• Sonuç bulunamadı

ZİYAFET TÜRLERİ, İŞLEVLERİ VE SONUÇLAR

4.6. Ziyafetlerin İşlevler

Ziyafetin işlevlerinin en önemli özelliği, antikitenin son bulması ile toplum statüsünün ne kadar farklılaştığını gözlemleyebilme imkânı vermesidir. Daha önceden toplumda yerleşmiş olan köle veya hizmetçi kavramının, bugün 20. Yüzyılda ne duruma geldiğini sürekli ve rahat bir biçimde anlaşılabilir duruma sokmaktadır. Örneğin, sofra adabının oluşmaya başladığı ve sosyal literatürde akla gelebilen ve göz önünde imgelem ile canlanabilen ziyafet kültürünün, dönemsel aktarımı ilk olarak Erken Ortaçağ Dönemi Avrupası’nda başlamış olduğu var sayılabilir.

Toplumun, daha sonra gelecek akımlarla da bireyselleşmeye başladığı bir dönem olarak Ortaçağ’da, özellikle psikoloji bağlamında, kendi statüsünü dönemin karanlık olmasından kaynaklı olarak bir üst seviyeye taşımak isteyen insanların toplandığı bir ziyafet sofrasının varlığı düşünülebilir. Şöyle ki, antikite ile beraber önemli toplumsal konuların meydanlarda toplanılarak veya belirli meclislerde görüşülerek açık ve saf bir şekilde görüşülmesi önemli bir sosyal dinamikti fakat artık Ortaçağ’da insanlar, varlıklarını göstermekten geri durmak istemeyerek aynı zamanda da hayatın içerisinde fikirlerini ortaya koymak isteyen bireyler olarak evlerinde veya ziyafet davetlerinde toplanıyorlardı. Ziyafet, bu dönemde önemli bir sosyal süreklilik görevine sahipti.

Dönem halkının edep ve adabının da kontrol edildiği böylesi bir dönemde, din yine önemli bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsanların, bir önceki dönemde pagan öğretileri ile beraber, daha rahat bir tarzda bulunduğu ve şereflendirdiği ziyafetlerin artık dine ve kutsal kitaplara daha uygun olması gerektiğini savunuyorlardı. Yiyecek, zenginlik göstergesi kisvesinden biraz olsun sıyrılarak saygı duyulması gereken bir hal almaya başlamıştı. Dönem kaynaklarına bakarak, yine aynı durumda dönemin kısıtlı imkânlara sahip olduğunu görebiliyoruz.

75

Erken Ortaçağ dönemi ziyafetleri, çalışmanın ziyafet tipleri bölümünde de belirlendiği üzere eğlence, siyasi, ticaret, kutsama ve özel davet kapsamında olup bu davet türlerine bağlı olarak işlev kazanmaktaydı. İmparatorların düzenlemiş olduğu davetler genellikle siyasi amaçlı olup bu davetlerde siyasi ilişkileri şekillendirmek, imparatorun gücünü göstermek amaçlanmıştı. Principatus döneminden itibaren görülen bu siyasi amaç zamanla Ortaçağ’ın tamamına hâkim olan ziyafet yemek ilişkisini de artıran önemli bir gelişme olmuştur (Samancı, 2012: 21).

Ziyafetlere anlam yüklenmesinde sınıflı toplum yapısının verdiği elverişlilik en fazla ticaret sınıfı olan burjuvalarda görülmekte olup, burjuvaların ticari ilişki güdecekleri kişileri misafir etmek, güçlerini göstermek, misafirperverlik çerçevesinde iyi ilişkiler kurma amaçlarıyla birlikte ziyafetler işlev kazanmaya başlamıştır. Ticaret ilişkileri adına yapılan ziyafetler burjuvaların kendi evlerinde gerçekleştirilmiş olup, evin görkeminin yansıması adına hazırlıklara günler öncesinden başlanmaktaydı. Bunun yanında haftada bir gün izinli olan nundinae benzeri panayır yerlerinde de kimi zaman ziyafet törenleri yapılıp yemekler alana taşınarak misafirler bu alanda karşılanır, görgüde kusur edilmez ve misafirin memnun ayrılması adına hizmet edilirdi (Reis, 2012: 88).

Yemek kültürü, daha kapsamlı düşünüldüğü zaman, bir temel felsefe kaynağıdır. İnsanların kendi felsefesine göre yorumladıkları her durumu, kendilerinin yaşamak için birebir gereksinim duyduğu böylesine bir güce, farklı yaklaşımları mümkündür. Örneğin, bir zengin için yiyecek kavramı, şölen mantığı ile harmanlanıp siyasal açıdan bir gereksinim halini alabilmişken, geliri daha düşük ve soylu olmayan bir vatandaş için temel ihtiyaçtan öteye gidememiştir. Yiyeceklerin tartışılan bir başka boyutu ise, fizik dışı boyutuyla ilgilenen filozoflar olmuştur. Örneğin Platon’a göre, filozoflar her şeyin en iyisini bilen kimselerdi ve onlar kimlerin neler yiyip içmesi konusunda en uygun fikirleri verecek kimselerdi.

Pythagoras ise, et ve balık yememe konusunda önemli açıklamalarda bulunuyordu ve etkisini gösterebilmek için okullarında önemli konuşmalar üzerinde durmuştur. Görüldüğü gibi, sadece dini kitaplar ve coğrafik özellikler değil, dönemin felsefesi ve filozoflarının da daha etkili ve iyi bir yaşam için yeme içme konusunda önemli fikirleri vardır. Sokrates’e göre ise, yiyeceğin içeriğinden ve bileşenlerinden

76

daha önemli olan şey, yemeğin ölçütüydü. Bu kısımda Ahlak Felsefesi bağlamında düşünülebilir. Şöyle ki, Sokrates, insan bedeninin değil, ruhunun ölümsüz olacağına inanıyordu ve aşırı yemek yiyen kimselerin, bedenine karşı doyum içerisinde olduğunu ve bunun yanlış bir yaklaşım olarak gördüğünü belirtir. Örneğin ona göre, koca bir tabak yemeği, bir parça ekmek ile tüketen kişi oburdur. Yani burada yorumlanması gereken, dönemin en önemli yiyeceklerinden olan ekmeğin temel bir besin olduğu ve yiyecek tutkusunun bunun önüne geçtiğidir. Kişi ekmek ile de doyabilir fakat daha fazla yemek istemesini, haz duygusunu tatmak istemesiyle alakalıdır. Ksenophon ve Platon’un aktardığı eserlerde, Sokrates’in bu konudaki tutumuna bağlı olarak davrandığı görülür. Felsefe dünyasının bu görüş içerisindeki ortak fikri, kişinin çok yememesinden yanadır. Fakat M.Ö. 6.- 5. yüzyıllarda Hellen vazolarının kurban törenlerinin, çeşitli yiyeceklerin ve genç kızların çizimleri ile bezeliydi. Bu durum, o dönem filozoflarının aksine, yeme- içme merasimlerinin bolluk ve lüksten yana olduklarının göstergesidir (Güveloğlu, 2018: 154- 155).

Kutsama amaçlı ziyafetler Antik Hellen geleneğine bağlı olup onun bir devamı niteliğinde gelişen; ölenlerin ardından yapılan, dini bayram ve gelenekleri içeren veya cenaze şöleni niteliğinde olan ziyafetlerdi. Bu ziyafetlerin temel işlevi ölen kişinin ruhunu şad etmek, inanılan tanrıya karşı görevleri yerine getirmek, dini vazifeleri yaptığını şükranla duyurmak ve kutsama yapmaktı. Eleusis misterleri ve kentsel dionysia şölenleri bu kapsama girmektedir (Samancı, 2012: 22).

Ziyafetin işlevleri arasında mitoloji ile bağ kurmak, aslında Erken Ortaçağ Dönemi’nin Hristiyanlığı’nın öğretilerine benzerliği açısından önemlidir. Şöyle ki, paganizmde kendi içerisinde dikteleri olan bir dindi ve her tanrının kendine özel tapınımları olmuştur. Bu da belli dönemler içerisinde belli yiyeceklerin yenmemesi gibi çeşitli tapınımları gören bir din tapınımı olmuştur. Bu nedenle, kaynaklarda geçen eski mitsel temalar, amaç farklılığından ayrı olarak ilerlemeye devam etmiştir.

Buna benzer bir başka duruma ise, Germen mitolojisinde karşılaşılmaktadır. Germen ve İskandinav Tanrı’sı Odin, savaşçılarına eviolan Valhalla’da ziyafetler veriyor ve şölenler düzenliyordu. Konuklarına sunduğu ve adı Schrimnir olan domuz ise, her akşam kesilip yeniliyor ve her sabah yeniden doğuyordu. Burada, toplumdan ve zamandan zamana değişen algının mitlere yansıdığı bir başka durum görülebilir.

77