• Sonuç bulunamadı

14. Zafer Sükan’ın ölüm ilanı

2.3. Söyleme Dair Tespitler

İncelenen öykülerin bazısında dil, genel manada herkesin anlayabileceği şekilde sade, yalın ve akışkan, bazılarında ise imge yüklüdür. Bazı yazarlar dili bu şekilde

45

kullanırken, bazıları da toplumda hoş karşılanmayan ifadelere yer vermekten kaçınmamışlardır. Müge İplikçi’nin Kısa Ömürlü Açelyalar adlı öykü kitabındaki

Kileçra Gecedeki Yalnızlık (İplikçi, 2009, 63-69) öyküsü buna örnek verilebilir:

“Refika? Sen koca göbeğin ve sarkık memelerinle telekızlık mı yapıyorsun? Utanmıyor

musun bu yaptığından? Orospuluk yapıyorsun ha, şerefsiz! (…), Sürekli ‘orospu’ diye soluyordu” (İplikçi, 2009, 68). Bu örnekten de görüleceği üzere, modern dönem

eserlerinde çok nadir karşılaşılan bu ifadeler, postmodern metinlerde her hangi bir kısıtlama olmaksızın kendine yer bulabilmektedir. Zira modern dönemde yaşadıkları olumsuzluklar nedeniyle sadece topluma yabancı bireyler değil, kendine bile yabancılaşan öznelerle karşılaşılır. Söz konusu bu özne, aslında patlamaya hazır bir bomba gibidir. Patladığında ise örnekte de geçen argo kelimeleri, küfürleri söylemekten geri kalmayan bir özne.

Öykülerdeki diyalog cümlelerinin oldukça kısa seçilmesi dikkatlerden kaçmaz. Saliha Yadigâr’ın Yazdı Sevda ve Müge İplikçi’nin Kısa Ömürlü Açelyalar adlı öykü kitapları örnek verilebilir:

“-Nereye bakıyorsun? -Sen biraz dolaşsan.

-Olmaz. Seni yalnız bırakmam.

-Her zamanki halim” (Yadigâr, 2008, 33).

“Bana Kofi Sokrat derler.

Sokrat’ı anladık da bu Kofi neyin nesi Allahaşkına?” (İplikçi, 2009, 66).

Postmodern dönemde yaşam sürmeye çalışan özne bir suskunluk içindedir ve zihninden geçen düşünceleri uzun cümlelerle ifade etmez. Çünkü uzun cümle demek, cümleye kafa yormak ve fazladan zaman demektir. Dolayısıyla kendine ait olan zaman mefhumu başkalarınca elinden alınan özne, böyle uzun cümleler yerine an’ı ifade edecek nitelikte kısa ve eksiltili cümleleri yeğler. Bunu yaparken de kelimelere yoğunluk vererek az sözle çok şey anlatmaya çalışır. Bazen cümle bile kurmayarak göstergelere sarılır. Diğer bir ifadeyle, konuşulanın ne olduğunun değil, nasıl konuşulduğunun/ ifade edildiğinin önemli olduğu postmodern anlatılarda, yazarlar anlatılarını dil oyunu üzerine kurarlar. Dolayısıyla yazarlar elden geldikçe anlatılarında kelimelerle oyun oynarlar.

46

Ancak bu örnekler, 2000-2010 arasında yazılmış bütün öyküler için bir genelleme değildir. Bu örneklerin aksine oldukça uzun cümlelerle kurulmuş diyalog cümleleri de vardır. Murat Gülsoy’un “Binbir Gece Mektupları” adlı kitabındaki öykülerden biri olan Asansör başlıklı öyküde geçen aşağıdaki diyalog buna örnektir:

Babanıza söylediğiniz yalan Ayla’yla mı ilgiliydi?/

Hayır, hayır. Yalandan bir aşk hikâyesi uydurdum. Sözde ben bir kızla uzun yıllar çıkmışım da sonradan o beni bırakıp başkasıyla evlenmiş ve şimdi o şirkette çalışıyormuş… Onunla karşılaşmak istemediğim için görüşmelere gitmediğimi söyledim. Babam durumu çok ciddiye aldı. Bana kadın-erkek ilişkileri üzerine bir ton nasihatte bulundu. ‘Aşırılıktan kaçın, her şeyin ortası iyidir, uçlar zararlıdır, temkinli ol, ölçü ve saygı tüm ilişkilerin seren direğidir, planlı ol, önemli kararlar vermeden önce yirmi dört saat düşün,’ gibi beylik laflar etti. O bunları söylerken ben bakışlarımı yerdeki hayali bir noktaya sabitlenmiş dinliyordum ve işin tuhafı etkileniyordum. O yalan aşkı birkaç dakika önce uydurmamışım da gerçekten yaşamış ve o yüzden o haldeymişim gibi ezik, dinliyordum. Her gün binlercesini duyduğumuz o beylik sözler o anda bana hayatın çok gizli sırlarıymış gibi geliyordu. Çaresiz durumdaydım, dinliyordum. Durumuna üzüldü. Sanırım olayın beni ne kadar hırpaladığını anlamaya çalışıyordu. Belki de, bir babanın yapması gereken o zor konuşmayı yaparken neler hissedeceğini de önceden düşünmüştü. Çünkü hiçbir şeyi şansa bırakmaz. Her şeyi önceden düşünür, hesaplar. Bazen, ‘Baba,’ derim, ‘her şeyi hesaplayamazsın, nasıl olsa bir şeyler sürpriz olacak, boşu boşuna neden planlar yapıyorsun? o da bana, ‘Olsun, büyük bir yüzdesini yine de hesaplamış oluyorum.’ der (Gülsoy, 2014, 140-141).

Yazarlar, anlatacaklarını okurun daha iyi algılaması için dil üzerinde deney yaparak bir üslup arayışına da girmişlerdir. Örneğin; Murat Gülsoy “Bu Kitabı Çalın” adlı eserinde “Cellat” kelimesinin karşısına “idam-kral-ceza-balta-kan-maske-soylular- …” (Gülsoy, 2014, 160) şeklinde kelimeleri sıralamıştır. Modern dönem eserlerinde görülmesi imkânsız olan bu yazım ya da ifade tarzı, postmodern dönem anlatılarında yazarların çokça başvurduğu bir yoldur. Serbest çağrışım olarak adlandırılan bu yolla yazar, kelimelerin insanların zihninde neler uyandırdığını değişik bir tarzda ortaya koymuştur. Bu tür anlatıyı okuyan okur da ister istemez anlatının bir noktasından sonra anlatıya dâhil olur ki postmodern anlatılarda da amaç budur: Okurun anlatıya dâhil olması.

Konuyla alakalı elde mevcut olan öykü kitaplarından biri de Abdullah Harmancı’ya ait “Muhteris”tir (Harmancı, 2002). Yazar, bu hikâye kitabının daha içindekiler kısmından itibaren öykülerini farklı bir tarzda kaleme alacağını hissettirmiştir. İçindekiler kısmına bakıldığında 12 hikâyenin 3 bölüm olarak yazıldığı görülür. Sayfalar çevrilmeye başladığında özel isim, cins isim ayrımına bakılmaksızın

“umur bey hikayeleri, umur bey günleri, umur bey akşamları, umur bey/ doğu anlatısı, umur bey ukdeler” vs. öykü başlıklarının küçük harfle yazıldığı görülür. Yazar bu

tarzını paragraflara küçük harfle başlamak suretiyle de devam ettirmiştir. Bunun yanında söz konusu hikâyelerde noktalama işaretlerinden özellikle noktanın

47

kullanılmadığı; “umur bey ukdeler” (Harmancı, 2002, 40) başlıklı hikâyede kelimelerin arasına “yönetmen+ cılız+uzun+esmer” örneğinde olduğu gibi “+” işaretinin;

“edebiyat tarihçisine notlar” başlıklı hikâyenin “otuz altı gün kala” bölümünde, kutsal

kitaplarda ayetleri ayırmak için kullanılan “Uyandığımda evde kimse yoktu*kardeşim

bile*” (Harmancı, 2002, 125) şeklinde “*” (yıldız) işaretinin kullanıldığı görülür. Modern edebiyat anlayışlarının kökten reddedilip kuralsızlığın kural olarak

benimsendiği postmodern anlatılarda, yazarlar dimağlarındaki her türlü duygu, düşünce ve hayali ifade ederlerken başka alanların metinlerinde görülen bu tür işaretleri kullanmışlardır. Yine var olan kurallara göre büyük harfle yazılması gereken kelimeleri küçük harfle yazarak başkaları tarafından sınırları belirlenmiş kurallar silsilesine itirazlarını dile getirmişlerdir.

Murat Gülsoy’un “Binbir Gece Mektupları” adlı kitabındaki öykülerden biri olan “Sigarayı Bırakmanın En İyi Yolu” başlıklı öyküyü yazar, sigarayı bırakmanın zorluğunu okuyucunun zihninde canlandırabilmek için saatlere ve mekân isimlerine yer vererek kaleme almıştır: “07.45, 09.25, 10.17,…, 16.30, Ofis; 16.45, Ofis; …, 00.30,

01.30, Ev” (Gülsoy, 2014, 65-79) gibi. Modern dönemin çok önem verdiği zaman ve

mekân mefhumlarının maddi bağlamda bir kronolojisini çalıştırmak için kullanılmış gözükse de, bu zaman ve mekân mefhumları postmodernistlerin elinde -pozitif zamanı kabul etmedikleri için- oyuncağa döner. Zira onlar, maddi değil, duygusal zaman ve mekânı önemserler.

Türk toplumunda esnafların çokça sarf ettikleri “Arz, talep meselesi.” diye bir laf vardır. İşte Özcan Karabulut, tam da bu söze göre bir öykü kitabı yayımlamıştır:

Rojda. Bu öykü kitabındaki öyküler sadece Türkçe değil, aynı zamanda Kürtçe olarak

da kaleme alınmıştır. Öykülerin önce Kürtçesi, sonra Türkçesi vardır. Öyküleri Kürtçeye Yaqob Tilermani çevirmiştir:

48

Tablo 2: Özcan Karabulut’un “Rojda” adlı eserindeki Kürtçe ve Türkçe bölümler.

Ma Ne Wiha Ye Zoé?

‘Evîna ku herdu bûneweran mezin dike; evîna dilsozî, evîna ku dihéle mirovek bi bengîtî bibe dildaré mirové din, tüne ye; na, tiştekî wiha tune ye’.

Milan Kundera

Di hembéza wé de pirtûk, li nav mirovén ku xwe bi çîroka dihat xwendin wendakirî, ji rûyekî arasteyî rûyekî dîtir dibû, çaven wé mîna çavén siîxurekî ji pirtûkan diçû ser kasetan, ji wé deré diçûn ser zilamé ku her tim li heman qorziya xwe rûnîştî (Karabulut, 2005, 91).

Değil mi Zoé?

‘İki varlığı yücelten aşk, bağlılık, bir insanın tek bir insana tutkuyla bağlanışı anlamında aşk diye bir şey yok, hayır böyle bir şey yok’.

Milan Kundera

Kucağında kitaplar, kendilerini okunmakta olan hikayeye kaptıran insanların arasında, bir yüzden ötekine yöneliyor, gözleri bir casusun gözleri gibi kitaplardan kasetlere, oradan her zamanki köşesinde oturan adama takılıp duruyordu (Karabulut, 2005, 105).

Sosyolojik bağlamda düşünüldüğünde, majörün hâkim olduğu bir toplumda azınlık durumunda olan minörün, majörün kullandığı ana dili kullanarak çok kaliteli eserler yazabileceğinin kanıtıdır bu öykü kitabı. Yazar, öykülerini önce kendi ana dili olan Kürtçeyle, daha sonra da içinde yaşadığı toplumun resmi diliyle kaleme almıştır. Bir anlamda yazar, kendi ana dilini, majör dile göre öncelemiştir. Tabii burada başka bir husus da minör dilden majör dile geçme isteğidir. Yani yazar kendi ana dilinin majör bir dil seviyesine gelmesini arzulamaktadır.

Öykülerin dile getirilişindeki deneysel tavır örneklerini çoğaltmak mümkündür. Cemal Şakar, “hayalperdesi” adlı kitapta bulunan “Mevlid” adlı öyküde “Yüzyıllar

öncesinden gelen kelimelerin muhatabını bulamayınca bir cam kase gibi şangırtıyla kırılıp döküldüğünü” (Şakar, 2008, 34) okurun dimağında aniden olup bitiveren bir eylem olduğunu görsel ve işitsel bağlamda canlandırabilmek için “şangırtıyla” kelimesini alt alta yazmıştır: “ Ş A N G I

49 R T I Y L A” (Şakar, 2008, 34).

Modern dönem eserlerinde bu şekil bir ifade tarzı görmek mümkün değildir; ancak, postmodernistlerin elinde var olan kuralsızlık imkanı, onlara geniş bir alanda istedikleri gibi davranmayı elverişli kılar. Büyük harfler alt alta yazılarak görsel bir şiir formuna dönüştürülen “ŞANGIRTIYLA” kelimesi, asıl itibariyle, okurun kulağında

şangırt sesini çağrıştırması yönüyle de önem arz eder. Bu ise yazarın elinde oyuncağa

dönen dil ile yapılır.

Bir genelleme yapılmak istenirse, 2000 ila 2010 yılları arasında kaleme alınmış öykülerde oldukça sade, yalın ve akışkan bir dil kullanılmıştır. Özellikle öykünün bir alt türü olarak kendinden söz ettirmeye başlayan ve etkileyici örneklerin verildiği küçürek öykülerde ise, dilin imgesel boyutta kullanılması gözden kaçmaz. Dikkatlerden kaçmayan diğer bir özellik ise, biçimsel yönden de incelenebilecek olan yeni ifade tarzlarının denenmesidir. Buradan kasıt ise şudur: İnsanlar, başka insan veya insanlarla iletişim kurarak hayatlarını devam ettiren canlılardır. Bu iletişim eğer konuşarak oluyorsa, buna jest-mimikler de katılır. Yazı ile ise iletişim gerçekleştiriliyorsa kelimelere bazen farklı edebi türler, tarzlar, işaretler eşlik edebilir. Bu bazen mektup, anı, dilekçe gibi diğer edebi türler olabileceği gibi, bazen insan sesinin seviyesini gösteren küçük veya büyük harf kullanımı, bazen de sayısal bilimlere has olan “+, -, *, /” işaretlerle yapılır.

Ayrıca son olarak bu dönem yazarlarının bazıların öykülerinde, “Yahu ben

meddah mıyım? Ara sıra omzumdaki havlu ile alnımın terini silip ‘Ey yarenler, nerde kalmıştık bakalım’ diye mevzuyu çekip uzattıktan, tadını kaçırdıktan sonra toparlamaya çalışacak.” (Kutlu, 2014, 17) gibi geleneksel edebi türlerden biri olan meddahlığın dil

ve üslubunu pastiş ve parodi gibi postmodern bir anlayışla yer yer takdire şayan bir şekilde kullandıklarını da ifade etmek gerekir.

50