• Sonuç bulunamadı

14. Zafer Sükan’ın ölüm ilanı

2.2. Biçimsel Tespitler

2000-2010 yılları arasında kaleme alınmış öykülerin sayfa sayısı ile öykü sayısı birbirine bölündüğünde yaklaşık her 8-9 sayfaya bir öykü düştüğü görülür. Bazı eserlerde 6, 7, 17 sayfaya bir öykü düşerken bazılarında bu durum farklılık arz eder. Örneğin; Ferit Edgü’nün “Do Sesi” adlı öykü kitabı 82 sayfadır. İçinde mevcut bulunan öykü sayısı ise 60’tır.Yazarın “Do Sesi” adlı öykü kitabındaki öykülerinden biri olan

“Çaresiz” başlıklı öykü “Sonunda Bir Köpeği Evlat Edindim.” (Edgü, 2002, 79) ile

Sadık Yalsızuçanlar’ın “Kuş Uykusu” adlı öyküde numaralandırılarak verilen bölümlerden 1. bölümde “Çocuklar, güzel gözlü bir nehir.” (Yalsızuçanlar, 2010, 99) şeklinde bazen bir cümleden, Murat Gülsoy’un, “Tanrı Beni Görüyor Mu?” adlı öyküsünde olduğu gibi, “Issız/ Sözcükleri alt alta yazdım ya, arasındaki boşluğa takılıp

durdum bütün gece. Çöl gibi bir şey iki sözcüğün arası. Boş. Bir harf olsun, olmalı bence. Böylesi çok sessiz. Issız. Issız. Çıt çıkmıyor.” (Gülsoy, 2012, 248) gibi bazen de

birden fazla cümleden oluştuğu tespit edilmiştir.

Cemal Şakar, “Hayal Perdesi” adlı öykü kitabında, Koza başlıklı hikâyesinin bazı bölümlerini;

31

şeklinde çerçeve içine alarak; Mustafa Kutlu “Mavi Kuş” adlı eserde;

Dışarıda, pencereye yakın bir yerde, ıhlamur ağacı olsun. Yazın henüz başıdır; ıhlamur çiçeklenmiştir; baygın kokusu her yana yayılıyordur; çiçekler birkaç gün içinde toplanmazsa, tohuma dönüşecektir. Bir kuş, güzel öten cinsten; ikisi de kuşları ötüşlerinden tanıyamazlar. Saka olsun; bülbül nadir türlerdendir. Ev tek katlıdır, geniş bahçeli; bahçede birkaç ağaç daha vardır; incir, evet incir ağacı; incirkuşlarını çağrıştıran ve zeytin, Kudüs’e armağan.

Susuyorlardı, çünkü suskunlukta tamam-lanan şeylerin çok sağlam, çok kavi geliştiğini biliyorlardı (Şakar, 2008, 75).

32 (…) (…)

Şekil 1: Mustafa Kutlu’nun “Mavi Kuş” adlı eserindeki başlıksız öyküleri.

öyküleri birbirinden ayrı ve başlık kullanmadan farklı bir yöntemle kaleme almıştır. Bir anlamda yazar, postmodern anlatıların olmazsa olmazı olan okurun metne dâhil edilmesinin değişik bir versiyonunu başlık koymayı okura bırakarak yapmış gibidir.

Dönem yazarları öykü kitaplarının ön kapağında öykülerinde anlatacaklarıyla yakından alakalı resim ve fotoğraflar koymuşlardır. Bir anlamda yazarlar, okura öykü kitabına başlamadan önce küçük bir tüyo vermişlerdir. Bu, Özcan Karabulut’un

33

Şekil 2: Özcan Karabulut’un “Hüzünle Bazı Günler” adlı eserinin kapağı. ağlayan bir kadın; Müge İplikçi’nin “Arkası Yarın” (İplikçi, 2006) adlı eserinde,

34

Şekil 3: Müge İplikçi’nin “Arkası Yarın” (İplikçi, 2006) adlı eserinin kapağı. bir odada eski bir televizyon; Özen Yula’nın “Arızalı Kalpler” (Yula, 2009) adlı eserinde,

35

Şekil 4: Özen Yula’nın “Arızalı Kalpler” adlı eserinin kapağı.

bir gece vakti ay ve yıldızların arka fon olarak kullanıldığı ve bir insanın uçurumun kenarındaki bir kayanın üzerinde düşünceli bir şekilde oturduğu andaki resmi iken, Hürriyet Yaşar’ın “Anlatmaya Biri Gerek” (Yaşar, 2002) adlı eserinde,

36

Şekil 5: Hürriyet Yaşar’ın “Anlatmaya Biri Gerek” adlı eserinin kapağı. eski bir ev ve evin önünde önüne bakarak yürüyen bir Türk kadını fotoğrafıdır. Resim ve fotoğraf kullanarak farklı form arayışının denendiği eserlerden biri Murat Gülsoy’un 2010 yılında yayınlanan ve şu an elde mevcut 2012 yılına ait 3. Basımı olan “Tanrı Beni Görüyor Mu?” adlı eseridir.

37

Şekil 6: Murat Gülsoy’un “Tanrı Beni Görüyor Mu?” adlı eserinin kapağı. Ön kapağında İspanyol ressam Pere Borrell del Caso’nun ünlü tablosu “Eleştiriden Kaçış”ı (http://tr.wikipedia.org)4

olan bu eserdeki “Bize Kuş Dili Öğretildi” (Gülsoy, 2012, 131-158) adlı hikâye, yazarın 2. Baskısı 2004 yılında yapılan “Bu An’ı

4 Fransız ressamların Trompe-l’Oeil adını verdikleri bir resim türüdür. Fransızca bir terim olarak 1893

yılında kullanılmıştır. Bu sözcük ‘gözü aldat’ anlamına gelir. Bu öykünmeci biçemin en önemli özelliği, izleyicinin ilk bakışta imgeyi temsil ettiği şeyin ta kendisi olduğunu sanmasıdır. Trompel'oeil etkileyici bir aldatma sanatıdır. Trompe-l'oeil biçemiyle çalışan ustalar resimlerini fırça darbesi görülmeyecek bir biçimde oluşturuyorlardı. Bu resimler ancak tek bir açıdan bakıldığında bu etkiyi görkemli bir biçimde yaratırlardı. Bundan dolayı resmin konulacağı yer önemliydi (wikipedia.org/wiki/Trompe_l’oeil).

38

Daha Önce Yaşamıştım” (Gülsoy, 2004, 33-45) adlı eserinin içinde,

(…) Şekil 7: Murat Gülsoy’un “Bize Kuş Dili Öğretildi” adlı öyküsü.

39 (…)

Şekil 8: Murat Gülsoy’un “Bize Kuş Dili Öğretildi” adlı öyküsü.

gazetelerin belirli köşelerinde var olan çizgi hikâye şeklinde hem resim hem fotoğraflarla ortaya konmuş ve bir anlamda eserin popülerliği artırılmıştır. Tabii bu tür bir uygulama asıl itibariyle, modern dönem eserlerindeki “akla, mantığa dayanma” ilkesinin postmodernizmde “metinlerarasılık” bağlamında kullanıldığının en güzel örneklerinden biridir.

40

Ayrıca eserde, resim ve fotoğraf altı öykü adı verilebilecek öyküler de mevcuttur.

(…) (…)

Şekil 9: Murat Gülsoy’un “Tanrı Beni Görüyor Mu?” adlı eserindeki resim ve fotoğraf altı öyküler.

41

(…) (…)

Şekil 10: Murat Gülsoy’un “Tanrı Beni Görüyor Mu?” adlı eserindeki resim ve fotoğraf altı öyküler.

In Medias Res (Gülsoy, 2012, 191-197) başlığı altında hepsi de “Sana rüyalarımdan söz etmiş miydim?” (s. 191), “Bazı fotoğrafı, yazıları yaktığımı söylemiş miydim?” (s. 193), “Başkalarını nasıl gördüğümü biliyor musun?” (s. 195), “Çocukluğumun hazine sandığını sana göstermiş miydim?” (s. 197) şeklinde soru

42

cümleleriyle başlayan bu öyküler toplamda dört tanedir. Yazar, öykü kitabında böyle öykülere yer vererek hikâyelerini “klipleştirmeye” çalışmıştır.

Yüksel Pazarkaya’nın “Güz Öyküleri” (Pazarkaya, 2007), “Kış Öyküleri” (Pazarkaya, 2008) ile “Bahar Öyküleri” (Pazarkaya, 2009) adını verdiği üç ayrı öykü kitabı oldukça dikkat çekicidir. Pazarkaya, “Güz Öyküleri” kitabında her öykünün başına takvim şeridi koymuş ve kitabı Eylül, Ekim, Kasım aylarını kapsayacak şekilde tam 91 öykü ile sınırlandırmıştır. Yüksel Pazarkaya, hem öykünün başına numara koymuş hem de aynı numarayı tarih şeridindeki ilgili yere de işaretlemiştir:

Şekil 11: Yüksel Pazarkaya’nın “Güz Öyküleri” adlı eserindeki takvim.

Aynı durum Aralık, Ocak, Şubat aylarını anlattığı “Kış Öyküleri”; Mart, Nisan, Mayıs aylarını anlattığı “Bahar Öyküleri” adlı kitaplarında da söz konusudur. Bu durum biçimsel yönden Pazarkaya’nın adı geçen eserlerinin birbirlerinin devamı olduğu düşüncesini uyandırır.

Dönem yazarlarından Ferit Edgü, gerçekten yaşamış olan Vaslav Nijinski’nin üç adet günlük defterinden üçüncüsünü okumuş ve bu günlükten yola çıkarak öykü kaleme almıştır. Bu kitap iki bölümden oluşmakta ve bu iki bölümün altına da yazar tarafından epigraf düşülmüştür. Örneğin; birinci bölüm olan Nijinski Öyküleri başlığı altında yazarın anlattığı kişi olan Vaslav Nijinski’nin “Ben gerçek olmayan hiçbir şeyi

yazmam.” (Edgü, 2007, 60) sözü ile “Olağan Öyküler” başlığını taşıyan ikinci bölümde “Ya gerçekleri yaz/ Ya gerçekleri düşle!” (Edgü, 2007, 60) şeklinde. Yazarın eserinde

epigrafa yer vermesi, postmodern anlatı tekniklerinden olan metinlerarasılık bağlamında düşünülebilir. Çünkü yazarlar, kaleme alacakları esere önceden yazılmış, varlığı bilinen başka metinlerden bölümler alırlar.

43

Sadık Yalsızuçanlar, Kuş Uykusu adlı öykü kitabında bir öyküsünü dilekçe formatında yazmıştır:

Personel Müdürlüğü’ne Personel Müdürlüğü’ne Sayı, 1996/30

Konu: Paylaşılmış sözcükler hk. Müdürüm,

Evvela, ne zaman dışarı çıksam evimle kentin ayrıştığı duvarı aşamıyorum. Fevkalade kıyısız, dipsiz öğütler veriyorsunuz ama gönlümün meyvesi düşmüyor. (…)

Netice itibariyle, olgun sanılan çehreniz beni yanıltmıyorsa siyah, kalbe ait bir niteliktir. Gereğini arz ederim efendim.

Laedri (Yalsızuçanlar, 2010, 30-31).

Yazar, modern dönem metinlerinde her şeyin kuralına göre olması ilkesinin aksine, postmodern bir anlayış ve Türk edebiyatında örneğine az rastlanabilecek bir yöntemle düzyazı olarak yazılan ve birbirinden farklı metin türleri olan öykü ile mektup türünü (resmi yazı, dilekçe) birleştirmiştir. Yani türler arasında geçiş yapmıştır. Toplamda, şeklî anlamda kaliteli bir öykü ile muhatap olan okur, bir yandan da sanki bir resmi yazı okuyor hissine kapılır; ancak, çalışma hayatı içinde olan herkesi ilgilendiren bir özellik taşıması nedeniyle okur, belirli bir zamandan sonra anlatının yazarlık ipini ele alır ve anlatıyı kendine göre devam ettirir.

Yazarların bazısı öykülerini çeşitli başlıklarla, bazısı rakam vererek, bazıları ise daha ileri giderek herhangi bir başlık veya rakam koymadan kaleme almışlardır. Örneğin; Cemal Şakar, kitabının da adını taşıyan “Pencere” adlı öyküsünde giriş,

birinci bölüm, ikinci bölüm, üçüncü bölüm (Şakar, 2003, 9-20) diye başlıklar atarken,

bazılarına da Yöneliş, Denizin Sonsuz Maviliği, Biz Birbirimizi İçimizde Taşırız (Şakar, 2003, 21-60)şeklinde anlamsal değeri olan ifadelerle başlık koymuş; Murat Gülsoy “Bu

An’ı Daha Önce Yaşamıştım” adlı öykü kitabının son öyküsü olan “Tanrı Beni Görüyor Mu?” (Gülsoy, 2004, 185-190)’da öykülerini 1, 2, 3, … şeklinde numaralandırmıştır.

Bu 1, 2, 3, 4, 5, … şeklinde numaralandırmayı Murat Gülsoy “Binbir Gece Mektupları” adlı öyküyle aynı adı taşıyan bölümde yazı ile yapmıştır: Bir, İki, Üç, Dört, Beş, Altı,… (Gülsoy, 2014, 167-181). Yazarın bu tavrı asıl itibariyle, belirli bir safhadan sonra okura teslim ettiği anlatıya okurun başlık bulması nedeniyledir. Yansıtmacı (klasik) ve modern dönemlerdeki yazar profilinin tam tersi bir davranıştır bu. Çünkü söz konusu dönemlerdeki metnin bütün kontrolü yazarın elindedir. Böylelikle okur, yazarın isteği neyse ona göre hareket etmek zorunda kalır. Postmodern dönemde ise, anlatının mevcut

44

bulması yazarla başlatılıp okurla sonlandırılır. Dolayısıyla da yazarın müdahalesi söz konusu olamaz.

Dikkat çeken diğer bir unsur, Sadık Yalsızuçanlar tarafından kaleme alınan

“Mem ile Zin” (Yalsızuçanlar, 2013) adlı eserde öykü adlarının yazılıp bir sayfa boşluk

bırakıldıktan sonra öykülerin başlaması ve bu öykülerin genel olarak şiir formatıyla yazılmasıdır. Bilindiği üzere postmodern edebi metinler okuyucu ve okuma merkezli oldukları için Sadık Yalsızuçanlar muhtemelen bu boşlukları okuyucunun kendine ait tahayyüllerini, fikirlerini yazmaları için bırakmış gibi görünmektedir.

Eserlerde dikkati çeken bir başka unsur, yazı karakterleri ile puntolarının farklılık arz etmesinin yanında Müge İplikçi’nin, “Transit Yolcular” adlı öykü kitabında “Dur” kelimesini;

“D U R

U

R” (İplikçi, 2009, 7).

şeklinde yazmasıdır. Burada yazar, bir şair gibi davranarak görüntü ile mana arasında bir ilişki kurmaya çalışmıştır. Bu tarz bir yaklaşım postmodernizm öncesinde ABD’de formalistler tarafından da yapılmıştır. Yine aynı kitabın 59. sayfasındaki öykünün adı küçük harflerle yazılan ve sadece bir harften oluşan “b”dir (İplikçi, 2009, 59). Ne tesadüftür ki bu öykünün ilk kelimesi de “b” harfiyle başlayan “Beklemek” kelimesidir.

Netice itibariyle 2000-2010 yılları arasında kaleme alınan öykülerin çoğunda modern dönem eserlerinde çok nadir rastlanan başlığı olmayan; resim ve fotoğraf altına yazılan; her güne bir öykü yazıldığını veya geldiğini gösteren takvim şeritli; dilekçe formatında; eser kapağı ile öykü arasında bağlantı olduğunu gösteren dış kapağı resimli ve fotoğraflı; önceden yayınlanan eserdeki öykünün daha sonra resim ve fotoğrafla yayınlanarak yeniden sunulduğu öyküler gibi birçok form denemesi olmuştur. Bu form arayışları aslında postmodernizmin var olana karşı çıkıp onu değiştirme, parçalama ve her halükarda okuru metnin içine çekme çabasından başka bir şey değildir.