• Sonuç bulunamadı

3. ZAMAN VE MEKÂN BOYUTUYLA MEDÎNE’YE BİR BAKIŞ

3.1. Zamansal Boyut: Bir Varoluş Hikâyesi

Yesrib kelimesi sözlükte s-r-b fiilinden türevleriyle beraber “ifsat etmek, kınamak, bozmak, ayıplamak” gibi tamamen olumsuz manalar içeren bir

kelimedir.149 Çok kadîm bir geçmişe sahip olan bu kelimenin eski kaynaklar,

kitâbeler ve yazıtlarda yer aldığı bilgisine rastlanmaktadır. Mesela Bâbil Kralı için

hazırlanan Harran anıtlarında “itribo” yazdığı,150 Bizanslı Batlamyus ve Stefan

tarafından “Jathripa, Jathrippapolis” olarak ifade edildiği,151 Yasin suresi 14. ayet-i

kerimesinde geçen karye kelimesinin “Yesrib” olduğuna dair görüşler

bulunmaktadır.152 Yine meşhur İmrau’l-Kays Dîvanı’nda iki kez övgüyle Yesrib’ten

bahsedilmektedir.153 Yesrib kelimesi Kuran-ı Kerîm’de ise sadece bir ayette açıkça

zikredilmektedir.154

149 Şâfiî, Ebû Abdillâh Muhammed b. İdrîs b. Abbâs (204/820), Müsned, II, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye,

Beyrut 1951, 79; İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullâh b. Müslim (276/889), Garîbu’l-Kur’ân, I, thk. Ahmet Sakr, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, yy. 1978, 222; Ezherî, XV, 59; İbnü’l-Haddâd, Ebû Osmân Saîd b. Muhammed Serakustî, Kitâbu’l-Efâl, III, Müessesetü Dâru’ş-Şa’b, Kahire 1975, 634; Râgıb el-İsfehânî, Ebü’l-Kâsım Hüseyn b. Muhammed b. Mufaddal (V./XI. yüzyılın ilk çeyreği), Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân, I, thk. Safvân Adnân, Dâru’l-Kalem, Beyrut 1412, 173; Neşvân Himyerî, Ebû Saîd Neşvân b. Saîd (b. Neşvân) b. Sa‘d b. Ebî Himyer b. Ubeydillâh Himyerî Yemenî (573/1178), Şemsu’l-Ulûm ve Devâu Kelâmi’l-Arab mine’l-Külûm, thk. Hüseyin b. Abdillâh Amrî, II, Dâru’l-Fikr, Dımaşk 1999, 836; Yâkut Hamevî, V, 439; İbn Manzûr, VI, 475; Ebûbekir Râzî, Ebû Abdillâh Zeynüddîn Muhammed b. Ebî Bekr b. Abdilkâdir (666/1268’den sonra), Muhtâru’s-Sıhâh, I, thk. Yûsuf Şeyh Muhammed, Beyrut 1999, 49; Feyyûmî, Ebü’l-Abbâs Hatîbüddehşe Ahmed b. Muhammed b. Alî Hamevî (770/1368-69), Misbahu'l-Münîr fi Ğaribi'ş-Şerhi'l-Kebir, I, Mektebetü’l- İlmiyye, Beyrut ts., 81; Zebîdî, II, 83; Ahmed Muhtar, Mu’cemu’l-Luğati’l-Arabiyyeti’l-Muâsıra, I, Âlemü’l-Kütüb, Kâhire, 2008, 313; Ğadbân, Yâsin, Medînetü Yesrib Kable’l-İslâm, Dâru’l-Beşîr, Amman 1993, 17 vd.; İbrâhim Şerîf, I, 245. Bu manasıyla Kur’ân-ı Kerim’de kullanılmıştır: Yûsuf dedi ki: “Bugün size kınama yok. Allah sizi bağışlasın. O, merhametlilerin en merhametlisidir. Yusuf, 12/92.

150 Abdulbâsıt Bedr, I, 17; Beyyûmî, Muhammed, Dirâsât fî Târihi’l-Arabi’l-Kadîm, Dâru’l-Ma’rife,

ts., 384-387.

151 Cevâd Alî (1907-1987), Mufassal fî Târih’l-Arab Kable’l-İslâm, IV, Dâru’s-Sâkî, Dördüncü Baskı,

yy., 2001. 129; Abdulbâsıt Bedr, I, 17; Beyyûmî, 384-387; Ğadbân, 19.

152 " َنوُلَس ْرُمْلا اَهَءآََج ْذِا ِِۢةَي ْرَقْلا َباَحْصَا ًلاَثَم ْمُهَل ْب ِرْضا َو" - Onlara mâlûm şehir (karye) halkını örnek göster.

Oraya elçiler gelmişti. Yâsîn 36/13. Burada yer alan karye kelimesi ile Yesrib kastedildiği bilgisi için bkz. İbn Vehb, Ebû Muhammed Abdullâh b. Vehb b. Müslim Fihrî Mısrî (197/813), Tefsîru’l-Kur’ân mine’l-Câmi’ li’bni Vehb, I, thk. Miklos Murânî, Dâru’l-Ğarbi’l-İslâmî, yy. 2003, 15.

153 İmrau’l-Kays, Hacer b. Hâris Kindî (m. 545), Dîvânu İmrau’l-Kays, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut 2004,

74, 136.

154 “Hani onlardan bir grup, “Ey Yesrib halkı! Sizin burada durmak imkânınız yok. Haydi, geri dönün

demişti. Onlardan bir başka grup da, Evlerimiz açık (korumasız) diyerek Peygamberden izin istiyorlardı. Oysa evleri açık (korumasız) değildi. Onlar sadece kaçmak istiyorlardı.” Ahzâb, 33/13.

58

Muhtelif bilgiler bulunmakla beraber Yesrib’in milattan önce yaklaşık 1600’lü

yıllarda tesis edilmeye başlandığı ifade edilmektedir.155 Her ne kadar çok geç bir

dönem gibi gözükse de Yesrib’e ait tarihi bilgiler Mekke’ye oranla daha azdır.156

Bunun en önemli sebebi bölgenin Mekke’ye göre geç dönemde yerleşim birimi

olarak ortaya çıkmış olmasıdır.157 Tarihi çok eskilere dayanmakla birlikte

kaynaklarda yer alan bilgilerde tutarsızlıklar ve menkıbevi unsurlar oldukça fazla yer tutan şehrin ilk sakinleri konusunda çeşitli rivayetler söz konusudur. Şehrin ilk tesisi noktasında çeşitli görüşler öne sürülse de ağırlıklı olarak üç görüş ön plana çıkmaktadır. Bu görüşlerden ilkine göre Sa’l ve Fa’lic kabileleri, ikincisine göre

Yahûdîler, üçüncüsüne göre ise Evs ve Hazrec ilk olarak Yesrib’i tesis etmişlerdir.158

Bu bağlamda en çok kabul gören, bizim de tercih ettiğimiz görüş, Yesrib’in ilk sakinlerinin Sa‘l ve Fâlic kavimleri olduğudur. Bölgeye nereden geldikleri ve

155 Ebû Şehbe, Muhammed b. Muhammed b. Süleyman (1983/1403), Sîretü’n-Nebeviyyeti alâ Davi’l-

Kur’âni ve’l-Sünneti, Dâru’l-Kalem, Dımaşk 2006, 57; Milattan önce 10. asırda yani hicretten 1600 yıl önce olduğunu söyleyenler de vardır. Bkz. Abdulbâsıt Bedr, I, 24; Safa, 11.

156 Bu hususta hiçbir sağlam rivayet yok diyenler de vardır. Bkz. Faruk Ermemiş, Hz. Muhammed’in

Başkenti Medîne, Hazar Matbaacılık, Ankara 2009, 40.

157 Kaynaklarda Yesrib’in dağınık yerleşimini ifade eden tüm bölgeye mi yoksa bölgenin belirli bir

kısmına mı şâmil olduğu noktasında çeşitli görüşler bulunmaktadır. Tefsirlerde, meallerde veya bazı tarih kitaplarında genel olarak Yesrib, Medîne kelimesinin müradifi olarak kullanılmıştır. Ma‘mer b. Müsennâ, Ebû Ubeyde (209/824), Mecâzu’l-Kur’ân, II, thk. Muhammed Fevâd, Mektebetü’l-Hancî, Kahire 1962, 134; Hemdânî, Ebû Muhammed Lisânü’l-Yemen Hasen b. Ahmed b. Ya‘kûb (360/971), Sıfâtu Cezîreti’l-Arab, Brill, Londra 1884, 124; İbn Abdilhak, Ebü’l-Fezâil Safiyyüddîn Abdülmü’min b. Abdilhak b. Abdillâh Bağdâdî (739/1338), Merâsidü'l-Ittıla’ Alâ Esmâi'l Emkineti Ve'l-Bikâ’, III, Dâru’l-Cîl, Beyrut 1992, 1474; Zerkeşî, Ebû Abdillâh Bedrüddîn Muhammed b. Bahâdır b. Abdillâh Türkî Mısrî Minhâcî Şâfiî (794/1392), İ’lâmu’s-Sâcid bi Ahkâmi’l-Mesâcid, thk. Ebu’l-Vefa Mustafa el-Merâği, Kahire 1992, 235; Küçükaşcı, 152. Yesrib’in Medîne’ye ait bir köy olduğu görüşü de kaynaklarda zikredilmektedir. Medîne’ye dair en erken kaleme alınan eserlerden biri olan Ahbâru’l Medîne adlı eserinde İbn Zebâle (199/814) “Yesrib, Medîne’nin ümmü’l-kurasıdır” şeklinde görüş belirterek buranın doğuda yer alan Kanât Vadisi ile kuzeybatıda üç mil uzaklıkta bulunan Cürf arası ve kuzeyde Berenî diye bilinen Mâl ile Sel’ dağının kuzeyinde bulunan Zebâle’ye kadar olan alanı ifade ettiğini söylemektedir. Bkz. İbn Zebâle, 184; İbn Neccâr, 26; Mercânî, I, 111; Himyerî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Muhammed b. Abdillâh b. Abdilmün‘im Sanhâcî (727/1327), Ravzu’l-Mit’âr fî Haberi’l-Aktâr, thk. İhsan Abbâs, Mektebetü’l-Lübnân, Beyrut, 1984, 402; Fâsî, Ebü’t-Tayyîb Takiyyüddîn Muhammed b. Ahmed b. Alî Hasenî (832/1429), Şifâu’l-Ğarâm bi Ahbâri Beledi’l- Harâm, II, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 2000, 385; Ensârî, Abdülkuddûs, Âsârü’l-Medîneti’l- Münevvere, Mektebetü’s-Selefiyye, Medine 1393/1973, 177; Ğadbân, 19. Kalkaşendî aynı fikirde olduğunu ifade ettiği halde Yesrib’in Kubâ ve Cürf arasında olduğunu söyleyerek mevcut alana biraz daha genişlik katmaktadır. Bkz. Kalkaşendî, Ebu’l-Abbâs Şihâbüddîn Ahmed b. Alî (821/1418), Subhu’l-A’şâ fî Sınâai’l-İnşâ, IV, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, ts., 298.

158 Geç dönem araştırmacılarından bazıları ayrıca tarihî süreç içerisinde Mainliler, Sebeliler,

Keldânîler hatta Romalıların bile şehirde kısa bir süre bulundukları yönünde bilgilere yer vermektedir. Bkz. Cevâd Alî, VII, 128; Şevkî Dayf, Ahmed Şevkî Abdisselâm Dayf Şehrî (1426), Târihu’l-Edebi’l- Arabi’l-Asri’l-Câhilî, Dârul-Meârif, ts., 53; Beyyûmî, I, 384; İbrahîm Şerîf, 241; Tevfîk Berû, 184; Abdulbâsıt Bedr, I, 41-50; Şurrâb, Medîne, 45; Ğadbân, 18-19; Bozkurt, Nebi-Mustafa Sabri Küçükaşcı, “Medîne”, DİA, XXVIII, Ankara 2003, 306.

59

neseblerinin kime dayandığı tam belli olmasa da bu iki kavmin Hz. Nuh zamanında

ortaya çıkan tufandan sonra Yesrib’e geldiği ifade edilmektedir.159 Genellikle ova ve

dağ eteklerine yerleşen Sa’l ve Fâlicliler mevcut rivayetlere göre Dâvud Peygamber

ile savaşmış ve esir alınarak bölgeden uzaklaştırılmışlardır.160

Sa‘l ve Fâlic kavimlerinden sonra sonra, başta San’a olmak üzere çeşitli

bölgelere dağılmış bir topluluk olan Amâlika’nın161 bir kısmı Yesrib’e gelmiş ve

buraya yerleşmiştir.162 Kaynaklarda Yesrib’i ilk tesis eden kişinin Yesrib b.

Kâyine163 b. Mehlâil b. İrem b. Abîl b. Avz b. Erim b. Sâm b. Nuh164 olduğu ve bu

yüzden şehre ona nispetle “Yesrib” isminin verildiği belirtilmektedir.165 Bunun

159 İbn Neccâr, 26; Fâsî, II, 386; Şâmî, Muhammed b. Yûsuf Sâlihî (942/1536), Sübülü’l-Hüdâ ve’r-

Reşâd fî Sîreti Hayri’l-İbâd, III, thk. Âdil Ahmed Abdülmevcûd, Beyrut 1993, 282; İbrâhim Şerîf, 215; Cevâd Alî, VII, 29; Abdulbâsıt Bedr, I, 17. Bu iki topluluğun amâlikadan olup olmadığı noktasında net bilgi olmasa da İbn Zebâle onların Amâlika’nın bir kolu olduğu görüşünü ifade etmiştir. Bkz. İbn Zebâle, 165.

160 İbn Zebâle, 165; İbn Neccâr, 26; Mercânî, I, 119; Fâsî, II, 386; Şâmî, III, 282; İbrâhim Şerîf, 215;

Cevâd Alî, VII, 29; Abdulbâsıt Bedr, I, 22; Ayyâşî, 21.

161 Amâlik, İmlik, Amlak, İmlîk ve İmlaku şekillerinde telaffuz edilen bu topluluk Sâmi kökenli olup

İslâmi kaynaklara Beni İsrail rivayetlerinden geçmiştir. Bu yüzden bize ulaşan bilgilerde çok farklılıklar bulunmaktadır. Mesela Tevrat’a göre bu topluluğun atası, Hz. İshak'ın torunu Elifaz'ın cariyesi Tirona'dan doğan oğlu Amalek iken, İslâm tarihçilerinin bir kısmına göre Nuh’un oğlu Sâm, bir kısmına göre ise Nuh’un oğlu Hâm’a dayanmaktadır. Bunlara Amâlika denmesinin sebebi çok uzun boylu ve iri cüsseye sahip olmalarından dolayıdır. Musa zamanında yaşayan bu kavim hakkında daha fazla bilgi için bkz. İbn Sîde, Ebü’l-Hasen Alî b. İsmâîl Darîr Mürsî (458/1066), Muhkem ve’l- Muhîti’l-A’zam, II, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 2000, 414; İbn Manzûr, X, 271; Zebîdî, XVI, 208; Cevâd Alî, I, 346-347; Abdulbâsıt Bedr, I, 29; Sargon Erdem, “Amâlika”, DİA, II, İstanbul 1989, 556 vd.

162 İbn Zebâle, 166; İbnü’l-Cevzî, Muntazam, I, 243.

163 Kaynaklarda bu isim yerine Kâniye, Kânia, Kâyin, Nâbite, Ubeyd, Umeyl, Abîl, İbîl, Vâil gibi çok

farklı isimler de kullanılmıştır. Bkz. Süheylî, Ebü’l-Kâsım Abdurrahmân b. Abdillâh b. Ahmed Has‘amî (581/1185), Ravzu’l-Unûf fî Şerhi’s-Sîreti’n-Nebeviyye li’bni Hişâm, IV, Dâru İhyâi’t- Türâsi’l-Arabî, Beyrut 1992, 172; İbnü’l-Cevzî, Muntazam, I, 243; Zerkeşî, 235; Kurtubî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed b. Ebî Bekr b. Ferh (671/1273), Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân (Tefsîru’l- Kurtubî), XIV, Dâru’l-Kütübi’l-Mısriyye, Kâhire 1964, 148; İbrâhim Rıfat Paşa (1857-1935), Mir’âtu’l-Harameyn, I, Dâru’l-Kütübi’l-Mısriyye, Kâhire 1925; 407; Ğadbân, 17.

164 Genellikle bu şekilde verilen isim silsilesinde bazen farklı isimler kullanılmıştır. Onlardan bir

tanesinde sadece Yesrib yerine Hayber ismi kullanılmış ve Amâlika kavminden bir kişi olduğu ifade edilmiştir. Bu isimlendirme bize Yesrib’in Hayber adında bir kardeşinin olduğu ya da sehven ismin yanlış verildiği bilgisine götürmektedir. Bkz. İbnü’l-Mülakkin, Ebu Hafs Siracüddin Ömer b. Alî b. Ahmed Ensâri Mısri (804/1401), İ’lâm bi Fevâidi Umdeti’l-Ahkâm, VII, thk. Abdülaziz b. Ahmed b. Ahmed, Dâru’l-Âsıme, Suudi Arabistan 1997, 475. Aynı şekilde Huneyn ismi de kullanılmıştır. Bkz. Süheylî, VII, 199. Yesrib’in nesebine dair bir soy ağacı çizimi için bkz ek-1.

165 Belâzürî, Ensâb, I, 6; Makrizî, Takiyuddîn Ahmed b. Alî b. Abdülkâdir b. Muhammed, (845/1442),

İmtâü’l-Esmâ’ bi mâ li’n-Nebiyyi mine’l-Ahvâli ve’l-Emvâli ve’l-Hafedeti ve’l-Metâ’, XIV, thk. Muhammed Abdulhamîd Nemîsî, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, ts., 365; Yâkut Hamevî, V, 430; Kalkaşendî, IV, 290; Süheylî, IV, 172; İbnü’l-Cevzî, Muntazam, I, 243; Semhûdî, I, 125-126; Diyârbekrî, Kâdî Hüseyin b. Muhammed b. Hasen (990/1582), Târîhu’l-Hamîs fî Ahvâli Enfesi Nefîs, I, Dâru’s-Sâdır, Beyrut, ts., 73; İbn Haldûn, Ebû Zeyd Veliyyüddîn Abdurrahmân b. Muhammed b.

60

yanında Yesrib’de ilk ekim-dikimi yapanların, ev-utum tarzı meskenleri oluşturanların ve yerleşik hayata dair en belirgin işaretlerin Amâlika kavmine ait

olmasından dolayı şehrin ilk sâkinleri/sahipleri olarak nitelendirilmişlerdir.166 (Bkz.

Ek-15.)

Amâlika’nın söz konusu şehirde egemenliği Hz. Musa zamanına kadar devam etmiştir. Rivayetlere göre Hz. Musa, Mısır firavununa karşı büyük bir zafer kazandıktan sonra Şam’a doğru gitmiş, buraya ulaştığında taraftarları olan Yahudilerden bir grup seçip, Amâlika kavmine mensup olan tüm yetişkinlerin

öldürülmesini istemiştir.167 Söz konusu Yahudiler bu emri aldıktan sonra, Şam’dan

hareket etmişler, ardından Mekke ve Yesrib’e doğru yön belirlemişler, zikredilen iki şehre vardıktan sonra Amâlika’dan yetişkin olanların tamamını yok etmişlerdir. Amâlika kralı Arkâm b. Ebi’l-Arkâm’ı da öldürülen Yahudiler kralın bir oğlunu öldürmemiş ve onu Hz. Musa’ya teslim etmek için Şam’a kadar götürmüşlerdir.

Muhammed b. Muhammed b. Hasen Hadramî Mağribî Tûnisî (808/1406), Târihu İbn Haldûn (Kitâbü'l-'İber ve Divânü'l­Mübtede' ve'l-Haber fî Târihi’l-'Arab ve'l-'Acem ve'l-Berber), I, thk. Halîl Şehâde, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1988, 356; Mes‘ûdî, Ebü’l-Hasen Alî b. Hüseyn b. Alî Hüzelî (345/956), et-Tenbîh ve’l-İşrâf, thk. Abdullah İsmâil Sâvî, Dâru’s-Sâvî, Kâhire, ts., 148; Cevâd Alî, VII, 128; İbrâhim Şerîf, I, 242; Beyyûmî, 386; Abdulbâsıt Bedr, I, 14; Mahlâvî, Hanefî, Emâkinu’l-Meşhûre fî Hayâti Muhammed, Âlemü’l-Kütüb, Kahîre 2002, 184; Ayyâşî, 23; Buhl, Fr., "Medîne", İA, M.E.B., VII, İstanbul 1993, 306.

166 Yakut Hamevî, V, 84. Endülûsî, İbn Saîd, Neşvetü’t-Tarab fî Târîhi Cahiliyyeti’l-Arab, thk. Nusret

Abdurrahmân, Mektebetü’l-Aksâ, Amman, ts. 57; Abdulbâsıt Bedr, I, 38; Ayyâşî, 11. Dâvûd Peygamber’in bunlarla savaşmış olması da kaynaklarda yer alan bilgiler ışığında çok yüksek ihtimal arz etmektedir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan Tâlût-Câlût kıssasına göre “Tâlût ordu ile hareket edince, “Şüphesiz Allah sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim ondan içerse benden değildir. Kim onu tatmazsa işte o bendendir. Ancak eliyle bir avuç alan başka." dedi. İçlerinden pek azı hariç, hepsi ırmaktan içtiler. Tâlût ve onunla beraber iman edenler ırmağı geçince, (geride kalanlar) "Bugün bizim Câlût'a ve askerlerine karşı koyacak gücümüz yok.” dediler. Allah'a kavuşacaklarını kesin olarak bilenler (ırmağı geçenler) ise şu cevabı verdiler: “Allah'ın izniyle büyük bir topluluğa galip gelen nice küçük topluluklar vardır. Allah sabredenlerle beraberdir”. (Tâlût'un askerleri) Câlût ve askerleriyle karşı karşıya gelince şöyle dediler: “Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlam bastır ve şu kâfir kavme karşı bize yardım et. Derken, Allah'ın izniyle onları bozguna uğrattılar. Davud, Câlût'u öldürdü. Allah ona (Davud'a) hükümdarlık ve hikmet verdi ve ona dilediğini öğretti. Eğer Allah'ın; insanların bir kısmıyla diğerlerini savması olmasaydı, yeryüzü bozulurdu. Ancak Allah, bütün âlemlere karşı lütuf sahibidir.” Dâvûd’un öldürdüğü Câlut, ismi Ahd-i Atîk’te geçen Golyat’tır. Golyat’ın dev gibi, iri cüsseli olması (2 ya da 3 metre boyunda) ve Amâlikâ kavminin özellikleri taşıması bu durumu kuvvetlendirmektedir. Bkz. Bakara, 2/249-251; Tesniye, 2/11; II. Samuel, 21/19-20; Tarihler, 20/8; Abdurrahmân Küçük, “Câlût”, DİA, VII, İstanbul 1993, 38.

167 İbn Zebâle, 166-167; Yâkut Hamevî, V, 84; Mercânî, I, 120; İbnü’z-Ziyâ, Ebu’l-Bekâ Bahâüddîn

Muhammed b. Ahmed b. Ziyâiddîn Muhammed Ömerî Sâğânî (854/1450), Târîhu Mekkete’l- Müşerrefe ve’l-Mescidi’l-Harâm ve’l-Medîneti’ş-Şerîfe ve’l-Kabri’ş-Şerîf, thk. Alâ İbrâhim Ezherî - Eymen Nasr Ezherî, Beyrut 1997, 216; Nehrevâlî, 15; Cevâd Alî, III, 129. Musâ’nın Amâlika ile olan bu savaşını anlatan kaynakların referans olarak Tevrat’ta yer alan “Amalekliler Bozguna Uğruyor” başlığını aldığı söylenebilir. Tevrat’ta yer alan bu bilgiye göre Musa, Yeşu adından bir komutanı görevlendirmekte ve Yeşu Amâlika ile savaşarak onları yenmektedir. Bkz. Çıkış, 74, ek-16.

61

Yalnız bunlar Şam’a ulaşmadan önce Hz. Musa ölmüştür. Bu esnada Şam’daki Yahudiler, Hicaz bölgesinde öldürülen Amâlika kralının oğluyla gelen Yahudilerin şehre girmesine izin vermemişlerdir. Bu yüzden söz konusu Yahudiler tekrar Hicaz

bölgesi yani Mekke ve Yesrib’e dönmek zorunda kalmışlardır.168

Amâlîkadan sonra Yahudilerin bir kısmı Teyma’ya bir kısmı Hayber’e bir kısmı da Yesrib’e yerleşmiştir. Böylece Yesrib toprakları ilk kez Yahudilerle

buluşmuştur.169 Tarih noktasında kesin bilgi olmamakla beraber Yahudiler şehre

yerleştikten sonra başta bölgenin en verimli kısımları olmak hemen hemen tamamına

hâkim olmuşlardır.170 Buraya göç etme hususunda en önemli rol Kaynukalılara ait

olmalıdır ki hemen şehrin batı kısmında “kaynuka‘” adında bir pazar kurmuşlardır.171

Bu sebeple daha sonra Araplardan bazı gruplar buraya gelmiş ve Yahudilerin

yanında kalmaya başlamışlardır.172

168 İbn Zebâle, 167; İbn Neccâr, 27; Mercânî, I, 132-133; Nehrevâlî, 15; Abdulbâsıt Bedr, I, 32;

Ğadbân, 20-21.

169 İbn Zebâle, 167-168; İbn Neccâr, 26-27; Ahmed Emîn, Fecru’l-İslâm, I, İskenderiyye 1928, 27.

Yahûdîlerin Yesrib’e gelişleri noktasında pek çok rivayet vardır. Bunlardan birine göre bölgeye ilk yerleşen Yahûdîlerin Filistin’den gelmektedir. Bkz. Abdulbâsıt Bedr, I, 50 vd.

170 Özellikle de Mehzûr, Müzeynib, Buthân gibi şehrin en sulak ve en verimli bölgelerini, sâfile,

harre, Kuff, Zeğâbe’ye yakın yerleri tercih etmişlerdir. Mesela Kurayza Yahudileri Mehzûr ovasına, Nadîr Yahudileri Müzeynib ovasına, Kaynuka Yahudileri ise Buthân vadisinin olduğu köprü taraflarına yerlemiş, kuyular açıp bahçeler ekmişlerdir. Kendilerine hem oturacak evler hem de korunacak kaleler (utum) inşa etmişlerdir. Bu sayının da 59 olduğu söylenmektedir. Bkz. Bekrî, Abdulâh b. Abdilazîz b. Muhammed b. Eyyûb b. Amr Endelüsî (487/1094), el-Mesâlik ve’l-Memâlik, I, Dâru’l-Ğarbi’l-İslâmî, yy., 1992, 413-414; Mercânî, I, 136; Yâkut Hamevî, V, 84; İbnü’z-Ziyâ, I, 216; Nehrevâlî, 15; Ayyâşî, 17-18. Utumlar konusunda detaylı bilgi için çalışmamızın ekler kısmında yer alan utûmlar tablosuna bakınız. Ek-41.

171 Buhl, “Medîne”, İA, VII, 460; Ermemiş, 41.

172 Bir rivayete göre bunlardan “Beni Arîf” Amâlika’dan, “Beni’l-Cedmî/Cezmî” ise Yemen

Araplarından, “Benî Şatye” Ğassân Araplarından kalan cemâatlerdendir. Bunların yanında Benî Neyf/Üneyyif, Benî Hirmân, Benî Şatye, Benî Muâviye ve Benî Mersed veya Merîd isimlerinden de bahsedilmektedir. Evs ve Hazrec gelene kadar ismi geçen bu Arap kabileleri ile Yahûdîler çok iyi bir şekilde geçinmiş hatta bunların çoğu daha sonraları Yahûdîleşmiştir. Bunlara ait de 13 utum olduğu ifade edilmiştir. Bkz. İbn Zebâle, 169; Mercânî, I, 136; Nehrevâlî, 15; Cevâd Alî, VII, 129; Ğadbân, 20, 84.

62

Resim 1 - Yahudilerin şehre ilk yerleşimlerini gösteren bir minyatür (Medîne şehir müzesinden)

Yahudilerin Yesrib’de süren hâkimiyeti Yemen’deki Me'rib barajının

yıkılmasına kadar devam etmiştir. Zikredilen barajın yıkılmasına sebep olan Arîm

seli173 yüzünden Yemen’den ayrılmak durumunda kalan ve Amr Müzeykızâ b. Amr

önderliğinde Arabistan’ın çeşitli bölgelerine dağılan “Hârise b. Amr b. Sa‘lebe b.

Ömer b. Âmir” oğulları olan Evs174 ve Hazrec175 Medîne’ye göç etmiştir.176 Evs

kabilesi Yesrib’in âliye/avâlî177 olarak bilinen güney-doğu kısmına yerleşirken,

Hazrec kabilesi sâfile olarak bilinen kuzey-batı kısmına yerleşmeyi tercih etmiştir.178

Rivayetlere göre bu olay miladi IV. asırda gerçekleşmiştir. Ancak iki toplumun bölgeye gelişi arasında yaklaşık yetmiş yıllık bir zaman dilimi olduğunu söyleyen

173 Kur’an’da bu olay şu şekilde anlatılmaktadır. “Fakat onlar yüz çevirdiler. Biz de üzerlerine Arim

selini gönderdik. Onların bahçelerini ekşi meyveli ağaçlar, acı ılgın ve biraz da sedir ağacı bulunan iki bahçeye çevirdik.” Sebe, 34/16. Yapılan bu seddin Yemen Kralı tarafından yapılan bir set olduğu söylenmektedir. Bkz. Abdulbâsıt Bedr, I, 61. sayfadaki dipnot. Arîm selinin Hz. Îsâ zamanında olduğunu söyleyenler de bulumaktadır. Bkz. Şurrâb, Medîne, 61.

174 Evs kabilesi için bkz. İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullâh b. Müslim (276/889), Meârif, thk.

Servet Akkâşe, Hey’etü’l-Mısriyye, Kahire 1992, 109; Hüseyin Algül, “Evs”, DİA, XI, İstanbul, 1995, 541-542.

175 Hazrec sözlükte rüzgâr demektir. Güney’den gelmelerine bağlı olarak güney rüzgârları da

denmiştir. Bkz. İbn Kuteybe, Meârif, 109; Cevherî, I, 310; İbn Manzûr, II, 255; Ahmet Önkal, “Hazrec”, DİA, XVII, İstanbul 1998, 143-144.

176 İbn Hişâm, I, 12, 13; İbn Zebâle, 170; Bekrî, Mesâlik, I, 415; Süheylî, I, 128; Nüveyrî, Ebü’l-

Abbâs Şihâbüddîn Ahmed b. Abdilvehhâb b. Muhammed Bekrî Teymî Kureşî (733/1333), Nihâyetü’l- Ereb fî Funûni’l-Edeb, XV, Dâru’l-Kütüb ve’l-Vesâik, Kahire 2002, 332; Mercânî, I, 137-138; İbnü’z-Ziyâ, I, 217; Makrizî, IX, 171-172; Ayyâşî, 32; Nebi Bozkurt-Mustafa Sabri Küçükaşcı, “Medîne”, DİA, XXVIII, 306; Zekai Konrapa, Peygamberimiz, İslâm Dini ve Aşere-i Mübeşşere, Fatih Yayınevi, İstanbul, ts., 168; İrfan Yücel, Peygamberimizin Hayatı, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 2010, 103. Diğerleri ise Şâm, Tihâme ve Ummân gibi bölgelere göç etmiştir. Bkz. Cevâd Alî, VII, 129.

177 Avâli veya Avâlî denilen, şehrin Kubâ Mescidi taraflarına kadar uzanan ve yüksekte kalan

kısımları için kullanılan isimdir. Daha önce ifade ettiğimiz gibi ters istikamette ve daha alçakta kalan kısımlarına ise sâfile denmektedir. Bkz. Yâkut Hamevî, V, 84.

63

Tuğlu’nun görüşü179 Hz. Musa’nın ölümüyle Yesrib’e gelen Yahudilerin takriben I.

asırda buraya geldikleri bilgisiyle uyuşmamaktadır. Nitekim Ahmed Emîn de bu

süreyi yaklaşık üç yüzyıl olarak vermiştir.180

Evs ve Hazrec Arap olmaları münasebetiyle Sâmî topluluğunun bir parçasıdır ve onun karakteristik özelliklerini taşımaktadır. Babaları Harîse b. Sa’lebe olan Evs ve Hazrec, anneleri Kayle bnt. Erkâm b. Amr’a nispetle Kayleoğulları adıyla meşhur

olmuşlardır.181 Güç, kudret ve malın Yahudilerin elinde olmasında dolayı Evs ve

Hazrec bir süre onlara ve diğer Yesriblilere bağlı yaşamış, ücret karşılığında onlara

hizmet etmiş, onlarla güzel geçinip aralarında anlaşma bile yapmışlardır.182 Mesela

Evs kabilesi Kurayza ve Benî Nadîr ile Hazrec kabilesi de Benî Kaynuka‘ ile ittifak

kurmuşlardır.183

Evs ve Hazrec kabileleri, Yahudilerin korkusu altında bir süre yaşadıktan sonra, bağımsızlıklarını kazanmaya ve Yahudilerden ayrı olarak bir güç olmaya başlamıştır. Bu durum Yahudiler tarafından hoş karşılanmadığı gibi korku bile oluşturmuştur. Nitekim korktukları gibi olmuş Evs ve Hazrec Mâlik b. Aclân önderliğinde diğer bölgelerde yaşayan akrabalarıyla iletişime geçip kendilerini bu

179 Nuri Tuğlu, “Hz. Muhammed'in Arap Toplumunda Meydana Getirdiği Sosyal Değişim: Medîne

Örneği”, IV. Kutlu Doğum Sempozyumu: Tebliğler, Isparta 2002, 328.

180 Abdulbâsıt Bedr, I, 58; Ahmed Emîn, 28.

181 İsmi kaynaklarda Kayle bnt. Kâhil b. Uzre veya Kayle bnt. Erkâm b. Ömer b. Cefne şeklinde geçen