• Sonuç bulunamadı

2. KEMALİST KİMLİK İNŞAASI

1.4. Yumuşak Güç

Yumuşak güç kavramı, bir aktörün istediğini elde etmek için zorlama veya emir yolunu kullanmadan, kendi cazibesini kullanabilmesini sağlayan kapasite olarak tanımlanabilir. Yumuşak güç kavramı ilk defa Joseph Nye tarafından 1990 yılında

“Bound to lead: The Changing Nature of American Power” adlı eserinde uluslararası ilişkiler literatürüne eklenmiştir. Yumuşak güç unsuruna sahip olan aktörler, kültür ve ortak değer gibi unsurların çekiciliği ile kendi çıkarları minvalinde ifade ettikleri isteklerini diğer aktörlerce cazip kılabilmektedirler. Yumuşak güç unsurunun uluslararası ilişkiler disiplini içindeki genel tanımlaması, bir devletin uluslararası sistemdeki aktörleri maddi veya manevi bir zorlamaya başvurmadan, onları cazibesi ile kendine çekerek dış politika hedeflerine ulaşması şeklinde yapılabilir. Yumuşak güç unsuru, uluslararası ilişkilerde korku ile hüküm yerine sevgi ile kazanmayı ön plana çıkarmaktadır. Ayrıca, barışın temin edilmesi ve savaşın açtığı yaraların sarılması hususunda sert gücün işe yaramayacağı, bu hususta yumuşak güç unsurunun devreye girmesi gerekmektedir. Yumuşak gücün kaynaklarına baktığımızda ise tehdit, kaba kuvvet veya para verme gibi sert unsurlar yerine değerler, kültür ve sahip olunan fırsatlar gibi diğer aktörlerin rızasını alabilecek unsurların yer aldığı belirtebilinir.

Yumuşak güce sahip olan ülkeler, siyasi tercihleri temelinde oluşturdukları gündemlerini gerçekleştirebilmek için, sistemdeki diğer aktörlere emir vermeye, onları zorlamaya veya ikna etmeye ihtiyaç duymazlar. 152

Soğuk Savaş’ın bitmesinin ardından, dünyada meydana gelen çatışmaların geleneksel devlet merkezli politikalarla önlenemeyeceği anlaşılmıştır. Klasik anlamda güç dengesi politikalarının merkezinde devletlerin bulunmasının artık yeterli olmadığı, sorunların ortaya çıkışında ve çözümünde artık sivil toplum örgütleri, iş adamları, gazeteciler, entelektüeller, toplumun önde gelenleri gibi aktörlerin dikkate alınması gerekliliği ortaya çıkmıştır. Türkiye, uluslararası sistemde meydana gelen değişikliklerin farkına varmış ve dış politikasının geleneksel paradigmalarının bir takım

152 Helge Rønning, Problematising the Concept of Chinese Soft Power, Presentation at the “The Voice of China in Africa” Conference organised by IESE and CMI, Maputo, Wednesday 19th of February and Thursday 20th of February 2014, s.2

94

değişikliklere gitmiştir, bu değişikliklerin temelinde ise Türkiye’nin yumuşak güç kapasitesinin yer aldığını söylemek mümkündür. Türkiye bu gücünü rasyonel bir şekilde kullanabilmek için, devletin içindeki bir takım kurumları daha etkin bir şekilde kullanma yoluna gitmiştir. Bu kurumların başında, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA), Yurt Dışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı, Yunus Emre Vakfı, Kızılay ve AFAD gibi Türk Dış politikasının derinlik kazanmasına etki eden onu çeşitlendiren dolayısıyla dış politikaya doğrudan etki edebilen organizasyonlar bulunmaktadır.

Türkiye’nin sahip olduğu yumuşak gücün kaynaklarına bakıldığında, yer aldığı coğrafya içindeki, tarihi mirasın önemli ölçüde rol oynadığını söyleyebiliriz.

Türkiye’nin geçmişten gelen kültürel derinliğinin kimliğindeki birleştirici rolünün sahip olduğu yumuşak gücünü diğer ülkelerin yumuşak güçlerinden farklı kılmaktadır.

Geçmişinden gelen Osmanlı mirası ile birlikte, içinde bulunduğu coğrafyadaki farklı halkların üzerinde buluşabildiği bir toprak parçasına sahip olması Türkiye’nin yumuşak güç kapasitesini arttırmaktadır. Balkanlardan Orta Asya’ya kadar uzanan Türkiye’nin yumuşa güç potansiyeli, Türkler, Araplar, Çerkezler, Kürtler, Boşnaklar, Arnavutlar, Abazalar, Azeriler, Türkmenler, Kırgızlar, Özbekler, Kazaklar ve diğer etnik unsurlar ile olan kültürel ve tarihi bağları dolayısıyla ön plana çıkmaktadır. Bu hususta dönemin başbakanı Recep Tayip Erdoğan’ın 2006 yılında “Tarihi ve coğrafi bir mecburiyetle karşı karşıyayız… Türklerin bütün unsurlarıyla tarih sahnesinde özgür ve müreffeh olarak yeniden yer SUNAR 440 2013 almaları için aramızdaki bağlarımızı, dayanışmamızı daha da güçlendirmek zorundayız. Tarihi birikimimizin, varisi olduğumuz değerlerin modern zamanlarda da insanlığın ortak medeniyetine önemli katkılarda bulunacağını ortaya koymalıyız… Neden bizler de dış politikada koordineli hareket ederek, sinerji oluşturan, birbirlerinden güç alan böyle bir yapı oluşturmayalım. Açık söylüyorum; bizim fazlamız var, eksiğimiz yoktur… Türkçe konuşan devletler topluluğu, hem uluslararası platformlarda daha aktif ve etkin roller oynamamızı sağlayacak, böylece halklarımızın çıkarlarını daha iyi korumamıza imkân tanıyacak, hem de bölgemizde barış ve istikrara katkıda bulunacaktır. Bütün kardeş devlet ve toplulukları bu konuda daha fazla gecikmeden gerekli adımları atmaya davet

95

ediyorum. Türkiye olarak biz, bu konuda gereken sorumluluğu üstlenmeye hazırız”153 şeklindeki sözleri Türkiye’nin tarihsel ve kültürel derinliğine dayanan kimliğini, yeni ilişkiler sistematiğinde bir dış politika aracı olarak kullanmak istediğinin göstergesi olmuştur. Bunun yanı sıra Türkiye’nin sahip olduğu ekonomik ve askeri gücünün Ortadoğu’daki etkinliği ve yumuşak gücü ile birlikte desteklendiğini, bu unsurların oluşturduğu cazibe ile birlikte bölgesinde bir çekim merkezi olarak görülmeye başlanacağı Türk dış politikasının yeni strateji belirleyicileri tarafından dile getirilmiştir.

Onlara göre, Türkiye bu cazibe ile birlikte, bölgesinde özgürlük ve güvenlik dengesinin inşasında etkin rol oynayabilme yetisine de sahip olacaktır.

Türkiye’nin yumuşak gücünün ayaklarını oluşturan bir diğer önemli unsur da, devletin sahip olduğu değerler ve uyguladığı politikalardır. Türkiye’nin kuruluşunda ortaya koyduğu demokrasi ve laiklik kültürü, kendisini bölgesindeki Müslüman devletlerden farklı kılmaktadır. Bu noktada, Türkiye’nin uluslararası sistemde sahip olduğu imaj, onun etrafındaki ülkeler ve halklar tarafından bir cazibe merkezi olarak algılanmasına yardımcı olmuştur. Türkiye kültürel etkileşim faaliyetleri minvalinde ortaya koyduğu iç ve dış politikalar ile uluslararası sistemde etkinliği arttırmakla beraber meselelerde söz sahibi olma gücüne erişmek istemiştir. AB üyeliği sürecinde gerçekleştirilen insan hakları, demokrasi ve özgürlükler alanlarındaki reformlar Türkiye’nin yumuşak güç hacminin büyümesine yol açmıştır. Bunların yanı sıra, Türkiye’nin 11 Eylül saldırılarının ardından cereyan eden güvenlikçi politikalar ve çatışmalara, medeniyetlerin ittifakı anlayışı içinde alternatif barışçıl bir yaklaşım geliştirmesi, onu uluslararası arenada daha etkili hareket etmesini beraberinde getirmiştir. Dönemin Başbakanı Recep Tayip Erdoğan’ın 2003 yılında Türkiye’nin İslami kimliğinin devlet kimliğinin unsurlarından olan Batılı değerlerle birlikte yumuşak gücüne nasıl hizmet ettiğini ““Hükümetimiz, partimiz öyle büyük bir başarı elde ediyor ki, bu Türkiye'nin ötesinde bir başarı. Avrupa Birliği'nin de ötesinde bir başarı. Biz bütün dünyaya, nüfusunun yüzde 99'u Müslüman olan bir ülkenin modern olabileceğini, en geniş ülkelerdeki insan hakları standartlarının uygulanabileceğini, demokrasiyi en geniş şekilde kendi halkına tattırabileceğini, kamu yönetimini şeffaf hale getirebileceğini, yöneticilerin herkese hesap vereceği bir ülke haline gelebileceğini

153 Türkiye Bülteni, Ekim 2006: 11-12

96

gösteriyoruz. Üstelik biz, muhafazakârlığa, halkın değerlerine, dine çok önem veren liderlerin bunları yapabileceğini gösterdik. Türkiye bütün Müslüman ülkeler için bir örnek oldu. Müslüman ülkelerde Türkiye büyük bir heyecanla takip ediliyor. Gençlerin arasında AK Parti'ye büyük bir sempati var. Müslüman ülkelerdeki entelektüeller arasında hükümetimize inanılmaz bir dostluk var. Bütün bunlar şunu gösteriyor ki, Türkiye, AK Parti'nin iktidarında, AK Parti'nin yönetiminde ancak bütün Müslüman dünyaya örnek olabilir. O bakımdan da bunun ayrı bir dış politika boyutu var. Çok büyük bir misyonu yerine getiriyoruz parti olarak”154 söylemi vasıtasıyla dile getirmiştir. Dolayısıyla, Türkiye’nin devlet kimliğindeki yeni açılıma tanıklık edildiğini söylemek yerinde olacaktır. Sonuç olarak, Türkiye’nin yumuşak gücünü hazırdaki batılı kimliğine etkili şekilde dâhil etmesi ve bu minvalde iç ve dış politikalar üretmesi, TDP liderlerince onu bölgesinde bir çekim merkezi, uluslararası arenada ise söz sahibi yapması istenmiştir.

2. TÜRK DIŞ POLİTİKASI VE ARAP BAHARININ KİMLİK BOYUTUNDA