• Sonuç bulunamadı

2. TÜRK DIŞ POLİTİKASI VE ARAP BAHARININ KİMLİK BOYUTUNDA

2.1. Arap Baharı Öncesi Dönem

96

gösteriyoruz. Üstelik biz, muhafazakârlığa, halkın değerlerine, dine çok önem veren liderlerin bunları yapabileceğini gösterdik. Türkiye bütün Müslüman ülkeler için bir örnek oldu. Müslüman ülkelerde Türkiye büyük bir heyecanla takip ediliyor. Gençlerin arasında AK Parti'ye büyük bir sempati var. Müslüman ülkelerdeki entelektüeller arasında hükümetimize inanılmaz bir dostluk var. Bütün bunlar şunu gösteriyor ki, Türkiye, AK Parti'nin iktidarında, AK Parti'nin yönetiminde ancak bütün Müslüman dünyaya örnek olabilir. O bakımdan da bunun ayrı bir dış politika boyutu var. Çok büyük bir misyonu yerine getiriyoruz parti olarak”154 söylemi vasıtasıyla dile getirmiştir. Dolayısıyla, Türkiye’nin devlet kimliğindeki yeni açılıma tanıklık edildiğini söylemek yerinde olacaktır. Sonuç olarak, Türkiye’nin yumuşak gücünü hazırdaki batılı kimliğine etkili şekilde dâhil etmesi ve bu minvalde iç ve dış politikalar üretmesi, TDP liderlerince onu bölgesinde bir çekim merkezi, uluslararası arenada ise söz sahibi yapması istenmiştir.

2. TÜRK DIŞ POLİTİKASI VE ARAP BAHARININ KİMLİK BOYUTUNDA

97

Bizzat kendisi Batı’ya karşı bağımsızlık mücadelesi veren bir ülke olarak Türkiye’nin 1955 yılında Bağlantısızlar Hareketi’ne karşı NATO’nun dolayısıyla Batı’nın yanında yer alıp NATO’yu öven açıklamalarda bulunması Bandung Konferansı’nda Türkiye’nin bundan sonra bölgesinde ve dünyada gelişecek olaylara karşı tutumunu belli etmiştir.155 Ancak 1964’teki Johnson Mektubu ile birlikte Türkiye, şimdiye kadar sadece Batı yanlısı tek taraflı politikalar üretmesi ve izlemesinin ne kadar yanlış olduğunun farkına varmasına ve dış politikada çeşitlenmelere yönelmesine yol açmıştır. Ortadoğu halklarına karşı yakınlaşmaya başlayan Türkiye Arap dünyası ile ilişkilerini güçlendirmeye karar vermiştir. Bunun en belirgin göstergelerinden biri Filistin sorununa Filistin halkının yanında aktif bir duruş sergilemesidir. Ancak, Türkiye’nin dış politikasındaki bu kesin değişimler, Arap toplumlarında ve aydınlarında istenen pozitif algıyı uyandıramamıştır. Bunun sebebinin ise Türk devlet kimliğinin kuruluşundan o zamana dek, Ortadoğu ülkelerine güvenlik tehditlerinin bir kaynağı olarak bakması ve öteki algıları oluşturmasıdır. Kimliğini bu minvalde inşa eden Türkiye’ye güvensizliğini sürdüren Arap ülkelerine karşı gel gelelim, Türkiye aydınlarının ve halkının da özellikle Kurtuluş Savaşı yıllarında yaşanan olayların etkisinin devamı ile güvensizliğinin devam ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır.

Sonuç olarak, bu karşılıklı soğuk tutumların temelinde kimlik unsurunun yattığını belirtmek gerekir. Türkiye, devlet kimliğini Batı’nın normları, özellikle de laiklik ve demokrasi ile inşa ederken, Arap devletlerinin kimliklerinin daha çok dini ve mezhebi merkezli milli değerler üzerine inşa etmesi, bu devletlerin öteki algılarını yıkmaları veya değiştirmelerini çok zor kılmaktadır.

2.2. Arap Baharı Ve Türk Dış Politikası

21. yüzyıl Ortadoğu ve dolaylı olarak tüm dünya siyasetini derinden etkileyen gelişme sürecin fitili, her şeyin işportacılık yapan ve üniversite diploması olan Muhammed Bouazizi’nin ülkesi Tunus’ta yaşanmakta olan ekonomik ve sosyal yetersizliklerden dolayı kendisini yakarak protesto etmesi ile başlamıştır. 156

155 Barış Doster, Türkiye’de NATO Karşıtlığının Tarihsel ve Siyasal Kökenleri, Ortadoğu Analiz, Nisan 2012 - Cilt: 4 - Sayı: 40, s.39

156 Murat TEKEK, Arap Baharı ve Nedenleri, 28 Kasım 2012, TUİÇ Akademi, http://www.tuicakademi.org/arap-bahari-ve-nedenleri/

98

Bouazizi’nin yapmış olduğu protestonun etkisi Tunus ile sınırlı kalmayıp, tüm Arap coğrafyasında değişimi başlatarak sembol bir eylem haline gelmiştir. Irak, Cezayir, Umman, Mısır, Fas, Bahreyn, Yemen, Libya, Moritanya, Suudi Arabistan, Filistin, Cibuti, Ürdün, Sudan ve Suriye’de gösteriler düzenlenirken; Yemen, Bahreyn, Ürdün, Libya, Cezayir Mısır ve Tunus’taki gösterilerin boyutu ve şiddeti çok daha geniş çaplı olurken süreleri de diğer ülkelere kıyasla daha uzun bir dilime yayılmıştır. Diğer ülkelerdeki eylemlerin daha etkisiz kaldığını, bunun en dikkat çeken sebeplerinin başında ise bu ülkelerin rejimlerinin Batı ile yakın işbirlikleri boyutunda ilişkilerinin devam ediyor oluşu olduğunu ortaya koymak yanlış olmayacaktır. Eylemci grupların toplumlarında yeterli destek bulamaması, liderlerinin ulusal sistemlerini yeniden düzenleyecek söylem ve eylemlerde bulunabilmeleri bu ülkelerde Arap Baharı rüzgârının soluk esmesine ve halk hareketlerinin kontrol edilmesine etki eden diğer sebepler olarak sıralanabilir. Arap Baharı’nı tam anlamıyla yaşayan, halk hareketlerinin kontrolünün sağlanamadığı ülkelerde, rejimlerin mevcut liderlerinin koltuklarını kendi istekleri bıraktıkları veya bu protestolara karşı savaşıp direnerek konumlarını terk ettikleri bir manzara ile karşılaşılmıştır.157

Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde başlayan ve etkili olan bu sürecin adının “bahar”

gibi olumlu bir algı ile anılmasının sebebine inildiğinde, protestoları gerçekleştiren halkların aslında otoriter rejimlerin üzerlerinde yaratmış olduğu sosyal ve psikolojik bir baskıya karşı patlaması ve boyutları özgürlükçü, insan hakları yanlısı ve demokrasi talep eden bir karşı koyması gerçeği ile karşılaşılır.158 Arap Baharı eylemlerinin karakterine bakıldığına, bu sosyal patlamanın sadece Arap kimliği ile göz önüne gelen bir gelişme olmadığı, İran’ın 2009 yılında yapmış olduğu seçimler esnasında ve sonrasında gerçekleşen eylemlerle baskıya karşı tepki verme niteliğinde ortak özellikler taşıdığını söylemek mümkündür. Ortadoğu halkları yönetildikleri otoriter rejimlere karşı başkaldırırken, bu isyan Arap Birliği tarafından objektif veya daha çok özgürlük isteyen halkların tarafında olacak nitelikte ele alınmamıştır. Arap Birliği’nin ikircikli olarak yaklaştığını söylemek daha doğru olacaktır. Gelişmeleri Sünni-Şii jeopolitiğinden inceleyen Birlik bu süreçte Arap halklarının nezdinde gözden düşmüştür. Arap

157 Ceyhun Çiçekçi, Arap Baharı Sürecinde Türk Dış Politikası’ndaki Dönüşümün Anahatları, Didem YAMAN’a Armağan Kitabı, Çanakkale, 2012, s.16

158 Duygu Dersan Orhan, Ortadoğu’nun Krizi: Arap Baharı ve Demokrasinin Geleceği, Atılım Sosyal Bilimler Dergisi 3 (1-2), 17-29 , s.20

99

Birliği’nin ayaklanmalara karşı tutumuna baktığımızda, sürecin monarşik yapıların devam etmesi tarafında yer aldıklarını söylemek yanlış olmamakla birlikte; Arap Baharı’nın prowestern bağlamda önce Batının gözlüklerinden algılanıp aynı minvalde değerlendirildiğini gözlemleyebiliriz. Ayrıca gelişmeleri Sünni-Şii jeopolitiğinden inceleyen Birlik bu süreçte Arap halklarının nezdinde gözden düşmüştür.159

Arap dünyasında olaylar ilk patlak verdiğinde, Türkiye sivri söylem ve fevri tepkilerden kaçınmıştır. Bunun sebebi ise, ilk olarak sürecin yoğrulacağı yolun sonunun bilinmezliği ile birlikte, Türkiye’nin devlet kimliğinin dış politika boyutunda “önce Batı” şeklinde zaman içinde kendisini inşa etmiş olmasının dinamiklerinin getirdikleri olarak belirtilebilir. Davutoğlu ile başlayan dışarda daha aktif ve oyun kurucu politikaların uygulandığına dair söylem ve tutumların Tunus ve Mısır’da Arap Baharı sürecinde gerçekleşen değişimlere, sessiz kalınması ve Batı ile işbirliği minvalinde ilişkiler kurgulanması Türk dış politikasının kuruluşundan bu yana sahip olduğu ve özen gösterdiği genel eğilimin devam ettiği kanısını güçlendirmiştir. Türkiye, bu süreçte öncelikle uluslararası arenadaki hâkim aktörlerin tepkilerini beklemiş ve bu durumu göz önünde bulundurarak reaksiyon göstermiştir.160 Bu noktada, Türkiye’nin AK Parti hükümetinin başa geldiğinde beri, dış politikada kimlik unsurunu kullanma eğiliminde, demokrasi ve insan hakları gibi normatif değerleri ön plana çıkarması, Batı’nın Arap Baharı sürecinde bu unsurlar kapsamında söylemler üretmesi ile uyum göstermiştir. Bu eksende Türkiye’nin dış politikasının Batı’nın politikalarına kayması ve onunla aynı duruşu sergilemesi, daha önce savunduğu söylemlerle çelişmemesi, lehine oluşmuş bir pozisyondur demek yanlış olmayacaktır.

Türkiye’nin Arap Baharı’nın başından beridir aldığı normatif pozisyon, aslında hem realist hem de pragmatik anlamda kendisine menfaat sağlamıştır. Suriye olaylarında ise, Türkiye’nin daha proaktif ve hızlı hareket ettiğini söylemek doğru olacaktır. Suriye’de muhalif taleplerin ve sonucunda eylemlerin başladığı sırada, rejimin lideri Esad’a halkının taleplerine karşı duyarlı olması gerektiği yönünde tavsiyelerde bulunan Türkiye’nin, ilerleyen zamanlarda, rejimin muhaliflerin bastırılmasına yönelik sertleşen eylemlerinin başlaması ile söylemlerini çok daha sertleştirdiğini hatta

159 Ceyhun Çiçekçiİ, Arap Baharı Sürecinde Türk Dış Politikası’ndaki Dönüşümün Anahatları, Didem YAMAN’a Armağan Kitabı, Çanakkale, 2012, s18

160 Ibid, s. 14

100

ilişkilerde geri dönüşü zorlaştıran bir seviye boyutunda bu söylemlerin dile getirildiğine tanıklık edebiliriz. Arap Baharı’ndaki Türkiye’nin genel tutumunun, Türk dış politikasının alışıla gelmiş kimliği ve AK Parti hükümeti ile birlikte istenilen yeni pratiklerin uygulanma arzusunun arasında kaldığını belirtmek yanlış olmayacaktır.

101

SONUÇ

Uluslararası ilişkiler disiplini içinde kimliğin ne şekilde kavramsallaştırıldığının, devletlerin eylemlerini açıklayabilme ve tahmin edebilme üzerindeki etkisinin Türk dış politikası ekseninde açıklanmaya çalışıldığı bu çalışmada, devletlerin ne istediğinin onların aslında kim olduklarına bağlı olduğu tezi öne sürülmüştür. Bu bağlamda devletlerin çıkarlarının onların eylemlerini oluşturduğu kabul edilmekle birlikte, bu çıkarların onların kimliklerinden geldiği ve kimliklerinin de sürekli bir inşa ve dönüşüm hali içinde olması sebebi ile verili olmadığı düşüncesi, bu çalışmanın temel argümanlarından biri olmuştur. Devletlerin eylemlerinin dış politikayı ve uluslararası ilişkileri oluşturduğu varsayımı, kimlik kavramının, Türk dış politikasının analizinin yapılabilmesi için temel bir unsur olarak çalışmanın merkezinde ele alınmasını gerekli kılmıştır. Sonuç olarak, Türk dış politikasını anlayabilmenin yolu onun kimliğinin iyi anlaşılmasından geçmektedir.

Bu çalışmada temel kuram olarak benimsenen inşacı yaklaşım, devletlerin kimliklerinin ve kimlikleri etrafından şekillenen çıkarların nasıl oluştuğunu ve dolayısıyla bu inşa sürecinin anlaşılabilmesinde en önemli parça olmuştur. Aynı zamanda, bu çalışmada devletlerin kimliklerine odaklanırken, devletin kimliğin dinamiklerini içinde sadece dışsal süreçleri, yani yapıyı veya diğer devletleri değil de, aynı zamanda devletin kimliğine etki eden iç süreçlerin de dikkate alındığını belirtebiliriz. Böylece inşacılık kuramına özellikle devlet eylemleri ve kimlik ilişkisini açıklama noktasında başvurulurken, kuramın anlatabilme kapasitesinden maksimum seviyede yararlanılması düşünülmüştür. Devletlerin kimlik yaratma sürecinde ortaya koydukları pratiklerin aslında içsel mecrada bir kimlik yaratma çabası olması ile birlikte, uluslaşma süreçleri kapsamında kendi siyasi varlıklarını inşa ederken başvurdukları birer araç olduklarını da söylemek yanlış olmayacaktır. Sonuç olarak, bu çalışmada analiz düzeyinin eden olarak devletler olması ve bu devletlerin eylemlerinin temelinde etkin faktör olarak kimlik unsurunun olması minvalinde, kimliğin sadece devletler arası etkileşimlerle var olduğunu söylemek, hem kimlik unsurunu hem de Türk dış politikası tutum ve davranışlarını anlama gücümüzü sınırlandırmış olacaktır.

102

Devletler, kimliklerini uluslaşma pratikleri ekseninde inşa etmeye başladıktan sonra, bunun uluslararası sistemde diğer faktörlerden etkilenmemesi imkânsızdır. En azından kendi varlığını kabul ettirme, tanınırlığını sağlama çabaları bile, devletlerin diğer aktörlerle etkileşime geçmesi sonucunu getirir. Etkileşimlerin niteliği ve niceliğinin seviyesine göre de, devletlerin ortaya koymuş oldukları kimlikleri dış etkenlerce de değişime uğramaya başlamış yani inşa edilmeye devam etmiş olur. Şöyle denilebilir ki, Türk dış politikası ve Türk devlet kimliği arasında birbirini öncelemeyecek bir etkileşimin olduğunu belirtmek yerinde olur.

2000 sonrası Türk dış Politikasını inşacılık kuramı temelinde kimlik kavramının rolü ile ilişkilendirerek anlatmaya çalışan bu çalışmada, Türk devlet kimliğinin zaman zaman öne sürüldüğü gibi bir değişim içinde olup olmadığının analizi de yapılmıştır.

Türk devletinin kim olduğu sorusuna cevap aranarak, kimliğinin aslında ne olduğu anlaşılmaya çalışılmıştır. Böylece kuruluşunda ortaya konulan kimliğin ne olduğu ve 2000’li yıllara kadar geçirdiği sürecin bilgisinin farkındalığı ile 2000’li yıllarda uygulanan dış politika pratiklerinin mevcut kimlikle olan uyumluğu veya farklılıkları ortaya konularak, bir kimlik değişimi olup olmadığı incelenmiştir. Bu noktada kullanılan yöntem ise, devletin davranışlarını ve söylemlerini incelemek olmuştur.

Çünkü devletlerin kimliğini analiz edebilmede tek gözlemlenebilir gösterge devletlerin davranışları ve söylemleridir. Bu noktadan hareketle, Türk devlet kimliğinde bir değişim olup olmadığının araştırması, davranışlarında bir değişim olup olmadığının gözlemlenmesi, analiz edilmesi ve yorumlanması ile mümkün olmuştur.

Bu çalışmada, Türk devlet kimliğinin inşası sürecinin Osmanlı Devleti ile başlatılmış olması, Türkiye Cumhuriyeti Devleti kimliğinin yaratılmasındaki Batılılaşma, modernleşme ve laiklik olgusunun, Osmanlı Devleti’nde devletin kurtarılması ve bekası gerçeği ile karşı karşıya kalan Osmanlı yöneticileri ve elitistlerince araçsallaştırılması sebebine dayanmaktadır. Öncesinde araçsallaştırılan Batılılaşma odaklı modernleşme pratiklerinin Kemalist aktörlerce artık araç olmaktan çıkıp amaçsallaştırılması yeni kurulan devletin kimliğinin, ulusal kimlik inşası ile birlikte inşasının bilinçli bir seçim olduğu ortaya konmuştur. Sonuç olarak, kimlik unsuru ile Türk devletinin davranışları arasındaki ilişkiye anlayabilme noktasında

103

kimlik inşasının başından yakın zamana kadarki tüm süreçlerin dâhil edilmesinin sebebi, davranışların zaman içerisindeki değişiminin incelenmesi zorunluluğudur.

Belirli ilke ve değerlerin TDP söylem ve pratiklerini çerçevelediği ve eylemlerine yön verdiğini söylemek yerinde olur. Söz konusu bu durum sadece Türkiye için değil uluslararası sistemdeki tüm devletler için geçerlidir. Sosyal inşacılık kuramı içinde temel analiz biriminde eden olarak ele aldığımız devletlerin belirli eksenler çerçevesinde ortaya koyduğu davranışların gündelik çabuk geçer bir niteliğinin olmadığı, tam tersine derin tarihi köklerine dayalı olduğunu belirtmek gerekir. Bu tarihsellik, devletlerin çevresi ile etkileşiminden doğan ve inşasısın sürekli olduğu kimlik temelinde oluşan dış politikalarının bütünü temelinde var olagelmektedir.

Nitekim kimlik kavramının temel unsurlarından biri de kendi tarihselliğidir. Kimlikler, kendi kendini dönüştürmüş, yani kimlik devletin kuruluşundan son gününe kadar kendi davranışlarından etkilenerek kendi kendini inşa eden etken bir doğaya sahiptir.

Dış politika, bir başka deyişle devletlerin davranışları uluslararası arenada vuku bulurken onu çerçeveleyen veya güdüleyen kimliğinin kendisidir. Devletlerin dış politikalarının genel anlamda eğilimini belirlemek için, o devletlerin kim olduklarını, yani kimliklerini bilmek, anlamak ve analiz edebilmek gereklidir. Bunun için, ona yakıştırılan ve tarih boyunca edinilen değerlerin farkında olmak bir zorunluluktur demek yanlış olmayacaktır. Bu değerlendirmeler bağlamında ilerlemek gerektiğinde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Osmanlı İmparatorluğu devlet sistemi ve tecrübelerinin halefi olduğunu ortaya koymak ve imparatorluğun kuruluşundan yıkılışına kadar ki siyasi hayatında tecrübe etmiş olduğu olumlu veya olumsuz bütün gelişmeleri kendi hafızasına istemsiz olsa dahi yüklemekten kaçınamadığını, bu hafızanın da yeni devletin kimliğinin bir parçası olduğu son derece doğru bir değerlendirme olacaktır.

Osmanlı Devleti’nin özellikle 19. Yüzyılda yaşamış olduğu gerileme ve dağılma sürecinin, Osmanlı aydınlarında ortaya çıkardığı devleti koruma refleksi temelindeki fikir ve değerlerin, Cumhuriyetin kurucularına ve aydınlarına sirayet etmesi kaçınılmaz olmuştur. Osmanlı Devleti’nin denge politikaları içinde, toprak kaybı yaşandıkça, oluşturduğu statüko bağlamındaki tutum ve tepkilerin, çok daha sonra Kemalist politika karar vericilerinin ve Cumhuriyet elitistlerinin fikir ve davranışlarında adeta bir hayalet

104

gibi yeniden ve tekrar tekrar vuku bulduğunu gözlemlemek mümkündür. Bu çalışmada TDP’nin hangi eksenlerde gerçekleştiği, Türk devletinin kimliğinin anlaşılması ile mümkündür tezinden yola çıkarak, bu kimliğin köklerine inme zorunluluğu bağlamında 19. Yüzyıl Osmanlı’sında, devleti koruma ve kurtarma kapsamında ortaya çıkan modernleşme hareketleri değerlendirilmiştir. Bu sebeple modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kimliğine dâhil etmek istediği ve minvalinde kendini dönüştürmek istediği değer ve fikirlerin temellerinin Cumhuriyet’in kurulmasından önce atıldığı düşünülerek inşacılık yaklaşımı kapsamında kimlik dönüşümünün çalışması kronolojik bağlamda Genç Osmanlılar hareketi ile başlatılmıştır.

Yakın dönem Türk dış politikasının kimlik ekseninde incelenmesi hususunda üzerinde durulması gereken en temel olaylardan biri Arap Baharı’nın beklenmedik sonuçları ile birlikte patlak vermesidir. Türk devletinin kimliğinde Arap Baharı’na kadar komşularla ve bölge ülkeleri olan ilişkilerinde komşularla sıfır sorun prensibi yaklaşımı içinde mevcut ilişkileri siteminin devamlılığının korunmasını gözeten bir kodun var olduğunu ancak özellikle Suriye’de Esad rejimine karşı alınan tutum ve söylemlerin bu statükoyu korumanın ötesinde bir yaklaşımın sergilendiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Bununla birlikte, Türkiye’nin diğer devlet ve aktörlerin kendi ulusal meselelerine yönelik olan eleştirilerine yönelik milli eksende aşırı tepkiler üretirken, dış politikada demokrasi ve insan hakları vurgusu yapması ile bir çeşit çelişki içinde olduğu gözlemlenmiştir. İnsan Hakları İzleme Örgütü de dâhil olmak üzere, uluslararası sistemde farklı aktörlerce muhatap olmak durumunda kalan Türkiye’nin kimliğinin bu etkileşimden etkilenip etkilenmeyeceği henüz kestirilememektedir. Çünkü Türk dış politikasının bir asırdan uzundur Batıcı bir eksende oluştura geldiği temel eğilimlerin son gelişmelerim güncel ve geçici olma ihtimalinin göz önünde bulundurulması ile kolaylıkla değişmeyeceği dikkatten kaçırılmamalıdır. Bununla birlikte statükocu bir tavırdan, daha etkin bir rol oynama çabası içine giren Türkiye’nin kendi kimliği temelinde oyun kuran bir rol içinde yer alan tutum içinde olan yeni bir dış politika süreci içine girmesi, kaçınılmaz olarak, içsel mekanizmasının kimliğinin yeniden inşasına veya inşaya karşı direnişine neden olacaktır.

Türkiye’nin geçmişten gelen Batılı bağları ile ilişkilerinde son dönemlerde özellikle söylemleri boyutunda birtakım esnemeler yaşanmaktadır. Türkiye’nin AB ve

105

NATO gibi kendisini içinde görmek istediği temel kurumlarla ilişkilerinde karşılıklı olarak tansiyonun artması ve ilişkilerin gergin bir döneme girmesi Türk dış politikasında genel bir sapma olmamakla birlikte, bir çeşitliliğe gidilmenin kaçınılmazlığının göstergesi olarak değerlendirilebilir. Bu noktada AB, ABD ve Rusya’nın Türkiye’nin ulusal çıkarlarına karşı aldıkları konumun etkisi olmakla birlikte, Türk dış politika karar vericilerin özellikle Arap coğrafyasında İslami kimlik ile elde etmek istediği liderliğin de denklemdeki faktörlerden biri olduğunu ifade etmek gerekir.

Sonuç olarak ulusal çıkar, temel Batıcı konumlanma ve İslam temelli idealist yaklaşımlar arasında kimliğinin inşası devam Türkiye’nin, kimliğini daha rasyonel ve realist bir boyutta var etmesi zorunludur.

Bugün Türk toplumu içinde Doğu ülkelerine karşı olduğu kadar Batı’ya da karşı olumsuz fikir ve tutumlar yer almaktadır. Modern Türkiye’nin kuruluşunda modernlik anlamında ortaya koyulan Batıcılık o zaman için bağımsızlık mücadelesinin yeni verilmiş olması ve Batı’nın emperyalizmine karşı onlar gibi modern kurumlara sahip olma eksenlerinde toplum içinde büyük oranda kabul görmüştür. Bu kabul görme Soğuk Savaş ile birlikte Türkiye’nin algıladığı güvenlik tehditlerinin azalması ile doğru oranda azalmıştır. Kıbrıs sorununda toplum nezdinde Batı tekrar sınıfta kalmıştır. Nitekim 1990’larda Batı’nın gerek terör meselesinde gerek AB’nin bir parçası olma sürecinde yaşanılan hayalkırıklığında Türk toplumu haklı olarak Batı’yı daha çok öteki olarak algılamaya başlamıştır. Dış politikada çeşitlenmeye gidilmesi gerekliliğinin fikirleri artık daha net bir şekilde toplumda satın alınırken, bu fikirlerin yüksek perdeden söylemlerle dile getirilmesi 2000’lerde AK Parti dış politika belirleyicilerince gerçekleşmiştir. Bu söylemler, Ortadoğu, Afrika ve Orta Asya ülkelerine yapılan ziyaretler ve bu ülkelerle yapılan ekonomik ve sosyal işbirlikleri pratikleri ile reelde de gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Türk dış politikasındaki bu çeşitlenmeyi doğrudan kimlik değişimi ile açıklamak doğru olmaz. Öncelikle bu değişikliğe yol açan etkenler, geçmişte Batı ile yaşanan soğuk ilişkilerin hem toplumda hem devlet yöneticilerinde sabırları taşırması ve Türkiye’nin 2000’lerde ekonomik ve askeri anlamlarda daha etkili bir güce sahip olması olarak görülmelidir. Bununla birlikte AK Parti elitistlerinin Osmanlı Devleti geçmişine olan bizzat kendi kişisel kimliklerinden gelen duygusal yakınlık Türk dış politikasında kimlik değişimi gibi algılanabilen çeşitliliğin çıkış kaynağı olmuştur. Türk devletinin kimliğinin, bu hususta bir değişim gösterebilmesi

106

için, temel olarak ulusal kimliğin bir değişim geçirmesi gerekliliğini ortaya koymak gerekir. Toplumdaki Batı’ya karşı tutum ve kendilerinin Batı aktörüne karşı inşa ettikleri kimlik, geçici bir tepkisel yaklaşım sebebi ile değil; daha derinlikli bir boyutta gerçekleşirse devletin kimliğinin değişebilmesinin zemini ancak oluşacaktır. Bugün Türk devleti kimliğinin ulus kimliği ile daha çok yakınlaştığını, yani normalleştiğini görüyoruz. Fakat son zamanlarda devlet kimliğinde ve ulusal kimlikte gerçekleşen değişimin, devletin ve ulusun kendi biricikliği temelinde olmayıp, ulusal ve uluslararası arenada gerçekleşen olaylara bir tepki minvalinde gerçekleştiğini söylemek yerinde olur. Tepkilerin doğasında ötekikeştirme unsurunun harekete geçtiğinşi ve aktif olarak kimliğin inşasında rol oynadığını belirtmek son derece önemlidir. Çünkü aktörlerin kimlikleri her ne kadar kendi farklılıkları ve biriciklikleri üzerine inşa edilirse, bu aktörlerin zaman içerisinde kimlik bunalımları yaşamaları da o kadar az olur.

107

KAYNAKÇA

KİTAPLAR

Ahmad Feroz, Bir Kimlik Peşinde Türkiye, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 5.

Baskı, Mart 2014, İstanbul

Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler Teorileri, 8. Baskı, Bursa, MKM Yayınları ,2013 Tayyar Arı, Uluslararası İlişkilerde Postmodern Analizler-1-Kimlik, Kültür, Güvenlik

ve Dış Politika, Bursa, MKM Yayınları, 2012

BAYRİ, Hakan, Türkiye’de Kimlik Siyaseti, 1.B., İstanbul, A Kitap, 2013

BERNARD Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, 2.B., İstanbul, Arkadaş Yayıncılık, 2015

BİLGİN Nuri, Kollektif Kimlik, 1.B., İstanbul, Sistem yayıncılık, 1999 BİLGİN Nuri, Kimlik İnşaası, 1.B., Ankara, Aşina Kitaplar, 2007 BURR Vivien, Sosyal İnşacılık, 1.B., Ankara, Nobel Yayınları, 2012

ÇALIŞ Şaban, Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri-Kimlik Arayışı,Politik Aktörler ve Değişim, 5.B., Ankara, Nobel Yayın Dağıtım, 2015

ÇİFTÇİ, Kemal, Türk Dış Politkası-Tarih Kimlik ve Eleştirel Kuram Bağlamında, 1.B., Ankara, Siyasal Kitapevi, 2010

ÇOLAK, Yılmaz, Türkiye’de Devletin Kimlik Krizi ve Çeşitlilik, 1.B., Ankara, Kadim Yayınları, 2010

DAĞI, İhsan, Kimlik Söylem ve Siyaset, 1.B., İstanbul, İmge Kitabevi, 1998

DONNAN Hastings, WİLSON Thomas M., Sınırlar- Kimik, Ulus ve Devletin Uçlar,1.B., Ankara, Ütopya Yayınevi, 2003

108

ERALP Atilla, Devlet, Sistem ve Kimlik, 11.B., İstanbul, İletişim Yayınları, 2009 ERMAN Arif, Kimlik ve Egemenlik, 1.B., İstanbul, Truva Yayınları, 2011

GÜVENÇ, Bozkurt, Türk Kimliği: Kültür Tarihinin Kaynakları, 3.B., İstanbul, Boyut Yayın Grubu, 2016

HALE, William, Türk Dış Poltikası 1774-2000, 1.B., Petek Demir (Çev), İstanbul, Mozaik Yayınları, 2003

İNANÇ Hüsamettin, Türkiye’nin Kimlik Problemleri, 2.B., Bursa, MKM Yayıncılık, 2012

KARPAT Kemal, Kimlik ve İdeoloji-Osmanlı’dan Günümüze, 6.B., İstanbul, Timaş Yayınları, 2017

KASABA Reşat, BOZDOĞAN Sibel, Türkiye’de Modernleşme ve Ulusal Kimlik, 4.B., İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2014

KAYAN Ramazan, Kimlik İnşası, 12.B., İstanbul, Çıra Yayınları, 2014

KATZENSTEIN Peter, Milli Güvenlik Kültürü-Dünya Siyasetinde Normlar ve Kimlik, 1.B., İbrahim Efe (Çev), Sakarya, Sakarya Üniversitesi Yayınları, 2015

KÖSEOĞLU Nevzat, Milli Kültür ve Kimlik, İstanbul, Ötüken Yayınları, 2013

MARDİN Şerif, Türk Modernleşmesi Makaleler 4, 25.B., İstanbul, İletişim Yayınları, 2017

ORAN Baskın, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt2 İstanbul, İletişim Yayıncılık, 2003

ÖZBUDUN Sibel, Zamanın Ruhu-AKP, Muhafazakarlık Milliyetçilik, 1.B., Ankara, Ütopya Yayınevi, 2012

PAMUK Akif, Kimlik ve Tarih, 1.B. İstanbul, Yeni İnsan Yayınevi, 2014 PHILLIPS Andrew Bradley, Constructivism, Oxon, Routledge, 2007

SANDER Oral, Türkiye’nin Dış politikası, 4.B., Ankara, İmge Kitabevi, 2013