• Sonuç bulunamadı

ÇALIŞAN KADINLARDA ZAMAN YÖNETİMİ VE İŞ-YAŞAM DENGESİ: BİR ARAŞTIRMA

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "ÇALIŞAN KADINLARDA ZAMAN YÖNETİMİ VE İŞ-YAŞAM DENGESİ: BİR ARAŞTIRMA"

Copied!
79
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

KASTAMONU ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

HİZMET TASARIMI VE İŞLETMECİLİĞİ

ANA BİLİM DALI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

ÇALIŞAN KADINLARDA ZAMAN YÖNETİMİ VE İŞ-YAŞAM

DENGESİ: BİR ARAŞTIRMA

Hülya CAN

Danışman: Prof. Dr. Muhsin HALİS

(2)
(3)
(4)

ÖZET Yüksek Lisans Tezi

ÇALIŞAN KADINLARDA ZAMAN YÖNETİMİ VE İŞ-İŞ DIŞI

YAŞAM DENGESİ ALAN ETKİSİ

Hülya CAN Kastamonu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü

Hizmet Tasarımı ve İşletmeciliği Ana Bilim Dalı Danışman: Prof. Dr. Muhsin HALİS

Günümüz yaşam koşullarında çalışan kadın sayısının hızla artmakta olduğunu görülmektedir. Bu nedenle; iş dünyasının artan çalışan kadınların, zaman yönetim kullanma becerileri daha fazla önem arz etmektedir. Araştırmanın temel amacı; çalışan kadınların zaman yönetimi kullanma becerilerinin iş ve iş dışı yaşama etkisini ortaya koymaktır. Herkesin eşit 24 saati olduğu gerçeğinden yola çıkılarak, başarıyı getiren, başarılı ve başarısız kişileri birbirinden ayıran özelliğin ise zamanlarını nasıl kullandıklarını ortaya çıkarmak ve zaman yönetimine gereken vurguyu yapmaktır. Bu çalışmada tüm paydaşlara zaman yönetiminin, zamanı kullanma ile ilgili sorular sorularak bununla ilgili sorunlar açığa çıkarılmıştır. Çalışmanın sonunda zaman yönetimi ile ilgili faktörler özetlenip daha iyi bir zaman yönetimi uygulama deneyimi için bazı tavsiyelerde bulunulmuştur. Çalışan kadının, zamanı iyi kullanma faktörlerini bilme, ilgili paydaşlara bununla ilgili gerekli önlemleri almalarına yardımcı olmasını sağlar. Bu amaca bağlı kalınarak, Kastamonu merkezde çalışan kadınlar üzerinde bir araştırma gerçekleştirilmiştir. Araştırmada, farklı meslek gruplarında, çalışan kadınların zaman yönetimi kullanma becerilerinin iş ve aile hayatına etkileri ile ruh ve beden sağlığına etkileri incelenmiştir. Bu bağlamda, çalışan kadınların zamanı kullanma yönetim becerileri ile günlük yaşam arasındaki etkileşim arasındaki korelasyon ortaya çıkarılarak zaman yönetimin günlük yaşam üzerine olan etkisinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Araştırma sonuçlarına göre çalışan kadınların zaman yönetimi kullanma becerilerini kazanmalarının günlük yaşamı olumlu etkilediği ve aralarında pozitif ve orta düzeyde anlamlı bir ilişki olduğu; çalışan kadınların zaman yönetimi kullanma becerisinin iş hayatı, aile, ruh ve beden sağlığına etkisi olduğu saptanmıştır. Sadece etkin bir zaman uygulayarak, zamanı daha akıllıca kullanma öğrenilirse başarılara sonuçlara ulaşılabilir. Sonuçta artık zaman sizi değil, siz zamanı yönetiyor olursunuz. Böylelikle İdeal Yaşam Dengesini kurma şansı yakalanmış olunur.

Anahtar Kelimeler: Zaman, Zaman Yönetimi, Beceri, Çalışan Kadın, Stres, İş

2017, 70 sayfa

(5)

ABSTRACT MSc. Thesis

TIME MANAGEMENT AND WORK-LIFE BALANCE IN WORKING WOMEN: A RESEARCH

Hülya CAN Kastamonu University Social Sciences Institute

M.S. The Department of Service Design and Management Supervisor: Prof. Dr. Muhsin HALİS.

We see that the number of women working in today's living conditions is increasing rapidly. Therefore; the increasingly women in working of the business world, the ability to use time management is more important for women in working. The main purpose of the research is to demonstrate the effect of working women's use of time management on work and work life. The fact that everyone is equal according to 24 hours is a way to distinguish between successful and unsuccessful people, and how to use their time and emphasize time management. In this study, it is aimed to determine problems related to time management and work - life balance. For this purpose, women working in Kastamonu were asked questions about time management, how they used their time, and about work - life relations. At the end of the study, some of the factors related to time management were summarized and some recommendations were made for a better time management practice experience. Knowing the factors of good working time helps the concerned stakeholders to take necessary precautions about it. With this in mind, a survey has been conducted on women working in the center of Kastamonu. In the study, the effects of working time management skills of working women on work and family life and mental and physical health were examined in different occupational groups. In this context, it is aimed to determine the effect of time management on daily life by revealing the correlation between the working ability of women in working and the interaction between daily life and management skills. According to the results of the research, it is found that women in working have a positive and moderate relationship between their ability to use time management positively and daily life. It has been determined that the ability of working women to use time management has an effect on work life, family, soul and body health. Successful results can only be achieved if you learn to use time wisely, just by implementing an effective time. After all, time is not you but you are managing time. Thus, you have the chance to establish the Ideal Life Balance.

Anahtar Kelimeler: Time, Time Management, Skill, Working Woman, Stress, Work

2017, 70 sayfa

(6)

TEŞEKKÜR

Kastamonu Üniversitesi Sosyal Bilimleri Enstitüsü İşletme Anabilim Dalı, Hizmet Tasarımı ve İşletmeciliği Lisansüstü Programı kapsamında gerçekleştirilmiş olan “Çalışan Kadınlarda Zaman Yönetimi Ve İş – Yaşam Dengesi: Bir Araştırma” isimli bu çalışma Kastamonu Üniversitesi Sosyal Bilimleri Enstitüsü İşletme Anabilim Dalı Lisansüstü Programı kapsamında gerçekleştirilmiştir.

Tez çalışmam boyunca başta eşim ve ailem olmak üzere, İktisadi ve İdari Bilimler fakültesindeki öğretim elemanlarına ve çalışanlarına, Sosyal Bilimler Enstitüsünü yönetimine ve çalışanlarına, hoşgörülerinden, destek ve yardımlarından dolayı teşekkür ederim.

Hülya CAN

(7)

İÇİNDEKİLER TEZ ONAYI ... ii TAAHHÜTNAME ... iii ÖZET ... iv ABSTRACT ... v TEŞEKKÜR ... vi İÇİNDEKİLER ... vii TABLOLAR DİZİNİ ... ix ŞEKİLLER DİZİNİ ... x SİMGELER VE KISALTMALAR ... xi 1. GİRİŞ ... 1 2. KURAMSAL ÇERÇEVE ... 3 2.1. Çalışan Kadın ... 3

2.1.1.Kadının çalışma hayatındaki tarihi gelişimi ... 3

2.1.2. Sanayi devriminden önce kadının çalışma hayatındaki tarihi gelişimi... 3

2.1.3. Sanayi devriminden sonra kadının çalışma hayatındaki tarihi gelişimi ... 5

2.1.4. Türkiye’de kadının çalışma hayatındaki tarihi gelişimi ... 10

2.1.5. Osmanlı devletinde kadının çalışma hayatındaki tarihi gelişimi ... 11

2.1.6. Cumhuriyet döneminde kadının çalışma hayatındaki tarihi gelişimi ... 13

2.1.7. Türkiye’de kadının ekonomik konumu... 15

2.1.8. Kadın işgücünün çalışma biçimleri... 17

2.2. Zaman ve Zaman Yönetimi ... 18

2.2.1. Zaman ... 19

2.2.1.1. Zamanı boşa harcamamak için dikkat edilecek noktalar ... 23

2.2.1.2. Zaman yönetim kavramı ... 24

2.2.1.3. Zaman yönetiminin kazanımları ... 27

2.2.2. Zaman yönetimi ve çalışan kadın ... 28

2.3. Zaman Yönetimi Yaklaşımları ... 29

2.4. Etkili Zaman Yönetiminin Önemi ... 32

2.5. Zaman Yönetimi İle İş ve İş Dışı Yaşam Arasındaki İlişki ... 34

(8)

2.5.2. İş-yaşam dengesinin faydaları ... 38

2.5.3. Zaman yönetimi iş yaşamı ve stresle ilişkisi ... 39

2.5.3.1. Stres tanımı ... 39

2.5.3.2.Stres anında vücuttaki değişiklikler ... 41

2.5.3.3.Stres ne gibi sorunlara neden olur? ... 41

2.5.3.4.Stresle başa çıkmanın yolları ... 42

2.5.3.5. Zaman iş yaşam ve iş dışı yaşam kalitesine etkisi ... 43

3. ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ ... 45

3.1. Araştırmanın Amacı, Kapsamı ve Kısıtları ... 45

3.2. Örnekleme Süreci ve Veri Toplama Yöntemi ... 45

3.3. Araştırmanın Modeli ve Değişkenleri ... 45

3.4. Araştırmanın Hipotezlerive HipotezlerinTest Edilmesinde Yapılan Analizler46 4. ARAŞTIRMA BULGULARI VE TARTIŞMA ... 47

KAYNAKLAR ... 64

(9)

TABLOLAR DİZİNİ

Tablo 1. Katılımcıların medeni durum ... 47

Tablo 2. Katılımcıların bakmakla yükümlü olunan çocuk sayısı ... 47

Tablo 3. Katılımcıların aile bireyleri harici bakmakla yükümlü olunan yakınlar ... 48

Tablo 4. Katılımcıların eğitim durumu ... 48

Tablo 5. Katılımcıların kurumlardaki pozisyonu ... 49

Tablo 6. Katılımcıların aylık gelir düzeyi ... 49

Tablo 7. Katılımcıların mesleki çalışma süreleri ... 50

Tablo 8. Katılımcıların çalıştıkları kurumlardaki çalışma süreleri ... 50

Tablo 9. Katılımcıların daha verimli oldukları gün ... 51

Tablo 10. Katılımcıların gün içerisinde ortalama verimli çalışma saatleri ... 51

Tablo 11. Katılımcıların önemli ve zor işleri yapmayı tercih ettiği saat aralıkları .... 52

Tablo 12. Katılımcıların görev, yetki ve sorumluluk sınırı bilinci ... 52

Tablo 13. Katılımcıların iki farklı üstten emir alma durumları ... 53

Tablo 14. Katılımcıların verimliliklerine öğlen yemeğinin etkisi ... 53

Tablo 15. Katılımcıların mesai sonrası çalışmalarda verimliliklerindeki değişimler 54 Tablo 16. Katılımcıların zaman çalıcılara ilişkin görüşleri ... 54

Tablo 17. Katılımcıların zaman yönetimine ilişkin görüşleri ... 55

Tablo 18. Katılımcıların iş yaşam dengesine ilişkin görüşleri ... 56

(10)

ŞEKİLLER DİZİNİ

Şekil 1. Covey’inzaman yönetimi matriksi ... 32 Şekil 2. Araştırma modeli ... 46

(11)

SİMGELER VE KISALTMALAR İYD : İş Yaşam Dengesi

ZY : Zaman Yönetimi

n: Kitle sayısı f: Frekans

: Aritmetik ortalama %: Yüzde

(12)

1. GİRİŞ

Günümüzün globalleşen dünyasında hangi devlet veya ülke olursa olsun, zamanı doğru ve sistematik kullanma gereği artık bir zorunluluktur. İhtiyacı karşılayacak, fayda sağlayacak nitelikte zaman yönetim bilgi ve becerisini gösterme verimli hizmet ve ürün üretimi için de bir gerekliliktir. Bu nedenle doğru zaman yönetimi kullanabilme bilgi ve becerisi çok önemlidir. Bugünün modern yaşam tarzı olan sürekli değişim ve gelişim, zamanı etkin ve verimli kullanabilmeyi gerekli kılmıştır. Zaman hepimiz için çok önemlidir. Ünlü Rus romancı Dostoyevski ‘Yaşama yeniden başlasaydım, saniyelerin nabzını tutardım’ diyerek zamanın önemini vurgulamıştır. Bireyler olarak bizler zamanı kendi yaşam döngülerimize uygun olarak dilimleyip farklı amaçlar arasında paylaştırmak zorundayız. Bu zorunluluk beraberinde zaman yönetimini getirmiştir.

Zamanı iyi yönetebilen kadınlar, yönetim becerilerini kazanarak veya rafine ederek potansiyellerini en üst düzeye çıkarma şansını edinirler. Bu konuda geliştirilen yetenek ve deneyim sayesinde hem kariyer hem de özel yaşamlarında pratik deneyim zenginliğine sahip olurlar. Aynı zamanda sorunlarını ele alan ve kendi özel ihtiyaçlarına uygun bir çözüm tasarlayabilecek yeteneğe sahip olurlar. İş ve özel yaşantıya en iyi uyan, çözüm yolları ve çalışma şekillerini ortaya çıkarırlar. Zaman yönetiminin önemi günümüz iş dünyasında zamanın öneminin giderek artmasından kaynaklandığı muhakkak. Hayatımızda her zaman dikkat dağıtıcı ve cazip gelen zaman ayırıcılar olacaktır. Bu zaman ayırıcılar bizleri kaliteli üretken olmaktan uzak tutar. Zaman yönetimi, hangi faaliyetlerin zaman kaybettiriyor, hangi şeyler hedeflerden uzaklaşmaya sebep oluyor bunların açığa çıkmasını da sağlamış olur. Hem evde hem de işte aşırı çalışmış hissinden uzaklaşarak stres seviyesini de düşürür. Bununla birlikte, zaman yönetimi ile ilgili gerekli araçlar kullanılırsa zaman üzerinde daha fazla kontrole sahip olunur. Dolayısıyla sahip olduğunuz zaman kadar daha fazla sonuç üretilmesi mümkün olur. Şöyle bir hayatımıza baktığımızda; aile, iş, arkadaşlar ve fiziksel temel ihtiyaçlarımızı karşılamakla zamanın geçtiğini görürüz. Zamanımızın çoğunu bizim için en önemli olan şeylere harcadığımızı görürüz. Görev ve sorumluluklarımız olan her öğe için yeterince zaman harcayacağımızı düşünmeden harcama yaparız. İşler bizim için çok önemlidir ve hiçbir şeyi aksatmadan yapmak istediğimiz bu şeyleri eksik yaptığımızda mutsuzluk çoğu kez sonuçtur.

(13)

Başarılı zaman yönetimi, görevlerin tamamlanmasında daha etkili olunmasına yardımcı olur. Zaman yönetimi ile kariyer olanakları geliştirilir. Zaman isteklere göre düzenlenir. Böylece sadece etkin bir zaman uygulayarak zamanı, daha akıllıca kullanılarak hedeflere ulaşmak mümkün olur. Başarılı zaman yönetimi ile daha etkili olma fırsatı elde edilir. Bunu yapmak insanı daha rahat ve daha dengeli hale getirir, böylece tamamlanması gereken görevleri tamamlanarak kişi için önemli olan şeyler için daha fazla zaman elde edilir. Hayatın daha fazla kontrol edilmesine yardımcı olunmuş olunur. Bilindiği üzere modernleşmenin temel sonucu olarak insan ihtiyaçları artmaktadır. Örgütlerin de artan bu ihtiyaçlara cevap vermesi gereklidir. Bu ihtiyaç kadınlarında iş sektörüne katılımını mecburi kılmıştır.

Çağımızın bir getirisi olan küreselleşme olgusunun etkisiyle ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel yaşamdaki yeni değerler, değişim ve dönüşümler iş dünyasında kadının hem önemini hem de gücünü arttırmıştır. Artan rekabet şartları, işletmenin toplum içinde ki niteliğinin değişmesi, iş görenlerin beklentilerinin değişmesi; işletmeleri bir taraftan mal ve hizmetleri kalite ve fiyat açısından daha etkin bir biçimde tüketiciye sunmaya, diğer taraftan da mevcut kurumsal yapı ve uygulamalarını, insan kaynaklarının geliştirilmesi yönünde kullanmaya mecbur bırakmaktadır. Son yıllarda kadınların eğitim seviyelerindeki artış ve işletmelerin insan kaynaklarının yönetilmesi noktasında önem verdikleri kadın işgücü, gerek Avrupa ve Amerika’da gerekse ülkemizde kadın yöneticilerin sayısının geçmişe oranla artmasına sebep olmuştur. Türkiye’de çalışan kadınların yalnızca % 0,19 ’u üst kademe yönetici pozisyonunda çalışmaktadır. Nietzsche’nin dediği gibi ‘Dünyanın temel hammaddesi güç/iktidardır.’ Güç kavramı özellikle yöneticiler açısından önemlidir. Çünkü yöneticinin başarısı örgüt amaçlarına ulaşmak için bütün kaynakları etkili kullanma düzeyine bağlıdır. Zaman yönetim becerileri ise bu etkinliği artıracağı için örgütsel amaçlara katkısı yüksek olacaktır. Kadınların doğasında var olan insan sevgisi ve iletişim kurabilme yeteneği, ayrıca almış oldukları eğitim ile bu günün iş dünyasında daha fazla yer bulması gerekmektedir. Tüm sektörlerde kadınlara destek verilerek, onların bilgi ve yeteneğinden faydalanılmalıdır. Kadınların iş sektörlerin hemen hemen her alanında hizmet verebilecek yapıya kavuşturulması, kadın işgücünün sektöre karşı özendirilmesi ve artan rekabet ortamında insan kaynaklarına yönelmesiyle kadınların yönetimde üst pozisyonlara getirilmesi ve onların bu gücü ne kadar iyi kullandıkları görülmelidir.

(14)

2. KURAMSAL ÇERÇEVE 2.1. Çalışan Kadın

Yaşadığımız toplumda kadının sahip olduğu çok yönlü sorumluluklar onların sorunlarını artırmaktadır. Çok sayıda sorumluluğun karşısında zaman yönetim becerisini kullanan kadınların daha başarılı olmaları söz konusudur. Kadınlar, çalışma yaşamında ve ev yaşamında karşılaştığı sorunlarla zaman zaman gündeme gelmektedir. Çünkü kadın geleneksel rollerine ilişkin bir takım beklentilerden maalesef kurtulamamaktadır. Tüm dünyada bu görev dağılım yaklaşık olarak aynı düzeyde kadının iş yükünü artırmaktadır. Yani kadının öncelikli görevi iyi anne, iyi eş, iyi ev kadını olmasıdır. Ancak zorlaşan hayat şartları, eşitlik ilkesine göre iş yaşamında da kadının erkek kadar hak sahibi olmasını sağlamış ancak diğer görevlerini bırakamayan kadınların iş yükü ve sorumluluklarıyla birlikte problemleri de artmıştır.

2.1.1.Kadının çalışma hayatındaki tarihi gelişimi

Tarihte kadının, çalışma ilişkilerini bölünebilir dönemlere ayrılması, kesin çizgilerle safhaların belirlenmesi oldukça güçtür. Nedeni ise hiçbir dönem kendisinden önce gelen ve kendisinden sonra devam eden dönemlerden kolayca ayrılmasının mümkün olmayışıdır (Ağaoğlu ve Hüdaioğlu, 1982: 10). Fakat bazı özelikler sayesinde iş ilişkilerini dolayısıyla kadının çalışma hayatının dönemlere ayrılması, konunun daha iyi anlaşılabilmesi açısından yararlı olacağı muhakkaktır. Bu bakışla, tarihi gelişiminde sanayi devrimi önemli bir yere sahiptir. Modern sanayinin başlangıcı kabul edilen sanayi devrimi, işgücü yapısında önemli değişikliklerin meydana gelmesine vesile olmuştur. Çalışma alanındaki iş kolu, meslek, statü, sektörel dağılım ile cinsiyet, yaş ve diğer demografik gibi birtakım özelliklerin değişime uğraması ile sanayi devrimi ile oluşmuş ve modern iş hukuku anlamında işçi sınıfının ortaya çıkmasına neden olmuştur (Ekin, 1989:3). İş ilişkileri sanayi devriminden önce de var olmuştur. İş yaşamında kadın ve erkek işçiler, bazı zamanlar birlikte çalışmışlar bazı zamanlar ise ayrı ayrı alanlarda çalışmalarını sürdürmüşlerdir.

2.1.2. Sanayi devriminden önce kadının çalışma hayatındaki tarihi gelişimi Sanayileşme 19 yüzyılda “Sanayi Devrimi” ile teknik, teknolojik, ekonomik ve toplumsal bir takım değişikliklere yol açmıştır. Böylece kadının ücretli işçi statüsüne geçişini sağlayarak başrolü oynamıştır. Sanayi devriminden önce kadınlara

(15)

bakıldığında, evinin dışında ücretli olarak çalışan kadın olarak sayılarının çok küçük bir oran oluşturduğu görülür iken, sanayi devrimi ile batıda pek çok kadın evinin dışında, ücret karşılığı çalışmaya başladığı görülmüştür (Razon,1983:1). Bu gelişmelere bakarak kadının sanayi devriminin etkisiyle çalışma hayatına girdiği ve işçi statüsü kazandığını söylemek doğru değildir. Kadının çalışma hayatına girişinin, iş ve iş ilişkilerinin var olduğu en eski dönemlere kadar gittiği bilinmektedir.

İnsanları sınıflandırmak için ele alınan ölçütlerden biri, “cinsiyet” kelimesidir. Cinsiyet kavramıyla, tüm insanlar iki sınıfa ayrılmış, toplumsal statü ve rolleri de bu kavrama göre oluşturulmuştur (Altan, 1982:10).

Doğanın çetin koşullarında çok güçsüz olan ve küçük topluluklar biçiminde yaşayan ilk insanlar, açlıklarını giderebilmek amacıyla doğada yer alan kök ve meyveleri, kadın ve erkek olarak birlikte toplamışlar ve rastlantı ile elde ettikleri bu yiyecekleri, birlikte tüketerek yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Tarihin ilk zamanlarında mağaralarda yaşayan ve doğanın zor koşullarıyla başa çıkma durumunda olan insanlar, aralarında iş bölümü yapma yoluna gitmişlerdir (Pur, 1980:11-12). Biyolojik farklılıklar gözetilerek yapılan iş bölümüne göre; avcılık ve toplayıcılık döneminde kadının iş etkinliği, erkeğe göre daha kıymetliydi. O dönemlerde erkek, yerleşim yerlerinden uzakta herhangi bir yerde yapılan avcılık işiyle uğraşmakta; kadın ise, bir yandan çocukların soğuğa, sıcağa, yırtıcı hayvanlara karşı korunmakta bir yandan da çocuk bakımı, beslenmesi gibi görevleri yerine getirmekteydi. Bununla birlikte avcılıktan daha önemli sayılan bitki toplama işini yerine getirmekteydi. Kadının görevleri arasında sayılan; yiyecekleri hazırlamak, yaralılara bakmak, hayvanları evcilleştirmek, çocukları büyütmek gibi işler kadınlar tarafından yerine getirilmektedir (Ozankaya, 1984:283).

Zamanın akmasıyla yerleşik yaşama geçilmiştir. Yerleşik hayatın başlamasıyla, erkek ve kadın arasındaki görevlerde değişikliğe uğramıştır. Bu arada dünyada gelişen teknolojik değişime ve gelişmelere paralel olarak toplumsal ve siyasal yaşamda da önemli değişiklikler yaşanmaya başlanmıştır. Böylelikle üretim araçlarındaki teknoloji gelişmiştir. Bu sayede ortaya tarımsal faaliyetlerin yanı sıra, madencilik, balıkçılık gibi yeni meslekler ortaya çıkmıştır. Bunun sonucunda fiziksel güç önemli hale gelmiştir. Yaşanan bu değişimler, kadın ve erkeğin statülerini de etkilemeye başlamıştır. Erkek gücünü gerektiren çobanlık, balıkçılık, askerlik gibi

(16)

işleri erkek; yemek, temizlik, çocuk bakımı, dikiş ve nakış gibi işler kadın tarafından üstlenilmiştir (Altan, 1982:13). Neticede, erkek ekonominin sorumlusu, kadın ise onun yardımcısı konumuna geçmiştir. Yaşanan bu feodal toplum düzeninde, erkeğin mutlak hâkimiyeti söz konusudur. Erkeğin egemenliğindeki topraklarda serfler, tüm aile bireyleri ile birlikte çalışma zorunluluğu içinde olmuşlardır. Serfler, tarlaların mülkiyetini değil, kullanma hakkını elinde bulundurmuşlardır. Bunun sonucunda doğal olarak, kadınlar da serflerin nezaretinde ücretsiz olarak zorunlu çalışmışlardır. Aynı zamanda bu dönemde önceleri, yiyecek ve yatacak yer karşılığında olan çalışmalar, daha sonra, belirlenen ücret tarifeleriyle, bir iş ilişkisi içerisinde devam etmeye başlamıştır (Altan, 1982:16; Pur, 1980:12-13).

15-18. yy. arasında yaşanılan, düşünce ve madde alanındaki değişiklikler, bir yandan feodal sistemi yıkmış, diğer yandan küçük sanat kollarında önemli gelişmeleri beraberinde getirmiştir. Bu arada denizcilik alanındaki keşifler, yeni ve zengin kıtaların bulunması, sanayi alanındaki buluş ve icatlar, üretimin yapısında değişime neden olmuştur. Böylece küçük sanatların gelişimi ile el emeğine dayalı araç ve gereçlerin kullanıldığı, imalathane ve üretim sanayi ortaya çıkmıştır. Çalışan kadınlar, imalathane ve üretim tesislerinde, dokumacılık, çömlekçilik, elbise dikimi gibi iş kollar çalıştırılmıştır (Altan, 1982:16). Böylelikle kadınların ücret karşılığı çalışmaları bu dönemlerde başlamış ve bu durum günümüze kadar süre gelmiştir.

Sonuç itibariyle, bu dönemlerde, modern iş hukukunun belirttiği manada, hizmet akdinin unsurlarını taşıyan bir iş ilişkisi değildir. Fakat hizmet akdinin unsurlarını taşıyan iş ilişkisinin kurulmasına ve gelişimine temel teşkil ettiği de bir gerçektir. 2.1.3. Sanayi devriminden sonra kadının çalışma hayatındaki tarihi gelişimi

Kadınların ücretli işçiler olarak çalışmaya başlamaları, sanayi devrimi ile olmuştur. İktisatçılara göre sanayi; insanlık tarihinin önemli dönüm noktası olarak kabul edilmiştir (Güran, 1993: 113; Kuyucuklu, 1982:41-49). Sanayi devrimi 1750 ile 1830 yılları arasında ilk kez İngiltere’de başlamış olup bu hareket, batı insanının hayat tarz ve seviyesini temelinden değişimine sebebiyet vermiştir. Teknolojik gelişim buhar makinasının buluşuyla olmuştur. İnsan organlarının yerini alarak üretim sürecini tamamıyla değiştirmiştir. Böylece üretimde el emeğinin yerini hızla gelişen makinaların almasıyla birlikte, daha kaliteli, bol çeşitli üretimin sürekli olarak artış

(17)

gösterdiği büyük fabrikalar faaliyete geçirilmek üzere açılmıştır (Altan, 1982: 19; Kuyucuklu, 1982:43-46).

Sıklıkla, tarımla uğraşan nüfusun yanı sıra, şehirlerde, dönemlerine özgü olarak küçük sanat kollarında çalışan nüfusunda katılımıyla, yeni bir çalışan nüfus meydana gelmiş ve bu kesim, emeklerinin karşılığını fabrikalarda, belli bir ücret olarak alma yoluna gitmişlerdir. Böylelikle, ücret-emek ilişkisi içerisinde çalışan bir sınıf, işçi sınıfı, ortaya çıkmıştır. 19. yy. toplumlarında, bu şekilde iki sınıf meydana gelmiştir. Oluşan bu sınıflardan biri, devamlı zenginleşen işveren sınıfı, diğeri ise, devamlı fakirleşen ve hızla sayıları artan işçi sınıfını meydana getirmiştir. Meydana gelen bu sınıflar, zıt yönde oluştuğundan aralarında sınıfsal mücadeleleri başlatmıştır. Oluşan bu sınıflardan birini teşkil eden kapitalist sınıf, daha fazla yatırım yapmak, fabrikalarını büyütmek ve rekabette üstünlüğü ele geçirmek gibi sebeplere dayanarak, maliyetlerin düşürülmesi için çaba sarf etmişlerdir. Bu amaçla, emeğin maliyet içerisindeki payını dikkate alarak çalışma sürelerini uzatarak ücretleri düşük tutmuşlardır. Bundan dolayı işçiler, ekonomik sıkıntı içerisine düşmüşlerdir (Altan, 1982:19-20; Tuna, 1970:6). Bu nedenle, kadın ve çocuklar, üretime katılarak aile geçimlerine katkıda bulunmaya başlamışlardır. Kadınların çalışma hayatına girişi çeşitli sebeplerle olmuştur. Ekonomik sebepler, kadınların güç koşullar altında, bedensel güç ve niteliklerinin ve becerilerinin üstünde çalıştırılmalarının başlıca sebebi olmuştur. Gelişen sanayi devrimi ile fabrikalara akın eden işçilerin düşük ücretle çalışmaları, yukarıda da belirttiğimiz gibi, işçileri ekonomik sıkıntıya sokmuştur. Akit serbestisi sisteminin hakim olduğu, ancak sendika gibi mesleki teşekkül kurmanın yasaklandığı, yani liberal hukuk sisteminin etkisini gösterdiği bu dönemde işçiler, sanayi merkezlerine akın etmiş, çok güç koşullar altında çalışmış ve ölmeyecek kadar geçindirecek ücreti kabul ederek yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Tersi durumda, işsizlik tehlikesiyle karşılaşacaklarına inanmışlardır. Çalışan kadınlar, kocalarının, çocuklar ise babalarının ücretini tamamlamak için çalışma içerisine girmişlerdir. Düşünce olarak kadınların ve çocukların çalışmaması durumunda, işçi aileleri, sefalet içerisinde kalacaklarına inanmışlardır (Pur,1980:20; Talas, 1990). Yaşamda, kadınların çalışmaya başlamasıyla, işçi ücretleri daha da düşük seviyelere gelmiştir. Nedeni ise işçilerin sayısı artmış olması, bunun karşısında çalışacak alanlar aynı oranda gelişmemiş olmasıdır.

(18)

İkinci sebebi ise tekniktir; kadınların geleneksel çalışma biçimini terk ederek, sanayi alanlarında çalışmalarıdır. Yeni buluşların ortaya çıkması ile teknolojinin gelişmesine paralel olarak makinalaşma sonucu üretim de gelişime uğramıştır. Sonuçta üretim yöntemi değişikliğe uğramış, işbölümü ve uzmanlaşma, kooperatif sanayi üretimin gerekli kıldığı çıraklık ve kalfalık sürelerine ihtiyaç duyulmaksızın, eğitim görmeden ve hususi bir bilgi ile yetiştirilmelerine gerek olmadan kadın ve çocukların fabrikalarda çalışabilmesine olanak sağlamıştır (Altan, 1982:21; Pur, 1980: 14-15; Erkul, Altan ve Gerek, 1987:41; Talas, 1990:17; Kocaoğlu, 1987:129).Özellikle, fabrikalarda kadın işgücünün erkeklerden daha başarılı olmaları da kadın işgücüne olan talebin artmasına sebep olmuştur. Çalışma hayatında işverenlerin kadın ve çocukları çalıştırmak istemelerinin bir diğer sebebi, ödenecek ücretin düşük olmasıdır. Sanayi devrimindeki işverenler arasında, “mümkün olduğu kadar seri ve ucuz istihdamda bulunmak” prensibi geçerlidir. Dönem işverenlerin birbiriyle rekabet edebilmelerinin şartı, karlarının tekrar yatırımlarda kullanılmasıyla ilgilidir. Bunun için karların arttırılması için her şey hesaplanmış olup, sadece işçi ücretlerinin arttırılması hesaba katılmamıştır. Nedeni ise, böyle bir anlayışın, “karın verimsiz bir şekilde israf edilmesi” anlamına gelmiş olmasıdır. Bununla birlikte, işçilerin bir araya gelerek çalışma ve yaşama koşullarını düzeltmek istemelerine izin verilmemiştir (Tuna, 1970:4-5). Sanayi devri döneminde, emeğin ücreti, arz-talep kanununa, oranlara, işgücünü satın alan işverenlerle işgücünü satan işçiler arasındaki rekabet sonucu oluşan şekle göre bazen yükselecek, bazen azalacaktır. Bu dönemde kadınların üretim sürecine katılmalarında, bu anlayış geçerli olmuştur. İşverenler karın artmasını işçi ücretlerinin düşük olmasına bağlı kılmaları, çok sayıda işçi karşısında az sayıda işverenin bulunması, işverenlere ücretleri gönüllerince belirleme olanağı vermiş ve böylece işverenler karlarını istedikleri gibi arttırma imkanı sağlamışlardır (Tayanç ve Tayanç, 1981:79-80). Bu nedenle işçi ücretlerinin düşük olması (Tuna ve Yalçıntaş, 1991: 166), kadın ve çocukların çalışmasını zorunlu kılmıştır. Daha öncede belirtildiği gibi, işverenler, çocuk ve kadın işçilere, erkek işçilere göre daha az ücret ödemişlerdir (Talas, 1990:47). Bunun sonucu olarak, bu durum ücretlerin genel düzeyinin daha da düşmesine sebep olmuştur. Bu neden ve baskıların etkisiyle, iş hayatına atılan kadın ve çocukların her ne şekilde olursa olsun daha fazla kazanmak isteyen işverenlerin karşısında ezilmiş ve sömürülmüşlerdir. Acımasız işverenler, kadın ve çocukları erkek işçilere göre daha uysal ve güçsüz ve savunmasız görmeleri onları tercih etme sebepleri olmuştur. İşçi haklarının

(19)

güvenliğinin sağlanmaması, liberal doktrinin hakim olması, yani ekonomik ve toplumsal yaşama her türlü karışımı reddeden düşüncenin etkisi, ekonomik çıkarların ahlaki değerlerin üstünde olması, kadın ve çocukların çalışma şartlarının düzenlenmesine olanak sağlamamıştır (Talas, 1990:47). Be nedenle, kadın ve çocuklar, sanayide acımasızca kullanılarak sömürülmüştür. Bu uygulamalar sonucunda çalışanların, genç yaşta ölümlerine, sakatlıkların artmasına, bireysel ve toplumsal çöküntülerin çoğalmasına ve aile ilişkilerinin zayıflamasına sebep olmuş, sanayi devrimi toplumsal fakirliği düzensizliğin birlikte var olmasına neden olmuştur.

Sanayi devriminin getirmiş olduğu olumsuz sonuçlar ve ağır çalışma şartları, kamuoyunda, huzursuzluk ve tepki doğmasına sebep olmuştur. Böylece o günün koşullarında liberal hukuk doktrininde değişiklikler görülmeye başlanmıştır.

İşçiler, sendikacılık hareketleri (Ekin, 1989:72) içerisinde bulunarak haklarını savunma ve kazanma mücadelelerini dile getirme mücadelelerine başlamışlardır. Liberale karşı çıkmaya başlanılmıştır (Zarakoğlu, 1981:64-68). Bu dönemdeki kadın ve çocukların ağır çalışma toplumu harekete geçmesine sebep olmuştur. Devlet, Liberal hukuk ve ekonominin etkisinden kurtularak çalışma yaşamına müdahale eden karışımcı ve katılımcı bir sosyal politika izlemeye başlamıştır. Somut sonuçları olmasa da ve ayrıntılı olarak düzenlenmese de kadın ve çocuk işçileri koruyucu birtakım önlemler alınmaya başlanmıştır.

19. yy. sonlarına gelindiğinde ise, kadın işçilerdeki artışa paralel olarak, örgütlenmiş kadın hareketleri ortaya çıkmıştır (Wirtz, 1964:75.). Yine bu dönemlerde mevcut kadın-erkek eşitsizliğine ilişkin mücadeleler başlamış; bu mücadeleler, uluslararası boyutlarda da destek kazanarak, kadın işçileri koruyucu yasal hükümlerin gelişimini hızlanmasına sebep olmuştur.

20.yy. içerisinde kadınların çalışma hayatındaki kadın sayısında hızlı bir artış meydana gelmiştir. Bu artışta, özellikle I. ve II. Dünya savaşlarının etkisi oldukça fazladır. Bu savaşlarda, erkeklerin büyük bir çoğunluğu savaş alanlarına gitmek zorunda kalınca, kadın işçilere büyük bir ihtiyaç ortaya çıkmıştır. Sanayi alanları başta olmak üzere tüm iş kolları, kadınların çalışmasına bırakılmıştır. Kadınlar erkeklere göre düşük ücretle, zor şartlar içinde ve daha uzun sürelerle çalışmışlardır

(20)

(Pur, 1980:15; Razon, 1983:2). Bu dönemdeki kadın ve çocukların ağır çalışma koşulları, toplumu harekete geçmesine sebep olmuştur. Devlet, Liberal hukuk ve ekonominin etkisinden kurtularak çalışma yaşamına müdahale eden karışımcı ve katılımcı bir sosyal politika izlemeye başlamıştır. Somut sonuçları olmasa da ve ayrıntılı olarak düzenlenmese de kadın ve çocuk işçileri koruyucu birtakım önlemler alınmaya başlanmıştır. Bu önlemler sayesinde; örgütlenmiş kadın hareketleri, kadın-erkek eşitsizliğine ilişkin yapılmış olan mücadeleler, uluslararası boyutlarda da desteğin kazanılmış olması, kadın işçileri koruyucu yasal hükümlerin oluşturulması çalışan kadınların çalışma şartlarını bir nebze iyileşmesini sağlamıştır. Yukarıda da belirtildiği üzere özellikle I. ve II. Dünya savaşları sebebiyle de çalışan kadına duyulan ihtiyacın artmasıyla kadın artık bir çok iş sektöründe ciddi oranda yer almaya başlamıştır.

Savaşların yaşanıyor olması sebebiyle, çalışma sahalarında yoğunlaşan kadınların ekonomik değeri anlaşılmış; ancak kamu otoritelerinin, liberalizmin etkisiyle süregelen ilgisizlikleri sebebiyle, çalışma alanlarına müdahale imkanları olmamıştır. 1929 Ekonomik bunalımı, devletlerin ekonomik ve toplumsal yaşama katılımını hızlandırılmasına sebep olmuştur. Oluşan bu gelişmenin yanı sıra, sanayinin hızla gelişmesiyle erkek iş gücü tarafından doldurulamayan yeni iş alanları gelişmiş ve bu alanlar kadın iş gücünü zorunlu hale getirmiştir.

Devletler yaşanan bu gelişmeler karşısında, kadınların çalışma sürelerini düzenleme ihtiyacını duymuşlardır. Kadınların gece saatlerinde, madenlerde, ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılmaması gerektiği yönünde hükümler geliştirilmiştir. Kadınların cinsiyet ayırımından kaynaklanan ücret eşitsizliği, eşit işe eşit ücret ilkesinden hareketle giderilme faaliyetleri ortaya çıkmıştır (Pur, 1980:16). Zamanla yüksek öğrenim görmüş kadınların sayısının artmış olması, hayat şartlarının zorlaşması, kadınların çalışma hayatında yer alışlarının hızlanmasına sebep olmuştur. Kadınların, kendilerine özgü niteliklerinden dolayı özel olarak korunmaları gereği, sosyal devlet ilkesini kabul eden ülkelerde hissedilir olmuş ve yasal haklarını kullanmaları, hukuk devletinin hakim olduğu ülkelerde daha iyi anlaşılmasını sağlamıştır.

Bununla birlikte, uluslararası alanlarda, kadınların özel olarak korunmaları gerektiğine ilişkin düşünceler ortaya çıkmıştır. ILO, kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olmaları, kadınların yer altı işlerinde çalıştırılmamaları gibi konularda sözleşmeler

(21)

oluşturdu. Böylelikle çalışan kadınların iş yaşamlarına uluslararası boyutlarda da birtakım düzenlemeler getirilmiş olundu. Yaşanan bu gelişmeler sayesinde, özellikle yüzyılımızın ikinci yarısında kadın işgücü istihdamın da hızlı bir artış yaşanmıştır (ILO, 1975: 8-12’den aktaran Pur, 1980:16-17).

2.1.4. Türkiye’de kadının çalışma hayatındaki tarihi gelişimi

İslam dininin Türkler tarafından kabul etmelerinden önceki dönemlerde, çeşitli tarihlerde kurmuş oldukları devletlerde de, kadınlar çalışma hayatı içerisinde olmuşlardır. Tarihteki Türk Devletlerinde, kadınların toplum ve çalışma hayatındaki konumları, önceki dönemlerde Anadolu dışında hüküm sürmüş olan çeşitli medeniyetlerin etkisi altında kalmıştır. Sözgelimi; Sümer Medeniyeti gibi koşulları toplumu harekete geçmesine sebep olmuştur. Devlet, Liberal hukuk ve ekonominin etkisinden kurtularak çalışma yaşamına müdahale eden müdahaleci ve katılımcı bir sosyal politika izlemeye başlamıştır. Somut sonuçları olmasa da ve ayrıntılı olarak düzenlenmese de kadın ve çocuk işçileri koruyucu birtakım önlemler alınmaya başlanmıştır (Altan, 1982:28).

19. yy. bitimine gelindiğinde ise, kadın işçilerdeki artmasıyla, örgütlenmiş kadın hareketleri sayısında da artış söz konusudur. Bununla birlikte bu dönemlerde var olan kadın-erkek eşitsizliğine ilişkin başkaldırılar başlamıştır. Bu başkaldırılar gittikçe organize olarak, uluslararası alanlarda da ses getirmiştir. Kadın hareketleri bu alanlarda da destek bularak, kadın işçileri koruyucu yasal hükümlerin gelişimine ivme kazandırmıştır (Altan, 1982:31-32).

(22)

20. yy. gelindiğinde ise çalışan kadınların sayısında hızlı bir artışın ortaya çıktığı görülmüştür. Yukarıda da belirtildiği gibi bu artış hem dünyada hem de Türkiye’ de yani bizde de artmasındaki en önemli husus I. ve II. Dünya savaşlarının yaşanmış olmasıdır. Sonuçta savaşlarda, erkeklerin büyük bir çoğunluğu savaş alanlarına gitmek zorunda kalması sonucu, kadın işçilere ülkemizde de büyük bir gereksinim oluşturmuştur. Ve yaşanan bu durumlardan dolayı sanayi alanları başta olmak üzere tüm iş kollarında kadınlar çalışmaya başlamıştır. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kadınlar erkeklere göre düşük ücretle, zor şartlar içinde ve daha uzun sürelerle çalıştırılmışlardır. Savaş senelerinde devlet, sahip çıkmaya başlamıştır (Zarakoğlu, 1981:64-68).

Türk kadınının toplumdaki statüsünün değişikliğe uğraması Türkler, İslamiyet’i kabul ettikten sonra, İslam Hukukunun kurallarının etkisiyle olmuştur. Böylelikle Türk kadınının çalışma hayatında eskiye nazaran farklılıklar oluşmuştur. Konunun iyi anlaşılması açısından Türk kadınının çalışma hayatını Cumhuriyet öncesi ile Cumhuriyet sonrası Türk kadınının çalışma hayatı olarak ayrı ayrı incelemek yerinde olacaktır.

2.1.5. Osmanlı devletinde kadının çalışma hayatındaki tarihi gelişimi

Osmanlı Devleti döneminde çalışan kadın, çalışma hayatında ikinci derecede muamele görmüştür. Bu durumun sebebini bazı yazarlar iki görüş halinde öne sürmektedir (Çiftçi, 1982:81-82; İçli ve Yalçın, 1995:130): Görüşlerden birisine göre (Bardakçıoğlu, 1990:56); İslam Dininin kurallarının etkisiyle kadının eski Türk topluluklardaki statüsünün değişikliğe uğrayıp eve kapanması ve diğer görüşe göre ise; Bizans ve İran kurumu olan harem müesesesinin Osmanlılara intikali ile kadının hareme kapanması isteğidir. Fakat ikinci görüşte belirtilen durum, etkisini daha çok saray kadınları ve kentli kadınlar üzerinde göstermiş, kırsal kesim kadınları çeşitli alanlarda çalışmalarını sürdürmüşlerdir.

Tüm bunlar, Osmanlı Devleti’ndeki kadınların durumunu yeterince açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Belirtilen tüm bu görüşler, saraylı ve kentli kadınlar için geçerlidir. Ancak kırsal kesim kadını, erkeğiyle beraber tarlada çalışmış ve belirtilen iş alanlarında yer alarak çalışma hayatının içinde olmuştur.

(23)

Kadın haklarının gelişimi ile kadınların çalışma hayatında yer almasının gelişimi, ile paralel olmuştur. Sanayi devriminin etkileri, 19. yy. başlarında, Osmanlı ekonomisinde, görülmüş; atölyelerin yerine, makinaların yer aldığı fabrikaların kurulma faaliyetine girilmiştir. Böylece sanayi, batılılaşma akımının etkisiyle geliştirilmeye çalışılmıştır. Sonuç olarak, ülkemizde kadınların fabrikalarda çalışmaya başlamaları, 19.yy.’dan itibaren meydana geldiğini söyleyebiliriz. Doktrinde; kadınların, işçi sıfatıyla fabrikalarda çalışarak, çalışma hayatında yer alıp çoğalmasıyla, sanayinin doğuşu ve gelişmesi arasında bağ kurulmaktadır (Altan, 1982:44-47). Osmanlı Döneminde, Türk-Müslüman kökenli kadınların, fabrikalarda fazla olmadığı görülür. Nedeni ise henüz bu dönemlerde geçerli olan ekonomik, toplumsal, kültürel ve hukuki yapı, bu gelişime izin vermemiş olmasıdır. Bu sebeple çalışan kadınların çoğu gayrimüslim toplumlardan olmuştur. Osmanlı Devleti’nin özellikle sanayi kesiminde çalışan işçilerin etnik kökenlerine bakıldığında, 1914 yılında, Türkler’in % 15, Rumlar’ın % 60, Ermeniler’in % 15,Yahudiler’in % 10 olduğu görülür. 19. yy.a kadar, Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, Osmanlı İmparatorluğu’nda da esnaf örgütleri önemli yer bir yere sahiptir (Saymen, 1954:43). Fakat, bu esnaf örgütlerine kadınların katıldığı görülmemektedir.

Osmanlı Devleti’nde ekonomi 19. yy.’ın başlarında duraksamaya girmiştir. Ekonominin bu kötü gidişatını kurtarmak için II. Mahmut ve Abdulmecit dönemlerinde sanayileşme hareketlerini başlatmıştır (Kongar, 1994:73). Sanayi işçilerinin doğması, bu ilk sanayileşme hareketleri sonucunda oluşmuştur. Fakat bu dönemlerde, işçilerle ilgili hukuk kuralları yoktur. İş ilişkileri, teamül hukuku çerçevesinde sürdürülmüştür.

Ticaret ve bürokrasinin merkezi niteliğini kazanan kentlere göçler 1850 yıllarında, toprak düzeninin etkisiyle, başlamıştır. Ekonomik yapının bozuk olası sebebiyle atölye ve tezgah sanayi -ki Osmanlı ekonomisinde bu sanayi alanları etkili olmuştur - çökmüş ve neticesinde sanatkarlar işsizliğe mahkum olmuştur. Öte yandan fabrikada çalışan işçi sayıları artmıştır. Tanzimat ve Meşrutiyet hareketlerinin zemin hazırladığı eşitlik ve özgürlük ortamının etkisiyle, diğer yabancı ülkelerde olduğu gibi kadınların düşük ücretle çalışmaları, ayrıca kadınların işverenlerce daha kolay yönetilmeleri ve bu alanda deneyimli olan yabancıların ülke sanayisini elinde ve

(24)

denetiminde bulundurmaları, Müslüman-Osmanlı kadınlarının fabrikalarda işçi statüsüyle çalışmalarına fırsat vermiştir (Altan, 1982:50).

Mecelle hükümlerinin yetersiz kaldığı alanları tamamlamak üzere bir takım yasa ve nizamnameler yapılmıştır. Özellikle Türkiye’de işçiyi koruyan ilk düzenlemeler 1865 yılında hazırlanan Dilaver Paşa Nizamnamesi ve 1869 yılı Maadin Nizamnamesi’dir (Çelik, 1996:18). Daha sonraları, 1881 tarihli Askeri Fabrikalar Nizamnamesi, 1889 tarihli Amele Tahririne Mahsus Nizamname, 1909 tarihli Tersane-i Ameliye’ye Mensup İşçi Vesair Tekadüiyeleri Hakkında Nizamname, 1910 tarihli Hicaz Demiryolu Memur ve Müstahdemleri Nizamnamesi, 1325 tarihli Tatil-i Eşgal Kanunu çıkarılmıştır. Sonuç olarak, düzenlenen yasa ve nizamnameler, kadınların çalıştığı alanlara yönelik hazırlanmamıştır. Görüldüğü üzere iş mevzuatındaki bu gelişmelere rağmen, kadın işçilere yönelik hükümlerin varlığına rastlanmamıştır. Osmanlı Devleti’nde bazı sebeplere bağlı olarak kadın işçi niteliği gelişememiştir. Kadın işçi niteliğinin gelişememesi genel olarak işçi kitlesinin gelişememesiyle ilgisi büyüktür. Sanayi devriminden sonra gelişen teknoloji, Osmanlı Devleti’ne yaklaşık bir asır sonra girmiş ve bu sebeple Osmanlı sanayisi batıya nazaran uzun bir süreden sonra gelişmeye başlamasına neden olmuştur. Tüm bunlara paralel olarak, kapitülüsyonların Osmanlı Devleti üzerindeki olumsuz etkisi ve özellikle batılı devletlerin, kapitülüsyonlar aracılığı ile Osmanlı ekonomisi üzerindeki hakimiyetleri Osmanlı Devleti’nde işçi sınıfının, bu arada kadın işçilerin gelişmesinin önünü kesmiştir. Osmanlı Devleti’nde, kadın işçi niteliğinin gelişememesi ekonomik sebeplerden kaynaklandığı kadar, bu durumun toplumsal ve kültürel nedenlerinde etkili olduğu varsayılır. Osmanlı Devletinde kadın işçilerin çoğalması, batıda süren kadın hakları mücadelesinin Osmanlıyı da hızla etkilemesi söz konusudur.18 ve 19 yy. da kadının ekonomik ve sosyal yönünden başlatılan hareketler, Tanzimat dönemiyle başlatılan yenilik hareketleriyle desteklenerek kadına bir takım hakların verilmesini sağlamıştır. II. Meşrutiyetin ilanı ile özellikle kadın hakları alanında birçok yenilikler gerçekleştirilmiştir.

2.1.6. Cumhuriyet döneminde kadının çalışma hayatındaki tarihi gelişimi

Cumhuriyetin ilan edilmesiyle birlikte, Türkiye’de, kadınların çalışma hayatında, sayı ve oran olarak çoğalmaları için gerekli ekonomik, hukuki ve kültürel ortam

(25)

oluşmaya başlamıştır. 1911-1923 yılları arasında süren savaşlar sebebiyle, erkek işgücünün boşalttığı alanları dolduran kadın işçilerin başarılı olmaları, kadınların çalışma hayatındaki konumlarını güçlendirmesine vesile olmuştur. Aynı zamanda, Osmanlı Toplumunda da hakim olan “kadın iyi bir anne, iyi bir eş olmalı” düşüncesi, Cumhuriyetin ilk yıllarında da sürmüştür.

Cumhuriyetin ilan edilmesiyle beraberinde kadınlara yönelik hukuksal gelişmeler, kadın işçilerin çoğalmasını sağlayan diğer önemli bir faktör olmuştur. Kadın-erkek eşitliği yolunda atılan hukuki reformlar, kadınların çalışma özgürlüğünün gelişmesini ivme katmıştır.1926’da yürürlüğe giren Medeni Yasa, aile, miras ve kişiler hukukunda önemli yenilikler getirerek, kadın-erkek haklar alanında bir denge kurma çabası içinde olunmuştur. Medeni Yasa (Velidedeoğlu, 1960:59,67,159) ile tek eşli evlilik sistemi getirilmiş, eski hukukta geçerli olan çok eşli evlilik sistemine son nokta konulmuştur. Bununla birlikte, evliliğin medeni nikah yoluyla, yani evlilik akti, yetkili devlet memurunun huzurunda yapılması, evliliğin kesin şekil şartı olarak kabul edilerek karara bağlanmıştır. Aynı zamanda boşanma hakkı kadına da tanınarak bu alanda da eşitlik sağlanmıştır. Doktrine göre; bu düzenlemelerle Türk Aile Hukuku sistemi, kaynağını İslam Hukuku’ndan alan liberal ve özel bir sistemden devletçi ve düzenci bir sisteme geçilmiştir.

Hukuki anlamda diğer bir yenilik ise kadına siyasal hakların verilmesidir. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde kurulan kadın dernekleri, kadının siyasi haklarından ziyade, eğitim ve giyim alanında faaliyetlerini icra etmişlerdir. Türk kadını siyasi haklarını kazanabilmek için 1930 yılına kadar beklemek zorunda kalmıştır. Türk kadınının eğitim hakkı ile ilgili ise, Tanzimat dönemi ile başlatılan çalışmalar, Cumhuriyet döneminde, Atatürk’ün ilke ve inkılaplarıyla devam etmiştir.

Cumhuriyet döneminde, iş hukuku mevzuatında gelişmeler kaydedilmiştir. Bir kısım yazarlara göre (Saymen, 1954:50); Cumhuriyet ilan edilmeden önceki Büyük Millet Meclisi Hükümeti çalışma hayatı ile ilgili olarak yasaların çıkarılmasında kesin bir çizgi oluşturulmamıştı. Üyelerin bir kısmına göre; genel bir iş yasası çıkarılması sakıncalı görülmekteydi. Nedeni ise böyle bir uygulama geri kalmış iş alanlarının gelişmesini önleyeceği düşüncesiydi. Bu nedenle, her iş alanı ve bölgesi için ayrı yasaların hazırlanması gerektiği savunulmuştu. Belirtmek gerekirse Türkiye’de işçileri koruyucu sosyal mevzuatın gelişmesi, sosyal, insancıl ve ekonomik düşüncelerle

(26)

Cumhuriyet Dönemi ile birlikte başlamıştır (Altan, 1982:68). Ancak Cumhuriyet döneminde, iş hukuku mevzuatı gelişirken, Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren uzun bir süre, kadın işçileri koruyucu hukuki düzenlemeler gerçekleştirilememiştir. Genel olarak işçilerle ilgili mevzuat geliştirilmiş ve bu mevzuat içerisinde, kadın işçileri dolaylı olarak ilgilendiren hükümler yer verilmemiştir.

2.1.7. Türkiye’de kadının ekonomik konumu

Kadınlar, tarihin ilk dönemlerinden beri ekonomik hayatın etkili birer öğesidirler. Ancak kadınların ekonomik faaliyetleri, -savaş dönemleri hariç- bilhassa Sanayi Devrimine kadar tarım kesiminde, çoğunlukla da kendi işletmeleri ile sınırlı kalmıştır. Sanayi devriminden sonra teknolojinin hızla gelişmesiyle birlikte, kadınların tarım harici ekonomik faaliyetlerde de etkili oldukları gözlenmektedir. Türkiye’nin, 20.yy.’a girerken, bir tarım toplumu olması ve nüfusun büyük bölümünün toprağa bağlı bulunması sebebiyle, kadınlarda bu genel çerçeve içindedir. Yani Türkiye’de 20. yy. başlarında kadınların büyük çoğunluğu tarım kesiminde ücretsiz işçi konumundaydılar. Doğal olarak (Doğramacı, 1992:106), kadınların eğitim ve öğretim seviyesinin düşüklüğü, bu sonucun oluşmasında önemli bir payı vardır.

Kadınların büyük çoğunluğu ekonomik ihtiyaç sebebiyle çalışmaktadırlar. Ancak ekonomik ihtiyaç dışındaki bazı sebepler, kadınların çalışmasına etki etmektedir. Burada kadınların ekonomik durumları iyi dahi olsa, topluma yararlı olmak veya daha fazla para kazanarak daha rahat ve saygın bir hayat sürdürmek istemeleri başta gelen sebepler arasındadır.

Ekonomik ihtiyaç haricinde çalışma sebebi, birinci derecede bankacılık iş kolunda % 34, ticaret-büro işkolunda % 28, tekstil işkolunda % 11 dolaylarındadır (Koray, 1991: 80). Yapılan araştırmalar, ekonomik harici sebeplerden dolayı çalışan kadınların küçük bir oranı teşkil ettiğini göstermektedir. Bununla beraber, bazı etkenler, bu kümedeki sebepleri doğurmaktadır. Bunlar arasında eğitim düzeyinin yükselmesi, aile ve nüfus yapısındaki değişmeler, kadının beklenti düzeyinin yükselmesi gibi etkenlerdir. Bu tür etkenler kadının çalışmasını kolaylaştırmakta ve teşvik etmektedir.

(27)

İlk sanayileşme hareketlerinin başladığı XIV. yüzyılın ortalarından itibaren, Türk kadınları çalışma yaşamında yer almaya başlamışlardır. Başlangıçta çoğunlukla gayri Müslim kadınlar sadece halı, kilim, iplik bükme, nakış, örme gibi işlerde çalışmaya başlamıştır. Bu yüzyılın ikinci yarısında ise gayri Müslim dışındaki kadınlar da kundura fabrikalarında, askeri dikimevlerinde, halı, bez, ipek, kumaş dokuma, deri işleme ve cam sanayinde çalışma yaşamına katılmıştır (Altan, 2004:225).

Türkiye’de kadınların aile ve toplum içinde var olan konumlarını biçimlendiren sosyo-kültürel koşullar kadınların sanayide çalışmasını engellemiş, daha çok evde ve tarım alanında ev işçisi olarak çalışmalarına neden olmuştur. Tanzimat dönemi ile birlikte kızlara meslekî eğitim verilmeye başlanmış, Tanzimat döneminde eğitim ve sağlık alanları da buna eklenmiştir. II. Abdülhamid döneminde ise, bunlara ek olarak sanayi dallarında da eğitim imkânı sağlanmıştır. Kadın işgücünün istihdamı 1915 Balkan Savaşı sırasında erkeklerin çoğunun orduya katılması sonucu azalan işgücünü takviye etmek mecburiyetiyle başlamış, I. Dünya, İstiklal ve II. Dünya Savaşları sırasında artmıştır. Bununla birlikte, savaş sonrası erkeklerin terhis olmasıyla birlikte kadınların büyük kısmı yine geleneksel ev işlerine geri dönmüşlerdir (Berber ve Eser, 2008:3)

Kadının toplumsal konumu cumhuriyet döneminde Atatürk devrimleri ile çok önemli bir değişim ve gelişim süreci içerisine girmiştir. Cumhuriyet döneminde, ulusal sanayi kurup geliştirme çabaları ve erkek nüfusun savaşlar nedeniyle azalması, kadınların iş yaşamına daha yoğun katılımını sağlamıştır. Kadın- erkek eşitliği doğrultusunda yapılan reformlarla, kadının sosyal konumu iş ve toplum yaşamında değişmeye başlamıştır. Yasalar yoluyla kadın-erkek eşitliği sağlanmış ve kadın seçme-seçilme, boşanma, meslek seçimi ve kamu görevleri yapma gibi daha önce sahip olmadığı birçok hakka sahip olmuştur. Bunlar arasındaki kadın hak ve statüleri konusundaki en önemli gelişme 17 Şubat 1926 günü kabul edilen Türk Medeni Kanunudur. Bu yıllarda kadın çalışma hayatına yeni düzenlemeler getirmesi itibari ile 8 Haziran 1936 da yürürlüğe giren yeni iş kanunu da ayrı bir önem taşır. Fakat bu haklara rağmen kadınların çalışma yaşamına katılmaları oldukça sonra gerçekleşebilmiştir. Kadınlar uzunca bir müddet zamanına göre ileri sayılan haklar elde etmiş olmakla birlikte, bu haklara uyma ve onları koruma çabası içerisine girmişlerdir.

(28)

1970’lerden itibaren kent yaşamının yaratmış olduğu olumsuz koşullar ve kent kültürünün etkisiyle, çalışmak isteyen kadınların sayısında gözle görülür bir artış söz konusu olmuştur. Fakat 1980’li yıllardan itibaren kadınların çalışma isteklerine karşılık olarak sanayi sektörü aynı oranda istihdam imkânı sağlayamamıştır. Bu dönemde hizmet sektörü sanayi sektörüne göre daha hızlı bir gelişme göstererek daha fazla istihdam olanağı sağladı ise de kadınların işgücü talebi karşısında yetersiz kalmıştır (Ecevit, 1998:120-121).

24 Ocak 1980 tarihinde alınmış kararlar sonrası uygulanmaya başlanan ve 24 Ocak kararları olarak da bilinen ithal ikameci anlayış yerine ihracata dayalı dışa açılmayı amaçlayan model, üretimde artış sağlamasına rağmen istihdamda herhangi bir artış söz konusu olmadı. Fakat bu dönemde ürün üretimindeki artış, yeni yatırımların yapılması ve yeni istihdam alanlarının yaratılmış olması değil, hâlihazırdaki atıl kapasitenin üretime kazandırılması yoluyla arttırılarak sağlanmıştır. Fakat 90’lı yılların başında atıl kapasitenin kullanılması yoluyla sağlanan imalat artışının azami dereceye çıkarılmasından dolayı sanayi sektöründe kayda değer durgunluklar ortaya çıkmıştır. İşçi çıkarma yasağının 1980 yılında kaldırılması ile bu dönemde işsizlik oranında büyük artışlar meydana gelmiştir (1980-85 yılları arasında sanayi sektöründe işsiz kalan kadınların oranı % 20 civarındadır) (Ecevit, 1998).

Günümüz Türkiye’sinde ücretsiz aile işçiliği daha çok kırsal alanlarda görülürken, kentlerde kadınlar genellikle bir ücret karşılığı işlerde çalışmaktadır. Türkiye istatistik kurumumun 2009 Temmuz dönemi Hane Halkı İşgücü Araştırmasına göre, 70.571.000 kişilik nüfusun 26.332.000 kişisini 15 yaş ve üzerindeki kadınlar oluşturmaktadır. Ancak bu kadınların sadece 6.279.000’i (yaklaşık %23.85 i) işgücüne dâhildir. Kadınların 2.933.000’ü tarım sektöründe çalışmakta iken (yaklaşık %46.7 si), 837.000’i (yaklaşık %13.3 ü) sanayi sektöründe, 38.000’i (yaklaşık ‰ 6 sı) inşaat sektöründe, 2.471.000’i (yaklaşık %39.3 ü) hizmet sektöründe olmak üzere 3.346.000 i (yaklaşık %53.3 ü) tarım dışı sektörlerde çalışmaktadır (TİSK İşgücü Piyasası Bülteni-Ekim 2009).

2.1.8. Kadın işgücünün çalışma biçimleri

Kadınlar yönettikleri ailenin bir bireyi olarak erkeğe oranla çok daha fazla bir şekilde ev içi faaliyetlerde mesai harcamaktadırlar. Geleneksel yaşam tazının bir görüntüsü olsa da bunun ekonomik değeri azımsanmayacak kadar büyüktür. Sanayi öncesi

(29)

toplumlarda insan nüfusunun büyük bir kısmı için üretim faaliyeti ile ev işlerinin yapıldığı yerler birbirinden ayrılmamıştı. Aile bireylerinin tümü tarla veya el sanatları işine katılırlardı. Kadınlar bu aşamada üretim faaliyetlerinin içinde yer almalarına rağmen buradaki konumları “ücretsiz aile işçiliği” şeklindedir (Giddens, 2000:338).

Günümüzde kadın istihdamı ile ilgili karşılaşılan sorunların başında ücretsiz aile işçiliği konumunda istihdam edilen kadınlar gelmektedir. Bunun ekonomik anlama değeri kayıtlı istihdam piyasası dışında kadınların büyük bir kısmı, bir şekilde bulundukları yerden iktisadi bir değer üreterek üretime katkı yapmaktadırlar. Bu çalışmalar kayıt dışı olduğundan dolayı, harcanan bu emeğinin maddi getirisi istatistiklere yansımasa da aile bütçesine katkısı büyüktür. Dünyada ve Türkiye’de, ev kadınları ve ücretsiz aile işçiliği yapan kadınların, tüm bu katkılarına rağmen hiçbir sosyal haktan yararlanamamaları, eşitsizlik yaratmaktadır.

Kadının ücretli çalışması, kadın için ekonomik bağımsızlık anlamı taşıdığından, onun ailedeki ve toplumdaki rolünü değiştirmektedir (Koray, 1992:95). Uzun yıllar boyu, orta sınıf tarafından, kadının ücretli istihdamı kocanın ve ailenin statüsü ile doğrudan bağlantılı kabul edilmiştir. Aile geleceğe yönelik yatırım yapabildiği ve yeterince kaynağa sahip olduğu sürece kadının çalışması beklenmemiş, yoksul yörelerde kadınların çalışması ise aileye ve kocaya bir sosyal statü sağlama amacı ile gerçekleşmiştir. Ancak zamanla, orta sınıfın tüketim ihtiyacı ve algıları değiştikçe kadının ev dışı istihdamının aileye kaynak ve etkinlik kazandırdığı fikrinin yerleşmesi gerçekleşmiştir.

2.2. Zaman ve Zaman Yönetimi

Zaman, kontrol edilemeyen ve etkin kullanılsın veya kullanılmasın bireyin elinden akıp giden bir materyaldir. Bu sebeple bireyin zamanı kontrol altına almasından değil, olsa olsa mevcut zaman dilimi içinde mümkün olan en yüksek verimi elde etmeye çalışmasından bahsedilebilir. Bireylerin zamanı etkin ve verimli kullanmalarında amaç, kendi denetimleri altında bulunan zamanı etkin kullanabilmelerinin sağlanmasıdır. Kişisel zamanın yönetimini etkileyen belli başlı faktörler; kişisel hazırlık, kendini yönetme, kendini örgütleme, işte yoğunlaşma, başlanan işi bitirme / erteleme, stres ve yolculuk olarak karşımıza çıkmaktadır.

(30)

Zamanını iyi kullanamamaktan şikayet eden kişilerin hemen hemen hepsi, aslında bu duruma kendileri sebep olmaktadır. Ama bu kişiler, problemin kendilerinden değil de dışarıdan kaynaklandığına inanmaktadırlar.

Etkin bir zaman yönetimi uygulama niyeti içinde olan kişinin, öncelikle; başarılı bir zaman yönetimi uygulamasının ancak kendi çabası ile mümkün olacağını kavraması gerekir: Bu bir yandan, kişinin kendisini değiştirmeden çevresini değiştiremeyeceği, diğer yandan da uzun süreli ve sabırlı bir mücadele kararı alınmadan zaman yönetiminin gerçekleştirilemeyeceği anlamına gelmektedir. Kişi böyle bir bakış açısı geliştirmediği sürece, öğrenilecek olan tekniklerin hedefine varması mümkün olmayacaktır. Zaman yönetiminin en etkili aracı kişinin kendisidir. Başka birçok işte olduğu gibi, zaman yönetiminde de kişinin kendisi tümüyle bu işin başarılması için uğraşmadıkça, gerekli bilgileri edinmek için çaba sarf etmedikçe, öğrendiklerini uygulamaya kendini adamadıkça, zaman yönetimi ilkelerinin başarılı bir biçimde uygulanabilmesi söz konusu değildir. Kişinin kendisi dışındaki herhangi bir araç da nedenli geliştirilmiş olursa olsun bunu sağlamayacaktır (Arkış, 1997:2). Zaman yönetiminin temel şartı, kişinin zamanını iyi kullanmaya kendisini hazırlamasıdır. Bu hazırlık önce zihinsel düzeyde olacaktır. Yöneticinin kafasını ve olaylara bakış açısını değiştirmeyi düşünmesi ve bunu kabullenmesi gerekir. Bu zihinsel değişim, başarılı bir zaman yönetimi uygulamasının temelini oluşturacaktır. Kısaca, başarılı bir zaman yönetiminde kişinin kendisinden başka bir yardımcısı yoktur (Arkış, 1997:12). Bu başlık altında, tezimizin araştırma sorusunu destekleyecek nitelikte zaman ve zaman yönetimine ilişkin literatür bilgisi verilecektir.

2.2.1. Zaman

Zaman, TDK Sözlüğünde; bir iş veya oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre, vakit olarak ifade edilir. Daha açık bir ifade ile zaman, bir eylemin gerçekleştiği süre olarak tanımlanabilir. Felsefi olarak, mevcut maddelerin eylemlerini içeren bir varlık boyutudur. Peter Druker zamanı, “en kıt” ve “en nadide” bir üretim girdisi olarak tarif eder. Mackenizie zamanı “son derece hassas”, Lakien’eise “temel bilgi kaynağı” olarak sıfatlandırır. Zamanla ilgili diğer tanımlarda şöyledir. Zaman, dünden şimdiye gelen ve geleceğe sürekli olarak giden doğrusal bir olgudur. Zaman insan ömrüdür. Yaşadığımız ömrü harcamak zamanı harcamaktır (Can, 1997:283). Amerikalı devlet adamı Benjamin Franklin bu konuda şöyle der:

(31)

“Hayatı seviyor musunuz? O halde zamanı çarçur etmeyin hayat ondan ibarettir”. İslam dininde ise; “İki günü eşit olan ziyandadır” (Hadis) sözüyle zamanın değeri ve önemini anlamlı bir şekilde dile getirilmiştir. Bu söz ile günün her saatini dün olduğundan daha iyi olabilmek için kullanılması gerektiğini vurgu yapılarak zamanın aslında hiç de boşa harcanmaması gerektiği anlatılmak istenmiştir. Weber ise “Zaman su gibi akıp gidiyor derler, halbuki zaman değil biz geçip gidiyoruz” diyerek zamanın aslında elde tutulamadığı, biriktirilemediği, geri döndürülemediği gerçeğinin farkına varmamızı sağlamaktadır. Zaman hayatımızla birlikte hızla akıp giderken bizler tarafından gereken değeri görüyor mu?

Zamanı kavramsal olarak eylemin geçtiği süre olarak düşünüldüğünde eylem yoksa zaman da yoktur sonucuna gidilir. Evrenimizde hareket halinde her şeyin bir anda durduğunu düşünürsek böyle bir durumda zamandan söz edemeyiz. Bu bakış açısıyla da zaman kantitatifleştirilmiştir. Daha açık söylemle, zaman saniye, dakika, saat, gün, hafta, yıl gibi birimlere ayrılarak dilimlenmiştir. (Genç ve Demirdöğen, 2000:259).

Günümüzde Einstein'ın Görecelik Teorisi'ni sınayan bilim adamları, Dünya'nın kendi ekseninde dönerken çevresindeki zaman ve uzayı büktüğünü doğrulamaktadırlar (Atkinson, 1997:19). Einstein, ayrıca evrenin hızla genişlediğini ve dolayısıyla da bu genişlemenin (zamanın) bir başlangıcı, buna bağlı olarak ta bir sonunun olması gerektiğini öne sürmüştür (Hawking, 1998: 46) . Yine Einstein zaman için şöyle der: “Güzel bir kadının yanında geçen bir saat bir dakika gibi, kızgın bir sobanın üzerinde geçen bir dakika bir saat gibidir”. Bu söz ile zamanın aynı zamanda elastik özelliği olduğunu görmüş oluyoruz. (Küçük, 2010: 90) Zaman, kişinin çoğu zaman kendi kontrolünde olan ve hedeflerini gerçekleştirmesini sağlayan araçtır. Bununla birlikte zaman, insanlara ayrım yapılmaksızın eşit sunulmuş hazinedir. Bu nedenle zaman yönetimi artık hepimiz için bir gereklilik haline gelmiştir. Yetmiş iki yıl yaşayan sıradan bir insanın zamanını nasıl geçirdiği araştırılarak aşağıdaki sonuç ortaya çıkarılmış.

 Yirmi bir yıl uyuyarak

 On dört yıl çalışarak

 Yedi yıl kişisel bakım faaliyetleri ile uğraşı vererek

 Altı yıl yemek yiyerek

(32)

 Beş yıl kuyrukta bekleyerek

 Dört yıl öğrenerek

 Üç yıl toplantılara katılarak

 Üç yıl diğer faaliyetler

 İki yıl arayıp kendisini bulamayanları arayarak

 Bir yıl eşyaları arayarak

Dikkat edilirse çalışma süremiz on dört yıl, ortalama ömrünün beşte birinden daha az olan bu zamanda başarılara zaman yönetim yapmadan ulaşmak çok zor (Küçük,2010: 10-11) Zamanı zipleyip sıkıştırarak daha iyi kullanmamız gerekiyor.

Çoğu zaman zamanı nasıl kullandığımızın farkında olmayız. Farkındalığı yakaladığımızda ise zamanın ne kadar kıymetli olduğunu anlarız. İnsanların zaman konusunda farklı algılamalar içerisinde olduklarını, bu konuda söylenen deyimlerden ve atasözlerinden anlaşılabilir. Sözgelimi “vakit nakittir” sözünde zamanın asla boşa harcanmaması gereken önemli bir kaynak olduğu dile getirilmiştir. Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere zaman algısı göreceli bir kavramdır. Başarısız insanlar zamanı nasıl harcayacaklarını, başarılı insanlar ise zamanını nasıl kazanacaklarını düşünür. Vakit bulamamaktan en çok şikâyet edenler zamanlarını en kötü şekilde kullananlardır Gerçek şu ki; zaman yaşamın kendisidir.

Zamanın ne olduğu konusunda yapılan tarifler ve açıklamalar ona ilişkin bazı özelliklerin varlığını ortaya koymuştur. Örneğin zaman;

 Herkes eşit olarak verilen kıt bir kaynaktır

 Olayların ardışık düzenini sağlayandır.

 Satın alınan veya satılan bir emtia değildir

 Tersine çevrilemez

Zaman en çok boşa harcanan bir varlıktır. Kuran-ı kerimde bu konuya işaret eder gibi zamana yemin edilerek şu ifade kullanılır:

“Asra yemin olsun ki, hiç şüphesiz insan hüsrandadır. Ancak, iman edip, salih amel işleyenler, birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna.” (Asr Suresi, 1-3) Bu bir ipucudur, ilkedir, düsturdur ve tüm evrene hitap eden bir mesaj olarak farklı zaman ve bağlamlar için farklı anlamlar içerir. Ama açıkça üzerine yemin edilerek zamana verilen değer de gözler önüne serilmektedir. Zaman israf edilmemesi

(33)

gereken bir kaynaktır. Literatüre göre zaman israfına işaret eden durumlara şunlar örnek gösterilebilir:

İşleri yaparken zaman sıkıntısı yaşanılıyor mu?

 Unutulan bir işi yerine getirmek için aynı yere ikinci, üçüncü kez gidiliyor mu?

 Akşam eve gidildiğinde işlerin çoğu yapılmamış olunduğu görülüyor mu?

 Zamanın nasıl geçtiğinin farkında olunmuyor mu?

 Yapılması ve tamamlanması gereken birçok işlerin olduğu düşünülüyor mu?

 Gerekli olduğunda işinize ait bilgilere ve evraklara ulaşılamıyor mu?

 Aileniz ve arkadaşlarınıza yeterince zaman ayrılamadığı düşünülüyor mu?

 Aranılan şey çoğunlukla bulunamıyor mu?

 İşlerin bir türlü yetiştirilemediği düşüncesi var ise boşa geçirilen zamanlar var demektir.

Literatürde zaman, algılanma durumlarına göre tasnif edilmiştir. Başlıca zaman çeşitleri şöyle sıralanabilir (Sabuncuoğlu ve Tüz, 1996, 193):

1. Gerçek zaman (nesnel /objektif/kantitatif) : Ölçülebilen, asır, yıl, ay, hafta, gün, saat, dakika, saniye, salise gibi ölçülebilen zamandır.

2. Psikolojik zaman: Subjektif zaman da denilen, hissedilen zamandır. Bu zaman çeşidinde saatin neyi ölçtüğü değil yaşarken neyi hissettiğimizdir. Burada birey yaşanılan bir olayda geçen süreyi kısa veya uzun olarak hissedilen şekilde adlandırır. Birey bu duyguya göre zamanı kısa veya uzun süre diye karar verir. Saat zamanı çok kesin birimlerle ölçülürken, subjektif zamanın ölçümünde kesin bir ölçek yoktur. Burada esas olan bireyin zaman zarfında yaşanılan, hissedilen duygusal tepkilerdir. 3. Biyolojik zaman: Yaşayan varlıklar için bir madde boyutudur. Büyümeyi, yaşlanmayı, yıpranmayı ölçen ve biyolojik olarak yaşam süresini de içeren anlamıyla gerçek zamanı kullanma tarzına göre kurduğumuz bir zamandır. Biyolojik saat, bireylerin hayatındaki alışkanlıklara göre kurulur. Örneğin işe giderken çoğu zaman, uyanmak için kurduğumuz saatin alarmı çalmadan biraz önce uyanılması gibi. Bir biyolojik saat, bize kalkma zamanının geldiğini söylemiştir. Biz kademe kademe uyuma ve uyanma saatlerini değiştirirsek, iç saat dediğimiz biyolojik saatte yeni programa kendisini ayarlayarak görevini yerine getirecektir. Bu ritim pek çok organizmada vardır. Örneğin bitkilerin gece kapanıp gündüz açılmasını, hayvanların kış uykusuna yatıp uyanmasını, sağlıklı kalpte atımların ritimli ve düzenli olması, endokrin sistemin işleyişi vb. düzenleyen bu iç saattir.

Şekil

Şekil 1. Covey’inzaman yönetimi matriksi
Şekil 2. Araştırma modeli
Tablo 1.Katılımcıların medeni durum
Tablo 3.Katılımcıların aile bireyleri harici bakmakla yükümlü olunan yakınlar
+7

Referanslar

Benzer Belgeler

Bireylerin ilaç temininde yardım alma durumları incelenmiş; yardım alan bireylerin genel iyilik hali alt boyutundan (45.1±12.8) düşük puan aldıkları,

Bireylerin maddi destek alma durumlarından aldıkları puan ortalamaları istatistiksel olarak incelendiğinde, fiziksel, genel yaşam kalitesi ve toplam

Öğrencinin aile tipi ile akademik başarısı arasındaki istatistiksel olarak anlamlı ilişkinin geniş aile yapısına sahip öğrencilerin puanının yüksek

B. UYGU B.1 Aşağ Yöntemi Mayalı h Tatlı/tuz hamur la Tatlı/tuz Yöntemi Temel pa Pandispa katlara a Yaş past Pandispa olarak d Yaş past Yaş past Hazırlan..

Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü Müzik Öğretmenliği Özel Yetenek Giriş Sınavı 29 Temmuz 2019 tarihinde saat

Yönetimi (İÖ) EA 40 Dolmadı Dolmadı DOĞUŞ ÜNİVERSİTESİ Siyaset Bilimi ve Kamu. Yönetimi (%50 İndirimli) EA 3 Dolmadı Dolmadı

Mühendisliği (Ücretli) SAY 10 Dolmadı Dolmadı BATMAN ÜNİVERSİTESİ Elektrik-Elektronik. Mühendisliği SAY 30 Dolmadı Dolmadı BAYBURT

ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ/SAĞLIK HIZMETLERI MESLEK YÜKSEKOKULU/TIBBI FIİZMETLER VE TEKNIKLER BÖLÜMÜ/ANESTEZİ PRJ Yatay Geçiş Başvuruları. Sınıf: 2.Sınd Kontenjan: 3