• Sonuç bulunamadı

Arapçada her kuru meyveye özellikle kuru üzüm ve kuru hurmaya denir (Mütercim Âsım Efendi, 2009: 830). Bu kuru meyvenin şekerli su ile sulandırılmasıyla da hoşaf hazırlanır.

Aşağıdaki beyitte sevgilinin dudakları, tatlı olmasıyla hoşafa, beni de hoşafın içindeki meyve parçasına teşbih edilmiştir. Hoşafın içinde bulunan meyve parçacıklarının içene güzel gelmesi gibi sevgilinin dudağındaki ben de ona yakışmıştır:

Lebünde yaraşur benler k’olur hûb

Hoş-âbî şekkeri olsa zebîbün (END, G. 3551/4)

2.3. Kahve

Ortadoğu'nun eski kültür bitkilerinden biri olan kahve, Afrika kıtasından yeryüzünün çeşitli yerlerine yayılmıştır. Uzunluğu 6-8 cm arasında değişen, parlak, koyu yeşil yapraklara, hoş kokulu beyaz çiçeklere ve kirazı andıran meyvelere sahip, ağaççık görünümünde bir bitkidir. Olgunlaşıp kızaran meyvenin içinden çıkan iki çekirdek tanesi çok eski dönemlerden beri içecek olarak kullanılmıştır (Günal, 2011: 177).

143

Osmanlı topraklarına ilk olarak 16. Yüzyılda Mısır'dan geldiği rivayet edilen kahve, ilk bulunduğu dönemden bu yana birçok kültürde yaygın olarak içilen bir içecek olmuştur. İlk olarak sarayda içilen kahve, halk arasında hızla tüketilmeye başlanmış ve zaman içerisinde kendine özgü bir kültür oluşturmuştur (Ayalp, 2011: 59). Kahvenin İstanbul, Anadolu ve Rumeli'de ilk olarak ne zaman tüketildiği hakkında kesin bilgiler mevcut değildir. Kâtip Çelebi'nin verdiği bilgiye göre kahve, 1543 yılında İstanbul limanında işlem görmüştür. İbrahim Peçevî'ye göre İstanbul'da ilk kahvehaneler 1554-1555 yılında Halepli Hakem adında bir tüccar ve Şamlı Şems adında bir kişi tarafından açılan ve her ikisi de Tahtakale'de bulunan kahvehanelerdir. Bu durumda kahvenin 16. yüzyıl ortalarına doğru İstanbul'a geldiği, kısa sürede popüler olduğu ve etrafında bir tüketim kültürü oluştuğu söylenebilir. 17. Yüzyılın ilk yarısında İstanbul'da uygulanan yasaklara rağmen kahvehaneler çalışmaya devam etmiş, IV. Mehmed'in yasağı kaldırmasıyla kahvehâne kültürü sağlamlaşmıştır (Pişkin, 2012: 394-395). Osmanlı döneminde hem içimi hem de sunumu ile diğer içeceklerden farklı bir yeri olan kahve, bir süre sonra evlerin dışında da içilmeye başlanmış ve halkın kahve içerken sosyalleştiği kahvehane kültürü oluşmuştur (Ayalp, 2011: 59). İnsanlar kahvehaneye sadece kahve içme isteği nedeniyle gitmemiş, aynı zamanda dışarıya çıkmak, geceyi arkadaşlarla geçirmek, eğlenmek ve başkalarıyla görüşmek için de kahvehâneler kullanılmıştır (Hattox, 1998: 79).

Bir sohbet aracı olan kahve için zamanla çeşitli deyimler de ortaya çıkmıştır: “Gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül ahbâb ister kahve bahane.”, “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır.”

Kahveyle 16. yüzyılda tanışılmasından ve kahvenin kendini sosyal hayatta yeni yeni kabul ettirmesinden dolayı bu dönemde şiirlerde çok fazla rastlanılmamıştır. Bu ve bundan sonraki dönemlerde divan şiirinde daha çok kahvenin muhtevası, rengi ve fonksiyonu ile şarabın aynı özellikleri karşılaştırılmıştır. Bu durumda bazı şairler şaraptan bazıları ise kahveden yana tavır koymuşlardır. Kahvenin çekirdekten elde edilmesi, kahve ile şarabın helâl-haram açısından çatışması, Yemen'den gelmesi, su ile birlikte içilmesi, gülşeker ile birlikte ikram edilmesinin yanında keder verici olması, uyuşukluk vermesi, renginden dolayı karga, kara su ve yılan zehri olarak görülüp uğursuz sayılması gibi olumsuz özelliklerine de değinilmiştir. Bunun yanında kahvenin

144

faydalarını anlatan beyitler de olmuştur. Uyku giderme özelliği, keyif ve safa vermesi, sağlığa faydası, takatsizlikten kurtarması özelliklerine yer verilmiştir (Açıkgöz, 1999: 6-27). Rengi bakımından da kâfir (küfr) ile ilgi kurulmuştur. Aynı zamanda beyitlerde “kahve-fürûş, kahve-nûşân” şeklinde yer almıştır (Sefercioğlu, 2001: 92).

Fatih semtinde bulunan Karaman pazarı, döneminin İstanbul'un en büyük pazarlarından biridir. Şarap yasağı, meyhânelerde şarap içenlerin bahtını karartırken Karaman'ın kahvehânelerinde kahve içenlerin safâ sürmesini sağlamaktadır. Nev‘î, “ikiyüzlülük tozu” tabiri ile bir yandan toz hâlinde olan kahveyi kastetmiş, diğer yandan da padişahın çevresinde onun fikirlerini etkileyen ikiyüzlü insanların olduğunu belirtmiştir. Beyitten kahve içenlerin şarap yasağını destekledikleri de anlaşılmaktadır:

Gubâr-ı zerk idüpdür tire baht-ı âb-ı engûrı

Safâlar sürse demdür kahve-nûşânı Karaman'un (ND, G. 257/4)

İkiyüzlülük tozu ile üzüm suyunun bahtını kararttılar. (Şimdi) Karaman'ın kahve içenlerinin safâ sürme zamanıdır.

Şarap ile kahveyi mukayese eden diğer şair Bâkî, kahvenin ayrı bir âlemi olduğunu söylerken iki çinî porselen kâse içindeki şarap ile Çin'e kadar yol alabileceğini belirtir: Egerçi kahvenün bir gûne vardur ‘âlemi ammâ

İki kâse mey içre seyr iderler Çîn ü Fagfûrı (BD, G. 547/3)

Osmanlı döneminde esnafı denetleyen memur olan muhtesip, çarşıyı denetlerken kahve satana düşmanlık eder. Bunun nedenini anlamayan Nev‘î, kahvenin o zamanlar helâl mi haram mı diye çok tartışılmasından olmalı “Müslüman kişi kahve içerse kâfir mi olur?” diye sorar. Bir sonraki beyitinde ise kahvenin uyku kaçırdığına değinerek iki fincan kahve içmeyen müderrisin ertesi gün derse çıkamayacağını, gece kitaba bakacak hâlinin olmayacağını belirtir:

Muhtesib kahve-fürûşa ne ta‘addî eyler

Yohsa kâfir mi olur içse müsülmân kahve (ND, Kt. 65/1)

145

Eger içmezse müderris iki fincan kahve (ND, Kt. 65/2)

Kanunî Sultan Süleyman, 1538 yılındaki fermanıyla İstanbul'a şarap getiren gemileri Galata'ya yakın bir limanda yaktırmış ve şarapla birlikte her türlü eğlenceyi halka yasaklamış, meyhaneleri kapattırmıştır (And, 2011: 173). Şarap meclislerinde musikî eğlenceleri varken, kahvehânelerde de efsaneler anlatılarak eğlenilirdi. Nev‘î, getirilen şarap yasağının ardından şarabın yerini kahvenin aldığını, meclislerdeki musikînin yerine de kahvehânelerdeki efsanelerin geçtiğini belirtir:

Kahveye tebdil idüp câm-ı şarâbun lezzetin

Bagladılar savt ü nakşun yirine efsâneyi (ND, G. 469/2)

Şarap kadehinin lezzetini kahve ile değiştirip musikînin yerine efsane anlatmaya başladılar.

2.4. Sirkencübîn

Bal ve sirkeyle hazırlanan sirkencübîn şerbeti, hastalıklarda ilaç yerine kullanılan bir şerbettir (Akçiçek, 2008: 970). Safrayı yatıştırarak harareti kestiği de bilinmektedir. Aynı zamanda göğsü temizler ve yumuşatır (Önler, 1981: 184).

Divan şiirinde sevgilinin dudakları, sıtma hastalığına iyi gelen sirkencübine benzetilmiştir (Özkan, 2007: 549). Nev‘î divanında sirkencübinin gülşeker eşdeğerde olmayacağı ifade edilir:

Turş-rûlık lafz-ı şîrînden ola bed-hûya bih

Bir midür sofraya hiç sirkencübîn ü gül-şeker (ND, K. 12/66)