• Sonuç bulunamadı

Cahide'nin bitmeyen oyunu

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Cahide'nin bitmeyen oyunu"

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

zaman tüneli

► E R G U N H İÇ Y IL M A Z

Yüzyılın başlarında Yemen çöllerinden İstanbul'a bir yıldız kaydı. Bu öyle bir kadındı ki hayranlarına "Serab-ı ömrüm" dedirtecek kadar muhteşemdi. Ayakkabısından şampanya İçmek için yarışılan, İlahe vücudu İle ölümsüzler arasında yerini alan bu sarışın kuyruklu yıldız zenginlik ile yoksulluğu birarada yaşadı. Çöllerden İstanbul'a kayan yıldız dolu dolu yaşadı ve geride efsane olm uş bir güzellik ile bir yığın öfkeli aşık bırakarak sonsuzlukta kayboldu...

S

ad e ce ben değildim , erişilm ez

muhteşem kadının güzelliğini tablo gibi yüreğine asan.

Hayranlarının ayakkabısından bir yudum şampanya içebilmek için uzun kuyruklar oluşturduğu yıllarda, “Kız­ gın Dam Üstündeki Kedi”ler Cahide’li sani­ yelere neler vermiyorlardı neler?

Sadece fabrikalarını değil, hem servetle­ rini hem de kendilerini önüne serip “Emret kontesim” diyenler bu “Hazin kadın”ın hep kendilerini alaya aldığını sanmışlardı. Oysa

(2)

sahipliğini üstlenmiştir. Güzellikler de yaşa­ mış ve peşinen mutsuzluğu mahkum edile­ cek bir hayat şizofreni olmamıştır. Arayışları ve kayboluşları ile keskin ve suçlayıcı bir yo­ ruma giderek “O zaten talihsiz ve mutsuz bir kadındı. Herkes ondan faydalanmak is­ tedi. Hayatı boyunca aç ve elemi oynadı” gi­ bilerinden klasik tekrara gitmek yanlıştır.

Ne yaptığına ve ne yapması gerektiğine kamilen müdrik olup, hataları ve sevapları­ nın sorumluluğunu o ölçüde üstlenmiştir.

“Vah” İle “Of”

Tiyatrodaki ilk senesinde sahnede kaldığı toplam süre birkaç dakikayı geçmemişti. Ama yıllar Cahide Sonku’nun fiziğini olgunlaştırınca genek sanat çevresinin gerekse izleyicinin beğenisini topladı. onları değil, kendini alaya alıyordu. Yaşa­

mayı ciddiye almayan, o anlık hayat dilimini bir başka anla tüketen ve her sabah gelece­ ğini kapkaranlık intihar bulutu ile örten müthiş bir kadındı... Herkes ona aşıktı, o da kendine...

Bilhassa ifadede yarar vardır, bazı ka­ dınların “mezura” dışı olduğunu. Onları öl­ çüyle ortaya koyamaz ve bedenlerine ra kamla bakamazsımz.

Bu onların “beden”siz oluşundan değil, ifadenin kifayetsizliğinden kaynaklanır.

“Serab-ı ömrüm”

Cahide Hanımefendi Harb-ı Umumi ço­ cuğudur. Yemen’de San’a Çölü’nde gurbet ve hasreti içiçe yaşamış ve sürekli Dersaadet serabı görmüş bir Osmanlı zabitinin kızı ol­ duğunu hassaten ifade etmeliyiz. Bu yüzden bir ismi de Serap’tır. Hayranlarına “Serab-ı Ömrüm” dedirten bir kadın...

Nüfus sayımlarında sayılmaktan başka bir hususiyeti olmayan sıradan birinin çocu­ ğu değildir.

Yüzbaşı Necati Bey için her ne kadar “erkek” özeni ile beklense ve ona göre yetiş­ tirilse de Cahide Hanım hiç bir zaman “Ca­ hit” olmamış tercihini kadınlıktan yana kul­ lanıp “Cahit”leri sevmiştir.

1916’da doğduğunda Osmanlı batmak üzeredir. Süleyman Askeri gibi çoğu ku mandanın içine sindiremeyip intiharı seçtiği bozgun yıllarında geri çekilme koca orduyu perişan edecektir. Necati Bey Yemen’in paylaşılmak üzere terkedilmesinden sonra İstanbul’a gelmiş ve Sultanselim’e yerleş rniştir.

Tarık Dursun K. Hayat Mecmuası’ndaki yazısında Kemal Emin Bey’in hoşgörüsüne

dikkati çeker ve Cahi­ de Serap’ın sahneye bu öğretmeninin sa­ yesinde ısındığını ifade eder. D oğrudur, en azından engel­ leyici olmamış ve onun hal­ kevleri temsil k o lla rın d a gö­ rü n m esin e destek çıkmıştır. (Hayat Sayı: 48)

15 veya 16 yaşlarında olmalıydı, Darülbedayi kapısını çaldığında... Alımlı çalımlıydı. İnsanı çabuk et­ kisi altına alan bir görünüşü var­ dı. Fevkalade çabuk büyümüş; bir kadın aksettiren yüzünde iki “ben”i aynı anda görmek mümkündü: İhtiras ve hü­ zün...

“Yedi Köyün Zeyne bi”nde küçük rolünden sonra başlayan sanat çıkışının her basama­ ğında, bu ihtirası her zam an duym uştur. Tabii ki, ihtirasla bir­ likte hüznü. Ama ne var ki elemi hayatına çağıran sadece kendisi olmamış bazıları Cahide Sonku’ya tahammülü imkânsız mutluluk tabloları çizmişlerdir, Buna rağmen siyah renkleri ortaya çıkan hayat tablosunun

Tiyatronun opera bölümüne alınıp, bale­ ye verilmesini onun keşfedilmiş müthiş kabi­ liyetinden ileri geldiğini bazı ustalar yazmış­ tır. Kendi hayatına bakışlarıyla sanatçıların hayatlarına bakışlarında aynı oranda ciddi yeniler de bazı şeyler çiziktirirken bu nokta­ yı dikkatten kaçırmaz ve tiyatrodaki yükseli­ şini salt sanatına bağlarlar.

Doğru değildir. Bu kadın sadece “rep- lik’Teri değil, bizatihi kadın olmanın en çar­ pıcı yanlarını sahnelemiştir. Oynamış ve oy­ natmıştır.

Cahide Hanım’ın “Düşüş”ü oynadığı yıl­ larda en akla gelmeyecek İceşhanelerde, “pı- pırı haytalarla hayat tüketmesine kimse kılını kıpırdatmamıştır. H atta bu

hayattan, bu düşüşten zevk alıp kin dolu bir tavrı sergile­ yenler de mevcuttur.

D a rü lb e d a - yi’den başlayan ve hep devam eden “İnsanı hor görm e ve küçük düşürm e tavrına, gerek sanatın için­ den gerekse dışın­ dan h e rk e s büyük bir kinle desteklemiş­

tir. Acıma ile karı­ şık ortaya ko­ n an “vah v a h ”

sesle-V

(3)

ri aslında “ohh ohh” dan farklı değildir. Acımasız insanlar onun yükselişinde, sa­ natı kadar kadınlığının da rol oynadığını bil­ dikleri halde söylemiyorlar. Erişilmez Cahi- de Hanım’a bu yüzden kin ve nefret duyul­ duğunu da ifade etmiyor hiç kimse.

Türk sinema mitolojisinin ilk yıldızı ola­ rak tanımlanır. Ayhan Işık’a göre tek başına zengin-yoksul romanı, Çetin Özkırım’a göre “ölümsüz”dür. Ama en ilgincini İsmet Ay söyler: “İlahe bir vucut, sarışın bir baş...” ih­ tirası önce düşlerindeydi, sonra sanatında gördü. Türk sineması asaleti, kürkü, son mo­ del arabaları ve pırlantalarla süslü hayatı Cahide ile farketmişti. Aynı Cahide bunları, filmin dışında yani hayatında da yaşayacaktı. Darülbedayi merdivenlerini asansörle çıkar­ ken sadece sanatsal bir güce mi sahipti? Ha­ yır... Güzelliği sanatından bir adım öndeydi.

Sanat diktası

İlk yıl sahnede toplasanız bir kaç dakika­ dan fazla kalmamıştır. Sonrasında endamı ile “fizik”ten geçerli not alacak ve “figü- ran”lığı aşacaktır. Daha sonraki rol ve “baş­ rol” lerinde şüphesiz uyandırdığı “hayran­ lık” duyguları hakimdir. Cahide’yi sadece “sinema bakışı” ile görmeyen Agah Özgüç’- ün tesbiti çok doğrudur. “Sinemada kadın kişiliği ve erotizm olgusu, bu gizemli sarışın­ la başlar...” (Türk sinemasına 10 Kadın - Broy Yayınları)

iki üç kelime telaffuz etmekten, bütün bir oyunu sürüklemeye varan tiyatro serüve­ ninde “köprüyü geçene kadar herkese dayı demek” gerektiğini asla unutmamış ve bu­ nun acısını köprüyü geçtikten sonra çıkar­ mıştır.

Kültür adına hürmetimiz bakidir ama Muhsin Ertuğrul Bey’in sanat diktasından ne koca kitaplar, ne de risale ve etütler söz eder... Tabii ki ezenlerin olmadığı bir sahne­ de ezilenleri göremeyiz. Sinema anlayışının dışında hiç kimsiye Muhsin Bey zincirini kır­ mamıştır.

OsmanlI’nın geleneksel tuluatı bu dikta­ da yok olmuştur. Alafrangacı, kopyacı anla­ yışın “yenilik” olarak sunulduğu bu “tek

par-San’a çölünden İstanbul’a kayan Cahide son yıllarında içki kadehinin ve yakın çevresinin de hışmına uğradı.

Erkeklerin yüreğini hoplatmayı severdi Cahide... Yalnız bu pozuyla bile Cahide Sonku ölümsüzler arasında yerini aldı. ti” yıllarında sanatın “Tek adam”lığı çok

kelle almıştır. Başta Burhanettin Bey gibi çok sayıda sanatçı heder olup gitmiştir. Da- rülbedayinin Abdi’ler, Güllü Agop’lar, Na- şit’ler gibi sürm esi gereken bir kültürü “şarklı” bulan karar mercii, doğal olarak fi­ zikten bütünlemeye kalmayanları seçecektir. Cahide Hanım’da “Fizik” iyidir ama “Hayat Bilgisi” zayıftır. Cahide Sonku bu yüzden “sanat d ik ta”sından çok çekm iştir. Çok ödünler vermek zorunda kalmış, başta “ita amiri” kimselerin hayranlıkla karışık “hissi” ve “cinsi” latiflerine muhatap olmuştur.

İntikam yılları

“Aysel, Bataklı Damın Kızı” filminde Ertuğrul Muhsin Bey’in diretmesi ile oyna­ mış ve ancak 1934’de “Öksüzler” oyunu ile sahnenin büyük alkışını alabilmiştir. Ertuğ­ rul Bey ile Şekspir’i oynamaları, Ofelya ve Hamlet’i birlikte sunmaları bir dizi yoruma neden olacaktır. Bu sırada Talat Artemel ile evlenir ve beraberliğini 1939 Nisan’ına ka­ dar sürdürür. Şüphesiz sadece sanat olarak pişmemiş “Şehvet Kurbanı”nda başrol oyna­ yacak kadar beden olgunluğuna da erişmiş­ tir. Oyundan oyuna, rolden role geçip sürek­ li yükselişini ilan etmektedir.” Cahide’nin önlenemeyen yükselişi”ni artık ne Ertuğrul Muhsin ne de diğerleri afişten indiremeye- cektir.

Cahide İrgatlar, İhsan Doruk’lar ve di­ ğerlerinin bu afişte kapladığı yeri Cahide Hanım’dan başkası bilemezdi. Yüreğinde ki­ me ne kadar yer verdiğini ondan başka kim bilebilirdi ki?

İntikamı acı oldu. Kendisini tiyatro kapı­ larında rol dağıtımında perişan edenleri, bu sefer o süründürüyordu figüran ilahe olmuş­ tu. Tütüncü İhsan Doruk Bey ile olan evliliği sanatsal ve fiziksel gücünü ekonomi ile pe- kişterecek ve dolayısıyla da bu siyasal gücü de sağlayacaktı.

Yükselişin devamı

Artık tiyatro dünyasının “Korkunç Yen- ge”si olmuştur. Erkeklerle oynamaktadır. Şampanya ancak onun ayakkabısından içil- mektedir ve o istemeden başbakan dahi olsa evinden içeri adımını bile atamaz. Evine ge­ lenlere, ülkeyi yönetecek kadar büyük olsa­ lar bile kim olduklarına bakmadan haykıra­

bilir: “İhsan Bey, İhsan Bey, ben size benim haberim olmadan evime kimse gelmeyecek diye istirham etmedim mi?”

Balıkpazarı’nın arka sokaklarından, Par- makkapı’nın karanlık odalarına kadar uza­ nan ve “Cahide’nin önlenemez düşüşü” hali­ ne gelen hayat aslında ondan önce yaşanan “Yükseliş”in devamıdır.

Kürkleri, son model arabaları, takmak için sırasını bekleyen pırlantaları ve gerçek­ ten “ilahe” olarak tanımlanan güzelliği sade­ ce “kadehin hışmına” değil, çevresinin de saldırısına uğramıştır. Kimisi yerinden kıpır­ damamıştır bile, ismet Ay gibi, Tarık Dur­ sun K. gibi, Agah Özgüç gibi, kabul edilirse benim gibi ondan hiç bir şey almamış ona dostluklar vermiş birkaç insanın hüznü, el­ bette onu bataktan kurtaramazdı. Geride ef­ sane olmuş bir güzellik ve bir yığın öfkeli aşık bırakarak ölüp giden Cahide Hamm’ı sadece bir tiyatro oyuncusu olarak incele­ mekte inat edenlerin aklına şaşıyorum.

Resmen oyun içinde oyun oynuyorlar... Hiç akıllarına gelmiyor, hayatın değil, Cahi­ de’nin hayata oynadığı oyunu incelemek...

Ve perdeeee

Afife Jale’sine, Cahide Sonku’suna sahip çıkamamış, Bilge Olgaç’ın yanık ateşinden bir ibret kıvılcımı alm amışların oynadığı oyundan nefret ediyorum. Kendi aralarında oynayıp, boyuna “Portakal” soyuyorlar... Boyuna “Koza” örüyorlar.

Bilge’nin yanmasına biraz da kitapları sebep olmuştu. İçindeki yangın, kitaplara si­ rayet etmiş ve ateş, yüzlerce kitabın tutuş­ masıyla büyümüştü. Keşke o da bazıları gibi “kitapsız” olsaydı...

Nurseli İdiz sahnelediği Cahide’ye bü­ tünleşmiş ve paylaşılmış bir Cahide hayatı getirmelidir. İçinde Başbakanı da, Darülbe­ dayi diktatörü de olan bir hakiki Cahide...

Ziyat Öztan’m TV ile yansıtıp attığı adı­ mı büyütmek ve böylece hayatımıza oynanan “gerçek oyun”u bilmemiz sağlanacaktır.

Hayatın Cahide’lerle dolu olduğunu ve kimbilir onlarla anlam kazandığını düşünü­ yorum...

Olmasaydı onlar, bu hayat anlam taşır mıydı acaba? Bu oyunu bitirelim artık “Per- deee”. #

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Mesle~inin doru~una ula~m~~~ seçkin bir bilim adam~, de~erli yap~ tlar~~ Japoncaya bile çevrilmi~~ bir Türk yazar~, Atatürk ülküsünün canl~~ bir sembolü ve Türk Tarih

Bu çal›flmada toplam 5 ilçeye ba¤l› 154 köyde çal›flma anketi doldurulmufl ve toplam olarak bu köylerin %73’ünde asbest kullan›m öykü- sü oldu¤u, %45’inde

Bunlar: İsveçli avangart sanatçı ve film yapımcısı Viking Eggeling; Alman ressam, grafik sanatçısı, avangart sanatçı, film yönetmeni Hans Richter; Fransız

Mevlânâ Celâleddin Rumî'nin daha sonra «Mevlevîlik» olarak teşkilâtlanan sevgi ve aşk yolunun, başlangıçta söz- konusu Ahî teşkilâtından faydalandığını

Fotoğraf kamerasının önündeki cisimleri olduğu gibi kayıt etmesi ve daha sonrasında da film kamerasının hareket eden görüntüler konusunda önünde akan

böylelikle de fotoğrafçılar ilk defa fotoğraf makinesini taşıyan sehpalardan kurtularak makinelerini ellerinde taşımaya ve rahatlıkla her yere götürmeye

Ülkemizin değerli bir bilim adamı, kendi alanında bütün dünyanın ta­ nıdığı bir hematolog geçtiğimiz gün­ lerde, 16 mart 1984’te İstanbul Tıp Fakültesi

fan özbakır, “Yaşadığım sü­ rece yalnız kendime değil, gençlere ve bu işe gönül vermiş olanlara faydalı ol­ mak istiyorum” dedi. içinde 250 derslik ut