• Sonuç bulunamadı

Bir uzun yürüyüş:Uğur Mumcu sordu, Behice Boran anlattı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Bir uzun yürüyüş:Uğur Mumcu sordu, Behice Boran anlattı"

Copied!
13
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

3 A Ğ U S T O S 1986

CUM HURİYET/13

B İr U ZU li YİİrİiyİlŞ

Sunuş

henüz yaz,İm,ş sayılmaz. Siyasal partiler ile ilgili

Türkiye’deki sol akımlar ve partiler konularındaki araştırmalar ise henüz başlangıç aşamasındadır. Doç

k* Kâ m* T . , « , « « » « CA » A L • __ » i « .„ ,1 .1 ./. J ... ‘ *

Uğur Mumcu sordu,

Behice Boran anlattı

— ı —

“ Bir uzun yürüyüş”

Federal A lm anya’nın D üsseldorf kenti yakınlarındaki

“Unterbachersee” Gölü çevresindeki yürüyüşünü tamamlamıştı. Bir­

likte bir tahta sıraya oturduk.

Gölde “ sörf” yapan gençlere takıldı gözleri. Bir süre denizden, deniz sporlarından söz ettik. Söz döndü dolaştı Boğaziçi’ne geldi. İstanbul’da geçen birkaç anısını anlattı.

Duygulanmıştı.

“ Her şeyi düşünmüştüm bu işlere girerken. Hapis yatmayı, bas­ kılan, şunu bunu... Ama yetmiş altı yaşında, bir yabancı ülkede sür­ gün yaşamak hiç aklıma gelmemişti.”

Behice Boran’m yaşam çizgisi “Bir büyük yürüyüş” gibiydi. Kendi

“yolunda” bir yürüyüş. Baskılarla, cezaevleri ile geçen bir yürü­

yüş. Veysel’in “Uzun ince bir yoldayım, yürüyorum gece gündüz” dediği türden bir yürüyüş.

Yetmiş altı yaşında Belçika'nın Brüksel kentinde “ sürgün” ola­ rak yaşıyor. 12 Eylül 1980 tarihinden sonra bir süre evinde gözal­ tında tutulmuş; evindeyken ağır bir kalp krizi geçirip, hastaneye kaldırılmış. Daha sonra da pasaportu ile yurt dışına çıkmış.

Genel Başkam olduğu Türkiye İşçi Partisi aleyhine açılan dava­ dan sonra Belçika hükümetine “siyasal sığınma” için yaptığı baş­ vuru kabul edilmiş. Boran, şimdi, Belçika hükümetince siyasal sığınma hakkı alanlara sağlanan asgari ücret düzeyinden de düşük bir aylık ile yaşamaya çalışıyor.

Kalp hastası olduğu için doktor tavsiyesi ile günde bir saat kadar yürüyor.

Zaman zaman Düsseldorf da T lP yöneticisi bir kan kocanın evin­ de kalıyor. Onlar da Federal Almanya hükümetinden siyasal sığın­ ma hakkı almışlar. Üç yaşındaki kızlan Almanya’da doğmuş.

Adı “ ö d e m ”

Boran, bir anneanne ya da babaanne gibi küçük özlem ’i kucağı­ na alıp seviyor.

Boran’m eşi Nevzat Hatko geçen yıllarda öldü. Oğlu Dursun - Ruhi Su’nun türkülerinde adı geçen “ Dursun Bebek” - İstanbul’da yaşıyor.

Sosyalist olmayıp da sosyalist adı

taşıyan bir parti kurulabilir belki, partinin

kendisini nasıl nitelediğine bağlı. Burjuvazi ve

bugünkü iktidar böyle bir partinin

kuruluşundan hoşnut dahi olabilir. Avrupa

Konseyi ve Parlamentosu ile ilişkilerin

düzeltilmesi girişimleri, hele A E T ’ye tam üyelik

için başvuru hazırlıkları yapıldığı hatırlanırsa...

Böyle bir parti sosyalist gelişmelere zarar verir.

Boran, düşüncelerinde ısrarlı; görüşlerini büyük bir direnç ile sa­ vunuyor.

Tartışıyoruz.

Bir konu üzerinde dakikalarca tartışıyoruz. Asıl konumuz, TlP. Türkiye İşçi Partisi’nin kurulması, gelişmesi, parti içinde başlayan uyuşmazlıklar. Anlatıyor, dinliyorum.

Afganistan işgali... Polonya olayları... Sovyetler’in 1968’deki Çe­ koslovakya işgali, proletarya diktatörlüğü...

Bunların hiçbirinde anlaşamıyoruz.

Ya Türkiye’deki sosyalist parti kurma girişimleri? Bu konuda-ne düşünüyordu?

“ Böyle bir parti kurulmamalıdır. Kurulması girişimlerine karşı çıkılmalıdır. Desteklenmemelidir.”

“ Niçin?” diye soruyorum. Ve sorumu açıyorum:

“Türkiye’de şu kısıtlı anayasa düzenine ve eskiden beri var olan

141 ve 142'nd maddelere karşın bir sosyalist parti kurulabilir mi? Kurulacak parti, kendisinin genel başkanlığını yaptığı TtP’e ben­ zeyebilir mi? Kurulacak bir parti nasıl bir parti olur? Böyle bir par­ tinin demokrasiye katkısı olur mu? Yoksa, tersine, böyle bir parti sosyalist oluşuma zarar verir mi?”

B öyle b ir p a r ti k u ru lm a m a lı_____________

BORAN — Kanımca Türkiye İşçi Partisi gibi kapitalizmden sos­

yalizme geçmeyi ve sosyalizmi bilimsel sosyalist ilkelere göre kur­ mayı amaçlayan, işçi sınıfı partisi olduğunu açıklayan bir partinin kurulmasının yasal koşullan yok. Varsa eğer, o zaman sorun yeni bir parti kurmak değil, işçi sınıfının politik hareketinin bütününde yasallaşması sorunudur. Zaten Batı Avrupa tipi parlamenter bir de­ mokrasiden söz edebilmek için, bu yasallaşmanm gerçekleşmesi, ya­ sal yelpazede işçi sınıfının politik hareketinin de yer alması şarttır.

B ora n :

Kanımca Türkiye İşçi Partisi gibi

kapitalizmden sosyalizme geçmeyi ve sosyalizmi

bilimsel sosyalist ilkelere göre kurmayı

amaçlayan, işçi sınıfı partisi olduğunu açıklayan

bir partinin kurulmasının yasal koşulları yok.

Varsa eğer, o zaman sorun yeni bir parti

kurmak değil, işçi sınıfının politik hareketinin

bütününde yasallaşması sorunudur.___________

Belirttiğim anlamda “sosyalist olmayıp da sosyalist adım taşıyan

bir parti” kurulabilir belki, partinin kendisini nasıl nitelediğine bağlı.

Burjuvazi ve bugünkü iktidar böyle bir partinin kuruluşundan hoş­ nut dahi olabilir, Avrupa Konseyi ve Parlamentosu ile ilişkilerin dü­ zeltilmesi girişimleri, hele AET’ye tam üyelik için başvuru hazırlıkları yapıldığı hatırlanırsa. İşte böyle bir parti, esas bilimsel sosyalist ha­ reketin önünü hiç değilse bir süre kapatabilir diye düşünebilirler. Böyle bir parti nesnel olarak, kafaları karıştırıcı, saptırıcı bir işlev görür ister istemez. Bu nedenlerle “ Sosyalist gelişmelere zarar verir

mi?” sorunuza “Verir” diyorum. Böyle bir parti kurulmamalıdır,

kurulması girişimlerine karşı çıkılmalıdır, desteklenmemelidir derim. ş ş »

Evet, Boran böyle diyor.

Eleştire eleştire dilimizde tüy biten şu 141 ve 142’nci maddeler, 1961 yılındaki T lP kurulurken de vardı. O zaman da bazı çevreler, T lP ’in kuruluşuna karşı çıkıyorlardı. 1975 yılında TlP, bu kez, Be­ hice Boran ve arkadaşlarınca kurulurken aynı maddeler yine söz ko­ nusuydu. Bu kez, ilk T İP ’de yer almış bazı sosyalistler, “ Yasal bir

parti 141’inci maddeden mahkûm oldu. Bu maddeler kalkmadıkça Türkiye’de bir sosyalist parti kurulmaz” görüşünü savundular. Bu

' --- ---- »W H i K j m m u ı u i u c ı ı c ı t M i , v u ş i u n g i ç O Ş U n t U S i n U U U t f . U V Ç ,

Dr. Mete Tunçay’m, “Türkiye’de Sol Akımlar” başlıklı incelemesi 1908-1925 yıllan arasındaki oluşumları kapsamaktadır, Hikmet BUa tarafından yazdan “CHP Tarihi” adlı kitap da -yanılmıyorsam- alanındaki tek kitaptır.

Türkiye'de sosyal bilimler konusundaki araştırmacıların öncüsü sayılan Prof. Dr. Tank Zafer Turtaya ’nın şu ana kadar iki kitap halinde yayımlanan “Türkiye’de Siyasal Partiler” adlı dev yapıtı, partiler hakkında bilgiler vermektedir.

Doç. Dr. Zafer Toprak’m “Türkiye’de MİUI İktisat", Mete Tunçay’m “Tek Parti Yönetiminin Kurulma­ sı”, Doç. Dr. Çetin Yetkin’in “Tek Parti Yönetimi” ve Sina Akşin’in “31 Mart Olayı” ve “İstanbul Hükü­ metleri ve MUU Mücadele” adlı yapıtları, yakın geçmişimize ışık tutucu değerli çalışmalardır.

Doğan Avctoğlu’nun “Türkiye’nin Düzeni” ve “Milli Kurtuluş Tarihi" adlı yapıtları ile ölümüne kadar büyük bir inatla sürdürdüğü “Türklerin Tarihi” adlı incelemesi, yakın ve uzak tarihe ışık tutan sayılı araştır­ malar arasındadır.

Feroz Ahmet'in “İttihat ve Terakki Partisi” üzerindeki araştırmaları, yine Tunaya’mn basımı tükenen “Hür- riyet’in Ham”, "İslamctlık Cereyam”, “Batıcılık Cereyam” gibi incelemeleri yakın tarihimizi aydınlatan araş­ tırmalardır.

Şevket Süreyya Aydemir 'in “Tek Adam”, “İkinci Adam" ve “Enver Paşa" adlı yapıtları da yakın tarihi­ mize ışık tutan değerli incelemelerdir.

Bu konularda daha birçok araştırma ve ant yayımlanmıştır.

Türkiye’de solun tarihi konusunda-Mete Tunçay'ınki dışında- pek araştırma yoktur. Bu konuları kapsa­ yan yayınların daha çok suçiama-savunma ekseni üzerinde olduğunu da gözlemek herhalde güç değildir. Sal, uzun yıllar kendim tanıtıcı yayınlar yapmamış, bu yüzden “and sol” yayınlara tek yanlı propaganda yolu •açılmıştır.

Solun 40'lı yıllarda örgütlenmesi, Sİ yılındaki o ünlü “tevkifat” daha sonraları solun suskunluk dönemi, 27 Mayıs Devrimi ile başlayan yeni dönemde TlP'in kuruluşu, parlamentoya girişi ve daha sonra parti içinde başlayan uyuşmazlıklar; Türk solunun hızla parçalanması, bölünmesi, birbirlerine düşman oluşumlar haline gelmesi, 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde solun karşılaştığı baskılar ve bu dönemlerden sonra behren yol ayrımları yeterince incelenmedi.

Biz Cumhuriyet gazetesi olarak, solun sorunlarına elimizden geldiği ölçüde eğilmeye çalıştık. ¡2 Mart son­ rasında, o zaman Niğde Cezaevi 'nde bulunan gençlerle konuşarak silahlı eylemlerin nasıl birer ‘ çıkmaz sokak ” ile sonuçlanacağını anlatmaya çalıştık. Daha sonra kısaca “cuntacılık” denen akımı da inceledik. Emekli Tüm­ general Çelil Gürkan, “12 Mari’a Beş Kala" başlığı ile yayımlanan anılar ile bu alandaki çıkmazları gösterdi.

Daha sonra sıra “TlP otayı”na gelmişti

TİP olayı"nı bu partinin ilk Genel Başkam M.AU Aybar ile konuştuk. Aybar’tn “Bitmeyen Koşu ’’ başh- muz anıları ile Türkiye’nin parlamentoya giren ilk yasal sosyalist partisini tanıdık. Uyuşmazlıkla-it A iıhfsr’rlnn Aivtlorlilr

ğı ile sunduğumuz anıları ... rm nedenlerini Aybar'dan dinledik.

Olayları gerektiği gibi değerlendirmek için TlP’in Aybar’dan sonraki Genei Başkam Behice Boran ite ko­ nuşmamız bizler için kaçınılmaz bir görev olmuştu. “Gerçek saygısı” bunu gerektiriyordu. Ancak Boran, yurtdışındaydı..

Behice Boran’t, Federal Almanya'da yaşayan TtP’li bir arkadaşı aracılığı ile bulduk.

Boran’ın “TİP olayı" üzerine konuşma isteğimizi kabul ettikten sonra, soruları yazılı olarak istedi. Sapta­ dığımız soruları gönderdik. Daha sonra Federal Almanya’nın Düsseidorf kentinde buluştuk. İki gün boyun­ ca konuştuk. Ve konuşmaları teybe aldık. Boran, teypten çözülen metinleri gözden geçirdi. Böylece gazetede izleyeceğiniz metin ortaya çıktı.

Şunu üzülerek ifade edelim ki, Behice Boran’m bütün sözlerini yayımtayamtyoruz. Yasal nedenlerle yap­ mak zorunda kaldığımız bu “sansür” nedeniyle gerek Behice Boran 'dan gerek okurlarımızdan Özür diteriz. Sansür etmek zorunda kaldığımız bölümleri (...) işaretleri ile geçtik. Bazı bölümleri de basamayacağımızı be­ lirterek bu bölümlerin kendisi tarafından çıkartılmasını ya da değiştirilmesini istedik. Boran, bu isteğimizi de anlayışla karşıladı. Gereken çıkartmaları ve düzeltmeleri yaparak, elimize ulaştırdı.

“TlP olayı" artık yavaş yavaş yakın tarihe mal oluyor. Bu olayı, “birinci elden kaynaklarla konuşarak " anlatmak da biziere bir gazetecilik görevi yüklüyor. Aybar ile başladığımız, Behice Boran ile sürdürdüğümüz bu çalışmaları, iterde başkaları ile de konuşarak tamamlamak kararındayız.

Bunu başarabilirsek, “karınca kararınca” diyebileceğimiz ölçüde de olsa Türk solu üzerinde araştırma ya­ pacaklara TlP in liderliğini yapmış kişilerin yaşamöyktilerini, anılarını ve siyasal görüşlerini derli toplu sun­ muş olacağız.

TlP olayı yaşandı. Aynı olayı bir kez daha yaşamak artık olası değildir. Fakat yaşanan bu olaydan, aradan geçen bunca yıldan sonra ders çıkartılmaz mı? Sanıyoruz, arayanlar için bu röportajlarda böyle ders­

ler de -hem de bol bol- var... VĞUR MVMCU

A ybar’ın p a rti kurm a girişim lerine karşı çıkan Behice Boran, gerekçesini şöyle açıklıyor:

‘Türkiye’de bugün sosyalist

parti kurm anın şartlan yok’

ü in

Behice Boran ve Uğur Mumcu. Boran, Kurtuluş Savaşı yıllarından günümüze uzanan “ Yürüyüş ”ünü anlattı.

endişelere karşın TİP yine kuruldu. 12 Eylül döneminde TİP, yeni­ den 141’inci maddeden mahkûm oldu. Bu 141 ve 142’nci madde­ ler, yakın bir gelecekte kaldırılamayacağına göre bir sosyalist parti hiç kurulamayacak mıydı?

Ne zaman kurulacaktı böyle bir parti?

BORAN — Sosyalizm iddiasında olmayan, ama çok yararlı ola­

bilecek ve gerekli bir başka tür parti kurulabilir. Gerçek anlamda demokrat olan, yanı demokrasiyi çok sayıda partiler, parlamento ve seçimlerden ibaret görmeyen, demokrasinin demokrasi olabilmesi için belirli sosyo-ekonomik dönüşümlerin yapılmasının zorunlulu­ ğuna inanan, ana hedefleri ve çizgisi antiemperyalist, antitekel ve antişoven olan bir parti kurulabilir, nesnel koşulları varsa kurul­ malıdır da.

Sosyalizm iddiasında bulunmayan, ama onun yollarım açıcı böyle

“ ilerici bir parti” hem bu ana hedeflerde görüş birliğinde olan kişi

ve akımları bir araya getirebilir hem de Özal politikasına gerçekten alternatif olabilecek geçerli, tutarlı, bütünleştirilmiş bir programı, bu programa bağlı somut istem ve çözümleri kitlelere, kamuoyuna sunabilir. Ben mevcut partilerin Özal’a geçerli, sonuç verici bir al­ ternatif olabileceklerini sanmıyorum.

★ ★ ★

Boran, “ Mevcut partilerin Özai’a geçerli, sonuç verici bir alter­

natif olmayacaklarını” söylüyor.

Bugünkü siyasal yelpazede sosyal demokrat olduklarını söyleyen iki parti var: SHP ve DSP... Boran, bunların dışında bir başka par­ tinin kurulabileceğini; kurulacak bu partinin “ Bugünkü iktidara ve

rejime karşı” bir demokrasi savaşı vermesi gerektiğini söylüyor. “ Bu sözlerinizle SHP ve DSP’yi mi kastediyorsunuz?” diye so­

ruyorum.

“Evet” diyor, “Tabii ki diğerlerini de ve bu sorumu şöyle yanıt­

lıyor.

S osyal d e m o k ra si h er şeye k a rşın ö n em li

BORAN — Bugün kriz içindeki Avrupa’da sosyal demokrasinin

bir anlamda başarısızlığı yaşanıyor; sorunlara köklü, kalıcı çözüm­ ler getirmediği, savunduğu ve işçilerce elde edilmesini desteklediği kazanımlarm kalıcı olmadığı gerçeği yaşanıyor. Bu sözlerim sosyal

demokrasi ile ülkemizde SHP ve DSP ile diyalogdan, işbirliğinden kaçınılsın, işbirliği yollan aranmasın, faydasızdır anlamına gelmez. Her şeye karşın sosyal demokrasi toplumda önemli bir olgudur. Za­ ten sözünü ettiğim türden partinin önemli bir işlevi de bugünkü ik­ tidara ve rejime karşı, demokrasiden yana olan bütün güçlerin olabildiğince belli konumlarda birlikteliğini sağlamaya yönelik ola­ caktır.

★ ★ ★

Sol kesimde, SHP ve DSP dışında bir başka parti yok. Onlar da Boran’a göre ö z a l’a alternatif olamıyorlar.

Peki solda bir üçüncü parti kurulursa... Bu alanda da tek girişim Aybar’dan geliyor.

Aybar’m kuracağı bir parti böyle bir seçenek oluşturamaz mı?

“ Hayır oluşturamaz” diyor ve devam ediyor:

A y b a r ve a rk a d a ş la r ı k e n d i so sya lizm in i

d a y a tıy o r

__________________ *

yasası antidemokratik yönde birkaç kez değiştirildi, ama bu olum­ suzlukların uygulamada, yaşamda pek etkisi görülmedi. 141 ve 142. maddeler vardı, ama büyük ölçüde etkisizleşmişti. Bilirsiniz, yasa maddeleri ya yasa yapıcı tarafından ortadan kaldırılarak yok olur­ lar , ya da toplum o maddeler hükümlerinin sınırlarını aştığı için aşı­ nırlar, etkisizleşirler, hatta fiilen tümüyle hükümsüz hale gelirler. 141-142 maddelerinin İtalya’da olduğu gibi. Şimdi durum, koşul­ lar öyle mi ya?

Demokrasiyi genişletici bir fonksiyon görmeye gelince, işte sözü­ nü ettiğim nitelikte bir parti o fonksiyonu görür. Sol güçlerin birli­ ğini ifade eden ve ama sosyalizm yolunu açık tutan parti demokratik hak ve özgürlükleri genişletmeyi mücadelesinin baş hedefi yapar, çünkü geniş halk kitlelerinin, ilerici aydınlar ve gençliğin istem ve çıkarlarından yana sosyo-ekonomik ve politik dönüşümler ancak demokrasinin genişletilmesiyle olanaklıdır; ikisi karşılıklı etkileşme ile birbirlerine bağlıdır.

★ ★ ★

Sosyalistler arasında sosyalizmin tanımı üzerinde anlaşma sağla­ maya olanak yok.

B o r a t u A ybar yapamaz. Onlar şimdiden

sosyalizm diye yola çıkmaya hazırlanıyorlar.

Oysa sözünü ettiğim ilerici bir parti soi güçlerin

güç ve eylem birliğinin yanı sıra, işçi sınıfının

politik hareketinin birliği konusunu da

ilgilendirir. Oysa A ybar ve arkadaşları kendi

sosyalizm anlayışım dayatarak yola çıktıktan

için bu çifte birliğin gerçekleşmesi olanağını

nesnel olarak yadsıyorlar._____________

“ Sosyalizm iddiasında bulunmayan, ama onun yollarını açıcı bir ilerici parti”yi SHP ve DSP’den ayırt edici özellik ne olacak? SHP

ve D SP’den “ daha solda” olduğunu ileri süren, gerek partinin ör­ gütsel yapısı, gerek ülke sorunlarına ilişkin temel düşünceleri ile sos­ yal demokrasiden ayrı çözümler öneren bir parti niçin “ sosyalist

parti” olarak nitelenemez?

Bugünkü koşullar, T lP gibi bir partinin kurulmasına engelse, T lP ’in kurulduğu yıllardaki koşullar da bir Marksist partinin oluş­ masına engel sayılmaz mıydı? O zaman bir “ kısır döngü” nün içine girmez miydik?

Kurulacak bir parti, demokrasiyi genişletici bir işlev göremez mi? 141-142 yine duruyor, öyleyse?

“ Kısır döngü” burada görülüyor. 141 ve 142 varken bir M ark­

sist parti kurulamıyor; kurulmuş sayılsa bile bu parti yöneticileri 141 ve 142’nci maddeler uyarınca cezalandırılıyorlar. Bundan şu so­ nuç çıkıyor: 141 ve 142’nci maddeler varken bir Marksist parti ku­ rulamaz, kurulmuş sayılsa bile bu parti Marksist sayılamaz.

öyleyse ne zaman kurulur böyle bir parti?

B o r a n ’m 3 koşu lu

BORAN — Hayır, o yapamaz; çünkü onun çizgisi az önce be­

lirttiğim çizgi değil. Onlar şimdiden sosyalizm diye yola çıkmaya hazırlanıyorlar. Ayrıca az önce sözünü ettiğim nitelikte bir parti oluş­ turulması, belirttiğim üç amaç üzerinde anlaşan sol güçlerin güç ve eylem birliğini gerçekleştirmenin yanı sıra, işçi sınıfının politik ha­ reketinin birliği konusunu da yakından ilgilendirir. Oysa Aybar ve arkadaşları kendi sosyalizm anlayışlarını dayatarak yola çıktıkları için bu çifte birliğin gerçekleşmesi olanağını nesnel olarak yadsımış oluyorlar, işçi sınıfının politik hareketinin birliği sol kanadı topar­ lamakta, etkin olmaya adaydır.

— Peki efendim. 141, 142. maddeler daha önce de vardı -gerçi sınırlan bir askeri ihtilalle noktalandı ve anayasa değişti ama - Türki­ ye işçi Partisi, 61’in Türkiye İşçi Partisi ile 75’in Türkiye İşçi Par­ tisi kurulabildi ve yavaş yavaş da gelişti. Bugün için de TİP gibi bir parti olmasa bile, kurulacak bir partinin yaran olmaz mı, yani de­ mokrasiyi genişletici bir fonksiyonu olmaz mı?

P o litik o r ta m d eğ işti

___________________

BORAN — Değişen yalnız anayasa değil, fiilen devlet biçimi,

politik-toplumsal ortam değişti. 12 Mart döneminde de 1961

Ana-Behice Boran 1974 yılında Sakarya Cezaevi’nden çıkarken. Ekim 1979. Boran seçimlerde oy kullanıyor.

Behice Boran bu sorumu üç koşula bağlayarak yanıtlıyor:

“ Ne zaman demokratik hak ve özgürlükleri genişletme mücade­ lesi başardı olursa”

B o ra n :

Sosyalizm iddiasında olmayan, ama

çok yararlı olabilecek ve gerekli bir başka tür

parti kurulabilir. Gerçek anlamda demokrat

olan, demokrasinin demokrasi olabilmesi için

belirli sosyo-ekonomik dönüşümlerin yapılması *

zorunluluğuna inanan, antiemperyalist, anti­

tekel, antişoven bir parti kurulabilir, nesnel

koşulları varsa kurulmalıdır da.

Birinci koşul bu.

Boran, ikinci koşulu “Bugünün koşullan ile uyumlaşarak değil, bu

koşullan değiştirecek sosyalist parti kurabilme olanağı doğarsa” diye

tanımlıyor.

Üçüncü koşul da Boran’ın deyişi ile “TİP’in tam boy yasal hale

gelmesi”

Boran bu sözleri ile Türkiye’de sosyalist birikimin T tP tarafın­ dan temsil edildiğini ileri sürüyor.

Şu anda, TÎP Türkiye’de yasal bir varlığa sahip değil. Yasal bir varlığa sahip olması için de 141’inci maddenin kalkması gerekiyor.

Diyelim ki, birinci koşul gerçekleşti. SHP ve DSP, demokratik hak ve özgürlükleri genişletme mücadelesinde başanlı oldular. İkinci koşul nasıl gerçekleşmiş sayılacak? Bu koşullan değiştirecek bir sos­ yalist parti kurma olanağı ne zaman doğmuş sayılacak?

Boran’ın yanıtlarından ikinci ve üçüncü koşulların özdeş olduğu sonucunu çıkarıyorum.

O zaman, böyle bir partinin kurulması T lP ’in yasallaşmasına ka­ dar uzayacak.

Boran’m bir yerde hakkı var. Hem d e le rd e n göğe kadar! Boran’ın deyişi ile “komünist hareket bütününde yasallaşmadan” Marksist partileri, Marksist olmayanından ayırt etmek olanaksız­ dır. Yalnızca sorun bu da değil. Komünist partilerin şerbetçe kuru­ lamadığı ülkelerde sosyalist partileri de sosyal demokrat partilerden ayırt etmek güçleşiyor.

Çünkü, bu partiler, ancak bir “ siyasal yelpazede” gerçek ideo­ lojik boyutlarına kavuşuyorlar. Böyle bir netlik sağlanmazsa kav­ ram kargaşası hüküm sürüyor.

Boran, komünist partilerin serbestçe kurulabildiği düzenlerde ay­ rıca bir “ sosyalist partf’nin kurulmasına da gerek görmediğini söy­ lüyor.

Boran, Aybar’m liderliğinde kurulacak bir partiyi “sosyalist” say­ mıyor; böyle bir partinin kurulmasından “ burjuvazi ve bugünkü

iktidarın da hoşnut” olacağını söylüyor.

T lP içinde daha önce birbirinden ayrılan yollar bir kez daha bu­ gün de birbirinden ayrılıyor.

“Sosyalizm” adına iki ayrı yol. Biri Boran’ın, biri Aybar’m. TİP’-

de yanyana, omuz omuza çalışan iki eski arkadaşın ayrılan ve hiç birleşmeyecek yolları!■■■

SÜ R E C E K

(2)

CUMHURİYET/ JO

2

T İP ’in yükselme grafiği gösterdiği o 1964’lerin, 1965’lerin Türki- yesi’nde “Ay bar başkanımız, Aren hocamız, Boran anamız” denirdi parti içinde.

M.Ali Aybar, Sadun Aren ve Behice Boran, birbirleriyle bütün­ leşmiş üç addı o günlerde:

— Aybar başkanımız, Aren hocamız, Boran anamız.

Daha sonra, “Milli Demokratik Devrim” yanlılarının yayın organ­ larında “Aybar-Boran-Aren oportünist kliği” diye aynı siyasal gö­ rüşün savunucuları olarak suçlanacaktı bu üç kişi.

Ya Çetin Altan?

Günlük yazıları ve kitleleri dalgalandıran konuşmalarıyla o gün­ lerin yıldızıydı Çetin Altan...

B ehice B o ra n ’ın doğu m g ü n ü 1 m a y ıs

Kimdi Behice Boran? Aile kökeni, eğitimi, geçirdiği deneyler ne­ lerdi? Nasıl girmişti TİP’e? Aybar ile savaşı nasıl başlamıştı? Ve bu günlere nasıl gelinmişti?

— Hangi yılda doğmuştunuz Sayın Boran? BORAN — 1 Mayıs 1910.

Kazan y ö resin d en g eld ik :

Babam ve

annemin aileleri Çarlık Rusyası’ndan Kazan

yöresinden göç etmiş. Babam Bursa’da zahire

ticareti yapıyordu. O zamana göre ‘ilerici’ bir

adammış diyorum. Ablamı Bursa’da

darülmuallimata kaydettirdi Abim de sultanide

okuyordu.

______________________________

“Ne ilginç raslantı” diyorum “Siyasal kişiliğiniz doğum tarihinizle başlamış.”

Gülüyoruz.

— Evet sizi tanıyalım Sayın Boran.. Aile kökeniniz... Küçük bur­ juva, burjuva, köylü, işçi.. Bunlardan hangisi? 1 mayısta doğmuş­ sunuz. İlginç...

ı BORAN — Ama annem kesinlikle kasımda doğduğumu söyler­ di, nüfus kayıtlarında bir karışıklık herhalde. “Küçük burjuva” bir ailedenim; küçük burjuvazinin aydınlar veya memur/subay kanadın­ dan değil de, öbür kanadından. Babamın zahirecilerin toplandığı hal­ de dükkanı vardı, Bursa ile ilçeleri arasında zahire ticareti yapar, ara sıra İzmir ve İstanbul’a kadar uzanırdı. Zengin değildik.

— Peki Bursalı mısınız? BORAN — Bursalıyım.

— Aile kökeniniz de öyle mi? Bursa’nın yerlilerinden misiniz? Yok­ sa Bursa'ya bir başka yerden mi gelmiş aileniz? Köken olarak aile­ niz de Bursalı mı?

BORAN — Hayır, babamın da annemin de ailesi 1890’larm ilk

yarısında, birbirinden farklı yıllarda, Çarlık Rusyası’ndan göç et­ mişler. Babamlar Bursa’ya, annemler İstanbul’a yerleşmişler. Annem Bursa’ya gelin gitmiş.

— Rusya’nın neresinden?

BORAN — Kazan yörelerinden, Kırım’dan değil...__________

B abam çocukların öğrenim ine önem verirdi

— Evet Bursa’da zahire ticareti yapıyor babanız.

BORAN — Zahire ticareti yapıyordu da, bir noktayı belirtmem

ilginç olur sanırım. Kazan yöresinin âdetlerine göre ve de herhalde babası hoca olduğu için, babam medreseye verilmiş, ama ancak bir iki yıl okuyabilmiş, göç edilmiş. Tatarlar arasında kızlara da okuma yazma, hatta biraz Arapça öğretilirmiş. Bu nedenle her ikisi de

okur-A bla m m arşlar çalardt:

Kurtuluş Savaşı

yıllarında Rum delikanlılar evimizin olduğu köşeye

gelip şarkı söyler,“Zito zito Venizelos” diye

bağırırlardı Onlar dışarda şarkı söylerken, babam

da ablamı piyanoya oturtur marşlar çaldırıp bana

söyletirdi Yani bir çeşit direniş tepkisi__________

yazardılar. Oturduğumuz sokakta başka okuryazar yoktu. Şimdi ge­ riye bakıp düşündüğümde, babam o zamana göre, tabii şimdiki an­ lam ve ölçüde değil, “ilerici” denebilecek bir adammış, diyorum. örneğin, rüştiyeyi bitirdikten sonra ablamı Fransız rahibeler oku­ luna göndermeye niyetlenmiş de Birinci Dünya Savaşı’nın başlama­ sı üzerine okulun kapanmasıyla bu niyet gerçekleşmemiş. O olma­ yınca ablamı yeni açılan, o zamanki adıyla, darülmuallimata kay­ dettirmiş. Bu, o zamanın Bursa’sında hayli cüretli bir adım. Abim de Bursa’da sultani, yani lise, İstanbul’da da yükseköğrenim yaptı. Yüksek Ticaret Okulu mezunuydu. Babam çocuklarının öğrenimi­ ne çok önem verirdi.

Annem de akıllı ve okumaya çok meraklı bir kadındı.

— Onu soracaktım, yani ailede bir politik eğilim var mıydı? 1910’ların, 15’lerin havası içinde İttihatçıları mı tutardı, Hürriyet-i İtilafçıları mı örneğin?

BORAN — Sarih bir politik eğilimden söz edemem, ama sokağı­

mızda bizden başka gazete alan aile yoktu; bizim eve ise her gün iki gazete girerdi. Hilrriyetçi/lttihatçı ayırımının politik anlamını pek kavradığını sanmıyorum babamın. Ama zamanın idaresinden hoş­ nut değildi, ona karşıydı. Ona karşı olunca da galiba objektif ola­ rak “İtilaf’ yanlısı oluyor. Daha sonra İstanbul’a geldiğimiz zaman da Ali Kemal’in Yeni Sabah gazetesini aldığını hatırlıyorum.

— Kurtuluş Savaşı’na karşı ailenizin tavrı ne oldu?

BORAN — Yoo, o müsbet. Gayet dikkatle takip edilirdi evde sa­

vaşın dalgalanmaları. Mesela Eskişehir düştüğü zaman çok telaş

edil-Şimdi geriye dönüp de çocukluğuma kadar uzanan yıllara bakın­ ca şu sonuca varıyorum. Daha ilk çocukluk çağından gelen etkiler­ le ben genç yaşta politize olmaya başlamışım farkına varmadan. Daha ilkokula başlamadan ilk öğrendiğim şiir veya manzume, Anadolu köylüsünün perişanlığını ve yakınmalarını anlatan, Mehmet Emin1 in manzumesiydi. Bazı dizeler hâlâ aklımda kalmış. “Yürüyordum

ekilmişti tarlalar/Yürüyordum sararmıştı tarlalar/Bir ses duydum, bir kadın/Ne o bacı?/Ne olacak ot yiyoruz/Neden bize karşı İstan­ bul acımasız insafsız” ve sonundaki, “Yazık sana uzanmayan elle- re/Yazık seni kurtarmayan ellere...” diye biten manzume.

Yetmiş yılı aşan bir aradan sonra bu dizelerde kimi yanlışlar ola­ bilir, ama dizelerin mesajı açık. Sonra annemden Ziya Paşa’dan ki­ mi dizeler dinlerdim. “Diyar-ı küfr’de kâşaneler, mülk-ü İslamda

viraneler" olduğunu anlatan dizeler.

— Görüyorum siz bu dizeleri benden daha iyi biliyorsunuz. BORAN — Az önce ablamdan öğrendiğimi söylediğim marşları.

İstiklal Savaşı yıllarının etkileri. Bugün gibi hatırlıyorum, Lozan1 daki müzakereler kesilip İnönü geri döndüğünde, Bebek’teki Fran­ sız okulundan Arnavutköyü’ndeki evlerimize dönerken yolda sınıf arkadaşım Rum kızlarıyla bu kesilişi zıt yönlerde değerlendirerek tar­ tışmamızı. On iki ile on dört yaş arası kız çocukları bizler.

Yirmi yaşıma geldiğimde, kolejden mezun olmadan önce, Avru­ pa ülkeleri düzeyinde olmak, aradaki geriliği kapatmak, o zamanki deyişiyle muasır medeniyete yetişmek gereğini tabii bir şey olarak kabul etmiş ve yine farkına varmadan bu konuda benim de çalış­ mam gerektiği gibi bir sonuca varmıştım. Bir şeyler yapmak gerekti.

SÜ R E C E K

B O R A N VE M UM CU —- Boran, çocukluk yıllarına kadar uzanan anılarını anlatırken, Kurtuluş Savaşı sonrası ortamına da değiniyor ve “erken yaşlarda politize olma sürecini" o yılların özgün ortamı içinde değerlendiriyor.

dan ABD’ye master yapmak için gidilebilirdi, çünkü kolejde adetti, notları iyi olanlar, isterlerse, daha son sınıfta okurken Amerika’da burs veren çeşitli üniversitelere müracaat ederlerdi. Ben etmedim. İn­ san önce kendi memleketindeki öğrenim olanaklarını kullanmalı, on­ dan sonra öğrenimini ilerletmek için dışarı gitmeli derdim.

Ö ğretm en vek illiğ i d e y a p ıy o rd u m

P o litiz e olm a sü reci:

Şimdi geriye bakınca

ilk çocukluk çağından gelen etkilerle genç yaşta

politize olmaya başlamışım farkına varmadan,

ilkokula başlamadan ilk öğrendiğim manzume

Mehmet Emin’in Anadolu köylüsünün

perişanlığını ve yakınmalarını anlatan dizeleriydi.

Somu, annemden Ziya Paşa’nın dizelerini

dinlerdim.

— Ne kadar süreyle öğretmenlik yaptınız? Ve nerelerde? BORAN — Yalnız bir ders yılı Manisa’da. O yılın kış ortasında

Amerika’daki Michigan Üniversitesi’nden bir burs teklifi aldım, hiç beklenmedik. Ben hiçbir yere burs müracaatında bulunmamıştım. Michigan Üniversitesi’nin burs verdiğinden bile haberim yoktu. Tam bir sürpriz oldu. Mektuptan anladım ki, kız kolejinde bir süre tarih dersi verip de sonra Amerika’ya dönen bir öğretmen, doktor Sitck- ner’di galiba adı, benim adımı burs komitesine vermiş. İstenen bel­ geleri gönderdim ve ilkbaharda burs aldığım bana bildirildi. Aynı yılın ağustos ayı sonunda Amerika’ya gittim.

— Kaç yıldı o zaman öğrenim Amerika'da?

BORAN — Amerikan yükseköğrenim sistemi Fransa’dakine ben­

zemiyor, bizimkinden farklıdır. Lisans yoktur. Kolej, üniversitenin ilk kademesidir. Başölye diploması verir. Ondan sonra master dip­ loması için çalışılır. Son olarak da doktora. Kolej dört yıldır, öbür ikisi için belirli zaman sınırı yoktur, en azından o zamanlar yoktu. Arnavutköy Amerikan Kız Koleji, Amerika’daki kolejlere muadil sa­ yılıyordu. Ne var ki, yalnız diploma bu muadeletin tanınması için yetmiyordu. Kolej idaresinden referans mektubu da isteniyordu.

Be-Lozan tartışması:

Lozan’daki müzakereler

kesilip İnönü geri döndüğünde, Bebek’teki Fransız

okulundan eve dönerken yolda sınıf arkadaşım

Rum kızlarıyla bu kesilişi zıt yönlerde

değerlendirerek tartışırdık 12-14 yaş arası kız

çocuklarıydık 20 yaşıma geldiğimde “muasır

medeniyef’e yetişmek için benim de bir şeyler

yapmam gerektiği sonucuna varmıştım.__________

nim referansım çok iyiydi. İstanbul Üniversitesi’ndeki iki yıllık öğ­ renimi de dikkate alarak benim master yapmadan doğrudan dokto­ ra için çalışmama müsaade ettiler.

Genç y a şta p o litize o lm a k ________________

— Öğreniminiz ne kadar sürdü Amerika’da?

BORAN — Eylül 1934’ten doktoramı tamamladığım 1938 aralık

ayına kadar. İki ay sonra da, 1939 mart başında Türkiye’ye döndüm. Buraya kadar sorduklarınız ve benim anlattıklarım öğrenimimin biçimsel yanı. Ama asıl önemli olan bu değil bence. Bu uzun yıllar­ da bende başlayıp gelişen süreç, daha sonraki yaşamımı etkileyen süreç daha anlamlı ve önemli kanımca.

1 TEMMUZ 1971 — TUtuklu olan Behice Boran, TİP'in kapatılması ile ilgili duruşmada savunma yapmak için getirildiği Anayasa Mah- kemesi’nden bir astsubay ve üç er nezaretinde ayrılırken.

— Sosyoloji bölümünü mü bitirdiniz İstanbul Üniversitesi’nde? BORAN — Sosvoloii bölümü voktu. felsefe bölümünde bir sos­

yoloji dersi de verilirdi. İstanbul Üniversitesi’ni bitiremedim. Üniver­ siteye devam ederken bir yandan da kolejde “öğretmen vekili” ola­ rak kolej kısmının hazırlık sınıfına ders veriyordum. İki yıl tamam­ landıktan sonra asil öğretmen olabilmek için Eğitim Bakanlığı’nın açtığı İngilizce dili imtihanına girdim.

Garip bir usul vardı, imtihana girenler devlet okullarında parasız yatılı okumamış olsalar dahi kendilerinden noter tasdikli bir hizmet taahhütnamesi alınıyordu. Bu taahhüdün hiç uygulamaya konma­ dığı da biliniyordu. Sonra o yıl bakanlık bütün ortaöğrenim okulla­ rına İngilizce dil öğretimi koydu ve taahhütnamelere dayanarak ta­ yinler yaptı. Ben Manisa’ya tayin oldum, evli olan ablamın orada oturması dikkate alınarak.

A b la m p iy a n o d a m arş çalardı

— Siz aile olarak tepki gösterdiniz mi çevreye?

BORAN — Doğal olarak tepki gösterdik. Komşularla aramızda

sorun çıkmıyordu, ama komşuluk ilişkileri de yoktu. Ara sıra, kimi akşamlar Rum delikanlıları bizim evin köşesine gelirler —köşe ba­ şındaydı evimiz— gitarla Rumca şarkılar söylerler, ardından da “Zito

Venizelos!” diye bağırırlardı, bazen bir iki cam da kırarlardı. Onlar

dışarda şarkı söylerken babam da ablamı piyanoya oturtur marşlar çaldırıp bana söyletirdi, ablamın darülmuallimattan öğrendiği marş­ ları. Yani bir çeşit direniş tepkisi.

— Kaç kardeştiniz? Onların politik tarafları var mıydı? BORAN — Üç kardeştik, iki kız bir oğlan. Abim öleli çok oldu,

politik tarafı yoktu. Ablam 1930’larda Manisa’da CHP üyesi ola­ rak partide, Yardımseverler’de, Kızılay’da çok faaldi, belediye mec­ lisi üyesiydi.

— İstanbul’da nerede okudunuz?

BORAN — Bursa’da ilkokul üçü bitirmiştim. İstanbul’a gelince

önce Fransız okuluna gittim. Cumhuriyetin hemen ilanından sonra Fransız okullarına dinsel açıdan kimi kısıtlamalar getirilip okullar kapanınca, Amerikan Koleji’nin orta kısmına girdim. 3 yılda ora­ dan mezun olduktan sonra dört yıllık kolej kısmını bitirdim,

— Amerikan Koleji dediniz, bu Robert Kolej miydi?

BORAN — O zamanlar Bebek’teki Robert Kolej erkek kolejiydi.

Arnavutköy’ündeki de Amerikan Kız Koleji idi. İkisi birbirine mu­ adildi.

— Arnavutköy mezunusunuz siz? BORAN — Evet 1931’de mezun oldum.

K e n d i m e m le k e tin d e öğrenim ____________

— Sonra İstanbul Üniversitesi.

BORAN — Evet, o zamanlar adı daha Darülfünun’du.

Doğru-28 Mayıs 1977 — Boran, Taksim'de TİP mitinginde.

di, üzüntü duyuldu. Bunu çok iyi hatırlıyorum, çünkü o gece Rum- lar epey tezahürat yapmışlardı. O zamanlar Arnavutköy’de oturan­ ların büyük çoğunluğu Rumdu, bizim mahallede biz Türkler üç ai­ leydik.

4 A Ğ U S T O S 1986

POLİTİKA VE ÖTESİ

M iliy im

k em a l

Silaha Sarılmak

Şimdi kaç yıl oldu bilemeyeceğim, Irak’ın çok güçlü politi­ kacılarından Nuri Essait, “ Kasım’ım Bağdat komutanı olduk­

ça rahat uyurum, hiçbir şeyden korkm am !" gibilerden bir söz

söylemişti. Kasım dediği, devlet büyüklerini korumak üzere Bağdat dolaylarına yerleştirilen muhafız alayının komuta­ nıydı. Bir gün öğrendik ki, komutan, koruyacaklarını bir gece­ de toparlamış, iktidarın sahibi oluvermiş. Muhafız komutanı­ na çok güvenen Nuri Essait ise, kadın kılığına bürünerek ka­ çarken Bağdat caddelerinde halk tarafından linç edilmişti. Bir süre sonra ihtilali yapan Kasım da devrildi, ama ülke o gün­ den bu yana hep askerlerin elindedir.

Silahlı kuvvetlerle bir darbe yaptın, başardın mı haklısın, ye­ nildin mi hapı yuttun. Bizde hapı yutanların başında Albay Talat gelir. Harp Okulu Komutanı iken, öğrencilerin gücüne daya­ narak iki kez darbe girişiminde bulundu. Birincisinde İsmet Pa­ şa ile girdiği pazarlık sonucu bağışlandı. İkincisinde ise kelle­ yi kurtaramadı, "kuzgun le ş " oldu.

ismet Paşa’nın çok yakınında bulunanlardan işitmişimdir. Fethi Gürcan, Çankaya’yı kuşatır. Cumhurbaşkanı da başba­ kan da parti liderleri de hükümet de avucunun içindedir. Te­ lefonla Albay Talat’tan sorar:

"Bunları ne yapayım, albayım?”

"Bırak gitsin!..’’

Arabasına binip Hava Kuvvetleri’ne doğru yola çıkan İsmet Paşa, yanındaki Kâmuran Evliyaoğiu’na döner:

“ Albay şimdi hapı yuttu..’ ’ der.

Bir anlık gaflet ve böbürlenme, kazanan, yitirmiştir. Mısır’da Albay Nasır’ın darbesi de ince hesaplar üstüne otur­ muştur, irili ufaklı, O rtadoğu’da tanık olduğumuz öteki darbe­ ler de...

Salvador Ailende, Ş ili’de seçimle işbaşına gelmiş bir solcu­ dur. Seçime ve halkın oyuna saygılıdır. Ancak karşısındaki as­ kerler saygılı mıdır? Öfkeli generaller, azıcık sürçmesini bek­ liyor. Kamyoncuların grevi yeterli ipucu olmuştur.

Salvador Allende’nin yeğeni Pascal Ailende, Stern dergisi­ ne bir demeç veriyor. Sosyalizmi bir bulan, bir yitiren amcası­ nı şöyle anlatıyor:

"... Bu kadar büyük değişiklikler karşısında zengin sınıf ile

ABD emperyalizmi arasında cephe kurulacağını, hazırlıklı olma­ sını söyledik. Askeri darbe konusunda uyardık. Ama ne yazık ki Salvador Ailende hükümeti bize inanmadı. Başkanlık sara­ yında, elinde silahı, ölü bulunmasının Şili’deki mücadelenin si­ lahla verilebileceği konusunda halkımızı aydınlattığına inanıyo­ rum. ”

Hazreti İsa öğütleri çoktan tarihe karışmıştır. "B iri size to­

kat atarsa, öteki yanağınızı uzatın." Silahla gelene karşı, si­

lahla gidileceği demokrasilerde öğrenilmiştir. Bir tuhaf denk­ lemdir; silahla gelen de “ demokrasi için” diyor, silahla giden de...

Silahlı mücadele kimin işine yarıyorsa o kullanıyor, ülkenin yapısına uygun düştüğünü söylüyor. Nerede silahlı mücade­ le varsa, orada kazandın mı iyi, yitirdin mi kötü:.. Sosyalizmin askerle gelmesi dünyada çok güç. Sermaye ile emek arasın­ daki dengesizliği anlatamıyorsunuz: Biri buzdolabı, otomobil kılığında görünüyor somut, ötekini kavrayamıyor soyut...

İletim araçları olayları bütün dünyaya çabucak duyuruyor, dünya çok küçüldü. Silahlı kuvvetlerin iktidara el koyduğunu hemen öğreniveriyoruz. Geliyorlar silahla, işçilerin, emekçi­ lerin haklarını kısıyorlar; işçiler ve emekçilerden yana olan ay­ dınları deliğe tıkıyorlar; ardından da ‘Kısa bir süre sonra de­

mokrasiyi getireceğiz’ diyerekten koltuğa oturuyorlar. Gelen­

ler silahlı, ezilenler silahsız olduğu için ses çıkmıyor. Hele bir de silahlı gelenlerin ardında ABD varsa, suskunluk ve eziklik katmerli oluyor.

12 Mart ve 12 Eylül olaylarına karışmış askerlerin anılarını okuyoruz. Neredeyse gizli kapaklı bir şey kalmadı. Hemen he­ men ner şeyi öğrenmiş gibiyiz. Bu bilgilerle de çok kişi suçla­ nabilir. Kim kiminledir, kim kimden yanadır biliyoruz.

Hadi halkı bir yana bırakalım, geç algılıyor, halkın önüne dü­ şen yurtseverler de demokratlar da bütün bunları anlamıyor, anlatamıyorlarsa, bundan sonrası " Ört ki ötem” demektir.

M İM AR SİNAN ÜNİVERSİTESİ

REKTÖRLÜĞÜM DEN

Üniversitemize bağlı Fakülteler ve Devlet Konservatuvarında görevlendirilmek üzere Rektörlüğümüz bünyesinde münhal bulunan okutman kadroları ile Güzel Sanatlar Fakültelerinde

münhal bulunan Yardımcı Doçent kadrosuna 2547 Sayılı Kanun’un ilgili maddelerine göre eleman alınacaktır. Adayların

istenilen belgelerle birlikte Okutmanlık için Personel Dairesi Başkanlığı’na, Yardımcı Doçentlik için Güzel Sanatlar Fakültesi

Dekanlığı’na 21 Ağustos 1986 perşembe günü mesai bitimine (saat 17.30’a) kadar şahsen veya posta ile başvurmaları gerekmektedir. Postadaki vaki gecikme ve eksik belgeli müracaatlar dikkate alınmayacaktır.

Adaylarda aranılan şartlar:

a) 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 48. Maddesinde belirtilen şartları taşımak.

b) Okutmanlık için başvurulacak dilde yükseköğrenim diplomasına sahip olmak.

c) Yardımcı Doçentlik için başvuracakların belirtilen Anasanat Dalında eğitim ve öğretim yapan Fakülte veya 4 yıllık Yüksekokulu bitirmiş ve aynı dalda doktora veya yeterlilik yapmış olmak,

istenilen Belgeler:

Adayların sınava girecekleri yabancı dili belirten dilekçelerine: 1) özgeçmişlerini

2) Nüfus Cüzdan Sureti 3) 8 adet yeni çekilmiş fotoğraf

4) Personel Dairesi Başkanlığından alınarak doldurulacak form.

OKUTMANLAR İÇİN:

5) Yükseköğrenim diploması aslı veya noterden tasdikli sureti, 6) Varsa, bilimsel çalışma ve eserlerini içeren belgeler,

YARDIMCI DOÇENTLİK İÇİN:

7) Fakülte veya Yüksekokul diploması aslı veya noterden tasdikli sureti,

8) Doktora veya yeterlilik belgesi aslı veya noterden tasdikli sureti,

9) Bilimsel çalışma ve yayınlarını kapsayan dosya (4 nüsha halinde)

eklemeleri gereklidir.

KADROLAR:

Birimi Anasanat Dalı Unvanı Derecesi

Rektörlük — Okutman (X) — Okutman (X) —• Okutman (X) Güzel. San.

Fak. Seramik ve Cam Yardımcısı Doçent 3

Sınav günleri ve diğer koşullar adaylara ayrıca bildirilecektir. İlan olunur.

(X) Kadroların derecesi adayların durumuna göre belirlenecektir. Basın: 25195

TEK

SINIRLI SORUMLU BOĞAZİÇİ

ELEKTRİK DAĞITIM MÜESSESESİ

MÜDÜRLÜĞÜ’NDEN

NH SİGORTA VE ALTLIKLARI

SATIN ALINACAKTIR

1- Muhtelif cins 61000 adet NH sigorta buşonu ve 35000 adet altlı­ ğı kapalı zarfla teklif alma usulüyle satın alınacaktır.

2- Bu ihaleye ait şartnameler, 10.000. - TL. karşılığında Meşruti­ yet Cad. Asmalımescit Sok. No: 63 Tepebaşı/tSTANBUL adresin­ deki müessesemizin Makine İkmal ve Satınalma Grup MUdürlüğü’n- den satın alınabilir.

3- Bu ihaleye ait geçici teminat miktarı 5.700.000. - TL. 4- Tfeklif mektupları en geç 12.8.1986 günü saat 10.00’a kadar Mü- essesemiz Muhaberat servisine elden verilecek ve aynı gün saat 10.30’da alenen açılacaktır.

5- Müessesemiz, 2886 sayılı yasaya tabi değildir. Basın: 24845

Adedi Dili

5 İngilizce 3 Franzısca 1 Almanca

Bir Uzun Yürüyüş

Uğur Mumcu sordu,

Behice Boran anlattı

M ehm et Em in manzumeleri ve Kurtuluş Savaşı marşlarıyla büyüyen Boran

,

gençlik yıllarını anlatıyor:

‘Muasır medeniyete erişebilmek için

benim de bir şeyler yapmam gerekti’

(3)

CUMHURİYET/8

HABERLER

5 A Ğ U S T O S 1986

M arksizmi incelemeye başlayan Boran, ilk doktora tezinde ‘sınıflararası akışkanlık

'

konusunu ele almıştı

‘Toplum u değiştirm enin b ir örgü t,

yani p arti işi o ld u ğu n u an lad ım ’

Şubat 1979 — Behice Boran İstanbul Spor ve Sergi Sarayı’nda bir TİP toplantısında konuşurken

— 3 —

— Sayın Boran, 1930’lu, 31’li yıllarda Türkiye’de, “ muasır me­ deniyet seviyesine yetişmek İçin çalışmak” genel bir anlayış mıydı?

BORAN — öyle bir hava var. Ama toplumun bireyi etkilemesi otomatik ve eş türden olmuyor. Kolejdeki sınıf arkadaşlarımda bu etkileme var mıydı, hele kendilerine de bir görev düştüğünün far­ kında mıydılar bilmiyorum.

Bireylerin beyinleri, organizmaları, toplumdan gelen etkilere se­ çici, selektif biçimde tepki gösteriyor.

Bu yirmi yaş ve sonrası yıllarında topluma karşı görevim olduğu bilincine varınca, ben bu borçluluğu o zaman ancak şöyle formüle edebildim. Ülkede ilkokulu bile okuyamayan milyonlarca çocuk, genç vardı. Bunların içinde kimbilir ne zeki, ne istidatlı olanları vardı, okuma yazma bile öğrenmeden göçüp gidiyorlardı. Benim elde et­ tiğim öğrenim bana verilmiş bir olanaktı, bir şanstı. Borçluydum onlara karşı. Bu durumun düzelmesi için çalışmak boynumun bor­

cuydu. Onun için ilk aklıma gelen, pedagoji öğrenimi yapmak ol­

du. Eğitimle toplum cehaletten kurtulacak, gelişip, çağdaş uygarlı­ ğa ulaşacaktı.

Bu düşünce ile kolejde toplum bilim -ama bu tam sosyoloji değildi- ve pedagoji kurslarını seçtim. Amerika’da da ilk yıl ana bilim dalı olarak sosyolojiye, ikincil olarak da pedagojiye kaydedildim. İkin­ ci yıldan başlayarak yalnızca sosyolojide yoğunlaştım. Eğitim top­ lumsal kurumlardan biriydi. Bütününde toplumun bilimini öğren­ mek gerekirdi, onun içinde eğitim de yerini alırdı. Bu sonuca var­ mıştım. Onun içinde sosyolojide yoğunlaştım.

B ir tartışma:

Dördüncü sömestrin

sonlarıydı sanırım. Bir gün Amerikalı

arkadaşımla sosyolojiye ait “yüksek meseleler”

tartışıyorduk. Ben Durkheim ’den söz ettim, o

Marksizme atıflar yaparak yanıt verdi.

Söyledikleri dikkatimi çekti, bir ara dedim ki,

ne tartışıyoruz? Sen Durkheim’ı okumamışsın,

benim Marx’tan haberim yok. İkimiz de

okuyalım, öyle tartışalım.____________________

Bunları şunun için anlatıyorum. Sosyolojiyi bilinçli olarak ve be­ lirli bir maksatla seçtiğimi vurgulamak için. Toplumsal gerçekliğin ne olduğunu, genelinde toplumlarm nasıl değişip geliştiğini öğren­ mek beni çok ilgilendiriyordu, ama kafamın ardında Türkiye’nin

“ muasır medeniyet”e erişmesi sorunu yatıyordu.

Yıl yılı izliyor, sosyoloji öğrenimim sürüyor, ama ben okutulan derslerde aradığımı bulamıyordum. Her sosyolog bir başka telden çalıyordu, kimi doğrular ortaya konuyordu, ama bunlardan bir bü­ tün çıkmıyordu. Bir bölük pörçüklük, sorunların derinine inmeme, bir yüzeysellik vardı. Okuduklarım, öğrendiklerim beni tatmin et­ miyordu. Doktora imtihanlarına hazırlık için kitaplara daha da da­ lınca, huzursuzluğum büsbütün arttı, sosyoloji bilim filan değildi. Ben yanlış dal seçmişim demeye başladım. Adeta bir bunalıma gir­ dim. Bunca yıl boşuna gitmişti. Sosyoloji diye öğrendiklerim pek bir işe yarayacak değildi.

— Sayın Boran, Marksizm’e ne zaman ilgi duydunuz? Marksist yapıtları ilk kez nasıl okudunuz? Neydi sizi Marksizme yönelten et­ ken? Sosyoloji derslerinde aradığınızı bulamıyorsunuz, bir arayış indesiniz. O sırada mı Marksist yapıttan okumaya başlıyordunuz.

aşamada?”

BORAN — İşte şimdi oraya geleceğim. Evet, bu aşamada. Dör­

düncü sömestrin sonlarıydı sanırım. Bir gün bir Amerikalı sınıf ar­

kadaşımla oturmuş, sosyolojiye ilişkin “yüksek meseleler” tartışı­

yorduk. Neydi tartıştıklarımız şimdi hatırlamıyorum. Hatırladığım, ben Durkheim’dan söz ettim. O Marksizme atıf yaparak yanıtlar verdi. Söyledikleri dikki.timi çekti. Bir ara dedim ki, “ Biz ne tartı­

şıyoruz? Sen Durkheim’ı okumamışsın, benim Marx’tan haberim yok. İkimiz de okumamış olduğumuzu okuyalım da öyle tartışakm.”

Biz, yarı şaka yarı ciddi el sıkışarak böyle yapmaya söz verdik.

— Kimdi bu Amerikalı arkadaşınız?

BORAN — Sosyoloji bölümündeki profesörlerden birinin oğluy­

du, sosyolojide doktora öğrencisiydi.

— Yaşıyor mu hâlâ?

BORAN — Hiç bilmiyorum, çünkü o tartışmadan sonra bir da­

ha onu görmedim. Araya yaz tatili girdi. Sonbaharda dersler baş­ layınca onu etrafta görmedim. Wisconsin Üniversitesi’ne nakletmiş olduğunu duydum. Bunun için de o Durkheim’ı okudu mu bilmi­ yorum, ama ben M arx’i okudum.

Bu anlattıklarımdan herhalde şu neticeyi çıkarmazsınız, o sözü­ nü ettiğim tesadüf, tartışma olmasaydı ben Marksist olmayacaktım. Çünkü problemim vardı, bir çözümün arayışı içindeydim. Nitekim aynı yıl ilkel toplumlar konusunda bilgilenmek için sosyal antropo­ lojiye giriş dersini aldığım zaman, sosyoloji derslerindekinden farklı bir tavır, bir bakış açısıyla karşılaştım.

Profesörün Marksist olduğunu sanmıyorum, am a ona yakın gö­ rüşleri vardı. Toplumlara toplumsa] yapı ve toplumsal evrim açı­ sından bakıyordu, oysa o zamanlar Amerikan sosyolog ve etnolog­ ları, toplumsal evrimi reddedip, toplumsal değişmeden söz ediyor- laıdı sadece. Bu sosyal antropoloji dersi, benim için sosyoloji ders­ lerinden çok daha aydınlatacı oldu.

Marksizm üzerine ilk incelem e___________ _____ _

— İlk okuduğunuz Marksist yayın neydi, anımsıyor musunuz?

BORAN — Birkaç yayın birden okudum, nedeni de şu: Doktora imtihanlarına hazırlanırken, öğrenim programı gereği seminerlere katıhrken bir de Marksizme zaman ayıracak vaktim yoktu. Bu ça­ lışmaların içine sokmalıydım, öyle yaptım. Doktora adayları için açılan bir seminerde, öğrencilerden her iki sömestrde de kendi se­ çecekleri, ama profesörün onaylayacağı birer konu üzerinde bir in­ celeme hazırlamaları isteniyordu. İnceleme, seminere sunulup tar­ tışılıyordu. İlk sömestr başında ben profesöre Marksizm üzerine bir inceleme hazırlayacağımı söyledim, o da kabul etti. Oysa hiçbir ders­ te Marx’tan, Marksizm’den söz edilmiyordu, sanki ekonomik ve sos­ yolojik teoriler arasında öyle bir düşünür ve teori yoktu. Ameri­

ka’da çok daha sonraki yıllarda öğrenim yapanlardan öğrendim ki, Marx’ın, Lenin’in kimi eserleri ders kitaplarına ek kaynaklar ola­ rak okutulmuş, eleştirip çürütmek üzere.

— Böyle bir tez mi hazırladınız?

BORAN — Evet, tez değil de küçük bir inceleme, onun için de

ilk ağızda birden fazla kitap okumak gerekti. Marksizmi ilk öğren­ meye başlarken sanırım genel olarak okunmayacak yapıtlardan baş­ ladım. M arx’m Kapital’ini kendi sağlığında çıkan birinci cildini, Alman İdeolojisi’ni ve tabii Komünist Manifesto’yu. Engels’in Ai­ lenin ve Devletin Menşei, Doğanın Diyalektiği. Lenin’in Diyalek­ tik Materyalizm ve Empriokritisizm adlı yapıtlarını da -sanırım- o zaman okudum.

Daha ayrıntılı somut sorunlara ilişkin yapıtları o sıra okumaya hem vaktim yoktu hem de o aşamada ben global olarak teorinin esaslarını öğrenmek peşindeydim, teoriyi bütününde kavramak is­ tiyordum her şeyden önce. Pratiğe ilişkin sorunlar daha kafamda yoktu. O incelememin bir sureti şimdi yok bende, aradan da yarım yüzyıla yakın bir zaman geçti. Ama anlatımı birbiriyle ilişkili olan iki noktayı vurgulama üzerine oturttuğumu gayet iyi hatırlıyorum: Ekonomik yapıyla üstyapı arasındaki karşılıklı ilişkiler ve Marksiz- min ekonomik yapıyı esas almakla beraber,ekonomik determinizm olmadığı. Bir de bu konulan diyalektik açıdan açıklamaya çalışmam. Zaten bu açıdan ele almadıkça o iki nokta doğru açıklanamazdı.

Marksizmle tanışmam bana bildiğim bir şeye yeni bir açıdan bak­ mayı da öğretti. Daha önceleri Türkiye’nin nasıl kalkındırılabilece- ği, toplumlann nasıl değiştiği konulan üzerinde dururken, şu so­ nuca kendiliğimden varmıştım. Fikirler ancak pratiğe, eyleme yan­ sırsa önemlidir. Eğer insamn yaşayışında hiçbir etki göstermiyor­ sa, o fikre sahip olmuşsun ne, olmamışsın ne? Marksizmi öğren­ meye devam edince anladım ki, bireylerin inandıklan fikirleri ya­

B ir Uzun Yürüyüş

Uğur Mumcu sordu,

Behice Boran anlattı

şamlarına geçirmelerine evet, ama toplumu değiştirmek ve geliştirmek tek başına bireyin yapacağı bir iş değil, örgüt işidir, ya­ ni parti işidir.

D oktora tezim sınıflararası akışkanlıktı

— Doktora tezinizin konusu neydi?

BORAN — Konusu enteresan, hatta önemliydi. İngilizcesi “ Ver- tical Social Mobility” , “ Dikeyine Sosyal Hareketlilik” diye Türk-

çeye çevirebiliriz: Daha Türkçesi, bir sınıftan ötekine geçebilme, sı­ nıflar arası akışkanlık.

Ama daha baştan bu konuda bilgi edinebilmenin güçlüğü ortaya çıktı. Doktoramı sosyoloji bölümünün başında bulunan profesö­ rün denetiminde yapacaktım. Konuyu doktora adayının kendisinin bulup profesöre önermesi gerekiyordu. Profesörüm önerdiğim ko­ nuyla çok ilgilendi. Üniversiteye yakın Detroit şehrindeki otomobil fabrikalarında araştırm a yapmam kararlaştırıldı, sosyoloji öğren­ cilerinden birisi de yanıma yardımcı olarak verildi.

Ama otomobil şirketlerinin personel dairesi arşivleri “ devlet sırrı” gibi korunuyor. Profesörün haftalar süren aralarla kaç defa yemek yemesi gerekti şirket yöneticileriyle, işadamları arasında yapıldığı gibi. Nihayet Ford şirketinden izin çıktı, yardımcımla birlikte bir iki ay kartoteksler üzerinde çalıştık. Derken, sendikaların gireme­ diği otomobil sanayiinde birden yeni bir sendikal kuruluş CIO, iş­ çileri örgütlemeye başladı ve hareket hızla yayıldı. Bunun üzerine Michigan eyaletindeki bütün otomobil sanayii işletmeleri kapandı ve bizim araştırma da durdu. Aylarca bekledik ve sonunda araştır­ ma alanını değiştirdik.

Y e n i b ir aç t:

Marksizmle tanışmam bana

bildiğim bir şeye yeni bir açıdan bakmayı

öğretti. Daha önceleri Türkiye’nin nasıl

kalkındırılabileceği, toplumlarm nasıl değiştiği

konuları üzerinde dururken, fikirler, ancak

pratiğe yansırsa önemlidir sonucuna varmıştım.

Marksizmi öğrenmeye devam edince anladım ki,

toplumu değiştirmek, örgüt, yani parti işidir.

— İkinci tezinizin konusu neydi?

BORAN — Aslında aynı konunun bir varyantı, ama farklı mal­

zeme kullanacaktık. On yılda bir (1910-20-30) yapılmış ve sonuçla­ rı yayımlanmış sayımlardan mesleklere göre sınıflandırma cetvelle­ rini alacak, bunları sosyal sınıf ayrımlarına aşağı yukarı uyacak bi­ çimde gruplayacak ve otuz yıllık sürede sınıfsal gruplaşmaların de­ ğişikliğe uğrayıp uğramadığını inceleyecektim. Üstelik 1920’de mes­ leklere göre sınıflandırmanın değiştirilmiş olması işi güçleştiriyor­ du. Mesleki sınıflandırmaları birbirine muadil hale getirmek gerekiyordu. Konuyu yaş ve cinsiyet sınıflandırmaları açısından da işledim. Hasılı, doktora imtihanlarını verdikten sonra bir yıldan fazla rakamlarla uğraştım durdum. Bir sürü cetveller, grafikler, ama so­ nuçlar beni memnun etmedi. Otuz yılda gruplaşmalarda meydana gelen değişiklikler, sınıflar arası akışkanlıklar kadar, hatta belki daha fazla, otuz yıllık sürede çalışma hayatına yeni girenlerin tercihleri­ nin veya bulabildikleri iş olanaklarının sonucu olabilirdi. Oysa ben sınıfsal akışkanlığı doğrudan yakalayabilmek istemiştim.

Profesörler heyetinin böyle bir tutkusu olmadığı için ve de sunu­ lan ciddi bir çalışma ürünü olduğu için tezi kabul ettiler ve beni son sözlü sınavdan geçirdiler.

— Peki, doktora tezini hazırladığınızda kendinize Marksist diye­ biliyor muydunuz? Yani yaklaşımınız berraklaşmış mıydı, en azın­ dan kendiniz açısından?

BORAN — Kendime “Marksist” deyip demediğimi bilemiyorum.

Sanıyorum, kendime hiç böyle bir soru sormadım. Ama Marksiz­ mi tereddütsüz benimsemiş ve çok ferahlamıştım, toplumbilimi di­

ye bir şey yok demiyordum artık, çünkü her şey yerli yerine otur­

muştu ve yolu bulmuştum. Türkiye’yi kalkındırmak için toplumla- rı değiştirmek için yol nedir, onu bulmuştum.

Tezim de konuya yaklaşımlımın da Marksist düşünceden kaynakla­ nıyordu. Amerika’da, “ Her doğan çocuk, devlet başkanlığına adaydır” denirdi. Yani sosyal sınıflar toplumda yükselmeye tam açık. Bu doğru değildi, doğru olmadığını rakamlarla kanıtlamak, en azından sınamak istemiştim.

S ü r e c e k

Tek grup seçmek daha avantajlı

(Baştarafı 14. Sayfada)

açıköğretim gibi ilk basamak sına­ vına göre öğrenci alacaklar. Birinci sınavda ortaöğretim başarı puanı da önem taşıyacak.

ÖSYM, ana ve alt gruplara gi­ ren yükseköğretim programlarını fakülte düzeyinde tek tek belirle­ memiş olmakla beraber sağlanan bilgilere göre yükseköğretim prog­ ramlarının gruplara göre dağılımı şöyle:

F e n v e

m ü h e n d is lik

b i l i m l e r i

a ) F e n B ilim le r i: Tıp, ec­

zacılık, biyoloji, fizik, kimya, diş hekimliği, veterinerlik, bahçe bit­ kileri, su ürünleri, gıda bilim ve teknolojisi, tarla bitkileri, toprak, zootekni, fizik-biyoloji-kimya öğ­ retmenlikleri, übbi biyolojik bilim­ ler, deri-lif teknolojisi, fizik teda­ vi, rehabilitasyon, beslenme, tütün eksperliği, balıkçılık, hemşirelik, orman mühendislikleri.

b) M ü h e n d islik B ilim le ­ r i: inşaat, endüstri, jeoloji, ma­

kine kimya mühendislikleri, ista­ tistik, matematik, mimarlık, ma­ den, elektrik-elektronik, bilgisayar, çevre, gıda, jeofizik, tekstil, hidro­ jeoloji, nükleer enerji, gemi inşa­ atı, haberleşme, metalürji, jeode­ zi ve fotogrametri, petrol, meteo­ roloji, uçak, havacılık, güverte, ge­ mi makineleri, ağaç işleri endüst­ risi mühendislikleri ile, peyzaj mimarlığı, uzay bilimleri bö­ lümleri.

İ k t is a d ı v e s o s y a l

b ilim le r

a ) İ k t is a d i B ilim le r : İş­

letme mühendisliği, iktisat, işlet­ me, maliye, maliye-muhasebe, eko­ nometri, işletmecilik, tarım eko­ nomisi.

b) S o s y a l B ilim le r : özel

eğitim öğretmenliği, idari bilimler, coğrafya, felsefe, psikoloji, sosyo­ loji, eğitim programları ve öğretim, eğitimde psikolojik hizmetler, reh­ berlik ve psikolojik danışmanlık, eğitim yönetimi ve planlaması, hu­ kuk, çalışma ekonomisi ve endüst­ riyel ilişkiler, kamu yönetimi, ulus­ lararası ilişkiler, ev ekonomisi, coğ­ rafya öğretmenliği, felsefe grubu öğretmenliği, eğitim yöneticiliği ve deneticiliği, eğitimde

ölçme-değerlendirme, ev idaresi ve aile ekonomisi, çocuk gelişimi ve eği­ timi, sağlık idaresi, sosyal hizmet­ ler, eğitim bilimleri.

B e ş e r i b ilim le r

a) D il v e T a rih : Turizm iş­

letmeciliği ve otelcilik, antropolo­ ji, prehistorya, etnoloji, kütüpha­ necilik, sanat tarihi, tiyatro, halk bilimi, Türk dili ve edebiyatı, ila­ hiyat, gazetecilik ve halkla ilişki­ ler, radyo-TV, Türk dili ve edebi­ yatı öğretmenliği, basm-yayın, kla­ sik arkeoloji, pıotohistorya ve Önasya arkeolojisi, Hititoloji, La­ tin dili ve edebiyatı, Sümeroloji, arkeoloji ve sanat tarihi, tarih ve tarih öğretmenliği.

b) M o d ern D ille r : Alman­

ca, İngilizce öğretmenlikleri, Al­ man, Amerikan, Fransız, İngiliz, İspanyol, İtalyan, Rus, Arap, Fars, Yunan, Leh, Japon dili ve edebi­ yatları, dil bilimi, Hindoloji, Sino­ loji Urdu dili ve Pakistan araştır­ maları, mütercim-tercümanlık, Arapça öğretmenliği ve İngiliz dil bilimi.

Adaylar bu alt gruplara uygun

seçim yaptıkları takdirde, bunlar­ la ilgili testleri yanıtlamaları yeterli olacak. Örneğin, beşeri bilimler ana grubundaki yükseköğretim programlarını seçen bir aday ikinci basamak sınavında sadece Türkçe- edebiyat, sosyal bilimler ve yabancı diller testlerini yanıtlamakla teorik olarak 100 üzerinden 100 puana ulaşabilecek. Ancak bu ana gru­ bun dil ve tarih ile modern diller alt gruplarında yer alan tercihlere göre de Türkçe, sosyal bilimler ve yabancı dil testlerinin ağırlıkları değişiyor. Bu durumda da, kendi bilgi düzeyini gözönüne alarak tek bir ana grubu yeğleyen aday, iki ana grubu yeğleyen adaya göre da­ ha avantajlı, tek bir alt grubu yeğ­ leyen aday da aynı ana grubun iki alt grubunu yeğleyen adaya göre daha avantajlı duruma sahip ola­ biliyor. Birden fazla ana grup se­ çen aday kısıtlı sürede en az 4 tes­ ti yanıtlamak zorunda kalırken, tek bir alt gruptan seçim yapan aday, örneğin modern diller gibi, sadece dil testinden çözdüğü soru­ larla teorik olarak yüzde 60 başa­ rıya kadar ulaşabiliyor.

Yükseköğretim programı tercihlerine göre adaylara uygulanacak :estler ve bu testlerin ağırlıkları

SÜMERBA^K

SATIN ALMA. MÜESSESESİ

BAHÇEKAJPI-ISTANBUL

16 KALEM KİMYEVİ MADDE

SATIN ALINACAKTIR

Camiamıza bağlı kuruluşların 1986 yılı Aralık 1986 sonuna kadar olan ihtiyaçları 16 kalem kimyevi madde kapalı zarf usulü teklif te­ mini suretiyle satın alınacaktır.

1— Teklif verme son günü 12 Ağustos 1986 günü saat 17.30’a ka­ dardır.

2— Teklifler, teklif verme son gününden itibaren en az (30) otuz gün opsiyonlu olacaktır.

3— iştirak teminatı 250.000.— TL. kati tesellüm ise sipariş tutarı­ nın % 3’üdür.

4— Detaylı bilgi ve şartnameler müessesemiz iç alım servisinden öğrenilebilir.

5— Müessesemiz 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu’na tabi olmayıp, şartlarımızla ihtiyacımıza en uygun olanlar tercih edilecektir.

Basın: 25132

YSK, A N A P ’ın

ön erisin i r e d d e tti

K.M araş’ta

ara seçim

yok

ANKARA (Cumhuriyet Bü­ rosu) — Yüksek Seçim Kurulu,

A N A P’ın Kahram anm araş’ta ara seçim yapılmasına ilişkin is­ temini reddetti.

Bağımsız Milletvekili Rıfat

Bayazıt’ın geçen hafta ölümü ile

boşalan Kahramanmaraş’ta da ara seçim yapılması gerektiğini belirten ANAP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Keçeciler, dün sabah Yüksek Seçim Kuru- lu’na başvurdu.

ANAP’m Kahramanmaraş’ta ara seçim yapılması yolundaki başvurusunun gerekçesinde, anayasa uyarınca seçimlerin ge­ riye bırakılmasının ancak savaş haliyle mümkün olduğu hatırla­ tılarak, ara seçim yapılmasının anayasa gereği olduğu kay­ dedildi.

Seçim kararının ancak Meclis kararıyla erteleneceğinin belirtil­ diği gerekçede, aday olmak iste­ yen memurların başvuruları için ek bir süre tanınabileceği ve bu süreyi Yüksek Seçim Kurulu’- nun belirleyebileceği de be­ lirtildi.

YSK, dün öğleden sonra top­ lanarak, A N A P’m bu istemini inceledi ve reddetti. Yüksek Se­ çim Kurulu, istemi ret gerekçe­ sini şöyle açıkladı:

“ Seçim döneminin başlangıç tarihinden sonra, milletvekilliği­ nin boşalması nedeniyle 28 Ey­ lül 1986 günü yapılacak millet­ vekili ara seçiminin Kahraman­ maraş seçim çevresinde yapıla­ mayacağına dair kurulumuzca verilen 31.7.1986 gün ve 304 sa­ yılı kararın tekrar tezekkür edil­ mesi Anavatan Partisi Genel Merkezi tarafından talep edilmiş ve kurulumuzun sözü edilen ka­ ran kesin nitelikle görüldüğün­ den konunun esası yeniden ince- lenmeksizin 4.8.1986 gün ile is­ tek reddedilmiştir.”

lÜSBF’den aldığım şebeke ve pasomu yitirdim. Hükümsüzdür.

TOROS H AŞH A ŞO Ğ LU

TEŞEKKÜR

Kıymetli varlığımız eşim

NESIBE

ÜLSEVER’in

vefatında hastaneye kadar gelerek acımızı

paylaşan, defin merasimine iştirak eden

İktisat Bankası Genel Müdürlük idareci ve

mümtaz mensuplarına, merhumeyi candan

seven dostlarına, komşu ve yakınlarına;

çelenk gönderen, telefon ve telgrafla

taziyette bulunan tüm dostlara teşekkür

eder saygılar sunarım.

Eşi: EMİN ÜLSEVER

EVDE ÇOCUK BAKILIR

TEL: 3781463

Pasomu kaybettim. Geçersizdir. END ER Y IL M A Z Nüfus cüzdanını kaybettim. Geçersizdir. G Ü LTE N A Y L A

32 yıldan beri, DAKTİLO ve MUHASEBE kurlarımızı bitiren

Orta ve İlkokul mezunlarına bile

İŞ ÇOK; ELEMAN YOK.

LİSE MEZUNLARI! Aylar, yıllar geçiyor;

Siz hâlâ BOŞ MU BEKLİYORSUNUZ?

Hiç olmazsa BİLGİSAYAR ÖĞRENİN .

BİLGİSAYARLI MUHASEBE

Ö Ğ R E N İN .

ELEKTRONİK DAKTİLOGRAFİ

Ö Ğ R E N İN .

İŞSİZ KALMAYIN

• m ' E E jj 9 5 4

ÖZEL DAKTİLO SEKRETER VE BİLGİSAYAR KURSLARI

Merkezi : Beyazıt, Mithat Paşa Cad., 14/1 Tel: 527 55 25 — 527 49 03 — 52?

21

06 Beyoğlu Şubesi : istiklal Cad., Yonca Han, 87/7 Tel: 149 79 9 3 — 149 81 0 6 — 144 90 11 Kadıköy Şubesi : Altıyol, Kuşdili Caddesi, 6/3 Tel: 338 08 42 — 336 11 50

DİKKAT: Bu üç şubemizden başka, ŞAMPİYON adıyla çalışan hiçbir Daktilo, Sekreter ve Bilgisayar Kursu şubemiz değildir.

Referanslar

Benzer Belgeler

Fakat artık Edebiyatı Cedide şart ; lan içinde bulunmadığımıza gö-j re, başka meslek mensuplarından j yazı âlemine gireceklerin meslek lerinin bilgi ve

Bunun üzerine Mustafa Kemâl, (Hz. Peygamber ölürken kimi vekil tâyin etti ki siz daha hilâfet is­ tiyorsunuz. Biz sancağı çektik, o sancağa düşman olmadık,

BP Türkiye, fotoğraf dem ekleri çalışma kum lu ile birlikte, geçtiğimiz yıl yitirdiğimiz değerli fotoğraf ustası Sami Güner’in anısına “ Türkiye 92” albüm

İngiltere sefiri Lord Stad ffo rd de Redcliffe’in geniş para yardımla­ rı ile desteklenen Protestan misyonerler Anadolu’da Ermeni- leri Gregoryen kilisesinden

rosuna telefon eden kim liği belir­ lenemeyen kişiler, “ Ermeni S o y ­ kırımının Adalet Kom andoları" adlı cinayet örgütünün adına ko­ nuştuklarını

HYDRO BA020 Suyun çekildiği andaki kıyı çizgisi Zorunlu NAMN1 Birinci ulusal dilde detayın ismi Seçmeli NAMN2 İ kinci ulusal dilde detayın ismi Seçmeli NAMA1

Navigation systems allow people to find their route and explore their surroundings easily and quickly in the places they have not visited before without losing too much time and

As the results were not satisfying enough to acceps as valid calibration, extrapolation curves have been hence chosen to perform the measurement campaign in an