• Sonuç bulunamadı

Küçürek Öykünün Kısa Öyküyle Benzerlik ve Farklılıkları

14. Zafer Sükan’ın ölüm ilanı

1.4. Küçürek Öykünün Kısa Öyküyle Benzerlik ve Farklılıkları

Kısa öykü ile küçürek öykü aynı anne babadan dünyaya gelme iki kardeş olarak düşünülebilir. Burada kısa öykü büyük kardeştir. Yani küçürek öyküden önce doğmuştur. Durum böyle olunca kardeşler arasında nasıl benzerlik varsa farklılık olması da doğaldır. Aslına bakılırsa kısa öykünün geçmişi oldukça eskidir. Ta insanoğlunun yaratılış öyküsündeki Habil ve Kabil olayına kadar gider. Evet, bunlar birer kısa öykü örneğidir (Bates, 2013, 2); ancak, Habil ve Kabil olayı kısa öykü olarak düşünülmeli mi düşünülmemeli mi? Düşünülmemelidir. Çünkü bir öyküye kısa öykü diyebilmek için sanatsal bir değer taşımalıdır. Yoksa sadece ve sadece kısalığından dolayı bir öyküye bu terimi kullanmak yanlış olur. A. J. J. Ratcliff’e göre sanatsal değeri olan kısa öykünün geçmişi günümüze oldukça yakın bir zamandır (Bates, 2013, 2). Ama fıkra, hayvan destan ve meselleri, exemplum, fabl, uydurmaca, koşuk-masal, halk masalı, çerçeve öykü, gesta, grotesk, uzun öykü (nouvelle-novelette-novella), peri masalları gibi türleri kısa öykünün ataları olarak görmek gerekir (Salman ve Hakyemez, 1997, 7-9).

Kısa öykünün birçok tanımı yapılmıştır: Wells kısa öyküyü, yarım saat içinde okunabilen kısa bir kurmaca metin; Poe, tüm kompozisyon içinde, gerek doğrudan gerek dolaylı biçimde, daha önceden tasarlanmış tek bir sözcük bile bulunmayan metin; Çehov, başlangıcı ya da sonu olmayan öykü; John Hadfield, uzun olmayan öykü; R. E. Bates, elden kayan, inatçı, sonsuz bir akışkanlığı olan; Susan Lohafer, yazınsal dışavurumun eski, belki de en eski sanatsal biçiminden doğmuş, görece yeni bir sanat türü; Bernard Bergonzi, deneyimi süzgeçten geçirerek yenilgi ve yabancılaşma gibi birincil öğelere indirgeyen; Alberto Moravia, kuşkuya hiç yer bırakmayacak ölçüde, romandan daha arı, daha temel, daha lirik, daha yoğunlaştırılmış ve daha mutlak bir yazın sanatı; Brander Mathewsöre, lirik şiir kadar bireysel ve en az onun kadar çeşitli olan; Nadine Gordimer, şiire daha yakın düşen, büyük ölçüde özelleştirilmiş ve ustalıklı bir biçim; Thomas A. Gullason, romandan çok şiire yakın olan; Elizabeth Bowen, deneyime karşı gösterilen duyarlığın deneyimin ta kendisini oluşturması açısından şiire yakın düşen; V. S. Pritchett, yanlış (seçilmiş) bir sözcük, yanlış yere yerleştirilmiş bir

20

paragraf, yetersiz bir anlatım ya da gereksiz bir açıklama, biçimsel açıdan şiire çok yakın olan bu yazın türü gibi (Bates, 2013, 9-10; (Salman ve Hakyemez, 1997, 10-11). Kısa öykünün bir tanımı yapılacaksa bu tanım “… düz yazı biçiminde yazılmış çok kısa

ve kurgusal anlatı.” şeklinde olabilir (Erden, 2010, 33).

Türk edebiyatında öykü geleneğine bakıldığında ederi kadar değer verilmeyen/ verilemeyen, Dede Korkut Kitabı’yla karşılaşılır; ancak, Türk öyküsü Arap ve Fars

öyküsünün boyunduruğuna girdiğinden yüzyıllarca gelişimini tamamlayamamıştır. Ta ki Tanzimat yıllarına kadar. Tanzimat’ın ilanı, halka açılımın ilk tohumu olduğundan

edebiyatta bundan olumlu yönde nasibini almış ve gelişim süreci kaldığı yerden Ahmet Midhat Efendi, Samipaşazade Sezai, Mehmet Rauf. Halit Ziya, Hüseyin Rahmi, Ömer Seyfettin ile devam etmiştir. Öykücülüğümüzün bir anlamda kısa öykümüzün esas gelişimi Cumhuriyet dönemine rastlar. Bu dönemde M. Şevket Esendal, R. Halit Karay, S. Faik Abasıyanık, Sabahattin Ali, C. Şakir Kabaağaç, Mustafa Kutlu bunlardan birkaçıdır (Korkmaz ve Deveci, 2011, 68).

Bu, batılı anlamda yazılan öyküler güzel değil, bizden değil ya da Batı'da yazılan öyküler ‘güzel değil’, ‘bizden değil’, ‘edebi değil’ anlamına gelmiyor doğal olarak. Dünyanın neresinde yazılırsa yazılsın edebi değeri olan her anlatı, her öykü ‘insan’dan bir şeyleri yakalayabilir ve yüzyıllar sonra bir tat alarak okunabilir; ister yerli öykülerimiz, ister dünya edebiyatındaki diğer ustaların yazdığı eserler olsun, okuyucunun gönlünde bir yankı, dimağında bir düşünce, damağında bir lezzet, bir hayret, bir sıcaklık, bir ürperti bırakabilir. Kısacası okuruz, bir tat alırız, acı veya tatlı (Uçan, 2002, 197-198).

Tür olarak örnekleri verildiği ilk günden beri kısalığıyla, insanı düşündürmesiyle dikkati çeken kısa öykü, modern çağla birlikte ortaya çıkmıştır; ancak, modernizmin insanlara karşı vaatlerini yerine getirememesi insanlar üzerinde olumsuz bir etki yapmış; bireye ait olan zaman, mekân, kişiler birileri tarafından bireyden alınmış ve birey zamansızlığa, yurtsuzluğa bir anlamda yalnızlığa itilmiştir. Birey bu olumsuz havadan bir an olsun kurtulmak, kendine dönmek, kendine vakit ayırarak ruhunu doyurmak istemiş ve bu isteğin neticesinde kısa öyküden daha kısa olan, en fazlası zaman olarak dört dakikada okunan, şiirsel bir dil ve üslup kullanılması hasebiyle ilgi çekici olan ve bu yönüyle de bireyi düşünmeye yönlendiren küçürek öykü sancılı bir doğumla dünyaya gelmiş; şu an itibariyle gençlik çağını yaşayan bir tür olarak varlığını sürdürmektedir.

Prof. Dr. Aysu Erden, Kısa Öykü ve Dilbilimsel Eleştiri adlı kitabında, çağdaş kısa öykünün özelliklerini Friedman’ın Bonhem ve Rohrberger’den aktardığı şu şekilde özetlemenin mümkün olabileceğini ifade etmektedir:

21

1. Kısa öykünün açılışında göndergesi olmayan adılların (ben, sen, o vb.), öykünün giriş bölümünün sonuç bölümüne yakın olduğunu belirtmek amacıyla, yazar tarafından, sıklıkla kullanılması.

2. Kısa öykünün sıklıkla bir tırnak içi konuşmayla bitirilmesi.

3. Kısa öykünün alaycı tesadüflerle veya okuyucunun zihninde soru işareti uyandıran olaylarla sonuçlandırılması.

4. Kısa öykünün sonucunun okuyucunun yorumuna açık bırakılması.

5. Kısa öykünün göze çarpan ve kendine özgü bir konuya, izleğe ve yapıya sahip olması. 6. Kısa öykünün planının yüzeyde gerçekçi ancak derin yapıda mitlere yönelik, düşsel ve

şiirsel olması.

7. Kısa öykünün hem hayal ürünü olayları yaratma hem de çağdaş ölçülerde simgeler oluşturma geleneklerine bağlı olması.

8. Kısa öykünün bazen bir değişim sürecine bazen de kısa bir anı içermesi (Erden, 2010, 34- 35).

Bu ifadelere bakınca kısa öyküyle küçürek öykünün birçok yönden birbirine benzer özellikler taşıdığı anlaşılmaktadır. Bu benzerlik ve farklılıklar, Aysu Erden’in yukarıdaki alıntısından yola çıkılarak bir tablo üzerinde şu şekilde gösterilebilir:

Tablo 1: Küçürek öykünün kısa öyküyle benzerlik ve farklılıkları.

1

Kısa öykünün açılımınında göndergesi olmayan adılların (ben, sen, o vb.), öykünün giriş bölümünün, sonuç bölümüne yakın olduğunu belirtmek amacıyla, yazar tarafından sıklıkla kullanılması.

Küçürek öyküde kullanılma sıklığı kısa öyküyle benzerdir.

2 Kısa öykünün sıklıkla bir tırnak içi konuşmayla bitirilmesi. Küçürek öyküde kullanılma sıklığı kısa öyküye göre azdır.

3 Kısa öykünün alaycı tesadüflerle veya okuyucunun zihninde soru

işareti uyandıran olaylarla sonuçlandırılması.

Küçürek öyküde bu durum farklı bir şekilde kullanılır. Çünkü kısa öykünün sonucu, küçürek öykünün başlangıcı olması ve küçürek öykülerde böyle bir yapının olmaması..

4 Kısa öykünün sonucunun okuyucunun yorumuna açık bırakılması. Küçürek öykünün tamamı okuyucunun yorumuna açıktır. Zira yazar aslında küçürek öyküyü okurla birlikte yazar.

5 Kısa öykünün göze çarpan ve kendine özgü bir konuya, izleğe ve

yapıya sahip olması.

Küçürek öyküde her konunun ele alınması söz konusudur. Ayrıca yapısal olarak düşünüldüğünde kısa öyküdeki gibi bir olay örgüsünün olmaması kelime azlığı ile alakalıdır.

6 Kısa öykünün planının yüzeyde gerçekçi ancak derin yapıda

mitlere yönelik, düşsel ve şiirsel olması.

Küçürek öykü, zamansızlığa, yalnızlığa itilmiş bireyin anlık aklından geçenleri anlatır.

22

7 Kısa öykünün hem hayal ürünü olayları yaratma hem de çağdaş

ölçülerde simgeler oluşturma geleneklerine bağlı olması. Küçürek öyküde de durum benzerdir.

8

Kısa öykünün bazen bir değişim sürecine bazen de kısa bir anı içermesi.

“Kısa öykünün başkişisi olayı kendisine verilen özellikten dolayı değiştirme yetkisine sahiptir. Ancak küçürek öykü kişileri ise anlık gerilimlerin kurmaca unsurları oldukları için eyleme bile geçmeden sadece düşünsel tepkileri ile varlık bulurlar” (Korkmaz ve Deveci, 2011, 73).

Küçürek öykü, an’ı dile getirir; ancak, zaman’ın en küçük birimi olan an, iki türde nüansla birbirinden ayrılır. Eğer, kısa öykü bir filmin 10 dakikalık bir fragmanıysa, küçürek öykü 30 saniyelik bir reklam ya da statlardaki belirli bir süre aralıklarla değişen reklam billboardlarıdır.

Bunun yanında kısa öykü ve küçürek öykü arasında -genel anlamda

düşünüldüğünde- hayatın sadece bir bölümünü ele alma, tek bir şeyle ilgilenme, bütünün sadece bir parçası olma, tamamlanmamış bir metin olma, okur kitlesinin belli bir bilgi ve kültür seviyesinde olması gibi özellikler yönüyle de bir benzerlik söz konusudur (Erden, 2010, 35); ancak,, kısa öykülerde kişiler, belli bir şekilde gelişme, çoğalma gösterirken; küçürek öyküler anlık düşünüşlerin bir parıldaması olduğu için böyle bir durum küçürek öykülerde söz konusu olamaz. Zira bu kişiler, daha çok semboliktir (Korkmaz ve Deveci, 2011, 74).

Mekân yönünden incelediğimizde küçürek öykünün mekânı betimlemesi gibi bir şansı kısa öyküye göre yoktur. Çünkü ne kadar çok betimleme yaparsanız, o kadar çok kelime kullanırsınız. Bu da küçürek öykünün doğasına aykırı bir durumdur. Kısa öyküde mekân belli bir oluşum içinde verilirken, küçürek öyküde hazır bir şekilde verilir. Kısa öyküde mekân, bir asansöre binip 3. kata çıkıncıya kadarki yukarı doğru çıkan kapalı kutu iken, küçürek öyküde ise asansörün 2. katla 3. kat arasında ansızın durması anında beliren kapalı kutudur. Yani okur, mekânı karşısında hazır bulur (Korkmaz ve Deveci, 2011, 75).