• Sonuç bulunamadı

3. BÖLÜM

3.2. Zaman

Her dönemin zihni yapısının birbirinden farklı olması hasebiyle, modern ile postmodern dönem arasındaki zaman mefhumu da farklılık arz eder. Modern dönemde zamanın birbirini izler nitelikte kronolojik olması Newton fiziği ile açıklanırken, postmodern dönemde dairesel yani parçalı olması da Einstein’in rölative kuramıyla açıklanır. Diğer bir ifadeyle postmodern anlatılarda modern metinlerdeki gibi mekanik, belirli, ölçülebilir, hesaba kitaba gelir kronofonist bir zaman anlayışı yoktur. Bunun yerine “… dağınık, sınırları belirsiz, birbirine girişik rasyonel düşüncenin belirlediği

zaman anlayışının dışında” (Emre, 2006, 170) bir zaman vardır. Bu yönüyle

postmodernizmde zaman’ın bir görelilik kavramıyla hareket ettiği söylenebilir.

Postmodernistlere göre önceden olup bitmiş olaylar aslında geçmiş zamanda kaybolmuş olaylar değil, tersine önemini yitirmeye başlayan şimdidir. Bir diğer ifadeyle, zaman sadece düz bir çizgiden çok dairesel bir uzam halini almıştır. Bu haliyle ona ‘genişleyen şimdi’ demek mümkündür. O halde postmodern anlatılarda her zaman, bir şimdiler dizisi parçalı halde yer alır (Koçakoğlu, 2012, 134-135).

Modernistler kendilerine önder olarak seçtikleri rasyonaliteyle yani akılla, sadece yaşadıkları zaman dilimini değil, geleceklerini de düzene sokmak isterler; ancak, postmodernistler için böyle bir durum söz konusu değildir. Çünkü onlar için önemli olan geçmiş’i, şimdi’yi ve geleceğ’i iç içe geçirerek zamanın en küçük birimi olan an ile anlatmaktır.

Fredric Jameson, postmodernizmin zaman mefhumunu Jacques Lacan’ın şizofreni kuramıyla açıklamaya çalışır. Lacan, şizofreniyi bir dil bozukluğu olarak görür ve onların konuşma eylemini gerçekleştirirken gerçek manada dili kullanma yetilerine sahip olmadıklarını ileri sürer. Lacan’a göre insanoğlu zamana, yani geçmiş, şimdi ve geleceğe, dile hâkim olduğu oranda sahip olur. Bu şekilde kendi hayatını bir düzene sokar; ancak, şizoid kişilikler dili normal insanlar gibi kullanamazlar. Bu durum onların hastalıkları dolayısıyladır. Bu yönüyle de şizofrenlerin zihninde geçmiş ve gelecek zaman mefhumları değil, “şimdiki zaman” mefhumu, özelde ise “an” vardır. Geçmiş ve gelecek zaman algısının yerine şimdiki zaman algısına sahip şizofrenlerin “şimdiki zaman”ı ile normal insanların “şimdiki zaman”ı, hayatta her hangi bir hedefe kendilerini yönlendirmek gibi bir düşünceleri olmadığından olsa gerek, bir birinden oldukça farklıdır. Bu yönüyle şizofrenlerin şimdiki zamanının normal insanlarınkinden daha güçlü olduğu söylenebilir (Özot, 2012, 2282).

63

Postmodern anlatılarda, zamanın parçalanmışlığı olay örgüsü veya örgülerinin dağılmasına ve anlaşılmazlığına neden olur. Bu da dünyevi ilimlerin araştırma konularını kronolojik zamana göre yapmalarına engel olur. Çünkü pozitivist ilimler, çizgisel zamana göre yani neden sonuç ilişkileriyle var olurlar. Bu yönüyle, postmodernistler an’ı benimseyerek gerçekliğin doğruluğunu en alt seviye düşürmüşlerdir.

Postmodernizm etkisi altında kaleme alınan küçürek öykülerde de geçmiş ve gelecek zaman mefhumları, “şimdiki zaman”da birleşir; ancak, buradaki şimdiki zaman, zamanın en küçük birimi olan “an” kelimesiyle ifade edilir. “Entrik kurguyu oluşturan

bu an, var oluşçu felsefenin ‘şimdi ve burada’lıktaki, şimdi’sidir” (Korkmaz ve Deveci,

2011, 34). Çünkü küçürek öykünün yazılış amacı bellidir: Bir anda, çabucak okunmak.

3.2.1. Sadık Yalsızuçanlar/ Kuş Uykusu

Tezin başında belirlenen bir sayfalık küçürek öyküler, Kuş Uykusu’nda sayıca yedi tanedir. Bu öyküler, zaman mefhumu yönünden incelendiğinde Yazısız’da (s. 7)

“… kent de zaman ırmağında yıkanıyor, (…) … köpüğü dağıtıp bakışını çözeceğim.”

şeklinde şimdiki ve gelecek zaman; Gökyüzü’nde (s. 11) “… kartal inip yılanı kaptı. (…) … dilini çıkarmış tıslıyordu.” şeklinde geçmiş zaman ve şimdiki zamanın hikâyesi;

Yerin Kulağı’nda (s. 14) “… kelebek misali yalana koştum. (…) … kuleye çıktım.”, Tırmanma Şeridi’nde (s. 32) “… gözüne esrik bir tül gerdi. (…) bir tufanın çıktığını gördü.” ve Sanı’da (s. 33) “damla damla tükettiğini ayrımsayamadı. (…) … Şemsiyesine dayanarak ayağa kalktı.” şeklinde geçmiş zaman, Çehrengiz’de (s. 41) ise “… bir zamanda ay tutulmuştu. (…) … Yılan yutmuş olmalı, dedi.” şeklinde hem

geçmiş zaman hem de geçmiş zamanın hikâyesinin kullanıldığı görülür. Adı geçen öykülerde zamanın bu şekilde düzenlenmesi, hem yansıtmacı (klasik) hem de modern dönemlerin öykülerine benzetilebilir; ancak, anlatılarda detaya inildiği zaman konunun böyle olmadığı anlaşılır. Şöyle ki, yukarıda da ifade edildiği gibi anlatılarda genel olarak geçmiş ve şimdiki zaman ile geçmiş ve şimdiki zamanın hikâyesi kullanılsa da, muhtevada çok geniş bir zamanda meydana gelen olayların sanki az önce ve şimdi tezahür ediyormuş gibi gösterilmesi postmodernizmin küçürek öyküdeki yansımasıdır. Zira bir vak’a geçmişte ve gelecekte olmuş olabilir. Önemli olan onun ne zaman görüldüğü, duyulduğu, öğrenildiğidir. İşte o zaman da şimdi’dir. Dolayısıyla da bu anlatılarda aslında şimdi anlatılmaktadır.

64

Kandil gibi donuk yüzüne yaklaştığımda, güneşlenmek üzere dışarı süzülen yılan, korkunun hafif dokunuşuyla dilini çıkarmış tıslıyordu. Gurbet türlerinin en çetiniyle gidenlerin, yeni bir cenneti getirmek üzere kaybolduklarına inanılan mevsimde, gökten sütten beyaz bir kartal inip yılanı kaptı, uçup gitti. O zaman yüreğimdeki niyeti onayladığını anladım. O zaman gerçeği söyledim (Yalsızuçanlar, 2010, 11).

Gökyüzü adlı küçürek öykü yukarıda yapılan açıklamaya oldukça uygun bir

örnektir. Görüldüğü üzere küçürek öyküde zamansal farklar, kronoloji ortadan kaldırılarak birbirine dönüştürülebilmektedir. Bu uygulamayla birlikte ise anlatılardaki zamanın belirsizleşmesi ortaya çıkar.

3.2.2. Mehmet Harmancı/ Muhtemel Menkıbeler

Muhtemel Menkıbeler’deki (Harmancı, 2011) anlatılar zaman yönünden

incelendiğinde genel manada geçmiş, şimdiki ve gelecek zaman kiplerinin kullanıldığı görülür. Bunun yanında zaman mefhumu bazen 40 yıl, bir yıl boyunca, on yıl boyunca,

üç yıl boyunca şeklinde yıl olarak, bazen kar, kardan adam, serin servilerin altında bülbüllerin ötüştüğü vakit şeklinde mevsim olarak, bazen kırk gün, yedi gün şeklinde

gün olarak, bazen de sabah ezanları, alaca karanlık, akşam vakti, güneş battı, akşam

alacası, gördükçe, hacca gidecekti, Şeb-i Arus şeklinde zamanı belirten ifadelerle ortaya

konulmuştur. Bir anlamda yazar öykülerinde öyküleri yazma ve anlatma zamanı arasında gidip gelmiştir. Olaylar okurun bilgisi dışında başlamış, olgunlaşmış ve neticede de bitmiştir. İşte okura sunulan zaman, tam da buradan itibaren görünür hale getirilmiştir. Postmodern anlatı özelliklerinden biri olan zaman, bu öykülerde kendini zamanın en küçük birimi olan an’a çevirmiş şekilde gösterir ki, küçürek öykü ile postmodernizmin (postmodern anlatının) ilişkisi de buradan itibaren başlar. Küçürek öykülerde postmodernizmin en önemli unsurlarından biri olan zaman, öyküdeki öznenin

bilinçaltı sıçramalarıyla aynı zamanda birden fazla zamana (Güzel, 2009, 123)

yolculuğa çıkardığı zamandır.

“Elini cebine soktu. Bozukluklardan ve buruşuk bir kâğıt paradan başka hiçbişeyinin olmadığını fark etti.

Evi barkı, çoluğu çocuğu, parası pulu, eşi dostu, akrabası tanıdığı, sevdiği seveni, işi aşı, hiçbişeyi ama hiçbişeyi…” (Harmancı, 2011,11).

Dalgın (s. 11) başlıklı anlatıdan alınan cümlelerden de görüleceği gibi, okur,

öyküde kendine yer bulan özneyi geçmişiyle değil, o andaki şekliyle görür. Yani özne,

burada’dır. Burada geçmişin pek bir önemi yoktur. Önemli olan öznenin şimdiki

65

öznenin cebinde ne olup olmadığını okur bilemez. Bunu bilebilmesi için yazarın veya öznenin okura tüyo/lar vermesi gerekir. Bu tüyo/lar da verilmiştir. Öznenin cebinde para vardır; ancak, okur, cebindeki paranın ne kadar olduğunu, daha doğrusu paradan başka hiçbir şey olmadığını, öznenin elini kendi cebine atması ile öğrenir. Öznenin hiçbir şeyinin olmadığını desteklemek için “Evi barkı, çoluğu çocuğu, parası pulu, eşi dostu,

akrabası tanıdığı, sevdiği seveni, işi aşı” şeklinde eksiltili bir cümle kurulmuştur.

Burada bir insanın yaşamı boyunca sahip olmak istediği şeyler verilerek -bir anlamda- öznenin bunlara bile sahip ol(a)madığı ifade edilmiştir. Tabii ki biz burada öznenin “Nesi var, nesi yok?” diye bir araştırmaya girecek değiliz. Bizim için önemli olan, öznenin sahip ol(a)madıklarını bilme zamanı ile okurun bunları öğrenme zamanıdır. Örnekte de görüleceği üzere, özne sahip ol(a)madıklarını önceden bilmekte iken, okur bunu öznenin cebinde paradan başka hiçbir şeyin olmadığının açıklanmasıyla öğrenir. Öykü okunmaya devam edildiğinde öznenin bir güz mevsiminde kaldırımda yüksek sesle şarkı söyleyerek yürürken kaldırımın insanla, araç yolunun da sarı renkli ticari taksilerle dolu olduğunun bir anda farkına vardığına şahit olunur. Aslında özne, genişleyen bir şimdiki zaman içindedir. Yani öznenin hayatının zamansal parçalanmışlığı, okura da parçalı, kesik kesik anlatılmaya çalışılmıştır.

3.2.3. Ferit Edgü/ Do Sesi

Ferit Edgü’nün Do Sesi adlı öykü kitabında bulunan toplam 59 küçürek öyküde zaman mefhumu genellikle şimdiki, geçmiş, geniş zaman ve hikâye kiplerinin kullanımıyla açıklığa kavuşturulmuştur.

Ferit Edgü’nün küçürek öykülerinde, zamansal ifadelerin anlatıcının anlatış biçimine göre şekillendiği ve kullanılan zaman kipleriyle belirginleştiği dikkat çeker. Öykü ve öyküleme zamanı, anlatıcının görüngü düzeylerine göre farklı şekillerde metne taşınır (Deveci, 2005, 57). Bunun yanında zamanı belirten ifadelerle de karşılaşılır: “… bahar günleri, her

sabah, gün doğarken (…) (s. 17), … yaz gelip geçmiş, denize düştüğünde (…) (s. 18), … çocukluğumda, sonra, bir an (…) (s. 40), … vaktim yok, gece yarıları, karanlık (…) (s.

41)” gibi.

Ferit Edgü’nün öykücülüğünde önemli bir yere sahip olan zaman mefhumu, genel anlamda onun öykülerinde iki şekilde kullanılır: Öyküleme ve öykü zamanı.

Annem, hasta döşeğinde, kulağıma, Niçin ölemiyorum? diye inliyordu. Ben de onu avutmak için, Ölürsün anneciğim, biraz sabret, ölürsün diyordum.

Bir akşam, iş dönüşünde, Artık sabrım kalmadı, dedi. Babamı özledim. Babama kavuşmak istiyorum.

66 Babamı mı özledin? dedim hınzırca.

Yok be yavrum, diye inledi. Senin değil, kendi babamı. Nasıl olsa yakında göreceksin anneciğim, dedim.

Kim bilir, dedi. Oraya gitmeden ne söylesem boş (Edgü, 2002, 14).

Do Sesi’ndeki Beklenti adlı öyküde, öykü zamanı ile öyküleme zamanı

arasındaki fark apaçık ortadadır. Yazar, aslında geçmiş bir zamanda cereyan eden bir olayı bize, gelecekte yani geleceğin şimdisinde anlatmıştır. Bir anlamda zamanlar arasında ışık hızıyla yol almış ve bize annesiyle arasında geçmişte geçen bir olayı, anlık bir hatırlamayla şimdi anlatmaktadır.

Benzer bir zaman kullanımını Düşüş adlı öyküde de görürüz:

Kent düşecek, dedi kadın. Kent düşmek üzere, ded, erkek. Kent düşüyor, dedi, -bir başka- kadın. Ağzından yel alsın, dedi, -bir başka- erkek. Ağzından yel alamadı, dedi, -aynı- kadın. Kent çoktan düştü bile.

Nereden çıkarıyorsun, şom ağızlı, dedi, -aynı- erkek.

Senin burada olmandan. Bir de kulağıma gelen uğultulardan, dedi kadın (Edgü, 2002, 28). Dikkat edilirse öyküde “düşecek, düşmek üzere, düşüyor, çoktan düştü” ifadeleriyle gelecekten şimdiye doğru hızlı bir yolculuk söz konusudur. Bu yönüyle de daha birçok örneğin verilebileceği zamanlar arasındaki bu yolculuk ya da zamanın paramparça edilmişliği, postmodern anlatının doğasında var olan bir özelliktir.

3.2.4. Ferit Edgü/ Nijinski Öyküleri

Nijinski Öyküleri’nde yazar, birçok öyküsünde geçmişte olup bitmiş olaylar ile

gelecekte olmasını istediği olayları, şimdi oluyormuş veya olmasını istiyormuş gibi anlatarak, yani öyküleme zamanı ile öykü zamanını birbirine karıştırarak üçüncü bir zaman aralığı açar. Bu zaman ise okur zamanıdır. Yüklemlerdeki zaman eklerine bakıldığında, geçmiş, şimdiki ve gelecek zaman eklerinin bolca kullanıldığı görülür; ancak, anlatıların geneline bakıldığında geçmişte yaşanılanın -kesik kesik olsa da- şimdi yaşanıyormuş edasıyla ifade edildiği anlaşılır.“Kış gelse de ölsek, demişti durduk yerde

annem (s. 73), … Anahtarı bana bırakmamışlardı. Dolayısıyla eve benim girmiş olmam söz konusu olamaz. (s. 83), … Ne haliniz varsa görün. (s. 84), …Bu kitapların hepsini okumuş değilim. (s. 85), …Bir rastlantı sonucu yolum buraya düştü, diyor. Sizler gibi tatil için gelmiş değilim buraya (s. 86)” gibi. Bir diğer ifadeyle, yazar, postmodern

anlatıların olmazsa olmazlarından olan okurun metne dâhil edilmesini zaman mefhumunu parçalamak suretiyle gerçekleştirmiştir.

67

“Getirdiğim ölü buralardan biri değil, ama buraları severmiş, buraya gömülmek istemiş, yakınları da bu isteğini yerine getiriyorlar şimdi” (s. 86). Bu cümlede

kullanılan zaman şimdiki zamandır. Anlatıda adı verilmeden silik şekilde ölü diye anılan kişinin ağzından, cenaze taşımakla geçimini sağlayan anlatı kişisi, ölünün memleketi başka bir yer olmasına rağmen, buraya gömülmek şeklindeki vasiyetinin şimdi gerçekleştirildiğini ifade eder. Dolayısıyla ölünün şimdi değil, geçmiş bir zamanda belirlediği vasiyeti, gelecekte, yani şimdi uygulanmaktadır.

Örneğin Kuzgun, Düşte (s. 87) başlıklı anlatıda anlatı figürü, dünya zamanından rüya zamanına geçiş yapar. Anlatı kişisinin istemli veya istemsiz bir şekilde vuku bulan rüyası “Düşümde Kuzgun’un ölümüne ağlıyorum./ Birden Kuzgun beliriyor; capcanlı./

Sarılıp, avutuyor beni./ Bu arada,/ Üzülme, diyor. Ben öldükten sonra da yaşıyorum./ İçimde olağanüstü bir mutluluk, uyanıyorum.” şeklindeki 24 kelimeden oluşur ki anlatı

kişisi, gerçekteki Kuzgun’un ölümünü rüyasında görür. Anlatı kişisinin somut bir mekândan soyut bir mekâna geçmesi aslında içinde bulunduğu zamandan bir şekilde kaçmak istemesinden kaynaklanır. Mekân, kişinin isteğine göre değişebilen bir olgu iken zamanın böyle bir özelliği yoktur. Anlatı kişisi, gerçekteki zamandan rüya ile ondan kaçmış ve Kuzgun’un “Ben öldükten sonra da yaşıyorum.” ifadesiyle uykusundan uyanarak gerçek hayatına mutlu bir şekilde devam etmiştir. Bu anlatıda dikkat çeken diğer bir husus, rüya görme esnasında anlatı kişisiyle Kuzgun arasında geçen diyaloglardaki zamandır. Hem anlatı kişisinin hem de Kuzgun’un geçmişiyle alakalı bilgilere yani kaç yaşında oldukları, rüya görmenin hangi zaman diliminde gerçekleştiğine dair bilgilerin verilmemesine rağmen, anlatıda kullanılan zaman

“ağlıyorum, birden, beliriyor, avutuyor, diyor, yaşıyorum, uyanıyorum” ifadelerinde

görüldüğü gibi şimdiki zamandır. Burada anlatı kişisi geçmişi ve geleceği şimdiye taşıyarak postmodern anlatılardaki zaman uygulamasının en güzel örneğini vermiştir. Netice itibariyle, bu eserde zaman mefhumu, dairesel bir şekilde ele alınmış ve bir şeklide okura anlatı kişilerinin geçmiş, şimdi ve geleceğini oluşturma imkânı verilmiştir.

3.2.5. Necati Tosuner/ Yakamoz Avına Çıkmak

“Yaşamın sanki düşleri andıran ve üstünden zaman geçtikten sonra düş gibi hatırlanan anılar”ın (Tosuner, 2012, Arka Kapak) bulunduğu bir öykü kitabıdır Yakamoz Avına Çıkmak. Dolayısıyla da Necip Tosuner’in küçürek, kısa ve uzun

68

öykü/lerinin harmanlandığı bu kitapta bulunan küçürek öykülerdeki zamanın geçmiş, şimdi ve gelecekle harmanlanarak dairesel bir formatta işlendiği görülür. Anlatılardaki figürler, “Ah peki, o eskidendi.” (s. 8) diyerek geçmişlerini yani anılarını, kendilerinin şimdi’sinde anlatmaktadırlar. Öykü figürü, sevgilisinin ellerine karşı duyduğu özlemi hatırlamak suretiyle önce şimdi’leştirip, sonrasında da bunun geçmişte kaldığını bir an’lık heyecanla eskidendi diyerek öyküyü sonlandırır. Akabinde kendi şimdisine dönerek, “Şimdi, yaşanılmışın sevinci..yitirilmişin üzüncü,- ellerin.” (s. 8) cümlesini sarf eder. Cümlede yazar, “sevinci…” kelimesinden sonra üç adet nokta ile aslında zamanı durdurarak okurun da öyküye dâhil olmasını ister gibidir.

Yakamoz Avına Çıkmak’taki (Tosuner, 2012) küçürek öykülerde genel anlamda

öykü figürlerinin içinde bulundukları psikolojik zaman anlatılmakla kalınmamış, aktüel zamana da yer verilmiştir. “Karanlık oluyor şenlik!” cümlesinde karanlığın olması elektriğin kesilmesine aktüel bir zaman olarak bağlanırken, karanlığın şenliğe dönüşmesi figürün aktüel zamandan sıyrılıp psikolojik zamana geçtiğinin göstergesidir. Zira anlatının devamında anlatı figürü, “Bakalım/ elektrik yarın da/ kesilecek mi?..” diyerek aktüel zamandan çok, psikolojik olarak gelecek zamana karşı duyduğu özlemi/ isteği ortaya koyarak postmodernistlerin “zamanı kırıp parçalama, eğip bükme ve

öznelleştirme” özelliğini layıkıyla kullanmıştır.

Netice itibariyle, elde mevcut eserdeki küçürek öykülerde, sayısız fiziki zaman örneği vardır: “her gün, dün, sonra, yarın, gece, yarın, dört ayrı gün, yaz sıcağı, sabah” gibi. Bu örneklerin hepsi modern dönem metinlerindeki çizgisel zaman gibi görünseler de kullanıldıkları bağlamlar farklı yani dairesel olduğu için, postmodern anlatıların özelliği gereği figürlerin zamanlar arasında psikolojik olarak seyahat etmesini sağlayan unsurlar olduğu görülür.

3.2.6. Refik Algan/ Umursamaz Uykucu

Refik Algan’ın Umursamaz Uykucu (Algan, 2007) adlı öykü kitabında diğer türdeki öyküler çıkartılırsa toplamda 10 adet küçürek öykü bulunmaktadır.

Bu küçürek öykülerde zaman geçmişte başlar: “Bozkırda önümden bir at sürüsü

geçiyordu. Bir tanesinin üzerine atlamak istedim” (s. 9). Akabinde şimdiki zamana

döner: “Ürküp dörtnala kalkan atlar hızlandıkça, kuyruğa daha sıkı sıkıya sarılıyorum (s. 9)”. Şimdiki zamandan sonra gelecek zaman da öyküde kendine yer bulur: “Atın

69

zaman kullanılmış gibidir; ancak, esas postmodern zaman uygulaması yukarıda belirtilen cümlelerden sonra gelmektedir: “Bu yüzden, şimdilik, ne o durabilir ne de ben

kuyruğu bırakabilirim” (s. 9). Asıl itibariyle olay, atın durup durmaması ile figürün atın

kuyruğunu tuttuğu şimdi’dir. Yani, şu an’dır. Bu son cümleden öncekiler, figürün şimdiki haline kadar olanları özetler nitelikte anlık bir şimşek çakmasıdır.

Kitaptaki bazı küçürek öykülerde tamamen geçmiş zaman anlatılır: Sisyphos’un

Kanalları’nda (s. 12) “… uzun uzun tepeye bakardı (…), … nesneleri gösterirdi (…), … yerde çoktan derinleşmeye başlamış kanalları gösterdi”, Bir Aşk Öyküsü’nde (s. 14) “… ona bir soru sormuştu (…), …merdivenin tepesine çıktı (…), … yere düştü, öldü”, Çimenlerin İçindeki Karınca’da (s. 15) “… çimenlerin üzerine oturmuş (…), … nasıl olmuşsa geç kalmış (…), … altlarında ezildi kaldı.” gibi. Bu anlatılarda geçmiş zamanın

şimdi’liği söz konusudur. Yani olaylar, okurun anlatıyı okuma zamanında değil, anlatıdaki kişilerin geçmişinde olmuştur; ancak, Geceleyin (s. 13) adlı küçürek öyküdeki “O bir zamanlar ve sonraları olduğu gibi” (s. 9) cümlesi postmodern anlatılarda kullanılan zaman mefhumunun dağınıklığına, zamanlar arasındaki geçişkenliğine ve en önemlisi de zamansızlığına en güzel örnektir.

3.2.7. Refik Algan/ Saat Kulesi

Kitabın ilk küçürek öyküsü olan Minnoş (s. 13), postmodern anlatı zamanına en uygun özellikte öyküdür. Bir baba ve kızı arasında geçen bir öyküyle karşılaşılır. Baba an itibariyle torunuyla oynamaktadır; ancak, baba, torununun annesi yani kızının küçüklüğünü okurla paylaşırken, birden ortaya torun çıkar ve torunla oynarken “Dur,

dur geliyorum kızım. Yemeğin altını söndürmeyi unutturdunuz bana, torun lafa tuttu da.” diyerek bir anda aktüel zamana geçiş yapar; ancak, anlatı kişisi her ne kadar aktüel

zamana geçiş yapsa da söz konusu zamanda modern döneme ait çağ, yıl, mevsim, ay, gün, saat, dakika gibi unsurlar olmadığı ve sadece şimdi yani an anlatıldığı için dairesel zamana en güzel örnektir. Bu anlatıdaki zaman mefhumu aslında sadece bazı şeylerin anlaşılması gerektiği oranda önemlidir.

Geçmiş, şimdi, geniş ve gelecek zamanın harmanlanarak verildiği ve çizgisel bir formatla kaleme alınmış hissi veren Uygarlık ya da İki Yaşlının Yükselişi’nde (s. 16) yazar, öykü zamanı ile öyküleme arasında gidip gelmelerle, anlatı figürlerinin yaşlılıklarında yaşadıklarını, hızlandırılmış bir film şeridi gibi okurlara gösterir:

70

Yaşlı, kamburu çıkmış bir adamdı (…), Karşı komşunun sapasağlam kocası durup dururken öl(dü) (…), Bir yandan adam yaşadı, bir yandan da yoldan geçenler çoğaldı. Yol genişletildi, asfaltlandı, cadde oldu (…), Önce ağaçlar kesildi. Sonra, çok yaşlı koca ve yaşlı karısı yeni yapılmış bir apartman dairesine taşındılar (…).

Benzer bir durum Eğrelti Otu (s. 19) başlıklı küçürek öyküde vardır. Binlerce yıl önce tabiatta bulunan ve “Bugünkü ağaçların hemen hepsinden büyük” olan ağaç neslinin binlerce yıl sonra yani şu anda “bir ot.” olması, sanki göz açıp kapama zamanına eş değer bir sürede olmuş gibi anlatılmaktadır. Burada yazarın zamanı an’laştırdığını, diğer bir ifadeyle kırıp parçaladığını görürüz.

İncelenen küçürek öykülerde “Bin yıl önce, sabaha karşı, bir haftadır, hala,

bugünkü, yavaş yavaş, binlerce yıl, ilk gecesinde, akşamları, sonra, eskiden, bütün gün, saat de tam yedi, beş dakika, 7 Temmuz 1977, gece, yaz” gibi zaman bildiren ifadeler

kullanılmasına rağmen, bu örneklerin hepsi aslında zamanlar arasında bazen bir başlangıç bazen bir sonuç bazen de periyodik zamanı yavaşlatarak okurun da dışarıdan