e mal örümcekten ve akrepten korkardı. Magosa zindanında kendisini en üzecek şeylerden biriyle Londra’da karşılaşması böyle oldu.
«TERAKKİ»
MAKALESİ
Kemal Londra'da bulunduğu sıralarda Avrupa olaylarını ya kından inceliyor; Avrupa’nın il mine, uygarlığına gönül veriyor du. Yazüannda bu ilmi, bu uy garlığı, AvrupalIların ve özellikle İngilizlerin başardığı ilerlem eyi anlata anlata bitiremedi. İşte va tana dönüşünden sonra kaleme aldığı «T erak ki» makalesinde İn giltere’yi şöyle anlatıyordu:
«Londra’ya evren örneği denil se, abartma değildir. Y er yüzün de var olan ilerlem e yapıtlarının fotoğrafla resmi alınmış olsa, bugünkü uygarlığı ancak Londra kadar gösterebilir.
Bu memleket şüphe ve sanı bulutları içersinde örtülü insanın talih düzgünlüğü gibi çoğu za man bir kara bulutla çevrili ve hattâ sanki uygarlık gelenekleri taş ve ağaçlarına varıncaya ka dar bulaşmış gibi, evleri bile ka raya bürünmüş görünür; fakat bir de o karanlık örtünün öte sine bakılacak olursa, uygarlı- ğın o üstüne titrenilen meleği fi kirlerin gözlerini boyayacak gör kemli ve gürültülü bir gösteriş le görünmeğe başlar ki, gönüller için boy poşunun güzelliğine tu tulmamak olasılık dışındadır.
Londra’da bulunan bir adam, adaletin nasıl yürüdüğünü gör mek isterse, önüne herşeyden önce yasama merkezi olan ve dünyada gördüğümüz politika kurallarından hemen bir çoğunun doğduğu yer bulunan o koca parlâmento çıkar ki. yalnız bi nasına bakılsa, kamuoyunun yıl dıran ve direnç bakışları idareye karşı bir varlık kazanmış ve gü ya ki o engelleyici bedenin değ me bir vuruşla yitirilm ekten ko runmuş olduğunu göstermek için taş kesildiğine hiikmohınur.
İçine girilse, 180 milyon üye den kurulu olan ve uygar olgun lukta birinci değilse birinciler den sayılan bir milletin en seç kinlerinden iiç dört vüz mebus görülür ki. lıerbiri kavmin emel lerine ve geleceğin gereklerine son derece düzgün bir konuşma tarzıyla tercüman olmuş, bilimin gücüyle adalet hükümleriyle, ilerleme nedenlerini doğanm giz li köşelerinden çıkarmağa çalış makta yerin sınırına yaklaşacak kadar meharet gösterirler.
zor kullanmağı, memurluk gö revlerinden ya da hakkını gös terme araçlarından sayamaz.
İşte adalet bu halde, hele ma rifet ondan ziyade bir olgunluk tadır. Hangi okula gidilirse gi dilsin, içinde bulunan on, oniki yaşında yavrular güya ki büvü- müş de sonradan yine küçülmüş gibi adetâ yirm i, otuz yaşına girmiş adamlar kadar her türlü çekidüzen ve terbiyeye alışmış görülür. Üniversiteler vardır ki öğrenciler üç, dört dil okur ve yüksek ilim lerden altı yedi fen bilir.
On, oniki yaşında yirmi, yirm i, beş çocuk bir bahçeye girerler, kâh ellerinde bir gazete bulunur, o araçla dünyanın halinden ha berdar olmağa çalışırlar ve kâh birer köşede oturarak havanın güzelliğini ve ağaçların tazeliği ni kavrayan bir bakışla seyre derek doğanın güzelliğinden vic danları zevk duyar.
Gemilerinde tayfa görülür ki, boş vakit buldukça, meselâ ma tem atik bilim lerin, arzın çekimi kanunu gibi en derin sorunları nı öğrenmeğe uğraşır.
Dükkânlarında tezgâhtar görü lür ki, faraza Alman bilim adam larınm hukuk felsefesi hakkında ki fikirlerin i düşünmeğe ve tar tışmağa kalkışır.
Bir müzesi avrdır; tçine g iril se canlılar ve canlılardan ve bit. kilerden gayri cisimler, süsleme konusunda ne kadar sanat gel mişse ve beşerin hayalî güzellik yaratılmasında ne türlü olgunluk göstermişse, bunların tiinıü bir çatı altında toplanmış gibi gö-«B ir Müzesi vardır!» diye Kemal in gerek dış mimarisini va gerek I; kapsamını övdüğü British Muesıım.
Vatana döndükten sonra
yazdıklarında bu uygar
lığı, AvrupalIların —özel
likle İngilizlerin— başardığı iler
lemeyi anlata anlata bitiremedi.
Amacı aynı şeyleri Türki-
ye'de de görmekti. Yazı-
larıyla millî güç, refah ve
mutluluğun uygarlaşmada oldu
ğunu halkın belleğine ilk o soktu
Bu seçkin kurulun dayandığı güç ise, her biri genişlikte baş ka bir memleket denilmeğe şa yan olan genel bir amaç üzerine fikir yönünden birleşmiş, kırk elli ve bâzı kere yüz, yüzelli bin kişiden meydana gelmiş siyasî komisyonlardır ki, toplanmala rından bir saldın ya da gürültü, çatırdı çıkmak değil, aralarında geçen edepli ve edibane tartış malardan başka sıkıca bir öksü rük sesi bile işitilmez. O kadar adam bir yere toplanır, içlerin
den bir kaçı söz söyler, gerisi dinginlikle dinler... Tümü birden iyi niyetle ve boyun eğen bir edeple hükümetlerine giderler, isteklerini bildirirler. Dilekçele rinin yüzde doksanı hakka uy gun ve bir yenici güçle doğru, lanmış olduğu için onaylanır.
Hele Parlâmentonun verdiği hükümleri uygulamağa memur olan mahkemelerde, yargıçlar görülür ki, taraflara sorulsa, İn saf ve adaletlerine babalarının
babalık şefkatinden çok dayanır lar.
O yargıçlara gerçeği belgile- mede vicdanının sesini gizleme- meğe andiçmiş jüri kurulu yar dım eder ki, tümü iki Ir-sıııın da can ciğeri komşusu, akraba sıdır.
Mahkemede hiç kimse, alçak ların başlıcalarından savılan bir kaatile bile «efendi» sözünden aşağı bir deyimle söz ya da işa ret edemez. Hiç kimse cebir ve
rünür.
B ir Hayvanat Bahçesi var; K a feslerinde bulunan yaratıklar bi. rer birer gözden geçirlise, Nuh' un gemisi henüz tufandan kur- tularak oracıkta karaya varmış da içersinde bulunan ne varsa kenara çıkmış sanılır.
Rasathanesindeki (Gözlemevin- deki) dürbünlerle, göğe baksa, insan kendisini bu doğanın üs tünde bir yıldırım la yüksek âlem lerin seyrine çıkmış farzedilir.
Kütüphanelerine girilse, her dilden iki üç milyon kitap ve on ları bulmak için hemen her bil gide üstat niteliğinde yüzlerce kütüphane memuru vardır. Ora da okuyanların sayısı ise en boş zamanlarda sekiz yüz kişiden eksik olmaz ve içlerinde doksan yaşında hocalar ve onsekiz >a şında kızlar bulunur.
Parlamentoda bir Hizanetülkü- tüp var, yalnız bir lord ona otuz bu kadar bin kitap vakfetmiş.
Fabrikalarına girilse, dehşet ten vücutta tüyler ürperir. Bir matbaada elli bin amele çalıştı rıldığı, bir bira fabrikasının on. beş bin araba atı bulunduğu gö rülmüştür.
Baştan başa yaldızlara boğul muş ve sarayları kıskandıracak şekilde süslü otelleri vardır ki, içinde üçbin adam yatar; sofra larında bin kişi yemek yiyebilir. Madenlerinden bahsolunmak istenilirse, akıl kabul etmiyecek bir takım hayallere sapmakla suçlanmaktan sakınılsa yerinde olur (v.s. )■■■
Uygar ülkeler dediğim iz yerler, de insanlığın yaradılışı, insanın yaradılışı üzerinde hüküm sür müş. Daima çalışma ve bilgi yönlerine adanmış gerçek fikiri gücüyle öyle bir refah içersinde gelişen bir evren geliştirmişler ki, bin türlü mübalâğalarla çev rili olan İran şairleri hayalleri nin Hind ve Çin’de tasvir ettiği mücevherden karalar, altından saraylar, renkli gül bahçeleri hiç hükmünde kalır.
Şöyle bir kaç sene içinde İs- tanbul’u Londra ya da Rum eli’ yi Fransa haline getirmek müm. kün olmadığım biz de biliyoruz. Fakat mademki Avrupa bu hâle topu topu iki yüzyıl içinde gel miş ve mademki ilerlem e neden, leri yönünden onlar yaratıcı ol muş, biz o araçları hazır bula cağız. İş etraflı tutulursa, hiç olmazsa iki yüz yal içinde olsun biz de en uygar ülkelerden sa vılacak bir hale gelebileceğimiz, den hiç şüphe edilebilir mi? İki yüzyıl ise toplum yaşantısına oranla bir göz kırpma kadar kı sa değil midir?
Bu amaca ulaşmak ise bir çok engellerin kaldırılmasına, bir çok hallerin değiştirilmesine, bir çok nedenlerin hazırlanmasına bağlıysa da, esasen bilgide ve ça lışmada olan noksanımızın gi derilmesine bir çare bulmak her şeyden üstün tutulmalıdır.»
(İb r e t Gazetesi Kasım 1872) Amacı aynı şeyleri Türkiye’de de görmekti. Türk m illetine gi dilmesi gereken yolu bu yazıla- riyle göstermeğe çalıştı. Milli güç, refah ve mutluluğun uygar laşmada olduğunu halkın belle ğine ilk o soktu.
--- Y A R I N
;---MARSEYYEZ
TERCÜMESİ
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi
A -i -I