• Sonuç bulunamadı

Necdet Remzi Atak

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Necdet Remzi Atak"

Copied!
38
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

V__eccLet 0

6

em z i ^

d t c i L

Derleyen M. G. Gazlmihnl

(2)
(3)

Büyük Karl Berg

1894 - 1947

(4)

V.__yty ecel e t i

z i C ^ tu L

1911 de Edirne’de doğ­ muştur. O zamanlar erkânı harp yüzbaşısı olan babası Ali Remzi bey (şimdi Gene­ ral Remzi Yiğitgüden), Bal­ kan Harbinde Edirne müdafii olarak ün alan Şükrü Paşa­ nın kurmayında bulunuyordu. Necdet’ in kendini ilk ta­ nıma hâtıraları Bandırma’da başlar. Birinci Cihan Harbi başlamış ve Çanakkale des­ tanı yazılmıştı. Beşinci ordu harekat şubesi müdürlüğünü genç bir kurmay binbaşı o- larak yapan babasıyle bir­ likte karargâhın bulunduğu

Bandırma’da oturuyorlardı.

İleri fikirli ve sanat aşıkı bir subay olan binbaşı Remzi, karargâhta hizmet eden Yu­ nanlı Anesti efendiyi hoca olarak tuttu; az sora da, Necdet subay ailelerinin

mah-fel toplantısında ilk konseri olarak birkaç polka dinletti.

Mütarekenin acı senele­ rinde ve İstanbul’dayız.-" Har­ bin Avrupa’da ve bilhassa vatanında doğurduğn acılar­ dan, insanların küçüklüğün­ den, bir kelimeyle cem iyet­ ten kaçmış büyük bir ke­ mancının, Sevcik’ in yetiştir­ diği gözde talebesi Macar viyolonisti Kari Berger’ in İs­ tanbul’da bulunduğu ve Ka­ lamış’a bir sanat dostunun yanına sığınmış olduğu ha­ beri bu sıralarda duyuldu.

N ecdet’in hayatının dö­ nüm noktası, bu büyük vir­ tüöz ve pedagogla karşılaş­ ması olmuştur. O günden iti­ baren hayattaki mesleği, ga­ yesi, yolu, sanatı hulâsa her şeyi taayyün etmiş bulunu­

yordu. Necdet mektepten

(5)

alındı, N ecdet’e günde 8 sa­ at keman çalıştırıldı; Necdet, yemede içmede, eğlenmede herşeyde, esas sanati göz ö- ııünde bulundurularak, hususi bir rejime tabi tutuldu. Bu sert ve çetin antrenman dev­ resinin neticesi pek çabuk alınacak, veya Berger, teş­ hisinde yanılmış olacaktı...

Berger yanılmadı, biz

Necdet'i kazandık. 1920 yı­ lında mütarekenin o acıklı günlerinde, Beyoğlu’nun tam ortasında Galatasaray lisesi salonunda 9 yaşındaki virtü­ öz Necdet, şöyle bir prog­ ramla dünyaya Türk’ün sa­ nal gücünü haykırıyordu:

1 — Beethoven: Romans fa majör.

2 — Viotti: Keman kon­ çertosu. No. 22. 3 — Paganini: Cadıların dansı. 4 — a) Händel: Bouree. b) Bach: Air. c) Hubay: Hullamzo Balaton.

Bu konseri di£er konser- leı takibetti.. Ünyon Fransez, Robert College, Fransız ti­ yatrosu, birçok şetaretler, üniversite, mektepler, salon­

lar, bu Türk çocuğunun her sefer daha büyük bir ateş ve daha, üstün bir başarıyla Baclı’ ı, Beethoven’i, Corelli ve Tartini’yi, Leclair’i, Pa-

ganini’yi, Vieuxtemps ve

Wieniauvski’yi, Mendeissohn ve Brahms’ ı dinletmesine şa­ hit oldu... Ankara, Edremit, Ayvalık ve İzmir’ e kadar konser turneleri tertiplendi.

N ecğet’ ia 1924 - 1928 se­ nelerini, Robert College’de genel kültürünü ve lisan bil­ gisini sağlamak için geçirme­ si de, bu konser faaliyetine ara vermedi. 1926 da Anka­ ra’da verdiği büyük konser­ de rahmetli Atatürk hazır bulundu. Konserden sonra kendisini köşke davet etti

yüksek iltifatlarını esirge­

medi.

1928 Eylül’ünde müzik

tahsilini bitirmek üzere Leip- zig’e giden Necdet, orada olgun bir sanatkâr olarak karşılandı. Almaııyadaki ilk konserine Leipzig’e muvasa­ latından beş hafta sonra çı­ kışı da, bunu gösterir. Leip- zig’deki hocası Hans Bas- serman, Necdet’ e bir hoca­ dan ziyade bir arkadaştı; Leipzig’ del i konserlerde kıy­ metli «Gagliano» kemanını

(6)

Necdet’e ödünç verecek ka­ dar dostluğunu ileri götürdü. Necdet bu arada Gewand­ haus orkestrasında açılacak yedek yerlere namzetliğini koymuş bulunuyordu. İmta- han sabahı, Necde»t, konser- vatuvardan namzet olarak gösterilen diğer 28 kemancı ile birlikte Bruno Walther’ in önüne çıkıp Brahms keman konçertosunun birinci kıs­ mını dinlettiği zaman, beğe­ ndi]) beğenilmediğini bile an­ layamamıştı. Ancak iki gün sonra konservatuvarın ilân, tahtasında şu yazıyı görünce, gözleıi yaşla doldu: «Bruno Walther, könservatuvar na­ mına gelen 29 kemancının hepsinin yüksek durumda ol­ duğunu müşahede etmekle

memnunluğunu belirtir ve

Leipzig konservatuvarına teo­ riklerini sunar. Ancak, bun­ dan böyle Gewandhaus’ da açılacak yerlerde şu üç ke­ mancının münavebe ile çal­ ması münasip görülmüştür: Kurt Stiehler; Necdet Remzi, Andreas Kalb.

Almanya’da Leipzig, Ber­ lin ve Lübeck gibi şehirlerde birçok konserler verip bu meyanda Lalo’ nun (Sympho­ nie Espagnole) unu,

Beetho-ven velBralıms keman kon­ çertolarını, Beethoven - Kre- utzer ve Cesar Franck son­

atlarını dinleten Necdet

Atak, 12 temmuz 1930 da Leipzig’ de solist imtahanını vererek diplomasını almıştır. Solist imtahanının resmi kri­ tiği şudur: «Necdet Remzi, Bach’ ın Şakonunu büyük bir üslup bilgisi ve ifade engin­ liği ile çalmış;joachim var­

yasyonlarında ise, birinci

sınıf bir tekniğe malik oldu­ ğunu göstermiştir. Bu olağan­ üstü kemancıyı diğer birçok Leipzig konserlerinden de en iyi intibalarla hatıramda ya­ şatmaktayım.»

1931 df vatanına dönen v Necdel, önce Mûsiki Mual­ lim Mektebinde ve Devlet

Konservatuvarının kurulu-

şundanberi de bu ileri sanat ve inkılâp enstitüsünde so­ listliği ile muvazi olarak pe- dagogluk vazifesini görmek­ tedir. Necdet Remzi Atak’ ın sanat hayatının ilk çeyrek asrı, Cumhuriyet Hükümeti­ nin büyük sanat kadirşinas­ lığı ile 15 ocak 1945 tarihin­ de Başbakanlık Basın ve Ya­ y'ın Umum Müdürlüğünün ter­ tiplediği güzel bir törenle kutlandı. Türk güzel sanat­

(7)

larının koruyucu başkanı bü­ yük İnönü’ nün Dolmabahçe- den telgrafla bu jübileyi kut­ lamasını, Necdet Remzi Atak şimdiye kadarki hayatının en ölmez şerefi salmaktadır.

Necdet Remzi Atak jü­ bile konserinden sonra ön plânda talebeleri için yaşıya- cağını söyler dururdu. Haki­ katen onun bu tarihtenken bütün varlığıyle bir Türk ke­ man-ekolüm kurmağa giriş­ tiğine şahit oluyoruz. Ken­ disi, bu ekolün en parlak örneği ve. bayrakdarı olarak İlhan Ö zsoy’ u gösteriyor. Vi­ yolonist Nihal Tanoğlu, Er­ doğan Çaplı, Halûk Onarır, Can Kutay ve Sümer Atak da çok güvendiği ve ilerisi için büyük ümitler beslediği ke­ man kudretleridir. Bir «ekolüm henüz kuruluş halinde iken

ilân etmenin ;:risk» lerini ta- mamiyle müdrik olmakla be­ raber, ana hatlariyie meyda­ na çıkmış ve üstün üyeleri­ ne orkestralı orkestrasız bir sıra konserler, resitaller ve keman akşamlan verdirmiş olan bu çapta bir sanat çıg- rımn daha fazla gizli kal­ ması için de ortada bir se­ bep göremiyoruz.

Gençlerin ateşini hep u- yanık tutmak için ekolüne (asrımızı ortaya bölen) c!950. ve (İstanbul fethinin 500 üncü yıldönümüne rasthyan)0953- gibi tarihleri ışık tutmasını seven Necdet Remz’i Atak’a bu muazzam idealine de eri­ şebilmesi için Tanrıdan uzun ömür, sıhhat ve başarılar di­ lerim.

Mahmut Ragıp Gazimihal

(8)

N ecdet Remzi 1920 de işgal a ltın d aki « tın b u t’ an G alatasaray lisesi salonunda

ilk büyük konserini verdiği sıralarda

(9)
(10)

Necdet Remzi Atak’m 25 sanat yılı

Büyük şehirlerde oturan Türklerden olup da onun a- dını duymayan, kemanını din­ le miyen var mıdır bilmem ama şimdi bu başlığı okuyup da onu bilm yenler, en az el­ lilik bir insan sanırlar; hal­ buki 1911 doğumludur ve ilk konserini 9 yaşında vermiş­ tir.

9 yaşından başlıyank 25 yıldır sanatını yani ruhunu Türk cemiyetine vermiş, de­ falarca göğsümüzü kabart­ mış olan Necdet Remzi A- tak’ ı düşünürken Türk mille­ tinin sanat kabiliyet ve ka­ derini bir kere daha gözü­ mün önüne getiriyorum:

Bu millete, çiftçi millet, asker millet demek kadar sanatkâr millet demenin de yakışık alacağına, doğru ola­ cağına inanıyorum.

Sultanlığın yalnız keyif çatma araçı olarak, «ihsan» ve «atıfet» diye, arada bir aklına estikçe el uzattığı sa­ nata Cumhuriyetin verdiği değeri düşünerek seviniyo­ rum:

Pazartesi günü, Basın ve Yayın Umum Müdürlüğünün

hazırladığı bir programla

Necdet Remzi Atak’ın 25 inci sanat yılı kutlanacaktır.

Necdetin 9 yaşında sanata doğduğu gün, Türk sanatının parlak, müjde dolu günle­ rinden biridir. Onu, tam bir

sanatkâr gibi, kâh ilâhça

küskün, kâh çocukça sevinçli kâh hastaca hırçın fakat her zaman yaratıcı ve güvenli görmenin zevkini tatmış dost- îarındanız. Fakat bugün onu, dostumuz olduğu için değil, Türklüğün güzel kabiliyetle­

(11)

rinden birini daha meydana koyup dünyaya tanıtmış bir seçkin Türk olduğu için say- gıyle - sevgiyle anıyoruz.

Nasıl tarih içinde Türkün sanat kabiliyetini belirten­ lerden bir başlıcası Köroğlu- nun sazı olmuşsa bu çağda da Türkün sanat kabiliyetini belirtenlerden bir başlıcası Atak’ ın kemanı olmaktadır. Her Türk ailesine, Necdet’ in ailesi gibi çocuklarının isti­ dadını zamanında keşfedip

buna göre tahsiline, terbiye­ sine program çizmeyi nasip etmesini Tiirk Tanrısından1 diliyelim.

Necdet’ in yay çeken ko­ lunu Türk tirendazlarının ko­ lu kadar sıhhatli ve ruhunu Türk halk şairleri gibi her zaman yaratıcı görmek dile­ ğiyle; kendi başarılar yekû­ nunu ve bizim göğüslerimizi daha çok kabartacağını bile­ rek 50 inci sanat yılına gir­ mesini istiyoruz.

Behçet Kemal ÇA Ğ LA R

15/1/945 tarihli “ Ulus,, tan

(12)

Bir Jübile Konseri...

Bundan 25 yıl önce, gurbe­ tten anavatana dönmüştüm. Mütarekenin kâbusu altında inliyen İstanbul’ u ve hele sesleri, renkleri, kılıkları ve şımarıklıkları ile Türk’ü en büyük şehrinden söküp at­ mak küstahlığını çekinmeden gösteren Beyoğlu’ nu düşü­ nünüz:

Yan sokaklarında leblebi satılır gibi kokain satılan, büyük caddelerde esen rüz­ gârla bizimkinden başka bü­

tün milletlerin bayrakları

dalgalanan, kabarelerindeki yarı beline kadar çıplak fa- bişeleri bile işve yapmak için Türk olmıyanı ariyan kamçılı ve lâtarnalı Beyoğlu.

Orada Türk olan ve Tür­ kün olan her şey siniyor, biraz ayıplaşıyor...

Tam bu manzara ve bu

dekor içerisinde bir hadise ve bir başarı haberi duyulu­ yor: Galatasaray Lisesi kon­ ferans salonunda bir konser

verilecektir. Bu konserde

Beethoven’in Romansı, Pa- ganini’nin Le Streghe V iotti’ nin 22 numaralı konsertosu çalınacaktır.

Bunda olağanüstü bir şey yoktur diyeceksiniz. Halbuki vardı.

Tarih 1920 idi ve bu üç parçayı, piyanoda kendisine yoldaşlık eden kız kardeşi ile birlikte çalacak olan sa­ natkâr, ancak 9 yaşında bu­ lunan bir Türk çocuğu idi: daha mini mini iken Bandır- ma’da ordu karargâhında pi­ yanonun üstüne çıkarak Türk subaylarına kemanla bir kaç polka çalmış olan bu

(13)

I

kârj çok iyi tanırsınız: N ec­ det Remzi Atak!

Bu ilk konseri ve Nec­ det’ in sanat hayatına atılı­ şının yirmi beşinci yıldönü­

münü kutlamak gerekirdi.

Onu kendisi de heyecanla istiyordu.

Onun için bir konser ter­ tipledi: 15 Ocak 1945 pazar­ tesi günü akşamı, Radyo Senfoni Orkestrası ile bera­

ber, Beethoven’ in Keman

Konsertosunu çalacaktır. Bu­ nun için dostlarına gönder­ mek üzere hazırladığı ve al­ tına kendi imzasını attığı çağrı, şu cümle ile sona eri­ yordu:

....Benim için mutlu bir önemi olan bu konserimi,kıy­ met verirseniz, radyonuzla takibetmenizi saygılarımla ri­ ca ederim.:.

Bu konser, aynı tarihte ve o akşam saat 21.45 te A n­

kara Radyosunun büyük stüd­ yosunda verilecektir. Fakat genç sanatkârın dediği gibi, bunu sadece radyolarımızda takip edecek değiliz. Basın ve Yayın Umum Müdürü Ne­ dim Veysel İlkin, bu kutla­ ma konserini Umum Müdür­ lük adına yaptıracak ve o akşam salonun alabileceği sayıda dinleyici de Umum Müdürün ve Radyo Evinin dâvetlisi olarak orada bulu­ nacaktır.

1920 deki istidat, 25 yıl sonra, Türkiye’ nin içinde ve dışında gelişmiş bir üstat olarak bize bir musiki ziya­ feti verecek.

Bu jübileyi hazırlıyanlara

teşekkür etmeyi, Necdet

Remzi Atak’ ı bu vesile ile kutlayıp kendisine bundan sonra da sürekli başarılar di­ lemeyi bir sanat ve heyecan borcu bilirim.

T . İ. N urettin Artam

13/1/1945 tarihli "U lus,, gaıatesinden

(14)

Bir Artistimizin Çeyrek Asrı

Önce kulaktan duydum: «Necdet Remzi Atak, bir sanatkârın iç hayatı için ö nemli bir merhale demek ci­ lan çeyrek asırlık müzik fa­ aliyetini candan dostlarile sessizce kutlamak isterken, Başvekâlet Basın ve Yayın Umum Müdürlüğü de onun adına büyük bir jübile hazır­ lamayı münasip görmüş...» Bu haberin arkasından da N ecdet’ in radyo konserine ait bir çağrıyı aldım. Ayrıca da, aziz meslekdaşın, gaze­ teci dostları için kendi ka­ leme aldığı bir hal tercüme- sile karşılaştım:

Yakından bildiğim, yiğit fakat mütevazı dille konuşu­ yor.. Meslek hayatının gön­ lümüzü ö vünçle dolduran saf­ ha ve hikâyelerini mahviyetle anlatıyor: İnsanın, kendi ba­

şarılarını - geçmiş bir zama­ na ait olsa da - kendi ağzile övmesi biraz yakışıksız ka­ çıyor, değil mi? diyor; ve, düşündürücü bütün bir çey­ rek asrın emeklerinden kıs­ kandırıcı yapraklar çeviri­ yor...

Harika çocuk (enfant pro- dige) çağma ait ilk nefis kon­ serlerinden, memlekette ve Almanyada verdiği gelişim çağı konserlerine kadar, şe­ ref ve alkışla dolup taşan

bir sıra konserlerini heye­

canlı bir dille anlatıyor.. O- nun sanat hayatının türlü ve­ sikalarını zaten bildiğim hal­ de, ne yalan söyleyeyim, yi­ ne her satırını gözlerim Türk­ lük adına sevinç yaşlarile do­ larak okudum.

Mesleğinde olgunlaşmış şimdiki Necdet’ten ayrılarak,

(15)

eski delikanlı Necdet’ in ba­ şarılı konserlerine selâhiyetle geriliyebilirim: Çünkü, onun sanat hayatına ¡ait zafer saf­ halarını benim kadar ilgi ile takip etmiş pek az meslektaş vardır dersem, mübalâğa et­ miş olmam: Dokuz yaşında iken verdiği konserde de bu­ lundum, dinlerken dona kal­ dım; Leipzig’ten dönüşte ver­ diği ilk konserde de bulun­ dum. Konser salonundan he­ yecan ve gururdan ağlıyarak ayrıldım.

Hemen her intibaımı der­ hal yazıya geçirmiş olduğum da keza yalan değildir. O' zamanlar, ben de delikanlı idim yazılarımda üç beş mü­ balâğa kelimesi veya ona karşı beslediğim katıksız dost­ luğun his baskısı altında kal­ mış olmanın üç beş tarafgir­ lik kelimesi karışmış addolu­ nabilirdi. Fakat hayır ben, sadece gördüğümü tesbit et­ tim. Necdet Remzi Atak ise devamlı gayretiie, en çetin

şartların aleyhinde ittifak

etmiş gibi göründüğü anlarda

bile gösterdiği yıimazlmla

mertlik, yiğitlik ve çelik ira- desile benim teşhisimi haklı çıkardı. Eskidikçe gelişti, ge­ liştikçe olğunlaştı ve her

müşkülün altından sıyrılarak, onun, daha som bir iradeyle ortaya atıldığına yurtça şa­ hit olduk.

O, hanği yılların nankör şartlan içinde, kemanı mes­ lek edinmek ataklığını gös­ termişti? Ve hangi şartların baskılarına rağmen mesleği­ nin atak ve eşsiz bir gözdesi oldu? Bu gibi istifamlann c e ­ vaplarını yer müsait olsa, en iyi ben verebilirim. Çünkü, keman gibi bir meslek peh­ livanı ile boğuşmanın ne de­ mek olduğunu ve onun biz- deki piyasasını bittecrübe bi­ lirim. Ben ondan daha eski bir kemancıyım. Keman uğ­ runda yığınla enerji, damaca­ nalar dolusu ter döktüm. O keman ki, en sonunda, beni yıldırdı - bnnu itiraf ederim- fakat N ecdet’in gücü onu yendi. İcra sahasında mesle­ ğin en titiz sahası kemandır. Necdet de onun eşsiz bir kahramanıdır.

Onun meslek kıdeminin çeyrek asra ulaştığı duyu­

lunca, jübilesi yapılacak e- mekli bir ihtiyarın bahis mev­ zuu olduğu sanılmasın. O, henüz otuz üç yaşındadır. Yurda en faydalı olacak yıl­ larına henüz girmiş bulun­

(16)

maktadır. Hüviyeti üzerinde ısrarla durmamızın asıl sebe­ bi de zaten, onun, yaş ve kı­ demde ilgili işte'bu sarih ra­ kamlardır. Gençlik içinde-kı­ dem ve büyük ehliyet müzik mesleği beyle rakam ergen­ liklerine iarihte ve her yer­ de olduğu gibi bizde de çok­ tan alışmışltr.

Necdet’ in hususiyeti, ke­ mandaki güciyle kafa kültü­ rünü istisnai bir tesadüfle, ve bu tesadüfü sağlıyan ira­ deli ve çok sistemli bir ça­ lışkanlıkla nefsinde birleşti­ rebilmiş olmasındadır.

Burada ne onun sanat ha­ yatına ait -fıkraları, hoş im­ kân ve tesadüfleri, esas ho­

cası Macar kemancı Kari Berger’e karşı beslediği eşsiz saygılarını, konser hatırala­ rını, hocalık hizmetlerini sa­ yıp dökmeğe, ne de çalış üslûbunun nezih ve ağır başlı sadeliğini ve hele o şaşmaz tekniğini etraflı bir dille an- mıya yerimiz elverişli değil­ dir. Bütün bu yanları « Ar » dergisindeki etraflı bir etü­ dünde gözden geçireceğim.) Burada, sadece, büyük ke­ mancımız Necdet Remzi A- tak’a karşı olan hayranlığı­ mı tekrarlamak, ellinci mes­ lek yıl.na da bizleri eriştir­ mesini Tanrıdan dilemek is­ tedim.

Mahmut Regıp Gazimlhal

Akşam gazetesi 4 ocak 1945

♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦

c

(17)

Bir Kemancımızın jübilesi

Bir arkadaş, çok küçük yaştanheri kendisini kemanı­ na vermiş bir sanatkâr arka­ daş. Necdet Remzi Atak, 9 yaşında verdiği ilk keman konseriyle başladığı artistik faaliyetinin 25 inci yıldönü­ mü münasebetiyle, Ocak ayı­ nın 15 inci günü akşamı Rad­ yoda Beethoven’in re majör keman konsertosunu çaldı. Kısa pantalonlu küçük Nec­ det Remzi’ nin 25 yıl önce İs­ tanbul’da Galatasaray Lisesi salonunda verdiği konserde bulunamadım. Bu konserde

bulunan arkadaşlar küçük

Türk kemancısının o gün bü­ yük bir başarı ile Paganini- niıı cadı valslerini ve Viot- ti’nin bir keman konsertosu­ nu da çaldığını, konserde bu­ lunan herkesi şaşırttığını ve Türk dinleyicilerin

göğüsle-'rini kabarttığını söylüyorlar. Ben o zamanlar Ferhunde -

Necdet kardeşlerden sık sık

bahsedildiğini iyi hatırlarım; bir çok Avrupalı müzisyen- lerarasında yerii müzisyen­ lerimizin hayatlarını da ince­ lemek fırsatını buldum, Fer­

hunde - Necdet kardeşlerin

müziğe intisapları ve yetiş­ melerini pedagoji bakımından enteresan bulmaktayım. Mü­ nevver bir asker baba - o za­

man erkânıharp binbaşısı

Remzi Bey - bugün Tümge­ neral Remzi Yrğitgüden - ön­ ce kız çocuğunu piyanoya başlatıyor, bu suretle ailede bir müzik muhiti teşkil edi­ liyor, piyanoya başlatılan ç o ­ cuk üzerinde isabet olmuş­ tur, çünkü Ferhunde Remzi, zaten bu sanat için yaratıl­ mıştır, az bir zaman içinde

(18)

piyanist olarak filiz verme­

ğe başlıyor, Necdet, Ban­

dırmanın bir evinde akseden Avrupai sesler, akorlar, ar­ moniler içinde (Ben de ke­ man isterim) diye tutturuyor, Beşinci ordu harekât şubesi müdürünün yanında askerli­ ğini yapan Anesti (efendi) İstanbul’dan yarım bir ke­ man satın alarak geliyor ve küçük Needet’e ilk keman derslerini veriyor. Bir müd­ det sonra Bandırma’ da hal­ ka ilk konser veriliyor, kon­ serde bilhassa bazı Polkalar vardır. Erkânıharp binbaşı­ sının iki çocuğu müziğin sih­

rine kapılmışlardı. Ondan

kendilerini kurtarmıya im­ kân yoktur. Münevver baba başka babalara örnek olacak bir harekette bulunmuştur. Her baba çocuğunu saza baş­ latabilir, fakat alaturka mü­ zik sevmesine ve alaturka bazı aletler çalmasına rağ­ men Remzi Bey, kız çocuğu­ nu piyanoya, erkek çocuğu­ nu da kemana başlatmıştır, sonra tam zamanında hare­ ket etmiştir, gecikseydi bu­ gün ne Ferhunde’ye, ne de N ecdet’ e sahip olamazdık.

Büyük müzisyenlerin ebe­

veynleri de Avrupa’ da b öy­

le zamanında hareket ede­ rek medeniyete büyük sa­ natkârlar kazandırmışlardır. Çocuklarında müzik istidadı gören ailelerimizin çocukla­ rını erkenden müziğe başlat­ maları çok arzu olunur.

Necdet Remzi ailesi mü­ tareke olunca İstanbul’a ge­ liyor. Küçük Necdet, İstan­ bul’da Kari Berger adında bir kemancının talebesi olu­ yor. Berger iyi birpedagog- tur, küçük kemancımıza bü­ yük bir ihtimam gösteriyor ve aradan henüz bir sene geçmöden kemancımız Gala­ tasaray Lisesinde yukarda adı geçen konseri veriyor. Ferhunde - Necdet kardeşler sonra daha birçok konserler veriyorlar, Amerikan kole­ jinde okurken enstrümanla­ rına devam ediyorlar, koleji bitirince Leipzig Konserva- tuvarında tahsillerini tamam­

lıyorlar, orada da başarılı konserler veriyorlar, konser - vatuvarı bitiriyorlar ve An­ kara’ ya dönüyorlar Cebeci

Müzik Öğretmen Okuluna

öğretmen oluyorlar. Necdet Remzi Atak Avrupadan dön­ dükten sonra da memlekette bir çok konserler veriyor. Devlet Konservatuvarı

(19)

ku-rulduğundanberi bu müesse- sede keman profesörüdür. Hayatını kazanmak zaruret­ leri onu bir müddet solis- tik hayattan uzakiaş’arınış­ tır, son zamanlarda keman­ cımızın tekrar artistik faali­ yete geçtiğini görmekle se­ viniyoruz. Necdet Remzi A- tak son senelerde keman ta­ rih ve edebiyatı üzerinde e- tütler yapmaktadır.

Wasili-evski’nin keman ve üstatları adlı eserini dilimize çevir­ miştir. Konservatuvarda bu dersin de öğretmeni bulun­ maktadır. Artistik faaliyeti­ nin 25 inci yıl dönümünü id­ rak eden sanatkâr arkadaşı­ mızı tebrik eder, solistik fa­ aliyetine sekte vermemesini temenni eder ve bu alanda kendisine daimî başarılar di­ leriz.

H alil Bedii Y ö n e tk e n

Radyo Mecmuası

(20)

Necdet Remzi Atak

ve

öğrencilerinin Konseri

Her devirde olduğu gibi bugün de az olmakla beraber büyük musiki istidadı göste­ ren miniminiler eksik değil­ dir. Yalnız bu minimini isti­ datların çoğu yalnış terbiye edilmek veya muhitlerini bu­ lamamak yüzünden daha kü­ çük yaştayken sönüp gider­ ler. Bu itibarla istidatları nis betinde nazlı olan bu mini­ minileri yetiştirmek ayrı bir meseledir.

Bakınız A. Rubistein ha­ rika çocuklar.için ne diyor:

Büyük ustalarımızın çoğu birer harika çocuktular-. Ama bunlar arasında büyük sanat­ çı olarak tutunanların sayısı küçük yaşta böyle büyük is­ tidat gösterip de sönenlerin • yanında hiç kalır. Genel ola­ rak çocuklarda musiki isti­ bdadı pek küçük yaşlarda be­

lirir. Ama bu istidat erkek­ lerde on beş ile yirmi, kız­ larda on dört ile on yedi yasları arasında bir buhran geçirir. Bu buhranı atlatmı- yanlar sönüp giderler. Atla­ tanlar da büyük musikici o- larak tutunurlar. Yalnız bun­ ların sayışı parmakla göste­ rilecek kadar da azdır.

İşte Necdet Remzi Atak her cemiyette pek nadir ola­ rak görülen ve nadir görül­ düğü nisbette yetiştirilmesi güç olan bu harika çocuklar­ dan biridir, ö y le bir harika çocuk ki 1920 senesinde do-ı kuz yaşında iken Galatasaray lisesi salonunda verdiği ilk büyük konserden bugüne ka­ dar memleketimizin en iyi kemancılarından biri olmak vasfını muhafaza etmektedir.

/¿Daha beş altı

(21)

ken ses âleminde büyük bir alâka gösteren minimini Nec­ det’ in, vapur, tren düdükle­

rinin, kampanaların hasılı

ses çıkaran her şeyin nota­ sını söyliyerek etrafındakiler'! hayrete düşürdüğünü hocamız Kari Berger’ den öğrenmiştim. Büyük bir musiki istidadiyle karşı karşıya bulunulduğuna herkes inanmıştı. Ama asıl iş bundan sonra başlıyordu. Bu büyük istidadı en verimli şe­ kilde yetiştirmek için ne yap­ mak lâzımdı? Bu istidada alafranga mı, yoksa alaturka mı öğretmek uygun olurdu? Çünkü bundan otuz sene ön­ ce memleketimizde sadece alaturka musikinin fonksiyo­ nu vardı. Sadece alaturka

rağbetteydi. Alafrangadan

aniıyanlar yok denecek ka­ dar azdı.

İşte böyle bir devirde bü­

tün bu soruları zihnimden

geçirmek ve nihayet bir.ka­ rara bağlıyarak oğlunun bü­ yük istidadına istikamet ver­ mek işi, o zaman "genç bir erkânıharp zabiti olan baba­ sı Remzi beyin (şimdi Gene­ ral Remzi Yiğitgıiden) omuz­ larına yükleniyordu. Necdet- in yetişmesinde muhakkak ki babası Yiğitgüden’in himmeti

pek büyüktür. Bir kere bu nadir istidadı daha o zaman­ lar garp musikisi istikame­ tinde yetiştirmeğe karar ver­ mesi Yiğitgüden’ in, ileriyi gören, ne inkılâpçı bir şah­ siyete sahip olduğunu gös­ termeğe yeter sanıyoruz. Ge­ neral Yiyitgüden, oğlunun, musiki terbiyesini Karl Ber­ ger gibi büyük bir kemancı­ ya bırakmakla da hoca seç­ mekteki isabetini gösterdi.

Necdet dokuz yaşınday­ ken Galatasaray salonunda şöyle bir programla sanat hayatına atılmıştı:

1 — Beethoven: Romans fa maiör.

2 — Viotti: Keman kon­ çertosu N. 22. 3 — Paganini: Le Straghe (Cadıların dansıt. 4 — a) Hândel: Bourrée. b) Bach: Air. c) Hubay : Hulamza Balaton.

Bu ilk konserinden bugü­ ne kadar aradan tam yirmi beş sene geçmiş bulunuyor. Bu müddet içinde birkaç yü­ zü aşan konserlerinde Nec­ det bize Mozart, Bach, Beet­ hoven, Merrdessohn, Brahmıs, Viotti, Pağanini, Vlentemps Wieniawsky gibi

(22)

musikıcile-rin konçertolarını, keman edebiyatının, tanınmış sonat­ larını ve daha birçok çetin eserlerini, daima sağlam bir teknik ve olgun bir üslûpla dinletmiştir. Bu konserlerin çoğunda da kardeşi Bn. Fer- hunde Erkin’in kendisine re­ fakat ettiğini hatırlatmak is­

terim.

Necdet 1931 senesinden beri solistlik hayatına mu­ vazi olarak hocalık etmek­ tedir. Kendisi bugün Ankara Devlet Konservatuvarının en kıdemli keman profesörüdür.

Bu akşam Dr. Praetorius idaresindeki filarmonik or­ kestrasının refakatinde Nec­ det Remzi Atakla talebeleri İlhan Özsoy ve Erdoğan Çap- lı’dan üç konçerto diııliye- ceğiz. Önce Erdoğan Çaplı - kemandaki kıdemi henüz (iç seneyi bile doldurmuş de­ ğildir. - Bachın La minör kon­

çertosunu çalacak. Arkasın­ dan Necdetle Ilhan’dan, Mo­ zart’ın ^ keman ve viola için yazdığı ^Synphonie concer- tante» mı dinliyeceğiz. Ke­ man partisini Necdet, viola partisini de İlhan çalacak. İl­ han Özsoy bundan iki ay ka­ dar önce gene Dr. Praetorius idaresindeki filarmonik or­ kestrasının konçertosunu bü­ yük bir başariyle çalarak ho­ casına lâyık bir talebe oldu­ ğunu göstermişti. En sonun­ da da Necdet bize, 1920 se­ nesinde daha dokuz yaşında bir çocukken Galatatasaray lisesi salonunda çaldığı Vi- otti’ nin 22 inci keman kon­ çertosunu dinletecek. Oku­ yucularıma bu güzel geceyi kaçırmamalarını tavsiye eder­ ken Necdet Remzi Atakla genç talebeleri İlhan Ö zsoy’a ve Erdoğan Çaplı’ya başarı­ lar dilerim.

N u r e t t i n Ş a zi K ö s e m i b a l Varlık Dergisi

(23)

Değerli keman virticzü- müz Necdet Remzi Atak’dan bu arada Dvorak Kreisler’ in Mi Minör Slav dansını din­

lemek fırsatım elde ettik.

Kemanı büyük bir kolaylıkla çalan ve çok küçük yaşta yabancı memleketlerde de bü­

yük takdirler ve alkışlar

toplayan Necdet Remzi atak hakkında fazla bir şey ya­ zacak değiliz. O kendisi için büyük bir şöhret ve muhit saklamış bulunmaktadır.

En son olarak İlhan ö z - s o y ’ dan Wienievski’ nin Po­ lonez'ini ve Puniani -Kreisler- in Prelüt et Allegrosunu din: ledik. Günden güne ilerliyen ve gelişen bu çok- istidatlı genç bu çalışma içerisinde artık virtiözlüğe doğru yo! almaktadır. 26 Ekim akşamı İlhan Özsoy, herkeste bu ka­

naati kökleştirdi. Onu, ünii sınırlar aşan bir sanatkâr o- larak göreceğimiz anın yak­ laştığına inanıyoruz. İlhan O zsoy’un bu üstün başarısı ve onun bu başarısını yakın­ dan ve içten gelen bir ilgi ile tıpkı kendi başarıları gibi takibeder. arkadaşlarının bu asî! duyguları karşısında kon-

servatuvar Müdürü Sayın

Tevfik Ararad, kendini tuta- mıyarak sahneye fırladı, se­ vinç ve iftihardan gözleri ya­ şaran dinleyicilere güzel bir

hitabede bulundu. Necdet

Remzi Atak’ ı bahtiyar fâni­ ler arasında sayan Tevfik

Ararad sözlerini, Necdet

Remzi Atak’ı övmek benim haddim değildir. O, küçük yaşta sınırlar aşan bir şöh­ rete kavuşmnş, genç yaşta ideal bir öğretmen olmak y o­

(24)

lunu tutmuştur. Hakikî bir sanatkâr olmak bahtiyarlığı­ na erişen ve büyük bir öğ­ retmen olan Necdet. Remzi

Atak’ m önünde saygı ile eği­ lirim. Cümleleriyle bitirmiş ve dakikalarca alkışlanmıştır. Sayın. Konservatuvar Müdü­ rünün bu çok asîl va kadir­ şinas ve sanatı takdir edip seven insanlara has samimî jesti, 26 Ekim gecesinin mâ­ nasını bir kat daha derinleş­ tirdi.

Ancak bu arada Devlet

Konservatuvarmdaki diğer

öğretmenlerden de Necdet Remzi Atak gibi olağanüstü bir çalışma ve başarı göster­

melerini ve meydana getir­ dikleri eserlerin hesabını ay­ nı açıklık ve dürüstlükle sa­ nat severlere sunmağı güzel bir gelenek şekline koymala­ rım bekliyoruz. Bu bir gös­ teriş veya reklâm değil, bir açık kalblilik, bir kendine' güvenişin ifadesidir.

Necdet Remzi Atak ke­ man ekolünün yaşattığı bu ılık sanat gecesini sonnııa kadar yakın bir ilgi ile taki- beden sayın Millî Eğitim Ba­ kanımızın bu vesile ile der­ gimizin 23 üncü sayısında ileri sürdüğümüz hususlarda haklı olduğumuzu müşahede ettiklerini sanmaktayız.

Am aç Sayı: 28

Cihat Özhan

(25)

Ilhan Özsoy’un İlk Resitali

10 ocak 1946 perşembe

akşamı Halkevi sahnesi en güzel akşamlarından birine şahit oldu. Son zamanlarda başkentimizin müzik çevre­ sini (fert) olarak iki istidat fazlaca meşgul etmekteydi: Harika çocuk yaradılışiyle henüz farkedilen İdil Biret, ve üstün istidatlı yaradılt- şıyle çabucak gönüllerimizi kapan viyolonist İlhan Özsoy. İşte geçen akşam bu İkin­ cisinin üstün başarılı ilk re­ sitalinden gönlümüz gurur ve iftiharla dolu olarak ayrıldık. Seçkin bir dinleyici zümresi onun bu tarihî gününü göz­ leri sevinç yaşlarivle dolu o- larak alkışladı. Oçu yetişti­ ren seçkin üstad Necdet Rem­ zi Atak’m bütün konser b o ­ yunca- bir kaç defa yüzüne bakmak fırsatını buldum. Bu

güvenmekte haklı olan ada­ mın ruh haletini yazıya ge­ çirebilmekten kalemim âciz­ dir, Haklı olarak güvendi ve haklı olarak iftihar duydu. Fakat, o akşam, hepimiz için sayılı saadet günlerinden biri olmuştur.

1946 yılında çıkan şu ilk yazımı imzalarken artık şunu itiraf etmeliyiz ki: iki asırdır

ellerde başıbozuk dolaşan

zavallı keman, nihayet baş­ kentteki Devlet Konservatu- varımn çatısı altında ilk müs­ pet ve verimli okuluna ka­ vuştu. İlhan Özsoy da işte bu okulun bayraktan oldu.

Program kolay başarı la- mıyacak bir tertipti. Virtü­ özlüğün her unsurunu, her inceliğini ihtiva ediyordu. O suretle ki, Ilhan’ın cesaret ve kabiliyetini evvelden

(26)

meşeydik böyle bir yükün altından bu kadar ince bir

başarıyle kalkabileceğine

inanmazdık. Çalışındaki ha­ raretle ve kıvrak çizgileri bir hamlede söküp atıvermekteki güvenli yaylariyle, İlhan Öz- soy, yurdun şimdiden ileri ve genç bir vitrüozudur. An- dantelerinde duygu, ton ve

ilade bakımlarından olgunluk göze çarpıyordu.

Kısaca: İlhan Ö zsoy’un başarısını candan kutlar, ge­ lecek resitallerinde bize da­ ha yüzlerce eser dinletebil­ mek üzere bütün sanat ha­ yatının çalışkan, iradeli ve mütevazi geçmesini dilerim.

(27)

Bir Konser

Geçen gece Konservatuvarda, Necdet Remzi Atak ve öğrencileri, seçkin davetliler önünde imtihan verdiler. Her yıl Konservatuvarm birçok mezun vermesine rağmen, bu ­ güne kadar böyle derlitoplu bir değer gösterisi yapılma­ mıştı. Necdet Remzi Atak, bunca senelik geceli gündüzlü çalışmasını bize meyvalarıyla gösterdi. O gece karşımızda, bugüne kadar tanımadığımız bir insan, bir idealist pedagog gördük: bize düşüncelerini, gayesini, önümüze delillerini sererek tanıttı. Artık hiç çekinmeden ve iftiharla Millî bir Türk Keman Ekolümüz vardır, diyeliliriz. Ümit edelim ki, daha ilk filizlerini yeni yeni vermiye başlayan bu dâva, etraftan fazlasıyla lâyık olduğu alâka ve teşviki görsün.

Necdet Remzi Atak, önce kısa ve değerli bir konuşma ile Ekolünün esas ve gayelerini anlattı. Ondan sonra bü­ tün söylediklerinin müsbet neticesini öğrencilerinde gös­ terdi. 6 - 7 aylık öğrencilerinden yüksek kısım öğrencilerine kadar on genç viyolonist, teker teker değerlerini ispat ettiler. Can Kutay’ ındaıı İhsan Özsoy’una kadar bütün öğ­ rencileri, öğretmenlerinin çalışmasına inanmış ve onu be­ nimsemiş görmek bizi o kadar sevindirdi ki, bu samimî ve canayakın sınıf konseri bittiği vakit hepimiz hayret ve gu­ rur içindeydik. Necdet Remzi Atak, kendi sahasında emi­ niz ki tek idealist değildir, fakat hepimizin karşısında yap­ tıklarının ve çalışmalarının hesabım ilk veren o ’dur. Ümit edelim ki, bundan sonra, diğer sanatkârlarımızda bize eser­

lerini tanıtsınlar...

Omet Güyenç

(28)

-Ankara’da Solist Çalışmaları

Devlet Kontervatuverı ve Radyo solist konserleri son zamanlarda bir hayli artmış bulunuyor.

Türk sanatının ulu koruyucusu Cumhurbaşkanımız Millî Şefimiz Sayın İnönü’ nün her Cumartesi günü Devlet Kon- servatuvarında verilmekte olan konserleri huzurlariyle şe­ reflendirmeleri, hayatlarım sanata vermiş gençlerimize, beklenen amaca ulaşma yolunda sonsuz bir inan ve enerji sağlıyor. İşte büyük Önderimiz, kıymetli iltifatlarını, kon- servatuvar salonunda geçen haftanın son oda müziği kon­ serini vermiş olan öğretmen ve öğrencilerden de esirgeme­ diler. (2. Şubat 1946 Cumartesi). Nitekim aynı gün, 15 O- cak 1945 te sanat hayatının 25 inci dönüm yılını kutladı­ ğımız kıymetli violonistimiz Necdet Remzi Atak’ ın hazır­ lamış olduğu bir konser programda yer almış bulunuyordu. Atak’ ın ötedenberi konservatuvarda idare ettiği keman kursları, başkentimizin solistlik’ çalışmalarım zenginleştirdiği kadar, kemanın tarihini, tekniğini, estetiğini, literatürünü de inceleme ve Türk kemancılığına giden yolu arama ba­ kımından bir nevi laboratuvar çalışması yerini tutmaktadır. İşte Necdet Remzi Atak, Devlet Konservatuvarı yük­ sek keman bölümündeki öğrencilerine, bu neviden stüdyo araştırmaları arasında: 'Parmak Yerlerin, «İfade İnceliklerim ve «Tematik cümlelerin Açıklanmasın yolunda ders olarak ele aldığı malzemeyi, yani üç klâsik İtalyan eserini (Tar- tini: Sonat; Vivaldi; Konçerto, Şakon). 2 Şubat 1946 Cu­ martesi günü Konservatuvar salonunda piyanist Bedia Dö- lener refakatında başarı ile çalmış, ayrıca Millî Şefimizin takdirlerini kazanmış olan bu konserle, stütyo çalışmala­ rının tatbikatta da müsbet sonuca ulaşmış olduğuna sanat­ severleri inandırmıştır.

C evat Memduh A ltar

(29)

Bizde Keman

. . . - tenkit ma­ kamında - şöyle söylüyor :

«Perdesizliktir aman, e t­ me güman : '•> «Yakışır sine-i C orci’ye

keman •> ikinci mısradaki (sine) ve (keman) kelimelerini birleşti­ rirsek, siynekeman’ ın kaste­ dildiğini anlarız : Gerçekten de, (violon d’amour)’ un eski

rebaptan icra bakımından

haşlıca farkı, «bu yenisinin göğüse dayanarak tutulması idi; (yani, Viola da braccio- nun gelişmiş bit tipiydi).

Avrupa kemanim benim­ seme çağı diye anabileceği­ miz işte bu ilk devrede, ke­ man, tanzimata kaklar yalnız tarihi Türk musikisinin em­ rinde çalışmıştır... Tanzimat- tan itibaren sarayların ama­ törce orkestralarında gerçi

M a h m u t Retgıp G a z i m i b a l Ankara dergisi ( 5 )

yer bulduysada, «bu âletin virtüözlüğünü elde etmiye müteveccih çalışma göreneği meşrutiyete kadar aramızda bir türlü tutunamadı. Yardı­ mı görülen alelade İtalyan kemancılar ayarında keman­ cılar bile henüz yetişmiyor­ du. Acem kılıcı gibi «hem alaturka, hem de alafranga çalan iki yüzlü kemancılar görülüyordu: Vondra, ilk bir virtüözlük çığırım açtı...

* * *

Bizde kemanın tanzimata kadar, takriben yüz yıl, sırf fasıl musikisinin emrinde ça­ lıştığını gördük: O suretle ki onun sesi bu müddet zarfın­ da her sınıf kalkça tâ içten benimsenmişti. Tanzimatta.n meşrutiyete kadar geçen tak­ riben seksen yıl içinde de sarayda orkestra kemancılığı

(30)

emeklemiye başlamış, fakat saray dışında alaturka ke­ mancılık bağımsızlığını elde tutmakta devam etmişti. Be­ yoğlu yabancıları arasındaki tek tük meraklılar bile iyi öğretici bulamamanın mah­

rumiyetine katlanıyorlardı.

Meşrutiyetten onbeş yıl ka­

dar öncelerden başlıyarak

zaman zaman kurulan ve sı­ ra konserler veren senfonik

oskestralarda yabancı ke­

mancılar arasında tek tiik yerli kemancıların da görü­ lür olduğunu yaşlılar anlatı­ yorlar. Meselâ, 1905 ile 1915 arasında ‘ Dr. Nava idaresin­ de senfonik konserler veren bankalardan da vardım gören orkestrada ilk defa olarak bir de Türk kemancının yer aldığı görülmüştü: Bu genç artist, İsmail Cenani Beyin oğlu Etem beydi. Saray ke­ mancılarının karşı taraf kon­ serlerinde yer almaları ya­ saktı. Sarayda hiçbir tarihte

'tam mânasiyle ciddî> sen­ fonik müzik çalınamamış, bu­ nun başlıca sebebi de keman­ ların zayıflığı olmuştur. Or­ kestra kemancılığının kuvvet­ lenmesi çağı, bizde Cumhu­ riyet devrine düşmüş oldu­ ğunu gözümüzü kırpmadan

söyliyebiliriz. Meşrutiyet sı­ ralarındaki saray orkestra­ sından söz açan yetkili bir ecnebi, soranlara şu cevabı *

vermişti Bütün kemancıları

Zeki bey değerinde elan bir orkestra kurabildiğiniz gün ancak senfonik bir ojksetra- ya sahip olmuş saj'ilabilirsi-

niz...:>

Keman virtüözlüğünün ne demek olduğunu gerek saray musikicileri, gerekse merak­

lılar, Abdülmecit asrından

itibaren zaman zaman gelip konserler veren AvrupalI ke­ mancılardan erkenden görüp öğrenmişlerdi. Bu arada A. Von Adelburg ( ki aslen İs­ tanbullu idi), Luigi Arditi ve H. Vieuxtemps gibi kemancı­ lardan bu sazda neler yapı­ labileceğini, dört telde neler

yaratılabileceğini gördüler.

1848 de İstanbul’a gelen vi­ yolonist Vieuxtemps, ancak De Beriot’ ııun ?Tremolo» su gibi virtüöz parçaları çalmak suretiledir ki ‘ Abdülmecit’in büyük iltifatına mazhar ol­ muş birçok altın ve bir sürü hediyeler almıştı.

Saraya gelen kemancıla­

rın her şeyden önce virtü­

özlük hünerleriyle dikkati

çekebilecekleri kolayca

(31)

taşılır bir olaydır. Halbuki, sanatta virtüözlük bir ga­ ye değil, sadece vasıtadır. Böyle olduğu halde, acemi kemancılar ve dinleyiciler için ön plânda gelen ideal, kuru virtüözlüktür. Virtüöz­ lüğü edinmenin kurtları dö­ küldükten sonradır ki müzik

yapmak denilen şeyin üs­

tünlüğü kavranır ve ancak böylelikle de keman sanatının sırrına erişilinmiş olunur.

Virtüözlüğü elde ettirecek çalışmanın göreneği Meşrûti­ yete kadar ne sarayda, ne de Beyoğlu çevresinde yer- leşememişti. En büyük ke­

mancılardan birini saraya

getirip barındıramıyacağım

anlıyân Abdülhâmit, memle­ ketteki küçük istidatlardan birini saray hesabına Paris

» konservatuarında yetiştir­

meyi düşündü, Vondra beyi göndertti. Filhakika, Vondra Paris konservatuvarında Gar-

cin’in sınıfını parlak bir

surette bitirmiş, 1892 de

sınıf arkadaşı Henri Marteaü ile birlikte birinci mükâfatı kazanarak saraya dönmüştü. Sararda ve hariçte bir sıra konserler veren genç Vondra, en iyi çırağı olarak viyolonist Zeki’ yi de yetiştirdiysede,

alkol yüzünden vakitsiz, öl­ düğü için öğreticilik hizmet­ leri bu kadarla kaldı... Bir müddet sonra Gerhard Bras- sin adındaki ünlü kemancı gelip yerleşti; fakat o da fazla yaşlıydı, öğreticilikte yorulmuş bulunuyordu, İs­ tanbul’da öldü. Çok eskiden

memleketimizde yerleşen,

iddiasız fakat çalışkan keman

öğretmeni Bay Braıın’un

hizmetlerini de bu arada

analım... Üçer beşer yıl İs­ tanbul’da kalıp göçen başka bir iki tanınmış violonistin ders ve konserlerinden de’ meraklılar günü gününe fay­

dalandılar. Geçen büyük

harbe mücavir yıllara ait

olarak anlattığım şu öğretim durumu, çalışma göreneği bir türlü geliştirememişti ; me­ raki. gençler yüksek keman tahsili için batı konservatu-

varlarına koşmak heyeca-

niyle yanıyorlardı...

1876 da Boyacıköyünde doğmuş ve on yaşında kema­ na başlamış olan Antoniadis, bu amaçla ilk olarak Avrupa

yolunu tutan yurttaşımız

oldu ; Robertkolleji bitirdik­ ten sonra Viyana konserva- tuvarında Stwertka’ nın sını­ fında çalıştı. Yurda dönüşte

(32)

öğretmenlikte çok hizmet etmiş, pedagojik mahiyette önemli etütler hazırlamıştır...

Kabul şartları pek çetin olan Paris Konservatuvarınııı 1889 kayıtları arasında İstan­ bul’dan viyolonist Marchesi

(Jeanne); 1919 dan altist

Sinanian (Gregori) ve viyo­ lonist Grabowska (Edwige)

adlarını görüyoruz Başka,

Avrupa konservatuvarlarıııın

kayıt defterlerinde de , bu

gibi yurttaş adlariyle karşı­ laşıldığını düşünecek olursak

kemanda talih deneyenler

sayısının yurdumuzda da ne kadar çabuk yükselmiye baş­

lamış olduğunu kolaylıkla

anlaıız. Talih deneyenlerin çoğu esaslı kemancılar oldu­

larsa da, hiçbir zaman kalbur üstü sayılanlar arasında yer alamadılar.

Sarayda yetişen ilk Türk kemancı nesilleri - Avıupaya

tahsile gitmek şöyle dur­

sun - keman kutusuyla saray kapısından dışarı bile çıka­ mazlardı ; tek tük oda - mü­ ziği konserleri için iradeise-

niye şarttı !... Saraydan,

Sezâi ve Seyfettin Asaf kar­ deşlerin Viyana’ ya gönderil­ melerine nasılsa irâde-i Şa­ hane sâdır oldu : Seyfettin

Asal orada Rose’nin sınıfında çalıştı.

Husûsî surette batı kon-

servatuvarlarında kemana

çalıştıktan sonra koıısercilik- ten umudu kesen Ekrem Be­ sim, İsmail Bedri gibi üç beş istidat yanında, bilâkis se­ batla meslekte kalan arka­ daşlar da oldu. Âli Sezin,

1917 de yirmi yaşında olduğu halde Berlin’de dersler alrnı- ya başlamış ve 1924 de yurda dönmüştür. İzzet Albayrak, 1922 de yirmi dört yaşında iken Berlin’de kemanını iler letmiye gitmiş ve 1928 de dönmüştür. Ekrem Zeki, 1925 de onbeş yaşında olduğu halde tahsile gittiği Paris’ten 1930 da yurda dönmüştür... Liste biraz daha uzatılabilir... Bu arkadaşların hepsi kül­

türlü, hepsi çalışkan ve isti­

datlıydılar. İleri gayelerle

hizmete girdikleri mutlaktır, hele öğretmenlikte çok fay­ dalı oluyorlar. Araştırdım : bu arkadaşların müzik isti­ datları hep çocckluk yaşla­ rında belirmiş, hatta abur cubur müziklerle uğraşmıya

erken erken başlamışlar;

fakat, metodlu çalışmalara girişmek üzere kemanı ele almakta, ilk usta

(33)

leri bulmakta hepsi de geç kalmışlar. Ali Sezin 17 ya­ şında; İ. Albazrak 16 yaşın­ da ; Ekrem Zeki 13 yaşında : geç kalmışlar!... fakat, buna rağmen erişebildikleri sevi­ yeler, hayretlerle karşılan- mıya şayandır.

Necdet Remzi Atak, ke­ mancılarımız arasında öyle bir istisnâdır ki, harika çocuk (enfant prodige) olarak kon­ serlere başlamak ve bunun sonucu olarak bazı üstün imkânları ele geçirebilmek

talihi, onun başına kon­

muştur. İşte bundan dolayı­ dır ki, Necdet Atakı baş­ kentimizin baş - kemancısı«

diye adlandırmaktan dost

meslektaşlar daima en büyük zevk ve huzuru duymuşlardır. Necdet, şimdi iki kaygının yükü altında bulunuyor : 1 Ulaşmış bulunduğum pâyenin şerefini korumak ve kırata- sım düşürmemek. 2) Emek­ liye ayrıldığım zaman yerime hangi üstün genci bırakaca­

ğım?.. sorusunun cevabını

hazırlamak.

N ecdet’i yetiştiren, hem kemanın teknik ve edebiya­ tını, hem de sanat ahlâkım

ona vaktinde kazandıran

Prof. Kari Berger hakkında

onbeş yıl önce kaleme aldı­

ğım bir yazının başlığını

^Memleketimizde tutunmağa başlıyan ilk keman mektebi» diye yazmıştım (Musiki der­ gisi, Ankara, Nisan 1931). İşte bugün Necdet’ in ister istemez yürütmek zorunda bulunduğu dâva, onbeş yıl önceleri zihni kurcalıyan o vâkıanın yeni bir safhasıdır.

Konservatuarlarımızın ve­ ya hususî surette dersler

vermekte bulunan keman

öğretmenlerimizin çalışkan

sınıflarını istisgar etmeden konseıcilik ve üslûp kıyasla­ malarına da kalkışmadan, ya­ zımızın bu kısmında, Necdet Remzi Atak ve onun enerjik çalışmaları, kurduğu sınıfın sanat amaç ve kalitesi üze­ rinde durmak mecburiyetin­ deyim ; çünkü, onun son yıl­ larda rbir rüyadan uyanır gibi taze olduğu kadar di­ namik ve ısrarlı hamlelere tekrar girişmiş bulunduğunu görüyorum. Şu yazıları bana yazdırtan hızı bile, o volka­ nın hamle ateşinden sıçnyan bir kıvılcıma borçluyum :

Türkiye kemancılığını bir okul» halinde sağlamlaştıra­ cak, bir kelimeyle, onu ayak­ ta tutup geliştirecek en kuv­

(34)

vetli sanat adamı olarak, ben, Necdet Remzi Atak'ı görüyorum. Neden mi ? d iy e­ ceksiniz. Böyle bir azametli

iş için gereken şari’ların

hepsi, onun şahsında misline az raslanan bir kuvvetle bir­ leşmiştir de ondan ; tahlil edelim :

Necdet Remzi Atak stüd­ yo adamıdır: Onu, fıer sınıf­ tan genç kemancılar arasın­ da keman tekniğinin en in­ ce problemlerini çözerken gördüm. Genç asistanlariyle mühim bir hastalığı ve onun sebeplerini araştıran büyük bir doktor gibiydi; öylesine bir araştırma ruhu ve ciddi­ yeti ortalığa hâkimdi.

Kendisini dinleyen genç 1 udretlerin gözleri ne kadar da parlıyordu... Bu adam, zekâsının objektifini ne ta­ rafa çevirse, bir kaç keli­ meyle ve bir iki yay doku­ nuşuyla her hangi bir nok­ tayı her ne zaman açıklamak istese (çünkü bu gibi anlar­ da kemanı hep elindedir), aylarca ve hattâ yıllarca si­ zi düşündürmüş, terletmiş o- lan o karanlık noktanın der­ hal aydmlanıverdiğini ve ç ö ­ zülüp basitleştiğini görürsü­ nüz..,

Necdet Remzi Atak sah­ ne adamıdır: 25 senedir, 1920 den ve 9 yaşındanfceri verdi­ ği dert beş yüzü aşan kon­ serlerinde’ onu, hep o şaş- mıyan, yılmıyan, saat gibi tekniği ilt ; derin-ifade, o l­ gun üslûp ve büyüleyici şah­ siyetiyle başbaşa bulduk. En- sönük günümüzde içimizi a-

teşlemesini, batı müziğine

en bîgâııe çevreleri ilgilendir­ mesini, yığınları hep peşisı- ra sürüklemesini bildi... Sah­ neden onun kadar sempatik görünen bir artistimizi tanı­ mıyorum... Bir Türk ki (da­ ha 17 yaşında ikeıı)Avıupa- da kendisinden ••birinci sınıf bir tekniğe sâhip olan ola­ ğanüstü kemancı! diye bah­

settirmiş; bir vatandaş ki,

Bach’ ın anayurdu Leipzig

şehrinde Chaconne-u din­

lettiği zaman Alman kritik­

lerine büyük ve engin bir

üslûp vukufuyle çaldığını-

yazdırmış... Bir artist ki. çe­ şitli Avrupa şehirlerinde ver­ diği elliyi aşan konserlerin­ de en 'çetin eserleri, ye bu meydanda, Brahms, Beetho­ ven, keman konçertolarını, Lalö’nun İspanyol senfonisini hep alkışla, hep başarıyle

(35)

Türk’e, o değerli vatandaşa biz, bu yazımızda, göğsümü­ zü gere gere, ve kayıtsız şartsız en büyük kemancı­ mız Başkemancımız* deriz.

Necdet Remzi Atak ilim adamıdır : İngilizce, Fransız­ ca ve Almanca bilir. Her bahis üzerine onun kadar okuyan müzisyene biz de az rastladım... Mimarlık, edebi­ yat ve tarih, daima incele­ diği, ilham aldığı konulardır. Daima okuyan bu adamın, sert ve keskin olduğu kadar öğretici ve yiğit bir kalemi de var. Tecrübelerini yaz­ masını biliyor ve seviyor. Wassiele\vski’ nin Keman ve üstadları» adlı eserini dili­ mize çevirdiğini eevelce yaz­ mıştım, Koııservatuvarda ay­ rıca kemanın tarih ve edebi- yatiyle uğraşan bir kürsünün profesörüdi r, ve bu konuda geniş bir U lif esere başlamış bulunuyor. . 25 senelik icra sanatkârlığının tecrübelerini, ilerde, «Keman Tekniği Prob­ lemleri > baslığı altında top­ lamayı tasarlıyor...

Ve nihayet, Necdet Remzi Atak gençtir (34 yaşında) ve teşkilâtçıdır : Onun, şu 1945 jübile yılı içinde kaç genç elemana yol açtığını,

nice ürkak ve kırgın genci sahneye fırlattığını, ne ustaca kombinezonlarla beş yıllık kemancıyla onbeş yıllık ke-

£mancıyı yanyana konsere

çıkardığını hep gördük...

İftihar ve heyecandan dona

kaldık. N ecdet, kollektif

çalışmasını seviyor; sınıfı bir araştırmalar laboratuvarı gi­ b i: Süheyl Petek’ lerin, İlhan Ö zsoy’ larm, Erdoğan Çap- lı’ların içinde yetiştiği bu

sanat stüdyosunu biz de

ziyaret eitik ; tahmini güç bazı sahneleri böylelikle tâ içerden gördük. Süheyl, İlhan

ve Erdoğan gibi gençler,

daha bugünden önemle anıl-

mıya değer kudretlerdir...

urkadan boy ve yaş sırasıyle diğer Türk çocukları sıralan­ mış geliyor.. Necdet’ in bazı sabahları neden dolayı saat yedide konservatuvara gelip, tâ akşamın sekizinde evine döndüğünün sebebini, ancak gönlünde sanat ateşi yanan­ lar kolay anlarlar. - Bir gece onun evinde topluca yemek yiyorduk, telefonun çalındı­ ğını duyduk : sınıfça hazır- lanmakta olan bir konser hakkında sual soruluyordu ;

bir talebe bir müşkülünü

(36)

gayet candan bir alâkayla cevap veren ev sahibimiz, aynı akşam hatırına geldikçe telefonu açarak direktiflerini genişletmekten de geri dur­ mamıştı : «24- saatte 24 saat

sanat için sanat b gibi bir

şey L.

Kısaca, 25 yıldanberi Türk

milletinin ileri kemancılık­

taki son sözünü temsil eden Necdet Remzi Atak, hele şu 1945 jübile yılında, kendi

sahasında, Türklüğün en

azametli sanat şahlanışı ha­ linde dev gibi bir hayab olup kaldı. - Yaz aylarına ait çalışma projeleri ise sa­

nattan anlıyanın nefesini

durduracak sertlik ve çetin­ likte... Gülümsüyor, gözleri dalarak ve yaşararak garip

garip gülümsüyor : Bak bu

millete ne üstün kemancılar .hediye edeceğim, diyordu... Ve, yapacak ! Bakışlarında öyle bir güven ve inan var ki, böyle devâsâ bir enerji­ nin, önce kendini yetiştir­ dikten sonra, şimdide baş­

kalarım yetiştirememesine

imkân yoktu. Başarının tek Lçaresi : gençleri' coşturmak, Üçlerini tanımak ve ruhlarım ateşlemek olduğunu biliyor.

Konuşa konuşa yorulunca

yaya sarılıyor; yayı bıra­ kınca kaleme sarılıyor... Her saniyesi kemana vakfedilmiş bir mücadelecinin hayatı... Necdet Remzi Atak’ın mü­ cadeleden yılmadığını ise, çoktan beri yurtça biliyoruz :

* * *

Son birkaç sözüm de de­ ğerli keman amatörlerimize

ait olacaktır. Amatör 1...

Çok defa kelime oyunu ya­ pılarak istihfaflı anlamıyle ele alınan bir kelime... Bir de «ciddî amatör- var : ha­ yatını müzikle kazanmıyan, fakat profesyonel müsikici- lerden hiç de geri kalmıyan, şuur, metot ve enerji daire­ sinde sazıyle uğraşan müzis- ’ yen anlamında. İşte ben bu­

rada sayıları gün geçtikçe artan böyle seçkin amatör

kemancılarımızı kastediyo­

rum. Müzik aşklarını ve se­ viyelerini yakından bildiğim için ikisinin değerini burada

hayranlıkla anabileceğim :

Nurettin Şazi Kösemihal

(Felsefe doçenti) ve Fikri

Çiçekoğlu (Dr.) Kemanın

(37)

arasında her günün birkaç saatini geçiren böyle amatör­ lerin sayısı yurtta ne kadar artsa yeridir. Esasen üç be­ şini yurdun yetkili simala­

rından olarak tâminiya bile zaruret vardır.

Keman dâvamız yürüyor!

Mahmut Ragtp Gazimihai Ağustos 1945

(38)

Biricik Matbaa > Ankara

1 9 4 8

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

DNA, RNA, protein gibi biyolojik ürünlerin renkli mürekkepler yerine kimyasal maddeler içeren yazıcı benzeri bir cihazla sentezlenmesi üretim sürecini

Sâbit, Dersim mebusu Feridun Fikri, Afyonkarahisar mebusu Kâmil, Gümüşhane mebusu Ze­ ki, Bursa mebusu Necati Mer­ sin mebusu Besim, Ordu mebu­ su Faik, Erzurum

Çalışmamızda ise kriyoglobulinemi ile yaş, cinsiyet, AST, ALT, HCV-RNA, genotip, fibrozis ve aktivite indeksi arasında anlamlı bir ilişki saptanmadı. Sonuç olarak;

Araştırmamızdaki bulgulardan bir diğeri değerler ölçeğinin alt boyutlarından olan özgürlük ve maneviyat, ceza evinde kalma süreleri değişkeni yönünden

Sıtkı Efendi, doğrulatmak için katıldı Remzi Bey’in vurgusuna:. “Eee, tabii;

Chronic obstructive pulmonary disease (COPD) and asthma are airway diseases with acute exacerbations.. Natural course of both disease are affected

AB tarafından küçük S’yi doğurttuğunu, aynı gün taburcu edildiğini, doğumdan 6 gün sonra kontrol için davalılara başvuran S’nin normal olduğunun söylenerek eve