• Sonuç bulunamadı

Gündemdeki sanatçı:Samih Rifat:Mutluluğa övgü

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Gündemdeki sanatçı:Samih Rifat:Mutluluğa övgü"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

19 E Y L Ü L 1993 P A Z A R CUMHURİYET 2

KÜLTÜR

GÜNDEM DEKİ SANATÇI

SAMİH RIFAT

~

_

ONAT KUTLAR

. Aradan yıllar geçse de, karşı­ laştığınızda, belli bir nedeni ol­ maksızın yüzünüzü ışıtan, yalnızca onunla karşılaşmaktan mutluluk duyduğunuz kaç dostunuz var ya­ şamınızda? Düşündüğü ve söylediği her şeyi hilesiz, art niyetsiz, dolam­ baçsız düşünen ve söyleyen; her ko­ nuda sonuna kadar açık, saydam, ama aynı zamanda ta dipte bir yerde sağlam bir kişilik sim saklayan, güve­ nilir bir dost? Sevecen, hoşgörülü, de­ mokrat, ama buna karşılık her rüzga­ ra eğilmeyen, çıkarları için yanar dö­ ner olmayan, hatta çıkarlarını hiçbir zaman önde tutmayan, dürüst bir aydın, bir insan...

Samih Rifat, bu ender insanlardan biridir.

Sadece bu özellikleriyle bile,’onun yakın dostlanndan biri olmak, keyif verirdi bana. Yaşamayı bilen, yaşam­ la ve kendisiyle barışık, ailesi ve dost­ larıyla mutlu, sağlıklı bir yakınınızla roka salatası eşliğinde iki kadeh rakı içmek bile bir keyiftir. Ama Samih Rifat, aynı zamanda, günümüzün çok yönlü, seçkin aydınlarından biri, çok değerli bir sanatçıdır. Tıpkı Rö­ nesans dönemi sanatçıları gibi, ilgisini

¿Jevecen, hoşgörülü,

demokrat ama buna

karşılık her rüzgara

eğilmeyen, çıkarları için

yanar döner olmayan,

hatta çıkarlarını hiç bir

zaman önde tutmayan,

dürüst bir aydın, bir

insan...

tek alanda yoğunlaştırmayan, sa­ natın birçok alanıyla birden ilgilenen, ilgilendiği her alanda da belli bir dü­ zeyin altına düşmeyen, ödün verme­ yen bir kalitenin temsilcilerinden biri.

Bu “övgü”yü, asıl bu nedenle kale­ me almayı düşündüm. Samih Rifat’la çok eski yıllarda tanıştık. Sinematek’- in 1 numaralı üyesi, şimdi Paris’te ya­ şayan “Sinematek’çi” ve “tiyatrocu” Jak Şalom’dur. 68 numaralı üyesi ise Samih Rifat. Yıl 1965. O sırada Sa­ mih, yirmi yaşındaydı. Ama asıl tanışıklığımız 1970Tİ yılların sonları­ nda başladı.' O. AKM’nin müdür yardımcısıydı, bense sinema birimi yöneticisi. İki yıl yan yana odalarda çalıştık. Bu yan yana odalar, bazen uzun bazen kısa aralıklarla bugün de sürüyor. Reklam ajanslarında, film yapım evlerinde. Bu uzun komşuluk yıllarında, ne zaman ülkede ve yeryü­ zünde olup bitenlerden derin bir ka­ ramsarlığa düşsem, ne zaman Faulk-

ner’ın deyimiyle düşlerimdeki buğday tarlalarından karanlık bir esinti, sinsi bir tilki gibi geçse, ya da tam tersine ne zaman Villa Lobos’un bir ezgisi,

Rene Char’ın, Pessoa’nın, Paster- nak’m bir şiiriyle heyecanlansam, Be­ yoğlu veya Mardin’de bir yeni yapı keşfetsem, uzak ve yeni bir İcent tam­ sam, bu yeni duygulan, izlenimleri, düşünceleri paylaşacak birini aradığı­ mda, aklıma ilk gelen kişi Samih Ri- fat’tır. Onunla saatlerce Yourcenarya

da Henri Miller konuştuğumuzu hatırlarım.

Samih Rifat’la konuşmak, Boğaz’- ın Anadolu yakasında, güz çınar- lannın yapraklanna basarak yapılan keyifli ve sakin bir yürüyüş gibidir.

AKM’deki yıllarda, onu baş- kalanyla tanıştınrken, önce sadece adını söylemeye, Oktay Rifat’ın oğlu olduğunu ise laf arasına sıkıştırmaya çok dikkat ederdim. Oktay Rifat, bu çok önemli şairimiz, o yıllarda tüm görkemiyle hayattaydı ve Samih, sa­ dece ünlü bir sanatçının oğlu olarak tanınmaktan, haklı olarak hoşlan- mazdı... Şimdi ise sanıyorum tam ter­ sine, bunu belirtmekten çok hoşlanı­ yor. Tıpkı hepsini ayn ayrı beğendi­ ğim, babalan şair olan üç ünlü yönet­ men gibi: Bertolucci, Nikita

Miİdıalk-Mutluluğa övgü

hov ve Tarkovski. Özellikle son iki yö­ netmende, babadan, dededen ¡»elen bir seçkinliği kökten reddeden, hatta nedense bunu bir suç haline getiren yanlış bir rejim anlayışına isyanın da önemli bir rolü var.

Ve ne tuhaf, Samih Rifat da. tıpkı Mikhalkhov ve Tarkovski gibi, Slav kökenli bir ailenin çocuğu. Soylulu­ ğun derin ve demokratik bir gelenek olduğu PolonyalI bir ailenin. Hem onun ve Oktay Rifat’ın, hem de Nazım’ın büyük dedesi Şehit Mustafa Celalettin Paşa’mn gerçek adı Bojens- ki idi. Yani bir Polonya soylusu. Nice zaman, bir sürü sağa ahmak, Nazım’ı kötülerken, dedesinin bir Po­

aydınlanndan biriydi. Kendi kendini yetiştirmiş önemli bir dilci, önemli bir Kemalist' aydın. Garip üçgeninin önemli sacayağı, sonraki yılların bü­ yük şairi Oktay Rifat’m ve iki yakın arkadaşı Melih Cevdet’le Orhan Veli’-

nin en verimli olduktan Ankara yı- llannda geçmiş bir çocukluktan son­ ra. şair bir baba ile “ Francophone bir anne” nin doğal kültürel ortamında, başta Sabahattin Eyüboğlu olmak üzere, çağdaş kültür ve sanatımızın en seçkin isimlerinin yanı başında olgun­ laşan ilk gençlik ve gençlik yıllan, başka bir sonuç veremezdi.

Samih Rifat bu ortamda, ama gene de salt kendi seçimleri ve yönelimleri

sekisinde oturan dedeme gidip, Bey’

demiş, ‘oğlan şiir yazmış. Neden din­ lemiyorsun?’ Dedem bunun üzerine lütfedip dinlemiş. Babamın anlattığına göre, şiir bitince hafifçe sakalı çarpılmış. Ama gene de renk verme­ miş: ‘Vatan için olsaydı, aferin der­ dim’ demiş. Babam da beni hiç yürek­ lendirmedi yazı konusunda. Ama AK M ’deki yıllarda, düzyazılar yaz­ maya başladığımda hoşlandı bundan. En yüreklendirici sözü de şuydu: İyi. Ben öldükten sonra şiir de yazarsın...’

Sonraki yıllarda ise onunla gerçek iki dost olduk. Yalnız bir insandı. Saatler­ ce benimle şür, edebiy at, resim konu­ şurdu. Özellikle son ydlarında, onu

gi-lonyalı oluşunu bulunmaz bir “iha­ net” kanıtı olarak göstermeye çalıştı. Tüm Osmanlı hanedanı da dahil, yaşadığımız toprakların, yeryüzünün en zengin ırklar, dinler, diller mozayi- ği olduğunu unutarak.

Ama bence, daha önce bir başka sanatçı dostum için yazdığım gibi, Samih’in kişili­ ğindeki soyluluğu, aile­ nin kökeninde değil, gene aile nedeniyle, içinde doğup büyüdü­ ğü ortamda aramak

gerekir. Adını taşıdığı dedesi Samih Rifat, bizim çocukluğumuzun ünlü marşı “ Yaslı gittim, şen geldim”in ve daha birçok şiirin yaratıası olarak Cumhuriyet dönemimizin önemli

ile kendi kişiliğini oluşturdu.

Salt kendi seçimleriyle diyorum, çünkü bir konuşmamızda Oktay Ri- fat’ın onu hiçbir biçimde yönlendir­ mek istemediğini, hatta biraz çileli bir

T

JL ıpkı Rönesans dönemi sanatçıları gibi

ilgisini tek a landa yoğunlaştırmayan, sanatın

birçok alanıyla birden ilgilenen,belli bir düzeyin

altına düşmeyen, ödün vermeyen bir kalitenin

temsilcilerinden biri.

iş gibi gördüğü sanatçılığa özendir- olmak mediğini anlatmıştı. “ Babam ilk şiiri­

ni yazdığında, dedeme göstermek iste­ miş. Önce dinlemek istememiş dedem. Sonra babaannem, eski Çamlıca evinin

(Fotoğraf: ARA GÜLER)

derek daha çok sevdim...”

Saint Benoit'da, o karanlık papaz okulunda, gene de çok bilgili, kendile­ rini yetiştirmiş, felsefe, M arx, Sartre, Gide bilen hocaların yanında gelişen kişiliğine damgayı vuran insan ise Sabahattin Eyü­ boğlu oldu. Yakın tarihi­ mizin bu tanınmış hüma­ nisti, Samih Rifat’ı klasik dünya ile tanıştırdı. Yu- nan-Latin uygarlıkları,

Homeros ve Rönesans’la. Ama aynı zamanda da başta mavi yolculuklar üzere, Anadolu insanına ve doğasına yapılan uzun yolculuklarda kendi uygarlığımızla.

“Tek bir disiplin, bana hiçbir zaman çok çekici gelmedi” diyor.

Samih Rifat, “Çevirilere çok erken başladım. Homeros ve Sappho çevir­ dim. Çok hoşlandığım için. Lisede gi­ tar çalmaya başladım. Bazı salonlarda konser verecek kadar geliştirdim klasik gitarı. Onu da amatörce yap­ mayı sürdürmekten hoşlandım. Fotoğ­ rafa, Sabahattin Eyüboğlu’nun yürek­ lendirmesiyle başladım. Bugün, Avru­ pa'da basüan önemli bazı kitapların fo­ toğraflarını çeken profesyonel bir fo­ toğrafçı olmama rağmen, kendimi fo­ toğrafla sınırlamadım. Sinemaya giri­ şim; çok sevdiğim dostum Şahin Kay- gun sayesinde oldu. Bugün de özellikle belgesel filmler yönetmeye devam edi­ yorum. Fotoğraf, müzik yazıları, şür ve deneme çevirileriyle uğraşmayı sevi­ yorum. Rene Char'dan, Andre Ver- det’ten şiir çeviri kitaplarım, Kavafis’-

ten düzyazı çeviri kitabım, Le Corbu-

sier’den notlar yayımlandı. Mimar ol­ duğum için eski yapdarı çok seviyo­ rum. Uzun yıllar restorasyon işleriyle uğraştım. Bütün bunları, bu alanlardan birinde mutlak olarak yoğunlaşmak, o alanda bir numara olmak falan için yapmıyorum. Zevk aldığım için yapıyorum. Sanıyorum kişiliğimin eh önemli özelüği bu...”

Başta Ada Yayınlarında çıkan Char’ın “Seçme Şiirleri” olmak üze­ re. Samih’in yaptığı tüm çeviriler, be­ nim başucu kitaplarım arasında. Onunla birlikte belgesel filmler yapı­ yoruz ve yaptığı işleri çok beğeniyo­ rum. Ortak dostumuz, sevgili Zeynep Avcı’nın, Levent’teki evinde düzenle­ diğimiz gitar gecelerinde, Samih’in usta ellerinden dinlediğimiz ezgileri unutmuyorum. Ondaki bu Rönesans çeşitliliğini ben de çok seviyorum. Çünkü ben de tıpkı onun gibi, her şeyden önce bir işi yaparken keyif alanlardanım.

“Biraz aşınmış bir sözcükle başlaya­ cağım cümleye” diyorum, “ Bağışla beni. Ama galiba ‘mutlu’ bir adamsın sen...” diyorum gülerek.

O da gülümseyerek bana Giono’- dan söz açıyor. İkimizin de çok sevdi­ ği bir yazardan.

'Ç.

evirilere çok

çok erken başladım,

Homeros ve Sappho’yla.

Fotoğrafa Sa^abattin

Eyüboğlu’n ııff- >,

yüreklendirmesiyle

başladım. Sinemaya

girişim çok sevdiğim

Şahin Kaygun sayesinde

^ldu/^

“Giono’nun bir romanında, kendi yaşam çerçevesi içinde yuvarlanıp gi­ den bir Fransız köyüne bir adam gelir. Köyden köye yürüyerek gezen, başı­ boş, tuhaf görünüşlü bir cambaz, bir akrobat. Adı: Bobi. Köylülerin yaşa­ mına, bir düşteymişçesine karışır ve mutluluğu öğretir onlara.

Bobi’ye göre mutluluk, karşılıksız yapılan işlerden gelir; yararsız görünen uğraşlardan doğar.

Tarlaların buza kestiği karlı bir gün­ de, iki çuval fazla buğdayı tarlaya sa­ çarlar bir köylüyle. Bomboş gökte bir bir beliren, sonra yavaş yavaş yanları­ na, giderek ellerine, omuzlarına konan binlerce, renk renk kuş...

Damızlık aygıra çekilmek için ahıra götürülen kısrağı (hayvanın dişiyi aş­ masına elle yardım edilmesi usulden olan köyde) aygırla birlikte kırlara saldırır. Yan yana, uzun uzun koşar at­ lar ovada, uzun uzun sevişirler.

Bobi haklıdır.

İşte mutluluk budur. Karşılıksız, ko­ lay ve güzel...

Romanın adıysa, sanırım İncil’den alınmış bir söz:

‘Sevincim Eksilmesin.’

Bundan iyi dilek mi olur.”

İnsanın mutlu bir arkadaşı olması kadar mutluluk verici bir şey olabilir mi?

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Edebiyatı Cedıdenin Halit Zıya bey ten sonre en kudretli romancı ve hika­ yecisi olan Mehmet Rauf uzun sene­ ler romanları, nesirleri ve hikâyelerde

İşte o sırada, Haldun Sel’in bize çok yardımı dokundu. Hal­ dun’un belki de, güya ortağı ol­ duğu yayınevine tek olumlu kat­ kısı bu. Daha doğrusu babasının

1947’de Yıldız resim seminerinde Şeref Akdik ve İlhami Demirci’nin Gazi Eğitim Enstitüsünde Refik Epikman ve Malik Ak- sel’in öğrencisi oldu.. Altı yıl

Machholz Kuyrukluy›ld›z› ‹çin Son Günler Gökyüzü A l p A k o ¤ l u 109 fiubat 2005 B‹L‹M ve TEKN‹K Kraliçe Kral Andromeda Bal›klar Balina Aldebaran Kapella Büyük

Hayvan sürü- leriyse gruptaki bireylerin toplu halde dü- zenli hareket ettiği hayvan topluluklarıdır.. Örneğin göç eden kuş

İşitiyoruz ki, iktidar parti sinin Dahiliye Vekâleti, deği­ şecek valilerin ikinci ve üçün­ cü listesinde İstanbul valili­ liğini de bulunduracakmış.j Yeni

yordum ; Ankara’da hekim lik ettiğini, hiç duym a­ mıştım; hele ikisinin, iki dam la su kadar birbirine benzediğini, asla. Yine de, ağzımdan çıkan cümle­

Namaz, saflar teşkil eden büyük bir cemaatle kılındıktan sonra, merhumun na’şını taşıyan tabut, gene eller üze­ rinde Yenikapıya kadar getirilmiş ve