• Sonuç bulunamadı

Tanımadığımız meşhurlar:Hayatı on romana mevzu olabilecek adam

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Tanımadığımız meşhurlar:Hayatı on romana mevzu olabilecek adam"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

TANIMADIĞIMIZ

:

Hayatı on romana mevzu

olabilecek adam,.

Saraylarda kıratlarla ahbaplık etmiş, N»w-

York sokaklarında dolma satmış, ser.r,

mebus ve fikir adamı..

)

Halicin donduğu gün

Halk karşıdan karşıya denizden geçiyor

Übeydullah*in yaptığı bazı işler: Seyyar köftecilik, Amerikada

soğan

ticareti, lokantacılık

Vagonların üstünde yapılan tren seyahati

Bukingam sarayında

Küba çarşısında..

0 S 0 1893 yılı, kânunusani ayının yirmi dokuzu... Günlerden cuma. İstanbul halkı o sabah titriyerek yatakların­ dan kalktı. Hiç bu derecede şiddetli bir soğuk görülmüş değildi. Sokağa çıkanlar, bilhassa köprüye inenler hayretler içinde kaldılar: Haliç don­ muştu!. Yalnız o değil, Boğaz’m bir kısmı da aynı halde idi.

Küçük vapurlar buzların arasında sıkışıp kalmıştı. Müthiş soğuğa rağ­ men halk köprünün üstünde toplan­ mış. Bu emsalsiz manzarayı seyredi­ yordu. Kediler, sokak köpekleri İs- 1 tanbul cihetinden Galataya, Galata- ! dan İstanbul tarafına denizden gidip geliyorlardı. Haliç ortaları ise büsbü­ tün meraklı bir hal almıştı. Kalın buz tabakası burasını büyük bir as­ falt meydana benzetmişti. Birçokları elini kolunu sallıya sallıya yaya ola­ rak bir taraftan öteki tarafa geçi­ yordu. Donma hâdisesi bir gün önce başlamıştı. O günü çıkan 29 kânunu- sanii rumî 1893 cuma tarihli Tercü­ manı Hakikat gazetesinin 4380 sayılı sayısında şöyle yazıyordu:

«Aldığımız malûmata göre Eyüp

sultanla, bunun mukabil sahilleri o i derece donmuştur ki birçok kimseler

bir taraftan diğer tarafa maşiyen

mürur etmişlerdir. [Yürüyerek geç­ mişlerdir], Boğazicinin birçok yerleri de donmuştur.»

Yine aynı gazetenin bir gün evvel­ ki 28 kânunusani 1893 tarihli nüsha­

sında şunlar okunuyordu: «Buzlar

gittikçe kalınlaştığı için deniz nakli­ yatı durmuştur. Haliçte bulunan do­ nanmayı hümayundaki gemilerin va­ ziyeti güçleşmiştir. Bahriye neferleri ellerindeki baltalarla gemilerin etra­ fındaki buzları kırmakla meşgul ol­ muşlardır. Her vapurun önünde bir kanal açılmıştır. Buradan gemilere levazım gönderilmektedir. Ancak ge­ milerle sahil arasındaki bu yollar da

derhal donduğu için her saat başı baltalarla temizlenmektedir. Bahriye Nazırlığı «Mecidiye» vapuru süvari­ sine «fayrabet, Haliç’i bir daire ha­ linde dolaş, buzları kır!.» emrini ver­ mişti amma bundan da bir fayda el­ de edilememiştir.

Sütlüce ile Eyüp arasında buzun kalınlığı 3 pustan fazla idi. Burada karşıdan karşıya geçenler pek çoktu. Sokaklarda kızaklara, hattâ bunların içinde at koşulmuş olanlara bile Tas­ lanıyordu.»

İstanbul bu kış bir şimal şehrine ı benzemişti.

\

Köprü üstünde bir

delikanlı..

Übeydullah efendi m eşhur kıyafetile

dolması sattığını görürsünüz. Kûbada 1 sebze hal’inde zerzevatçıların hücu- j muna uğrar, ellerinden güç hal ile j kurtulur, hamallık eder, günlerce aç i olarak parklarda yatar. Bir müddet ! sonra bakarsınız kl «Büyük Elçi» ola- | rak Afganistana giderken 27000 kişi tarafından bir şehirde istikbal edilir i ve o geçecek diye şerefine bütün dük-

\

kânlar, bütün çarşılar kapanır.

| Bugün kuralların dostudur. Fakat

| bir gün başında serseri bir rüzgâr eser ateşçilikle gemilere girip dünya- ! yı dolaşır. Bir iki sene sonra da j onu meselâ devrin sadrâzamı Talât I paşa ile yanyana bir otomobilde gö- . rürsünüz.

I urkıvenın

Marko Polosu!

Hayal mahsulü romanların hiç biri B. Ubeydullahın hayatı kadar renkle dolu değildir. Bir dostu onun hakkın­ da «Türkiyenin Marko Polosu» diyor. Haklıda-, Ancak hatırladığıma göre Marko Polo» maceralarla dolu seya­ hatlerini ticaret ve para kazanmak maksadile yapmıştır. Halbuki Ubey- dullah efendi bir an paraya kıymet

ihtimamını eksik etmemiş, ölümler- j den kurtarmış olan sayın «Zeyin ha­ nımefendi» den dinledim. Türkiyenin en eski ailelerinden birir.e mensnbo- lan Zeyin hanımı Übeydullah efen­ di mânevi evlât edinmiş, onun yanın­ da yaşamış ve ölmüştü.

Bütün bunlardan başka öteden beri elimde bulunan Ubeydullahın kendi hattı ile yazılmış, Afgan sefirliği za­ manındaki rotları var ki bunu yedi sekiz kişiden fazla kimsenin okumuş olduğunu tahmin etmiyorum.

B. Ubeydullahı yeni nesle ke’ ime ile değil, onun hayatına ait bir sahne İle anlatmak istiyorum

Tren üstünde S3v?-h~*..

B. Ubeydullah’ı en yakından tanı­ yanlardan dinledim.

Übeydullah efendi Amerikada ma­ ceralarla dolu seyahatine başlamıştı. Beş parasızdı. Vt günlerden beri aç­ tı. Orta Amerikaya gitmek üzere yük trenlerinde seyahat ediyordu.

Übeydullah efendi bunu en yakın­ larına şöyle anlatırdı:

« — Seyahat etmek üzere beynelmi­ lel bir serseriden şu usulü öğrenmiş­ tim. Yük vagonlarının r Mine boylu boyuna uzanırdım. Trene binmeden önce yanıma büyük bir şişe viski alırdım. Fakat kendim ağzıma alko­ lün damlasını koymam. Bu şişeyi iç­ mek için almazdım. O benim tren bi- letimdi. Zira ara sıra şirket memur­

ları vagonların üstüne çıkarlarken

onlarla göz göze gelirdim. Böyle va­ ziyetlerde beni kolumdan tutup in­ dirmemeleri, aşağı atmamaları içi" tek usulüm vardı. Vagonun üstüne doğru çıkmakta olan memurun başı görünür görünmez hemen şişeyi açnf, adamın ağzına dayar, kendi eli.mlĞ birkaç yudum içirirdim. Memur ağ­ zını silerken: «Olrayt!» der geçer,

ben de vagon üstünde seyahatime

devam ederdim. İlle velâkin tüneller olmasa... Onlar beni mahvederlerdi Hele serseri arkadaşlarla ciursr. tü­ nellerden zenci gibi simsiyah surat­ larla çıkardık...»

Bütün Amerikayı, dünyanın birçok yerlerini böyle dolaşan, icabında bü­ yük elçilik eden ve merasimle karşı­ lanan büyük bir fikir adamının ha­ yatının nasıl meraklı bir roman ola­ cağını anlamak gayet kolaydır.

Übeydullah efendi derdi ki:

— Küba çarşısında köfte kızartıp sattığım zamanın zevkini kırallarla konuşurken bile bulamadım...

Hikmet Feridun Es

Köprü üstünde birikip donmuş de- i nizi seyredenler arasında uzun yüz- I lü, zeki bakışlı, maşlahlı genç ,bir ! adam vardı. Lâkin bu acayip kıya- | fetli delikanlının gözleri daha ziyade I ileride, Kızkulesi açıklarında duran ! bir pake vapuruna kaymakta idi. Zi- ! ra bu vapur iki gün sonra Marsüyaya

i gidecekti. Bu maşlahlı genç adam

I gizlice ona binmek ve Amerikanın

j keşfinin dört yüzüncü yıldönümü do- layısivle Slkago’da kurulacak büyük sergiye gitmek istiyordu. Bu delikan­ lı kendi tipinde, belki bütün dünya- I da bir eşi daha olmıyan nadide bir insandı: Übeydullah efendi!.. Ve o günlerde eline en küçük bir yol çan­ tası bile almadan şu meşhur macera­ sına atılmağa hazırlanıyordu.

Übeydullah efendiyi yeni nesillere nasıl anlatabilirim?.. Onun için ne sıfat kullanabilirim?.. Vaktiyle sağ­ lığında biz kendisinden gazetelerde bahsederken daima isminden evvel «Fâzılı muhterem» tâbirini kullanır­ dık. Yeni nesil bu «Fazılı muhterem»

tâbirinden bir şey anlamaz. Zaten

bu söz B. Ubeydullahı anlatamaz.

Ubeydullah’m hayatı. 10-15 büyük ve meraklı romana mevzu olacak ka­ dar harikulade renkli vakalarla do­ ludur. Ne yazık ki memleket onu hiç

anlamamıştır. Übeydullah kimdi?.

Ne yapmak istiyordu?. O maceralarla dolu seyahatlerden maksadı ne idi?. Bunu hiç birimiz bilmiyoruz.

Bazıları «Übeydullah efendi» yi sa­ dece «Şikago sergisinde keten helva satan adam» diye tanır, işte o kadar.

Bazıları bu sarıklı, siyah cüp­

peli, pembe lâtalı, sakallı ada­

mı «dinsizi.» diye gösterir. Ken­ disine softa diyenler de çıkmıştır. O hakikaten bin bir cephelidir. Bugün

bakarsınız. Bnkingham sarayında

imparatorla karşı karşıya sohbet

eder. Başka bir gün onun New-York

j sokaklarında zeytinyağlı patlıcan

vermemiş ve yalnız maceranın do­ yulmaz şiiri, lezzeti peşinde bir ar­ tist heyecanı ile koşmuş, kıtadan kı­ taya dolaşmıştır.

«Türkiyenin Marko Polosu» hakikî karko Polodan çok daha büyük ma­ ceralar geçirmiştir.

Kendilerini uzun uzun dinlediğim

en yakınlarına übeydullah efendi

daima şöyle derdi:

— «Bakû» dan «Küba» ya kadar gezdim. İmparatorlardan beynelmilel serserilere kadar görüştüm. Sarıktan,

maşlahtan silindir şapkaya kadar

giydim.. Seksen Senede sekiz yüz sene yaşadım..»

Hakikaten onun seyahat haritası

Hindistan, Afganistan, Arabistan

Kızüdeniz, Afrika, cenup, şimal, orta Amerika ve bütün Avrupaya kadar uzanır.

Bizde onun yalnız keten helvacılığı işitilmiştir. Halbuki yaptığı işler de seyahatleri gibi son derecede çeşit­ lidir. Bunlardan bir ikisini sayalım:

Fikir adamı, gazete muharrirliği,

mebusluk, muallimlik, seyyahlık,

İmamlık, şekercilik, Amerikada keten helvacılığı, Amerikada seyyar dolma- cılık, seyyar pilâvcılık, cenup Ameri­ kada soğan ticareti, yüzük ve küpe- cilik, Amerikada binalarda amelelik, seyyar köftecilik, lokantacılık, büyiik elçilik, sandalcılık, kuşçuluk, politi­ kacılık, İzmirde Nakşibendi şeyhliği, Merdiven köyünde Bektaşi şeyhliği, Beyoğlu Nikâh memurluğu...

Ayrıca birkaç kere sürülmüş, sene­ lerce hapiste yatmış, ölümlerden kur­ tulmuş, sürgünlerden kaçmış, aç kal­ mış, gün görmüş, hürmet kazanmış bir insandır.

Türkçe, Arapça, Farsça, İngilizce

ve Fransızcayı pek iyi bilir. Bilhassa fevkalâde Arapça yazardı.

Übeydullah dünyanın en ekzantrik

insanı idi. Onu; en yakınlarından,

blihassa Senelerce kendisine büyük

Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Bir diğer eseri olan (çapkın Sü­ leyman) operetinden pilağa alınan parçalar, Avrupa’da, Amerika’da çok takdir uyandı­ rmış, iyi bir satış yekûnu

Orada geçen yılları İzmirli Tokadizade Şeklp, Hıfzı Nalbantoğluve Muhasip Avni Bey gibi dostlarında ve öğrencisi TamburiCemil Bey’de, bugüne kadar kimsenin

bir yapıyı benimsediği gözlemlenen Câbirî, tarihî okumada da aynı yöntemin etkisiyle ya da sosyal olguların doğasında var olan çok nedenle açıklama zorunluluğu sebebiyle

Merak içinde kalmış olan Sul­ tan Murat Şayan kadından Cev­ her ağanın ne istediğini sordu. Şa­ yan kadın kocasını sıkmamak için evvelâ söylemedi; fakat

Kocaeli Üniversitesi T›p Fakültesi Hastanesi’nde ilk VRE izolasyonunu takip eden hafta içerisinde bir gün bo- yunca, YBB ve cerrahi servislerde yatmakta olan 49 hasta ile

Intriguingly, DM1 and DM2, with a small region truncated in the putative signal peptide of TβRI, had a serious defect in their protein expression compared with that of the

“ New Music for Contrabass” adlı plak çalışmasının kapağı da olan Adnan Çöker, 1973 yılında açtı­ ğı bir sergideki müzik düzenleme­ sini şöyle anlatıyor:

nin kopyasmda, neyin nasrl giirtilecelini belirtmenin yanrnda, hareketi kaydedecek kamera gekimlerini de tarif eder. Ancak film yrinetmeni, ya- zann belirttigi bir