• Sonuç bulunamadı

Yukarı Mezopotamya’daki Pazar Şehirlerini Ele Geçirme Mücadelesi

1.2. SÂSÂNÎLER DÖNEMİNDE İRAN'IN İKTİSADİ YAPISI

2.1.5. Yukarı Mezopotamya’daki Pazar Şehirlerini Ele Geçirme Mücadelesi

gelmektedir (Güven, 2007: 190). Mezopotamya her zaman toplumlar için bir cazibe merkezi olmuştur. Birçok uygarlığa ev sahipliği yapması nedeniyle kültür hazinesi olmuştur. Tarihin ilk dönemlerinden itibaren farklı milletler bu bölgeye sahip olabilmek

adına birbirleriyle yarış içerisine girmişlerdir. Bu nedenle uzun yıllar tek bir devletin egemenliğinde kalamamıştır.

Coğrafi olarak iki kısma ayrılmaktadır: Yukarı Mezopotamya ve Aşağı Mezopotamya. Aşağı Mezopotamya’nın sınırları İran’ın Basra Körfezinden günümüzdeki Irak’ın ortalarına kadardır. Yukarı Mezopotamya ise Irak’ın ortalarından başlayarak Anadolu’daki Güneydoğu Toroslarının güneyine kadar uzanmaktadır. Mezopotamya’ya hayat veren iki nehir: Dicle ve Fırat’tır. Bu iki ırmağın taşımış olduğu alüvyon topraklar sayesinde verimli bir tarım arazisine dönüşmüştür. Ortadoğu’nun merkezinde yer alması, sulak ve verimli olması, önemli pazar şehirlerine ev sahipliği yapması onu değerli kılmıştır (Işıltan, 1960: 2). Yukarı Mezopotamya yani günümüzdeki Güneydoğu Anadolu Bölgesi Aşağı Mezopotamya’ya nazaran daha canlı olmuştur. Mardin, Nusaybin, Harran, Urfa gibi yerler cazibe merkezleri arasındadır.

Yukarı Mezopotamya’nın cazibesinden biri ticaretteki konumudur. Nusaybin, Mardin, Erzen, Meyyafarikin (Silvan), gibi ticaret merkezleri ile önemli bir iktisadi alandır. Bölgeye hâkim olan en fazla vergiyi de buradan elde etmiştir (Havkal, 2017: 190). Irak ve Suriye arasında bağ kurmak, Anadolu ile etkileşimde kalmak oradan Mısır ile ticari ilişkiler kurmak için öncelikli olarak Yukarı Mezopotamya’daki pazar şehirlerine hâkim olmak gerekmekteydi.

Mezopotamya değerli bir coğrafya olması hasebiyle Sâsânîlerin egemenlik kurmak istediği bir alandır. Sâsânîler Kuzey Mezopotamya’nın zenginliklerine sahip olmak, bu coğrafyaya dini inanışlarını ve kültürlerini yaymak, pazar şehirlerini sahip olup buradan Suriye ve Mısır’a yayılmak gibi hedefleri vardır. Bu sebeple Bizans’la uzun yıllar mücadeleye girişmişler Bizans’ın çok fazla asker ve mal kaybetmesine neden olmuşlardır. Bizanslıların doğu sınırını Dicle nehrine kadar genişletme isteğine karşılık Sâsânîlerin sınırlarını Fırat nehrine kadar dayandırmaya çalışması Mezopotamya coğrafyasındaki birçok şehrin savaş alanına dönüşmesine neden olmuştur (Kütük, 2014: 142).

Sâsânîlerin Yukarı Mezopotamya’ya hâkim olma isteği kuruluş zamanlarına kadar uzanmaktadır. Devletin kurucusu I. Erdeşîr bölgeye egemen olan Roma’ya 260’da savaş açmış ve Roma’yı yenmiştir. Savaşın sonucunda 235-238 yılları arasında Nusaybin ve Harran Sâsânîlerin elindedir (Işıltan, 1960: 22). Bizans döneminde Bizanslılar aynı durum başlarına gelmesin diye bölgeye ayrı bir önem vermiş ve şehirleri Sâsânîlerden korumak için güçlü surlar inşa etmiş bölgede askeri savunmaya her an hazır askeri birlikler

bulundurmuşlardır (Günaltan, 1987: 144). Ancak Sâsânîler bu toprakların atalarından kendilerine miras kaldığı iddiasında bulunarak V. ve VI. yüzyıllarda tıpkı daha önceki yüzyıllarda olduğu gibi Bizans’la mücadele etmeye devam etmişlerdir.

V. Behram döneminde (421-428) Sâsânîler bölgeye hâkim olmak için Re’sü’l- Ayn27 üzerine yürümüşler fakat Bizans karşısında başarısız olmuşlardır. Bununla yetinmeyen Bizans Dicle’yi geçince V. Behram Hıristiyanlara baskı uygulamaya başlamıştır. Sâsânîlerin zayıfladığı ve siyasi istikrarsızlığın yaşandığı ortamda tahta çıkan yeni hükümdar II. Yezdicerd (439-457) karışıklık ortamına son vermek için Bizans’la antlaşma yapmak zorunda kalmış kurulan bu barış ortamında bir kısım İranlı eğitim almak için Urfa’ya gitmişlerdir. (Diakonoff, 2004: 399). Fakat II. Yezdicerd’ten sonra başa geçen III. Hürmüz (457-459) kurulan barışı bozmuştur. Çok fazla tahta kalamayan III. Hürmüz kardeşi tarafından tahtan indirilmiştir. Yeni hükümdar I. Fîrûz, Nusaybin’de ortaya çıkan Nesturî mezhebini destekleyerek dini bakımdan Bizans’ı yıpratma yolunu seçmiştir. Diğer yandan İran’daki Hıristiyanlara zarar vererek dinlerini yaşamamaları adına türlü yollar denemiş birçok mabedi yıkmıştır.

I. Kubad zamanında (487-498/ 501-531) istikrarlı zamanlarına dönen Sâsânîler Yukarı Mezopotamya için Bizans ile tekrar savaşlara geri dönmüşlerdir. Bizans’ın Sâsânîlere ödemesi gereken vergiyi ödememesi ve Sâsânîlerin hâkimiyetindeki yerlere saldırmaları savaşın diğer nedenleridir (Mansfield, 2012: 31). 502-503 yılları arasındaki savaşta Sâsânîler karşısında başarısız olan Bizans, Yukarı Mezopotamya sınırlarında yer alan Diyarbakır Nusaybin ve Urfa gibi önemli pazar şehirlerini kaybetmiştir. Nusaybin’i kendisine karargâh seçen I. Kubad Bizans’a karşı yapmış olduğu seferleri buradan idare etmiştir (Honıgmann, 1970: 7). Ardından Dara kalesini (Adıyaman) kurarak Yukarı Mezopotamya’daki hâkimiyetini kalıcı hale getirmiştir. (Ostrogorsky, 2006: 65).

Yukarı Mezopotamya adına Bizans-Sâsânî savaşlarının zirveye çıktığı dönem I. Kubad’tan sonra Sâsânî tahtına çıkan I. Hüsrev zamanında olmuştur. I. Hüsrev Anuşirvan (531-578) geniş bir coğrafyaya yayılan Bizans üzerine seferlerine başlamıştır. 542’de Antakya’yı almış oradan İskenderiye’ye ilerlemiş dönüşünde Halep, Urfa ve Dara’yı zapt etmiştir. Seferleri sonucunda çok fazla esir, ganimet ve toprak kazanmıştır. (Abû’l-Farac, 1987: 153). 572’de de Bizans’ın elindeki Sincar’a hakim olmuştur. 578’de Bizans- Sâsânî arasında yapılan barış I. Hüsrev’in ölümünün ardından bozuldu. Bizans, Yukarı

Mezopotamya’da kaptırmış olduğu Nusaybin gibi bazı önemli bölgeleri Sâsânîlerden geri aldı. İki ülke arasındaki mücadeleler Müslüman Arapların karşılarına bir tehdit olarak çıkmasına kadar sürmüştür.

II. Hüsrev (591-628) 591’de Bizans yardımıyla Sâsânî tahtına oturmuştur. Aralarında yapmış oldukları antlaşmayla Yukarı Mezopotamya’da Bizanslılara arazi yardımında bulunmuşlardır. II. Hüsrev’in Bizans’a verdiği yerler arasında Dara, Re’sü’l- Ayn vardır. Aralarında kurmuş oldukları diplomatik, siyasi ilişkiler uzun soluklu barış ortamının yaşanmasına sebep olmuştur (Tezcan, 2006: 157). Bizans kralı Mauricius’un öldürülmesi ve Phokas’ın 602’de tahta geçmesiyle iki ülke arasındaki dostluk ilişkisi de son bulmuştur. Mardin, Dara, Sincar, Urfa gibi yerler tekrar Sâsânî egemenliğine girerken kayıplarını telafi etmek isteyen Bizans kralı Herakleios (610-641) Sâsânîler karşısında 622 yılına kadar sürecek seferlerine devam etmiştir (Işıltan, 1960: 26).