• Sonuç bulunamadı

Zâhirî ve Bâtınî Ġlim

2.2. TEFSĠR EKOLLERĠ VE TASAVVUFÎ TEFSĠRĠN TEFSĠR

2.2.3. Tasavvufî Tefsir

2.2.3.1. Zâhirî ve Bâtınî Ġlim

Bu konuya baĢlamadan önce mutasvvıfların ilim anlayıĢlarından özetle bahsetmek istiyoruz. Malum olduğu üzere genel kabule göre bilgiye ulaĢma yolları üçtür: “(Havassı Selime) Sağlam duyular, (Haber-i Sâdıka) doğru haber ve akıl.232

Ancak mutasavvıflar dördüncü bir bilgi kaynağı olarak “ma„rifetten” bahsetmiĢler ve bilgileri, elde etme yolu yönünden ikiye ayırmıĢlardır:

230ez-Zehebî, et-Tefsir ve‟l-Mufessirûn, c.2, s.340 231ez-Zehebî, et-Tefsir ve‟l-Mufessirûn, c.2, s.397

61

1- Ġnsanî eğitim ve öğretim yolu olan istidlâl. Tecrübe ve istinbat yoluyla sahip olunan ilimler. Bu ilimlerin vasıta ve vesilesi duyu organları, akıl ve nakildir.

2- Rabbanî eğitim yolu olan, keĢf ve ilham vasıtasıyla ulaĢılan ilim. Bu ilmin kesb ve istidlâl ile alakası olmayıp, Allah‟ın, kulun gönlüne doldurmasıyla ortaya çıkar.

Bunlardan birincisinin mahalli akıl, ikincisinin mahalli ise kalptir. Hüccetu‟l- Ġslâm Ġmam Gazalî, diğer sûfîlerden farklı olarak hem aklı hem de kalbi, ma„rifetin mahalli olarak kabul etmiĢtir.233

KeĢf ve ilhama dayalı olan ilme, mutasvvıflar, ma„rifetin yanı sıra, irfan, ilm-i ledûn, ilm-i vehbî, ilm-i bâtın ve benzeri adlar de vermiĢlerdir. Mutasavvıflar, insanın dünyada manevi açıdan tadını alabileceği en büyük ezvak ve ilimde ulaĢabileceği en yüksek makam gördükleri ma„rifete vasıl olma yolunun kalbin tasfiyesi olduğunda ittifak halindedirler.234

Sûfîler‟e göre insanın kalbi, Ġlahî hakikatleri idrak etmeye yetenekli olarak yaratılmıĢtır. Ancak o, dünyada birçok perde ile perdelenmiĢtir. Zikir, ibadet, mücahede ve riyazet vesilesiyle bu perdeler tedricî olarak aradan kaldırılır ve oraya hakikat ıĢıkları tulû„ etmeye baĢlar.235

Bilgiye ulaĢma kaynağı olarak keĢif ve ilhama büyük önem veren ve öncelik tanıyan mutasavvıfların diğer bilgi vesileleri hakkındaki görüĢlerini de Ģöyle özetlemek mümkündür.

Mutasavvıflara göre, “Âlem-i Melekût‟u” ilgilendiren gaybe dair ve fizik ötesi hususlarda en sağlam ve doğru bilgi kaynağı keĢiftir. Bu hususlarda diğer bilgi kaynakları doğru ve sağlam bilgi veremez.

Akıl ve duyular sadece kendi ilgi alanları olan zâhirî ve dünyevî ilimlerde vesile olabilirler. Mutasavvıflar görme, duyma gibi zâhirî duyu organları gibi bâtınî

233Muhammed Ġbn Muhammed Ġbn Muhammed Ġbn Ahmet Hüccetu‟l-Ġslâm el-Gazalî, Ġhyau

Ulûmi‟d-Din, Dâru‟l-Kutubi‟l-Ġlmiyye, Beyrut, h.1407, c.3, s.15

234Fahruddin er-Razî, Ġ‟tikadu Fıreki‟l-Müslimîn, Dâru‟l-Kutubi‟l-Ġlmiyye, Beyrut, h.1402, s.72 235ġihabu‟d-Din Ebû Hafs es-Suhreverdî, Avârifu‟l-Meârif, Darû Ġhyai Turasi‟l-Arabî, Mısır,

62

duyuları teĢkil eden tefekkür, his, hayal ve hafızanın da yanılabilmesini kabul etmiĢlerdir. Dolayısı ile her zaman yanılma ihtimali bulunan duyular ve akıl vasıtasıyla ma„rifete ulaĢmaya çalıĢmak doğru değildir.

Mutasvvıfların akıl karĢısındaki tavrını, Ġsmail Fennî (m.ö.1946), Ģu cümlelerle ifade ediyor: “MükaĢefe erbabı olan Müslümanlar, aklı hiçbir zaman terk ve ihmal etmemiĢlerdir. Lakin aklı, idrak edebileceği gerçekler için kullanmıĢlardır. Aklın idrakten aciz kaldığı hakikatleri, keĢf ve ilhamla anlamaya çalıĢmıĢlardır.236

Özetle mutasavvıfların yolu, ilim, amel ve ma„rifet elde etme sırasını takib etmektedir. Yani öncelikle zâhirî ilimlerle dinî hükümleri öğrenmek, sonra da bu hükümlere göre hassas bir Ģekilde amel etmek, daha sonra da bu amelin sonucunda Allah‟ın (c.c.) bir lütfu olarak ma„rifete ulaĢmak hakiki tasavvuf ehlinin yoludur.237

Mutasavvıflar, keĢfî bilginin mümkün olduğunu ispatlamak için bir çok âyet, Hadis ve Ġslâm âlimlerinin hayatlarından pratik örnekleri delil olarak getirmiĢlerdir.238

Öte taraftan mutasavvıflar, insanları sahip oldukları ilim ve ma„rifet yönüyle avam, havas ve havassu‟l-havas Ģeklinde üçlü bir ayrıma tabi tuttukları gibi, ilmi de üçe ayırıp Ģöyle beyân ederler: “Sadece rivâyetlerle iktifa edip ona bağlananların ilmi, “ilme‟l-yakîn” olup avama mahsustur. Rivâyetlerle birlikte akıl ve duyguları da kullanarak, nazarî ve istidlâlî yöntemle ulaĢılan bilgi “ayne‟l-yakîn”i ifade eder. Bu, kelamcılara mahsustur. KeĢf ve Ģuhûda istinat eden ma„rifet ilmi ise “hakka‟l-yakîn”i ifade eder, bu da sûfîlere aittir.239

Aynı zamanda sûfilere göre, naslardaki kapalı ve sırlı manaları, ibadetlerdeki esrarlı ve manevî özü, varlık ve hadiselerin ardındaki sırları açıklığa kavuĢturan bâtın ilmi, gizlidir ve onu avama bildirmek caiz değildir. Çünkü avam bu yüksek ilmi ya anlayamaz ya da yanlıĢ anlar. Bu nedenle bâtın ilmi sadece kalp gözü açık, zeki, yetenekli ve istekli kimselere öğretilir. Bundan dolayı bâtın ilmini biri muamele, diğeri mükâĢefe ilmi olmak üzere ikiye ayıran Gazalî, birincisini eserlerinde geniĢçe

236

Ġsmail Fenni Ertuğrul, Maddîyun Mezhebinin Ġzmihlâli, Ġstanbul, m.1928, s.17

237es-Suhreverdi, Avârifu‟l-Meârif, s.25

238 Bu delillerin bir kısmı için bkz., Al-i Ġmran, 3/138, Yunus, 10/6, Ankebut, 29/69 239 Gazalî, Ġhyau Ulûmi‟d-Din, c.4, s.45

63

izah ve beyân ettiği halde ikincisinin kitaplara yazılmasının ve ifĢa edilmesinin caiz olmadığını söylemektedir.240

Netice olarak diyebiliriz ki, mutasavvıflar, ilim hususunda diğer Ġslâm âlimlerinden farklı bir düĢünceye ve anlayıĢa kâil olmuĢlar, ilimde ulaĢılacak en yüksek makam olarak, “ma„rifet” adını verdikleri keĢifle ulaĢılan bilgi yöntemini kabul etmiĢlerdir. Onlar bu ilme, nazarî tecrübe ve aklî istidlâl vasıtasıyla ulaĢmanın mümkün olmadığını, ona ancak sistemli ve disiplinli bir dinî yaĢam sonucu, kalbin âdi ve bayağı duygu ve düĢüncelerden arındırılıp ulvî duygularla techiz edilmesi, yani kalbin tasfiyesi ve gönül gözünün açılması vasıtasıyla ulaĢılabileceğinin mümkün olacağını söylemiĢlerdir.

Bilgi hususunda keĢfe dair bilgiyi öne alarak bâtınî bir mananın da var olduğu fikrine binaen tefsir alanında farklı bir yöntemin temsilcisi olmuĢlardır. Mutasavvıflar bu iĢin temsilcisi olmakla beraber Ehl-i Sünnet âlimlerininde büyük çoğunluğu Kur‟ân‟ın zâhir manası yanında bâtınî bir kısım manaların var olduğunu kabul etmektedirler. Misalen, zâhirîlere241 yakın görüĢte olmasına rağmen Ġbn Teymiyye bâtınî manayı tamamen reddetmemiĢtir. Ġbn Teymiyye‟ye göre bâtın ilmi iki kısımdır: Birincisi zâhire aykırı olan bâtındır, ikincisi zâhire uygun olan bâtındır. Birincisi bâtıldır. Ġkincisi ise, bu zâhir gibidir.

Zâhire aykırı olmayan bâtınî mana da iki kısımdır: Birinci kısım, Kur‟ân ve Hadis‟in lafızlarından çıkarılır. Fakat bu lafızlarla bizzat bu mana kasdedilmemiĢtir. Bunun için buna “iĢâret” demiĢlerdir. “Bu lafızla sadece bu mana kastedilmiĢtir” denilmesi, Allah‟a (c.c.) iftiradır.

Ġkincisi ise lafzın delaletiyle değil de itibar ve kıyas vasıtasıyla ulaĢılan manadır. Kıyas türünden olan bu mana aynen kıyas gibi doğru da olabilir, hatalı da olabilir.242

240 Gazalî, Ġhyau Ulûmi‟d-Din, c.1, s.20-23 241

Zahirîler, zahir mana dıĢında herhangi bir mana olmadığını iddia ederler. Liderliğini Davut ez- Zahirî‟nin yaptığı bu mezhebin düĢünceleri ve tarihî geliĢimi için bkz. Goldziher, Zahirîler,

Ankara Üniversitesi Ġlâhiyât Fakültesi Yayınları, c.51, sayı.2, s.137-166

64

Kelamcı olan Nesefî‟nin (h.ö.710) Akaid‟inde geçen: “…naslar zâhir manaları üzeredir. Bunlardan baĢka manalar vermek bâtın ve ilhad ehlinin iddiasıdır” sözünü Sa‟duddin Taftazanî (h.ö.797) Ģöyle açıklar: “Bâtınîlere Bâtınî denmesinin nedeni, nasların zâhir manalarını kabul etmediklerindendir. Onlar bu Ģekilde Ģeriatı ortadan kaldırmak maksadını güdüyorlar. Fakat hakikate eren bilginlerin bazılarının: “Naslar zâhirler üzeredir. Bununla beraber bu naslarda ehl-i sulûke açılan bir kısım ince ve gizli manalar ve iĢaretler vardır ki, bunlarla zâhir manayı telif etmek mümkündür” Ģeklindeki sözleri imanın kemalinden ve irfandandır.243

Ehl-i Sünnet âlimlerinin çoğunluğu tarafından kabul edilen bâtın mananın var olduğuna mutasavvıflar, hem Kur‟ân‟dan hem de Hz. Peygamber (s.a.v.) ve ashabı kiramın söz ve davranıĢlarından bir kısım deliller getirmiĢlerdir. 244

Tasavvuf büyüklerinin kasdettikleri bâtınî mana245 Kur‟ân‟ın zâhirî manası üzerine oturur ve ona bağlı olarak geliĢir. Yani bâtınî manaya ancak, zâhirî manadan ulaĢılabilir. Çünkü bâtınî manaya ulaĢmada kullanılan basiret, zâhirî manayı anlayan duyulara bağlı ve aklî kuvvetle bağlantı halindedir. BaĢka bir ifadeyle bâtınî mana,

ilk baĢta anlaĢılan zâhirî mananın daha ileri aĢamasından baĢka bir Ģey değildir. es-Sülemî de (h.ö.412) bâtın manayı zâhir manaya hamletmekteve bu minvalde

zâhiri manayı inkar yoluna giden Bâtınîleri reddetmektedir.246

Ġmam Gazalî de zâhiri kabul etmeyen Bâtınîlere ve bâtını reddeden Zâhirîlere karĢı çıkarak birincilere “Bâtınî”, ikincilere ise “HaĢvî” ifadesini kullanır.247

Ġbn Arabî (h.ö.635) de bu bağlantı üzerinde özel olarak durur.248

Bu ifadelerden anlaĢılan, Bâtınîler olarak adlandırılan farklı bir fırka mevcuttur ki onlar hem Zâhirîlerden hem de mutasavvıflardan ayrı bir düĢünceye

243Sadu‟d-din Mes‟ud Ġbn Ömer Taftazanî, ġerhu‟l-Akâid, Dâru Ġhyâi‟t-Turasi‟l-Arabî, Beyrut-

Lübnan, h.1426, s.274

244

Bu delillerin bir kısmı için bkz., Hadid, 57/3, Muhammed, 47/24,42, Yusuf, 12/96

245Bâtınî ilim hakkında geniĢ bilgi için bkz., Ebû Bekir Muhammed Kelabâzî, et-Taaruf li-Mezhebi

Ehli‟t-Tasavvuf, Kahire, m.1960, s.87

246Ebû Abdirrahman Muhammed Ġbn Hüseyin Ġbn Mûsa el-Ezdî es-Sülemî, Hakaiku‟t-Tefsir, Dâru‟l-

Kutubi‟l-Ġlmiyye, Beyrut-Lübnan, h.1421, c.1 Mukaddime

247 Gazalî, Ġhyau Ulûmi‟d-Din, c.4, s.45-47

248 Muhyiddin Ġbn Arabî, el-Futuhâtu‟l-Mekkiyye, Dâru‟l-Kutubi‟l-Ġlmiyye, Beyrut-Lübnan, h.1425,

65

sahiptirler. Ġslâm‟ın düĢünce tarihinde böylelerinin varlığı bir gerçektir. Kısaca onlardan da bahsetmek istiyoruz.

Benzer Belgeler