r
Bir Antolojiye ve seyahatla
Kendini tenkide vakfedecek görünen genç bir ka lem, Fahir Onger, ( Bugünkü Şiirimiz ) diye bildirerek, yirmi dokuz şâirin seçilmiş şiirlerinden mürekkep bir kuçuk cilt neşretti. Bu tarzdaki antolojilerin, bu birin cisi değildir. Fakat içinde bir kişi noksan olmasa, bir kışı de eksik olsaydı, eseri vezin ve kafiyeye ihtiyaç duy maksızın şiir söyliyenlerimize mahsus antolojilerin ilki olarak kabul edebilirdik. Evet, işaret ettiğimiz tarzdaki şiirin bizdeki ilk ve kuvvetli ismi Nazım Hikmet bulun saydı ve bu tarza hiç iltifat etmemiş olan Ahmet Muhip girmeseydi ! Kaldı ki, ben bu eser hakkında bir hüküm vermek üzere kalemi ele almış değilim; sadece, geçer ken, müşahedemi söyleyiverdim; netekim, işaret edilmiş şarta uydukları için yeni antolojiye alınmışların cümlesi bu şerefe layık mıdırlar ve bu şerefe mazhar olamamışlar arasında bilakis layık olanlar varmiydi, bu cihetleri arata mıyorum. Bunları söyledikten sonra da, bende yeni eski bir takım duyguları canlandırıp dile getiren ( Geceler ) isimli bir şiir üzerinde artık durmak isterim.
Şâiri, Asaf Özdemir dir ; İlk defa olarak gördüğüm bir imza. Ve eğer kendini pek beğenmiş bir delikanlı ise, imzasının ilk defa gözüme çarptığını söylediğimden dolayi beni affetmiyecek, fakat şayet temenni ettiğim gibi mütevazı ruhlu, nahvetşiz ise, bir şiirini yirmi do kuz şârin eseri arasında bilhassa beğendiğim için bana karşı biraz «evgi, hatta belki minnet duyacaktır. Her ne ise, aldığım bu şiir bende bütün dünyayı görmek aş kını ve bütün dünyanın güzelliklerini hep birden kucak layabilmek sevdasını pek güzel canlandırıyor. Ve tahay yül ettiği dünya manzaraları karşısında, dünyanın sarışın, kumral veya esmer tekmil kadınlarına hasret çeken Don Juan ihtirasına benzeyen bir iştiyak ateşine düşerek :
Geceler, güzel dünya geceleri..
Her yerde birden olmak istediğim zamanlar. Diyor. Onun yaşında iken duyduğum - ve hayat şartlarının tez getirdiği bir bezginlikle çoktan uyuşmuş bir ihtirası bu şiirin her mısra ile. ve velevki birer an için, kamçıladığını hissettim. Evet, şâirin yaşında ayni büyük ihtirasla ben de tutuşmuş, ve mavi Boğaziçini gören bir evde doğmuşken yirmisinde Baltık denizinin soluk ren gini seyre gitmiş, Tiflis’den Roma ile Paris’e kadar hayli memleketi gençlik çağında görüp gezmiştim. Fakat şim di, babamla dedemin dünyaya geldikleri şehire, Bursaya da bir kere daha gitmeğe mecalim kalmadı : Niyetleni yor, niyetleniyor ve bu yola çıkamıyorum. Hele üç bü yük pençeresinden deniz seyredilen ve denizin sesi gelen bir odada ömrümün günleri geçmeğe başlıyalı, odamın sofasına çıkmağı bile külfet saydığım zamanlar çok ol maktadır.
Miskinlik mi? Fakat koea Voltaire de insanın ken di çatısı altında kalmasını saadete varmanın en doğru yolu olarak kabul etmeseydi, ölmez Candide’ ini Al- manyadan çıkarıp ta Cenup Amerikasının göbeğinde, so kakları elmas, yakut ve zümrüt döşeli efsane memle ketine kadar ğötürdükten sonra yaknılarile birlikte bi zim Marmara'nın kıyısındaki küçücük bir çiftliğe getirip yerleşdirmezdi. Ve her şikâyetle her hülyaya karşı, onun ağzından ( evet ama. bahçemizi ekip biçelim! ) cevabını verdirip durmazdı...
Ancak benim için felaket şu ki, inzivaya düşkünlü ğün geldiği şu ömür dönemecinde bahçem de, zaten mev cut olmayan bu bahçeyi eküp biçmek için bilgi ve takatim da yok !