w v 1 ■
I I 1
mm,-II | | 1 1 j k ' i İ l1
w
■ Û t l H I I z - s m A L . 1 1 1 ySabahın ilk ışıklarıyla birlikte uyanıyorum .
Boğaziçi'nde bir köye gideceğim bugün;
Çok renkli bir köye,
Bir aşk köyü, dantellere sarılm ış
"O rta halli"
Dört kültürün izini taşıyan bir köye,
Kuzguncuk'a gidiyorum.
Y A Z I V E F O T O Ğ R A F L A R : Y E L D A B A L E R ' 9 0
Oraya vardığımda kıyıdaki yalılar gibi sırtımı denize dayayıp İcadiye Caddesinden giriyorum, yeni uyanan Kuzguncuk'a. Gü vercinler karşılıyor beni. Birlikte süzülüyoruz sokak sokak. Eski ve yeni ahşap evler yanyana. Çürümüş tahtalar, kırık camlar, açık kapılar. Hepsi yenilenmeyi bekliyorlar, tekrar yaşamayı... Yenilenmiş evlere bakıp imreniyorlar, canları yeni ateşten indi rilmiş incir reçelini çekiyor, pencere önlerinde yanan küçük
GÜZEL, ÇOK GÜZEL BİR KIZA BE
KUZGUNCUK
Deniz gözlü, rengarenk boncuklarını takıştırmış,
dantellere bürünmüş, çilek kokulu,
lambaları, sehpaları süsleyen dantelleri özlüyorlar. Anılar tutu yor bu evleri ayakta belli ki: Kimini merdivenlerinde koşturan çocukların çığlıkları, diğerini penceresindeki çiçeklerini okşa yan Rum teyzenin yumuşacık eli, onun yanındakini pencereden dışarı süzülen akordeon sesleri...
Kuzguncuk evlerinin giriş katları genelde kagir üstleri ah şaptır. Evlerin ortasında merdiven, odalar da onun etrafında olurmuş. Hristiyan evlerinde banyo olmazmış eskiden. Hamama gider orada yıkandırmış... Dağ Hamamı’nda eğlenceler düzenle nir, gelin hamamları yapılırmış.
İstanbul'un Anadolu tarafındaki ilk Yahudi yerleşimidir, Kuzguncuk. 17.yy’a ait belgelerde Kuzguncuk’tın bir Musevi yerleşim yeri olduğu bilinmektedir. Kuzguncuk, Avrupa Muse- vileri için kutsal topraklardan önceki son durakmış. Oralara va ramayanlar Kuzguncuk'a yerleşip hayatlarını burada sürdürür lermiş. O tarihlerde Musevilerle birlikte Rumların da buralarda yerleştikleri bilinirmiş. Ermeniler ise 18 yy’dan itibaren gelmiş ler. Müslüman OsmanlIlar gayrimüslim Kuzguncuk’tan uzak du rup hemen bitişikteki Paşalimam'na yerleşmişler ve zamanla ka rışmışlar Kuzguncuk içlerine. Yüzyılın başında yetmiş İslam, iki- yüzelli Rum, altıyüz Ermeni, dörtyüz Musevi evi varmış. Bir ca mii, iki Rum, bir Ermeni kilisesi, 2 Sinagog, 3 çeşme varmış.
İcadiye Caddesi'nde yukarıya doğru çıkarken rastlıyorsunuz Ayios Pantelemion Rum Ortodoks Kilisesi’ne. 1831 yılında ya pılıp sonra yanan kilise, daha sonraları birkaç kez yenilenmiş ve 1892 yılında bugünkü haliyle açılmış. Avludaki, mermer çan
ku-leşi 1911’de yapılmış. Kilisenin ayazması hemen yanında. İkin ci Rum kilisesi Ayios Yeorgos caddenin hemen girişinde yeral- makta. Çok uzun zamandır kullanılmayan bu kilisenin bir Bi zans kilisesinin üzerine inşa edildiği sanılmaktadır. Hemen biti şiğinde Musevilere ait 1818 yılında yapıldığı sanılan, Büyük Havra'nın kapısından içeri ne yazık ki giremiyorum. İnsanların da yadırgadığım bir çekingenlik var. Belki koruma isteği... Kü çük Havra ise biraz daha yukarıda. 1886'da yapılmış. Deniz kı yısında Nakkaştepe Mezarlığı nın hemen önündeki ahşap yapı, Üryanizade Camii, 1889 da yapılmış, Kuzguncuk'tın çok renkli liğini, hoşgörüsünü çok iyi yansıtan bir yerdeyim şimdi. Kuz guncuk Camii ile Surp Kirkor Lusavoric Ermeni Kilisesi
yanya-na aynı bahçe içinde yer alıyorlar. Ermeni Kilisesi’nin önünde ki yazıtta 1831'de yapıldığı belirtiliyor. Yaklaşık yüzyıl sonra ya pılan Kuzguncuk Camii ise çok şeyleri paylaşıyor onunla. İki ya pıyı birbirinden ayıran duvarı kaldırmak istiyor bugün Kuzgun- cuklular.
Dört ayrı kültürün izlerini taşır Kuzguncuk. Museviler balık çılık ve sebzecilikle uğraşırlarmış, Rumlar kahvecilik, meyhane cilik ve berberlikle, Ermeniler de kuyumculuk ve tuhafiyecilik le. Ermenilerin basmahanesi varmış. Yeni icat nakışlı basmalar, ilk Kuzguncuk'ta dokunmaya başlanmış. Bir tahta metre atelye- si ve küçük işlikler varmış eskiden. Kadınlar çalışırmış. Kravat- çı, şapkacı, yazmacı. Evlerde dişleri yapılıyor, danteller kazak lar örülüyormuş. O bembeyaz örülmüş danteller hala evlerin pencerelerini süslüyor bugün. Dantel perdeleri aralayarak bakı yoruz eski görüntülere. Geceleri kapı önlerine konulan şezlong larda oturulurmuş. Evlerden piyano akordeon sesleri insanları coştururmuş. Nakkaştepe'de koruda piknikler yapılır, fıstık ağaçlarının arasına salıncaklar kurulurmuş. Kahvehanelere pa zar günleri gidilirmiş o zamanlar. Bostanlar varmış; sebzeler ora da yetiştirilirmiş. Sebzecilerden başka tavukçu ve ekmekçiler de arabalarla dolaşırlarmış,
Kuzguncuk'ta aşk başladı mı gerisine hiç bakılmazmış. Karı şık evlilikler olur, Müslümanla evlenen gayrimüslim genelde din değiştirse de Kuzguncuk'a ait o çok renkli kültürü hiç boz mazmış. Şeker ve kurban bayramlarında Müslüman olmayan komşulara şeker ve et dağıtılır, Paskalya'da ise çörekler ve renk li boyalı yumurtalar müslüman ailelere sunulurmuş. Herkes bir birinin dilini konuşurmuş. Ermeniler Rumca, Rumlar Musevice, Ermenice, Tiirkler Rumca bilirmiş.
i ' '
Sanatla iç içe bir Boğaziçi köyü olmuş son yıllarda. Ama her- şey bir sakinlik içerisinde. Hiçbir şeyin abartısı hissedilmiyor. Harmony Sanat Galerisi, sakince ağırlıyor sanatı, sanatçıları, me raklıları. Bihrat Mavitan'ın atelyesinden çıkan eserler Boğaziçi Üniversitesi'nin duvarlarında bizlerle buluşuyor. Cengiz Bek- taş'ın ellerinde, gözlerinde yenileniyor Kuzguncuk'un eski yapı lan, yazılara dökülüyor hikayeleri.
Akşamın karanlığı basıyor yavaş yavaş. Dükkanlarda akşam alışverişleri yapılıyor. Bakkal sahiden bakkal burada; market de ğil, Berber de berber, kuaför değil. Tuhafiyecisi, boyacısı hepsi çocukluğumuzun izlerini taşıyor. Özleri bozulmamış. Buram
Boğaziçi Üniversitesi'ne kazandırdığı sayısız eser için Bihrat Mavitan'a teşekkürler
buram eski kokuyorlar. Ekmek fırınının önünde duruyorum. Bakmaya doyamadığım ekmeklerden bir tane alıyorum. Sıcak, çıtır çıtır. Sonra sahile iniyorum tekrar. Semt semt İstanbul'u yı kıp yeniden yapılandıran yangınlardan biri de Kuzguncuk’ta çıkmış. 1865'te çıkan yangında beşyüz ev ve dükkan kül olmuş. Bu yangında yok olan iskelenin yerine Şirketi Hayriye yenisini yaptırmış. İskelenin kapısından girdiğimde loş ışığa alışamıyor gözlerim. İskeledeki vapuru hayal meyal seçiyorum. Eskiden olan koşuşturmaları düşünüyorum. Ermenisi, Yahudisi, Rumu, Müslümanı; vapurun birinci mevkisine oturmuşlar. Koyuldukla rı sohbette kimlerin kulağı çınlıyordu bilinmez. İskelenin yanın daki Çınaraltı Kafe'de yorgunluk çayımı içiyorum ve Oktay Ri- fat'ın iki dizesine takılıyorum;
“Bir zaman fırtınası dün, bugün, yarın uçtu yapraklarında çınarların'’
...ve bir bir izler bıraktı ara sokaklarında merdivenli yokuş larında, eskimiş evlerin boş odalarında, tahtalarında, pervazla rında, kapı önlerinde. Ve ne güzel ki, ben de o izlerin arasında dolanmışım tüm gün. Çekmişim. “Klik”
yeldabaler@superonline.com
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi