«İLER
nr.
4£,mv*-<■
BOĞAZİÇİ ŞINGIR MINGIR
Salâh Birsel'in Kurutulmuş Felsefe Bah
çesi adlı kitabı ile ilgili yazımızın sonunda şun
ları yazmıştık: “Deneme türüne yeni boyutlar, yeni açılımlar kazandıran Birsel, bu kitaptaki denemeleri ile bu görüşümüzü güçlendirmekte- dir. Kurutulmuş Felsefe Bahçesi’nde, onun verdiği suyla yeni bitkiler yeşermektedir.” 1 Bazı yazarlar, son yıllarda deneme türünde bir yozluk olduğu görüşünde bulunuyorlar. Böy le düşünenlerden biri, deneme türündeki ad ları sıralarken Birsel’i saymadığına göre, ya onu kulak ardı etmekte ya da onun yazdıklarını başarılı bulmamaktadır. Nedeni ne olursa olsun, yansızlık ve nesnellik savında bulunurken, bu kavramlara ve bunların anlamlarına uzak düşmemek gerekir. Deneme türünün ne oldu ğunu. ne olması gerektiğini, boyutlarını tartı şacak değiliz burada.
Boğaziçi Şıngır Mıngır
,2
yukarıdaki iki tümcelik alıntıyı haklı çıkaran bir kitaptır. Birsel, deneme alanında “yeni bitkiler” yeşert mekte ve bu yeşillenen bitkiler yeşilin 88 tü rünü gözlerimiz önüne sermektedir. Bunun yanında, “deneme türüne yeni boyutlar, yeni açılımlar” getirmektedir. Birsel, “şıngıl.çıngıl” diliyle Boğaziçi’nin insan haritasını, tarihsel boyutları içinde çizmektedir. Kitaptaki kişiler, yaşadıkları günlerin içinde, yaşamlarının sınır ları iyice belirtilerek, iyi ve kötü, güzel ve çirkin yanları ile anlatılmaktadır. Bunu yaparken düşsel bir yöntem izlememekte, çeşitli kaynak lardan gıdım gıdım derlediği bilgileri kullan maktadır. Kendisi de, “Biz dokuz kapının ipini çekmeden kalemi ele almayız” demektedir (s. 12).1 Muzaffer Uyguner, “Kurutulmuş Fel sefe Bahçesi’nde”, Türk Dili dergisi, Eylül 1980, sayı: 345, sayfa 379.
2 Salâh Birsel, Boğaziçi Şıngır Mıngır, denemeler, Türkiye İş Bankası Kültür Ya yınları, Ankara 1980, 551 sayfa.
KİTAPLAR 645 Kitaptaki her denemede kullanılan bilgi
ler gerçeklere uygundur. Çünkü, kaynakları belirlenmektedir. Böylece, Boğaziçi’nin bir tarihini yazmaktadır ve bu tarih, öyle sıkıcı ve insanları okumaktan alıkoyucu bir dille de yazılmamıştır. Dilin renkliliğine, dilin cambaz lığına, dilin oynaklığına, kıpırtılarına kendinizi kaptırıp çağı unutmamanız için, zaman zaman, uyarır sizi ve anlattıklarının hangi yılla ya da dönemle ilgili bulunduğunu söyler. Sözge lişi, kitabın ilk denemesi olan “Uç Baba Torik” ilk tümcesi “Sıkı durun: 1898 yılı temmuzun- dayız” dır. “Bir Kedi Niçin ve Nasıl Vaftiz Edilir?” adlı denemesine “Şimdi kendimizi 1904 yılına kamanço edelim” diye başlar (s. 279), denemenin daha sonrasında ise “Ama bunun için bir yıl kadar geriye basacağız. Günlerden Pazar: 8 Aralık 1903” diye yazar (s. 288). Böylece, söylediklerinin yanlış değerlendiril- memesini, çizdiği çevrenin, anlattığı kişilerin yalan ya da yanlış olmadığını belirtir.
Birsel, denemelerinde çevreyi de kişileri de, kendi gözlemlerine ya da başkalarının ta nıklığına dayanarak anlatır. Ama, bu kitabında, genellikle tanıkların yazdıkları ve söyledikleri temel olarak alınmış görünmektedir. Evliya Çelebi, Ahmet Rasim ve daha başkaları baş vurduğu en önemli tanıklardır. Onların ver diği bilgileri, başka kaynaklardan da yarar lanarak kendisi için önemli ipuçları sayar. Başvurduğu kaynakların bolluğu ve çeşitli liği insanı şaşırtır. Verdiği bilgiler de öyle. Sözgelişi, daha ilk denemede Galata Kulesi ile ilgili ne çok bilgi vardır. Ne zaman yapıl mıştır, ne zamanlar yanmış ve onarılmıştır, kaç basamak merdiveni vardır ve vaktiyle 10 kat iken bugün nasıl 12 kat olmuştur? Boğaz daki Ostroroglar yalısı ne zaman ve nasıl ya pılmıştır? Hangi Fransız film ve televizyoncu ları ne zaman gelmiş ve hangi filmleri, hangi artistlerle çekmiştir? Bu bilgiler sizi ilgilen- dirmeyebilir. Ama, mutlaka sizi de ilgilendire cek bir bilgi vardır denemelerde. Birtakım durumlar mı hoşunuza gider? Onlar da vardır denemelerde. Söz konusu, “Kandilli Alaban da” adlı denemede, 18 Ağustos 1910 günü, Pierre Loti’nin nasıl yürek çarpıntıları içinde kaldığını öğrenmek istersiniz b elk i:“ : gün Kandilli Saray’da oturan Beyzade Celalettin Beyin ay parçası eşi Visalinur Hanım, Kontes
Ostrorog’u yoklamaya gelecektir. Loti de, İstanbul’un bu dillere destan kadınını görebil mek için, yalının alt katında, odalardan birin de, pencere önüne boylu boyunca uzatılmış sedirlere tam siper yatmıştır./ . . . / Deniz hafif çalkantılı. Dalgacıklar rıhtıma vurmakta ve o güzeller güzelinin ayak basacağı taşları ıslatmak ta. Visalinur hanım şimdi rıhtıma yanaşmış, kayıkta ayağa kalkmıştır. Adımını atacağı yeri iyice görebilmek için de kalın mı kaim peçesini kaldırmıştır. Bir saniye, iki saniye, üç saniye. Bir yıldırım çakıp sönmüş müdür ne? Loti bu çok kısa süre içinde açık mavi gözlü, soluk yanaklı bir dünya güzelini görüntülemeyi başarmıştır. Yüzün iki yanında sarışın bukle ler fışkırmaktadır. Ama incecik bir el peçeyi yine indirmiş ve her şey bitmiştir” (s. 475 -476).
Birsel’in denemelerinde çevre, insanlar, doğa bir arada bulunur. Genellikle doğadan ve çevreden işe girişir, insanları o çevrenin, o ortamın içine getirir ve sonra da söyleyeceğini söyler. Bulabildiği kaynaklardan edindiği bil gileri, yerli yerince, belirli bir düzen içinde anla- tıverir bize. “Uç Baba Torik”te. geniş bir planda anlatacağı Boğaziçi’ne tepeden bakabilmek üzere Galata Kulesi’nin seçimi anlatılır; son ra da “Kulpsuz ve ağızsız bir güğümü andıran 56 metre boyundaki Galata Kulesi’ne var mak için” gidilecek yol üzerinde durulur. Ga lata Kulesi’nin yeri belirlenir, sonra da Galata Kulesi tanıtılır. Galata Kulesi’nin görevsel- liği üzerinde durulur, bazılarının Uludağı gör mek için tırmanışlarına değinilir, buradan çevre tanıtımı yapılır, ilk kez uçanlardan Hezarfen Ahmet Çelebi ile Lağarî Haşan Çelebi’nin uçuş serüvenlerine geçilir. Çevreye ve tarihe bir kuşbakışı niteliği gösteren bu denemedeki düzen, öbür denemelerde elbette yoktur. On ların düzeni, onların biçimi kendilerine özgüdür. Sözgelişi, “Bir Kedi Niçin ve Nasıl Vaftiz Edilir?” adlı denemede Pierre Loti’nin durumu ve İstanbul’a gelişi ve önceki gelişleri ile giri lir konuya. “Bir Şamar 01ayı”nda da Ahmet Mithat Efendi’nin portresi çizilerek işe girişir Birsel. “Ishak Kuşu Garip Garip ö te r” adlı denemede ise Nemçe Kralı’nın ölümü ya da öl dürülmesi olayının İstanbul’da duyulması gi riş için bir vesile olarak alınır.
646 KİTAPLAR çıksın, sonunda hep Boğaziçi’nin doğal görün tülerini ve bu doğallık içindeki insanları ve bu insanların yaşamlarını, ilişkilerini, oturdukları yerleri, yaptıkları işleri anlatır. Böylece, tarihin siyasal olayları vermekten başka bir iş görmez diye bilinen anlayışa zıt bir anlayışla, insanların tarih içindeki yaşamlarını anlatır bize. Bu yüzden de capcanlıdır onun anlattıkları ve dili de bu canlılığa can katar. Anlatımı, Boğaz’ın suları gibi çalkantılı, ışıklı ve renklidir. Dili, şiirli, yepyeni, alışılmamış sözcüklerle doludur. Birsel’in yapıtlarındaki sözcüklerin bir taran ması, sözlüğümüze önemli ölçüde katkıda bulunmasına yol açabilir. Ayrıca, sözü tarihten açtığından, bazı adların ve sözcüklerin tarihi miz içindeki kullanışları ve anlamları da or taya çıkarılabilir. Birsel’in kullandığı bazı söz cükleri, hemen anlamak mümkün görülmeye bilir. Bu, belki de onun eleştirilecek bir yanı dır. Ama, herkesin kullandığı sözcükleri kul lanmasını öğütleyem%eceğimiz gibi yerli yerini bulan sözcüklerin yerine başkalarının seçil mesini de isteyemeyiz bir sanatçıdan.
» Boğaziçi üzerine ve insanlarına dönük konulara eğilen ilk yazar elbette Birsel değildir. Sözgelişi, Abdülhak Şinasi Hisar, kendi anıla rına dayanarak bazı çalışmalar yayımlamıştır. Onun çalışmaları elbette yadsınamaz; ama, bunlarda, belirli bir çevrenin, belirli insanların yaşamı ve durumları üzerinde durulmuştur. Birsel, Boğaz’ı tümüyle yansıtmağa çalışmış; Boğaz’da yaşamış ünlülerin yaşamlarını odak olarak tarih içinde Boğaz’daki yaşamı belirt mek, anlatmak istemiştir. Ahmet Mithat Efendi’nin, Recaizade Ekrem’in, Ziya Osman Saba’nm, Pierre Loti’nin ve daha başkaları nın yaşamlarının Boğaz ile ilgili kesitleri, bula bildiği kaynakların sağladığı olanaklar ölçü sünde, gerçeğe uygun olarak verilmiştir. Adını duymadığınız kişilerin, ya da adını duyduğu nuz kişilerin yaşamına girmiş olanların da yaşamları çevresinde verilmek istenmiştir bu yaşam.
Boğaziçi’nin bahçeleri, konakları, yalıla rı, gezinti yerleri, suları, bağları böylece tarih sel boyutları içinde yeniden yaşatılmış; Bo- ğaz’m denizi ve tepeleri yanında, birçok ki şinin bilinmeyen yönleri bilinir kılınmıştır.
Boğaziçi Şıngır Mıngır, dün ve bugün
içinde yaşayanların bile pek iyi bilmelerine ola nak bulunmayan yaşamı böylece saptanmıştır. Saptanmasında, bilimsel verilerden yararlanıl mış ise de bilimsel bir çalışma yapılmamıştır elbette. Birsel, kendine özgü denemeciliğinin boyutları ve anlayışı içinde Boğaziçi’ni ya
şatmış; deneme anlayışını bir kez daha örnek- lemiştir. Birsel şöyle der: “ Çok şükür biz ne bilim adamı, ne de araştırmacıyız. Burada okur larımıza kimi bilgiler sunuyoruz ama onları eğlendirmeyi de savsaklamıyoruz. Bir deneme cinin yapacağı iş de bundan başkası olmama lıdır. Doğrusunu isterseniz, insanlar çıplak bilgilerden çok, zingirdek oturumundaki dü şüncelerden hoşlanırlar.” Bunları, Kurutul
muş Felsefe Bahçesi’nin arka kapağında söy
lemiştir; ama bunlar, yalnızca o kilap için ge çerli değildir, bütün denemeleri için geçerli sözlerdir.
Biz ne desek boş. Onun deneme anlayı şını bir kez daha örnekleyen kitabını kendiniz okuyun da“zingirdek düşünceler” den yarar lanın.
Muzaffer UYGUNER
ALAIN’DEN EYUBOĞLU’NA
ŞİİR VE ÇEVİRİ
SORUNU
Alain, “...zamanın yasalarına bağlıdır şiir. Okunmaktan çok işitilmek için vardır. Var olmalıdır.” der.
Alain’e katılmadığım şey şu: Alain “şiir” derken, masasının üzerinde duran kitapları gösterir bize. Oysa coşumculuğun (romantiz min) 1830’dan sonra bölünmesiyle ozanlar, öncelikle şiirlerinden “zaman” kavramını kal dırmadılar mı? İkincisi, örneğin Guillaume Apollinaire’in Calligrammes (1918)'i, güzel el yazısına dayalı şiirleri sergiler. Ve bu şiirler başka bir dile çevrilemediği gibi, yeniden ya zılamaz da; -ne yazık k i- görseldir. 1959’da Yeditepe Yayınlarında çıkan bir seçkiler ki tabında gördüm Apollinaire’in böyle iki şiirini... Apollinaire bir yana, Ahmet Necdet’in hazır ladığı bu kitap (Çağdaş Fransız Şiiri), Bau- delaire’den André Verdet’e dek otuz, otuz beş ozanın şiirleri, fotoğrafları, resimleri, desenleri ve el yazılarından örneklerle en iyi seçkiler ki tabıdır hâlâ. Kitaptaki şiirlerin büyük bir bölümünü O. Veli, i. Berk, O. Rifat, S.K. Yetkin ve S. Eyuboğlu çevirmişlerdi. Ülkemiz de Fransız şiirinin tanınmasına ön'ayak olmuş bu değerli yazıncılarımızın emeğini saygıyla anmak gerek... Sözü Sabahattin Eyuboğlu’nun