• Sonuç bulunamadı

Zahiri ve Bâtıni Bilgi

2.2. SADIK YALSIZUÇANLAR‟IN ÖYKÜLERĠNDEKĠ TASAVVUFĠ

2.2.34. Zahiri ve Bâtıni Bilgi

Hikmet, “Amel ve bilgi bütünleĢmesinden meydana gelen ilim[dir]” (Cebecioğlu, 2009: 276). Ahmet Yesevi‟nin Ģiirlerine de hikmet denir. “Sınırlı KavrayıĢ Biçimine ĠliĢkin Öykü Taslakları Mektubu” öyküsü Avusturyalı filozof Ludwig Wittgenstein‟ın “Eken değiniler vardır ve hasad eden değiniler” sözüyle açılan kısa bir öyküdür. Öyküde üst kurmaca tekniği kullanılır ve birkaç öykü konusu söylenerek nasıl yazılacağı hakkında öneriler sunulur. Öneri sunan öykü kahramanı, yazara “ Ağbi aklıma bir Ģey geldi, öyküleĢtirilebilir mi?” (Yalsızuçanlar, 2012: 291) diyerek baĢladığı mektubunda üç öykü önerir. Ġlki yazarın aynı mekânda, farklı zamanlarda yaĢanan iki olayın birlikte götürüldüğü bir öyküdür. Bu öyküde ebediyeti hedefleyen hikmetle bu dünya ile sınırlı kalmıĢ bir kavrayıĢı birlikte iĢlenmesi tavsiye edilir. Öyküde hikmet sonsuzluğu hedefleyen bilgi olarak verilir. Sonsuzlukta Allah‟ın bir vasfıdır. Dolayısıyla burada tasavvuftaki marifet bilgisiyle aynı kapsamda kullanılır. Tasavvufa insan hakikati kaynağı akıl olan zahiri bilgiyle değil, kaynağı sezgi ve ilham olan marifet(batıni) bilgiyle kavrayabilir.

Hikmetle bu dünya ile sınırlı kalan ilim arasındaki fark “Menzil” öyküsünde daha iyi anlaĢılır. Ġlim bildiğin Ģeye tabi olurken, hikmet bilinen ve bilinmeyen her Ģeye müdahale eder. Burada ilmin yeni bir Ģey getirmediği, var olanı tekrarladığı; hikmetin ise görünenlerin bilgisi kadar görülmeyen ve bilinmeyen Ģeylerin sırlarına da ulaĢtığı ifade edilir.

135

Ġlm-i zahirin bilgisinin güvenilir olmadığı ve onun söylediklerini kabul etmemenin inkâr olmadığı “Kıl” isimli öyküde anlatılır. Beyaz kılı ay sanan gözün ve onu kaynak olarak kullanan ilm-i zahirin baĢka zamanlarda da yanılabileceği “O beyaz kılın ay olma ihtimali var mıdır?” (Yalsızuçanlar, 2013: 158) sorusuyla anlatır. Dolayısıyla her zaman hakikate ulaĢamayan bir âlimin ilmini “kabul etmemek inkâr değildir” (Yalsızuçanlar, 2013: 158).

“Susku” adlı öyküde Ġbn Arabi, Allah‟ın hazinesindeki tüm bilgiye ulaĢmayı amaç edinir ki, bu bilgiye tasavvufa göre marifetle ulaĢılır. Marifetin kaynağı sezgi ve keĢiftir. Ġbn Arabi de “Eksiksiz bir keĢif ve yakaza içinde O‟na yönel[ir]” (Yalsızuçanlar, 2014: 72). Bu yolla Allah‟ın hazinesindeki bilgiye ulaĢır. Bu cümlede geçen yakaza ise, “Arapça, uyanıklık demektir. „Hakk'tan gelen ve zecrden (yasaktan) neyin kastedildiğini bildiren idrâke, yakaza denir" (Cebecioğlu, 2009: 708). Hakk'ın emir ve yasakları karĢısında uyanık, titiz ve duyarlı olma halidir.

“AĢağı bir ip sarkıtsaydınız, Hakikat‟in üzerine düĢerdi.” (Yalsızuçanlar, 2014: 99) cümlesinden oluĢan “ Zahir Batın” isimli küçürek öykünün baĢlığındaki zahir ve batın, Allah‟ın ümmehatü‟l-esma diye isimlendirilen ana adlarındandır: Evvel, Ahir, Zahir, Batın. Bu iki sözcük, evrende açık ve gizli ne varsa odur, anlamındadır (Uludağ, 1995: 87). Ayrıca bu iki sözcükten zahir tasavvuftaki varlıkların dıĢ yüzü, batın ise sezgiyle elde edilen iç bilgisi, gizli bilgi anlamında kullanılır. Öyküde hakikatin görülen varlıklarla örtüldüğü görülür. Görünürdeki varlıkların arkasındaki hakikate (Allah) ulaĢmak için marifet bilgisine ihtiyaç vardır. Bu bilgi öyküde ip sarkıtmak metaforuyla verilir. Yine öyküdeki “aĢağı” sözcüğü kalp sözcüğünün sembolüdür. Dolayısıyla hakikate ulaĢmak için insanın iç dünyasına, kalbine yönelmesi gerekir.

Kabuk kıĢr, iç lüb'dür. bâtıni bilgiler lüb, zahiri bilgiler kıĢr‟dır. Bâtın ilmini bozulmaktan koruyan zahir ilmi kıĢr, bu ilmin koruduğu bâtın ilmi lübdür (iç, öz). Zahirle bâtın ayrı iki Ģey değildir. Aynı Ģeyin biri kabuğu diğeri içidir. ġeriat, tarikat ve hakikat iliĢkisi böyledir (Uludağ, 1995: 316). “ġeriatın zahiri gerçekleĢtirilemezse öz çürür. Gazali bu durum ceviz benzetmesiyle anlatır. Ceviz, kabuğu ile uzun yıllar dayanır; toprağa ekilince de yeni ceviz ağacı meydana gelir. Kabuğu olmayan iç ceviz, uzun yıllar dayanamadığı gibi toprağa ekilince de yeni bir ceviz ağacı meydana getiremez. Ġçi olmayan boĢ ceviz kabuğu da, tıpkı bu Ģekilde semeresiz durumdadır (Cebecioplu, 2009: 373-374).

136

“ Özü koruyor mu?” (Yalsızuçanlar, 2014: 115) kısa soru cümlesinden oluĢan. “Kabuk” isimli bu öyküde de tasavvuftaki iç-dıĢ (Lüb-KıĢr) düĢüncesine yer verilir. Tasavvuf ehli Ģeriata dayanmayan, onun gereklerini yerine getirmeyen hiçbir tasavvufi düĢünceyi doğru bulmaz. Öyküde kabuğun (Ģeriat) özü (batın) korumasıyla bu düĢünce iĢlenir.

“Ġç” isimli öykü, kahramanın kendini bâtıni yönden eleĢtirdiği küçürek bir öyküdür. Öykü iç dıĢ karĢıtlığı üzerine kurulur. Öykü kahramanı kendini içi olmayan bir badem kabuğuna, içi çürümüĢ bir nara benzetir. Daha önceleri kendini sadece “iç olarak” gören öykü kahramanı, zamanını kendinin de bilmediği bir zamandan itibaren kendini “içsiz” hisseder. Gezerken, oturup kalkarken, otobüs beklerken, okurken, seyrederken kısaca tüm yaĢam anında kendini kabuk gibi görür.

Sufiler hem Ģeriatın zahiriyle hem de özüyle ilgilenir. “Ancak, Ģerî'atın içyüzü dediğimiz bu hususlar, kitap okumakla değil, öz doğruluğu ve Allah'a teslim olma sonucu bilinebilir. Bu bakımdan bu bilgi, gizli bir bilgidir ve bu bilgiyi bilenler de gizlidir” (Cebecioğlu, 2009: 90). Varlıkların ve evrenin zahiri, beĢ duyu ile algılanırken; onların bâtını ise gönülle algılanır. Bu yüzden gönül ile dıĢ yüz arasındaki, yani formlar, suretler ve var olanlar arasındaki perdelerin aralanması gerekir. Bu da kalp temizliğiyle alakalıdır.

Öyküde, öykü kahramanı tasavvufun amaçlarından olan iç zenginliğine sahip olamadığından dolayı kendini eleĢtirdiği görülür. Öykü bu düĢünceyi yansıtan bir cümleyle baĢlar: “Kendimi içsiz bir kabuk gibi hissediyorum” (Yalsızuçanlar, 2013: 145). Öykü kahramanı bâtıni yönden zenginleĢemeyeceğine dair karamsar bir fikre sahiptir. Ġç zenginliğiyle ilgili “Olma ihtimali olmayan bir Ģey.” (Yalsızuçanlar, 2013: 145) diyen öykü kahramanı, kendini “bir zamanlar iç gibi” hisseder. Zamanla bu duyguyu kaybeder ve dıĢ dünyada hiçbir varlığın bâtınını göremez. Sokakta, evde, çalıĢırken ve alıĢveriĢte masivada kaldığı görülür. Dolayısıyla o gölgede kalır ve asıl varlık olan Allah‟a ulaĢamaz.

“Ġç”in devamı olan “DıĢ” öyküsünde, kendisini içsiz bir kabuk gibi hisseden öykü kahramanı, “DıĢ” öyküsünde kendini kabuğu olmayan iç gibi hisseder. “Ġç. Sadece içim” (Yalsızuçanlar, 2013: 146). Eskiden hiç olan öykü kahramanı “h”yi atarak iç olarak kalır. Bir gün kabuğu çatlayan öykü kahramanın artık kabuğa ihtiyacı kalmaz. Ġç onda hem iç hem de dıĢ olur; ama iç‟i kabukla görmeye alıĢan insanlar

137

onun iç‟ini göremezler. Öykü kahramanın ağzının, gözünün, ellerinin ve ayaklarının biçimi yoktur; çünkü sadece iç olunca biçim olmaz.

Tasavvuf ehline göre dıĢ içi, Ģeriat hakikati korur. Bu anlayıĢtan farklı olarak öyküde, öykü kahramanı kendisini kabuğu olmayan iç gibi hisseder. Ġbn Arabi‟nin içi dıĢla korumayanın bozulacağını söyler (Uludağ, 1995: 316). Fakat öyküde kabuğu çatlayan öykü kahramanın içine bir Ģey olmaz. Ġçi hem iç hem de dıĢ olur. Zahirden kurtulduğu için artık varlıkların Ģekil ve formlarını değil onların ve kendi organlarının da iç‟ini görür. Öykü kahramanı bu makama, dünyanın zevk ve eğlencesinden kurtularak ulaĢtığı hiçlikle yükselir.