• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2. FELSEFİ YORUMBİLİM YAKLAŞIMLARI

2.1.3. Yorum ve Diyalektik İlişkisi

Schleiermacher’e göre yorumbilim ne kadar diyalektikle ilintiliyse, diyalektik de yorum-bilimle o denli ilintili ve ayrılmazdır. İki alanın birbirini hiçbir zaman dışlayamayacağı düşüncesinden hareket etmektedir. Yorumbilim, anlama sanatıyken, diyalektik, hakikate

57Der Wahrheit wird man nur teilhaftig, wenn man hermeneutisch gesinnt ist, d.h., wenn man bereit ist, den leichten Dogmatismus der rein grammatischen Ebene zu durchbrechen und in die Seele des Wortes einzu-treten. (Grondin, 2012:109-110)

ve bilgiye ulaşma aracıdır. Bir başka ifadeyle, Schleiermacher’e göre diyalektik, bir ko-nuşma sanatıdır. Schleiermacher’in diyalektik notlarında, birbiriyle ilintili olması bakı-mından belli başlı konular üzerinde durduğu görülmektedir. Bunlar konuşma, düşünme ve dildir. Bu bağlamda da, yargı ve kavram gibi konuları ele almaktadır. Özellikle yargı-kavram ilişkisini, yargı-kavramların ise, tekil-tikel-tümel ilişkisini, oldukça ayrıntılı ele almak-tadır. Ancak asıl önemli olan tüm bunları dil (ulusal) bağlamında incelemesidir. Günü-müzde ise kültürel bağlamda değerlendirdiği söylenebilir.

Rohls’e (2003: 181) göre Schleiermacher’in dili, diyalektik düşünceye dâhil etmesi ve dilin önemini vurgulaması, onun yaklaşımının önceki ve çağdaşı olan diğer diyalektik çalışmalardan ayıran en belirgin özelliğidir. Rohls, özellikle Kant, Fichte ve Hegel gibi filozoflarda, dilin hiçbir öneminin bulunmadığını belirtirken, Schleiermacher’in dilin ve dolayısıyla ulusal dilin düşüncedeki önemine dikkat çekerek, hem çağdaşı Humboldt ile olan düşünce yakınlığını hem de Schleiermacher’in daha büyük bir adım atarak düşünce ve konuşma, kavram ve dil arasındaki ilişkileri ele alarak metafiziğin mirasını devam ettirdiğini belirtmektedir. Bununla birlikte Rohls Schleiermacher’in, dilin temel felsefe-nin (Fundamentalphilosophie) önemli bir nesnesi haline dönüşmesine de olanak sağladı-ğını ifade etmektedir. Arndt ise, Schleiermacher’in metafiziğe dair “düşünme ve varlığın birbirine olan bağıntılığına yönelik anlayışın korunması [nı]”(akt. Arndt, 2003: 144-145) ifadelerini alıntılayarak, Schleiermacher’in diyalektikle, mantığın ve metafiziğin birliğini sağlamaya çalıştığını iddia etmektedir. Bu bağlamda Schleiermacher’in diyalektik yakla-şımındaki asıl amacının “sadece düşünümsel [reflektierende] ve dolayımsız olan özbilin-cinde [Selbstbewusstsein] verili olan ve hakiki bilgiye ulaşım için zorunlu olan koşulların hangileri olduğunu açıklamak” (Arndt: 2003:145) olduğunu belirtir.

Diyalektik, düşünce alanında sanatsal konuşmayı sağlayan ilkelerin belirlenmesidir (Sch-leiermacher, 1977: 412). Düşünceyle kast edilen ise, sadece dilsel bir düşünce değil, duy-guları, tasarımları (szene), hayalleri kapsayan daha geniş bir düşünce kavramıdır. Schle-iermacher, yorumbilimde sadece akla değil, aynı zamanda duygulara da dikkat çektiği gibi, diyalektik yaklaşımında da duyguları dikkate alır. Thouard (2003: 151), Schle-iermacher’in, felsefi yaklaşımlarında duyguları dikkate almasının, özellikle Hegel tara-fından filozofluğunun sorgulanmasına ve duygu filozofu (Gefühlsphilosoph) olarak nite-lendirilmesine yol açmış olduğuna dikkat çeker. Ancak tüm bu eleştirilere karşın felsefi

görüşlerinde duygunun önemine dikkat çekmeye devam etmiş ve aklın iş başında olduğu bilgiye erişim, doğru düşünme ve konuşma biçimi olarak kabul ettiği diyalektik görüşle-rinde duyguları dışlamamıştır. Schleiermacher’e göre bu sürece, akıl kadar, duygular da müdahildir. Bu bağlamda Thouard’a göre Schleiermacher’in duygulara dair düşünceleri,

“ne (hegelvari) kötü bir sonsuzluğun özelliği olarak[,] ne de (nietzschevari) “fazla-sıyla beşeri” bir öznellik [Subjektivität] olarak düşünülmelidir, daha ziyade sistem içindeki sonlu öznelliğin konusallaştırılması olarak anlaşılmalıdır” (Thourard, 2003: 150).

Schleiermacher’in diyalektik bağlamında dili sorunsallaştırmasının nedeni ise, her bir bil-ginin, düşüncenin, tasarımın, duygunun dille veya onun muadilleriyle açığa vurulması ve bunların yine dil aracılığıyla anlaşılabilir ve ulaşılabilir olmasıdır. Bu bağlamda da ko-nuşma sanatı için değişmez koşul, dildir (Schleiermacher, 1977: 458-459). Dilin bu iş-levleriyle ilgili bir sıkıntısı ve tereddütü yoktur Schleiermacher’in. Ancak ne var ki, di-yalektik için kaçınılmaz olan dilin özüyle ilgili bir sıkıntı bulunmaktadır. Bu ise, karşılıklı konuşmada ve anlaşmada bir takım sıkıntılara yol açmaktadır. Sanatsal konuşmada dilin oluşturmuş olduğu sıkıntı, her bir dilin kendine özgü olmasıdır. Dilin kendine özgü oluşu, düşünceye de yansımaktadır ve bu bağlamda ise, her bireyin belirli bir olguya yönelik zihninde farklı tasarımlar, aynı zamanda ise buna karşı farklı duygular oluşmaktadır. Sch-leiermacher’e göre (1977: 410) söz konusu olan böyle bir irrasyonalite, ancak dil birliği ile giderilebilir. Dillerin irrasyonalitesi ise aklın birliğiyle giderilebilir. Schleiermacher, aynı toplumdaki bireyler arasında dil birliğinin oluşması için iki yol bulunduğunu belirt-mektedir.

“Bireyin kendi oluşturduğu dil çevresi, kendi kişiliğinin bir ifadesidir. Bir başka ifa-deyle, bir düşünür olarak kendine özgülüğüdür. Eğer ki kişi her şeyi bu dil çevresine dahil etmeye çalışıyorsa, bu durumda [bunları değerlendirirken] kendi düşüncesini ölçüt olarak kabul eder […]; ve bu durum farklı ve yabancı düşünce için sınırlı bir anlamlılığın (Sinn) işaretidir. Ancak buna karşın kişi ne kadar çok, saf düşünceye yönelik bir isteklilik (allgemeine Freude) ile hareket ederse, farklılıklar [içerisinde] o denli ortak olanı ve tartışmalı olanda [ise] dengeli (Ausgleichende) olanı arayacak ve kabul edecektir[.] [B]ununla birlikte, farklı dil çevrelerine yönelmiştir[…] ve bu durumda da [bu farklı dil çevreleri için] kendininkini geliştirirken, neredeyse söz

[konusu olan diğer dil çevreleri] için kendi cazibesini yitirir ve böylece kendine özgü düşünce biçimini geçersiz kılar.” (Schleiermacher, 1977: 424-426)

Schleiermacher’e göre dönemsel ve durumsal şartlara bağlı olarak söz konusu bu iki du-rumdan biri daha ağır basmaktadır (Schleiermacher, 1977: 426). Dogmatizmden uzak, yorumbilimdeki tutumunu diyalektiğe de taşıyarak, diyalektiği belirli bir yönteme veya tekniğe hapsetmemektedir. Diyalektiğin uygulama biçimi, her dil çevresi/toplumu için değişecek bir tutumdur. Schleiermacher, dil çevresi kavramını ise, hem geniş anlamda hem de dar anlamda ele almaktadır. Diyalektiğin bir toplumdan diğer topluma değişiklik göstereceği gibi, aynı toplum içerisinde yaşayan ancak farklı konu bağlamı doğrultusunda düşünümsel eylemlerde bulunan gruplar arasında da farklı diyalektik yöntemler geliş-mekte ve uygulanmaktadır (bkz. 1977: 420-422). Bununla birlikte toplumların gerçekte kendi içinde farklı topluluklardan meydana geldiğini de göstermektedir.58

Schleiermacher’in, diyalektiği bir düşünce alanına yönelik konuşma sanatı olarak tanım-ladığına değinilmişti. Bu anlamda Schleiermacher, düşünceyi,

· saf düşünce (reines Denken),

· ticari düşünce (geschäftliches Denken) ve · sanatsal düşünce (künstlerisches Denken)

olmak üzere üçe ayrılmaktadır. Bu düşünce alanları dışında bir başka alan bulunmamak-tadır. Schleiermacher, belirlemiş olduğu üç düşünce alanından diyalektiğin gerekli ol-duğu alan olarak, saf düşünce alanını belirlemektedir. Ancak aynı zamanda bununla da sınırlamamaktadır, çünkü hiçbir düşünce alanı kendi içerisinde kapalı, diğerleriyle iç içe olmaktan uzak değildir. Schleiermacher’in, düşünce alanlarını, bireyin sahip olduğu amaca göre belirlediği söylenebilir.

Ticari düşünce (geschäftliches Denken), başkaları için yapılan ve bir dönüşüme veya de-ğişime yol açacak bir düşüncedir. Burada bireyin kendisi dışındaki dünyada değişim söz konusu olmaktadır. Ticari düşünce bireyin, kendisi haricindekilerin kendisine karşı olan

tutumlarında değişiklik meydana getirmeyi amaçlayan her türlü eylem ve düşünceyi kap-samaktadır.

„Öyle ki bizim dışımızda-kalanlara, içimizde ve bize ilişik, ancak düşünce etkiliğinin dışında olanları dâhil edebiliriz. Dürtüsel (animalisch) yaşama eşlik ettiğimiz ve ha-zırladığımız bilinçten, doğa ve diğer insanlar üzerindeki hâkimiyetimizi sağlamlaş-tırdığımız ve geliştirdiğimiz, kendi davranışlarımızı yönetmemize varıncaya kadar herşey ticari düşünceye dâhildir.“ (Schleiermacher, 1977: 413)

Bu anlamda Schleiermacher, ticari düşünceyi geniş çerçevede tutup, her türlü hükmetme arzusu doğrultusunda gerçekleşen düşünceleri bu alana dâhil etmektedir. Schleiermacher burada insan dürtüsü olan hâkim olma ve çıkar sağlama durumlarını ticari düşünceye dâhil etmektedir, örneğin siyaset gibi. Ticari düşüncenin, sanatsal ve saf düşünceyle ay-rıştığı nokta, buradaki düşüncelerin diğerlerine yönelik olmasıdır. Buna karşın sanatsal ve saf düşüncenin ortak noktası, bunların başkaları için gerçekleştirilen zihinsel faaliyet olmaktan uzak olmalarıdır.

Bir düşüncenin sanatsal niteliğe sahip olabilmesi, uyandırdığı haz duygusuna bağlıdır. Yukarıda da değinildiği gibi, sanatsal düşünce somuta yansıtılmış bir eser üzerine olmak durumunda olmayıp, zihinsel tasarımla da sınırlı kalmış olabilir. Bunlar “rüyadan başla-yıp, sanatsal eserlerin ilk örneklerine kadar” uzanabilmektedir.

“[Bu] sanatsal olanla, daha az ya da daha çok haz arasında ayrımın yapıldığı ve özel-likle mükemmel hazzın, içkin bulunduğu- insanın ister gerçek düşünce ya da tasav-vurundan olsun içten gelenin, bir ileti ve yazıya döküldüğü ve [böylece içsellikten] dışsalığı dönüştüğü her düşünce dâhildir.” (Schleiermacher, 1977: 413)

Sanatsal düşünce düşünen öznenin anlık eylemiyle sınırlıdır ve aynı zamanda da dışa yansıyan sadece en canlı ve beğenileni olmaktadır.

Saf düşünce ise, ticari düşünce gibi başkaları için değil, bilginin kendisi, yani düşüncenin bilgi halini alması, kısaca bilgi için yapılır. Saf düşünceye, bilme isteğine sahip her türlü düşünme dâhildir. Diğer yandan, sanatsal düşünce gibi, düşünen öznenin anlık eylemiyle sınırlı da değildir ve hazduygusuyla ölçülmemektedir. Aksine saf düşünce,

“indem es um des Denkens willen ist, hat jeder solche Akt sein Maß nicht nur an dem Fortbestehen desselben in und mit allen Denkakten desselben Subjektes, son-dern auch an dem Zusammenbestehen des Denkens in diesem Subjekt mit dem Den-ken in allen andern.” (Schleiermacher, 1977: 413)

Ölçüsü, aynı öznenin tüm düşünsel eylemlerine her zaman eşlik etmesi ve aynı zamanda bu öznede kendi düşünceleriyle diğerlerinin düşüncelerinin birlikte bulunmasıdır. Bunun dışında isteğe bağlı olduğundan dolayı, bilinçli yapılan zihinsel bir faaliyettir. Schle-iermacher saf düşünce olarak, her durumda ve herkeste aynı olan, aynı zamanda da “farklı düşüncelerle bir olan, ya da aynı düşüncenin tüm farklı düşünceleri de kapsayan bir dü-şünce” olarak kabul etmektedir:

“[…] saf düşünce, kendi içinde kalan (in sich selbtst bleibende) ve bizi değişmez ve genel bilgiye ulaştıran düşüncedir; ticari düşünce, birşeyi değiştiren ya da amaca ulaşılması sonucunda son bulan düşünce; sanatsal düşünce, haz anında dinginleş-meye yol açan düşüncedir. Bu üçlü ayrımı yaptığımızda, saf düşünce konusunda bir yanılgıya düşeceğimize yönelik kaygıdan uzaklaşmış oluruz, çünkü bu üç düşünce-den başkaca bir düşünce türü bulunmamaktadır.” (Schleiermacher, 1977: 414)

Schleiermacher’e göre, bu düşünceler arasında geçişler olabileceği gibi, bir insanda bu üç düşünce türü de bir arada bulunabilir. Diyalektiği, sadece bilmeye yönelik ve bilme isteği içerisinde, bilinçli bir biçimde yapılan düşünce(ler) için geçerli görmektedir. Bu anlamda, saf düşünce alanında yapılan konuşmalar, diyalektik özelliğine sahiptir.

Yukarıda sıralanan üç düşünce türüne karşılık, üç tür konuşma türü bulunmaktadır (Sch-leiermacher, 1977: 414). Dikkat çekici olan, Schleiermacher’in bu üç konuşma türüne herhangi bir adlandırmada bulunmadan, bunları amaçlarına göre sınıflandırmasıdır. Aynı zamanda ise, bunları da tıpkı düşünce alanlarında olduğu gibi içlerinde kapalı birer ko-nuşma olarak değil de, sınırları geçişken birer koko-nuşma olarak değerlendirmesidir (Sch-leiermacher, 1977: 429-430). Bu bağlamda Sch(Sch-leiermacher, bu üç alanda yapılan ko-nuşma türlerinin özelliklerini irdelemektedir.

Serbest konuşma, sanatsal düşünce alanına girmektedir. Sanatsal konuşmayı özgür bir eylem olarak kabul eden Schleiermacher, bu konuşma türüyle diğerinin düşüncelerinin tetiklendiği, söz konusu olan konu hakkında hâlihazırda bir düşüncesinin bulunması

du-rumunda ise, bunun değişime uğratıldığını görüşündedir. Bu haliyle özgür/serbest nuşma karşılıklı olarak birbirini etkileyen ve geliştiren konuşmadır. Ancak sanatsal ko-nuşmada konuşulanın, bir başka ifadeyle konuşmanın içeriği değil, etkisi önemlidir. Di-ğer kişi üzerinde yarattığı etki, uyandırdığı duygu, verdiği haz ölçüt olarak kabul edil-mektedir. Bu türdeki bir konuşma, karşılıklı etkiler tükeninceye kadar devam eder ve et-kileşim son bulduğu an, konuşma da son bulur. Ancak her an diğer konuşma türleriyle kesişebileceğinden, konuşmanın türünün değişmesiyle devam ettirilmesi mümkündür. Böyle bir durumda konuşmanın etkisinden çok, içeriği öne çıkmaktadır. Diğer konuşma türlerine bir dönüşüm gerçekleşmediği ve sanatsal konuşma olarak devam ettiği müd-detçe, dikkate alınmak durumunda olan, hangi etkenlerin ve özelliklerin haz duygusuna (Wohlgefallen) yol açtığıdır. (Schleiermacher, 1977: 414-415)

Ticari konuşmanın yapılabilmesi için, ikinci bir kişi olmak durumundadır. Çünkü konuş-macının buradaki amacı, bir başkasını kendi düşüncelerini gerçekleştirebilmek için ya kendi tarafına çekmektir ya da bu amacını gerçekleştirmekte engel olmasını önlemektir. Her iki durumda da konuşmacı, diğerinin isteğini belirleyen olmakta ve bunun için de ikna etme sanatını uygulamaktadır. Schleiermacher bu tür konuşmalara sözleşme, müza-kere ve danışmanlık vb. durumları örnek gösterse de, ikna etme ve yönlendirme isteğinin olduğu her türlü konuşmayı buna dâhil etmemektedir. Ticari konuşmayı benzerlerinden ayıran en önemli özelliği, diğerini baskıyla veya hileyle ikna etmeye çalışmamasıdır. İkna etmede böyle etkenlerin bulunuyor olması, bunun bir konuşma olmadığının göstergesidir. Ticari konuşmada taraflardan sadece biri memnun olmamalıdır. Bu türdeki konuşma doğ-rudan bir ikna sanatı olarak alımlandığında bu sakıncalı bir duruma dönüşebilir ve bundan dolayı da bundan itinayla kaçınılmalıdır. Böyle bir ikna etme girişiminin kesinlikle diya-lektikle ilişkilendirilmesi yanlıştır. Burada yapılacak olan yönlendirme Schleiermacher’e göre (1977: 415-416), mümkün olduğunca asgari bir zahmetle (Aufwand) ve bu asgari zahmete karşın her iki tarafın da mümkün olduğunca konuşmanın sonunda hoşnut olma-sıyla sonuçlanmalıdır. Bir başka ifadeyle, konuşmacı amacını gerçekleştirebildiği veya gerçekleştirebileceği için konuşmadan memnun olmalı, yönlendirilen kişi ise, konuşma-cının yönlendirmelerinin herhangi bir baskı ve zarar vermeden, gerçekten kendi rızasıyla gerçeklemesinden memnun olmalıdır.

Saf düşünce (Schleiermacher, 1977: 416-417) alanında yapılan konuşmalar içinse, içsel olarak belirli bir engelleme veya çekinmeyle (Hemmung) karşı karşıya kalınmak duru-mundadır. Schleiermacher’in sanatsal konuşma olarak adlandırdığı bu türdeki konuşma ise, iki kişi arasında gerçekleşen gerçek bir iletişim durumunu, aynı zamanda ise, bireyin kendi kendisiyle yaptığı konuşmayı (Selbstgespräch) kapsamaktdır. Schleiermacher, kişi-nin kendi kendisiyle yapmış olduğu konuşmayı da, dilsel bir düşünme olarak kabul et-mektedir. Bir düşünceye yönelik herhangi bir çekincenin ortaya çıkmasıyla birlikte, ger-çek manada konuşma imkânı doğmaktadır. Sanatsal konuşmayla, serbest konuşmada sa-dece estetik zevkin dikkate alınması ya da ticari konuşmada diğerine kendi düşüncelerini kabul ettirmeyi amaçlamanın ötesinde bir konuşma söz konusudur.

Schleiermacher’e göre sorunsuz bir biçimde akıp giden bir konuşma, gerçek bir konuşma özelliğine sahip değildir. Çünkü kişi burada sahip olduğu bilgilerin kesinliğinden emin-dir, bu bilgilere yönelik bir şüphe duymamaktadır. Aynı zamanda alımlayıcının dile geti-rilenleri sorgulamaması durumunda da, sorunsuz bir konuşma söz konusudur. Burada gerçek anlamda karşılıklı fikir alışverişinin bulunduğu bir konuşma söz konusu değildir. Bu iki durum, yani iki iletişim biçimi arasındaki farkı vurgulayabilmek için Schleiermac-her, Gespräch ve Rede arasında ayrım yapmakta ve saf düşünce alanında gerçekleştirile-cek olan konuşmanın Gespräch özelliği taşımak durumunda olduğunu savunmaktadır. Saf düşünce alanındaki konuşma iki kişi arasında gerçekleşiyor ve alımlayıcı söylenen-lere karşı herhangi bir şüphe duymuyorsa bu Gespräch değil, Rede özelliğine sahiptir. Aynı şekilde, birinin kendi kendisiyle herhangi bir soruna bağlı olmadan sürdürdüğü ko-nuşması da, Gespräch değil, Rede, yani innere Rede (içsel konuşma) olarak adlandırılma-lıdır. Bir konuşmanın diyalektik niteliğini taşıyabilmesi için önemli olan, farklı görüşlerin dile getirilmesidir. Karşıt görüşlerin dile getirilmediği herhangi bir konuşma, ne düşünme ve dolayısıyla ne de gerçek bir konuşma olmaktadır. Bu türde konuşmanın yapıldığı du-rumu Schleiermacher, şüphe (Zweifel) ve kavga (Streit) dudu-rumu olarak adlandırmaktadır. Schleiermacher (1977: 417-418), çıkış noktası yine tartışma olan, ancak hiçbir uzlaşma zemininin bulunmadığı şüphecilik anlayışını kendi diyalektik görüşlerinin dışında tut-maktadır. Şüpheciliğe göre kişi, diğerinin emin olduğu bir şeye karşı hiçbir zaman aynı eminlikte olamaz. Bu doğanın aşılamaz farklılığıdır. Bu farklılık bireyler arasında olduğu

hiçbir şeyden emin olamaz. Bu farklılıklardan ve emin olmama durumlarından dolayı, bir olgu hakkında birden fazla kişinin aynı fikirde olması tesadüften öte bir şey değildir. Bu türdeki düşünce eylemi, şüpheciliğin özünü oluşturmaktadır. Schleiermacher bu türdeki şüpheciliğin, dogmatizmin ayrı bir versiyonu olduğunu düşünmektedir.

Tartışmayı ya da anlaşmazlığı gidermek amacıyla yürütülen diyalektikte, sürecin en ba-şından itibaren tartışmanın sonucu hakkında az çok bir fikre sahip olunmalıdır. Bu ise, öncesinde tartışmacıların hakkında farklı düşündükleri, ancak diyalektikle birlikte ortak bir düşünceye vardıkları ve üzerinde uzlaşı sağladıkları konudur. Schleiermacher’e göre her kavga ve tartışma, tartışılan “nesnenin aynılığını [Selbigkeit] tanımayı şart koşmak-tadır[…]59 (Schleiermacher, 1977: 426).Aksi durumda, yani farklı düşüncelerin devam etmesi durumunda, bunun şüphecilik olacağını belirtmektedir. Ancak diyalektiğe başvu-rulan her tür konuşmada, Schleiermacher’e göre, düşüncede bir uzlaşı sağlanacağına dair bir önkabul bulunmaktadır.

Konu hakkında ulaşılan uzlaşı ise, ancak belirli bir zaman dilimine kadar geçerlidir. Tar-tışmanın sonlandırılmış olarak kabul edilmesi durumunda, konu ya da nesne üzerine ya-pılacak olan saf düşüncenin de sonlandırılmış olduğu ve konunun bundan böyle ticari ya da sanatsal düşünce alanına taşınmış olduğu anlamına gelmektedir. Uzlaşı geçiçi de olsa, o anki şartlar altında konuşmacıların bilme isteğini doyuracak oranda sağlanmaktadır. Geçici olarak bir uzlaşmaya varılmasının nedenleri ise şöyledir:

“Als ein solches kann es Vorkommen, vornehmlich, wenn sich im Verlauf ergibt, entweder, daß der Streit nicht eher entschieden werden kann, bis ein anderer noch unentschiedener geschlichtet ist, oder daß ein Denkakt zu Hilfe genommen werden muß, welcher zwar schon angeregt, aber noch nicht vollzogen ist.”(Schleiermacher, 1977: 426)

Her ne kadar Schleiermacher eksiksiz ve sonlanmış bir bilginin mümkün olmadığını (1977: 465)60ve sağlanan uzlaşının geçici olduğunu belirtse de, buna yönelik, yani bunu

59 „Der Streit überhaupt setzt die Anerkennung der Selbigkeit eines Gegenstandes voraus, […]. (Schleier-macher, 1977: 426)”

60 Schleiermacher kesin bir bilginin bulunmamasını, genel bir dilin (absolut allgemeine Sprache) bulunma-masıyl ilişkilendirmektedir. Genel bir oluşturmanın da mümkün olmadığı düşüncesindedir. (bkz. Schleier-macher, 1977: 465, 467)

anlamaya yönelik bir çabanın bulunmasını da bir bilgi olarak kabul etmektedir. Bireysel farklılıkların farkında olmak da bir bilgidir ve bu bilgi doğrultusunda karşındakini ancak yaklaşık olarak anlayabileceği de bir bilgidir. Ancak bu bilgiden ve bilgi edinme istekli-liğinden (Wissenwollen) yola çıkarak, bilgi edinme çabası (Bestreben) bulunmaktadır (Schleiermacher, 1977: 464). Bu bağlamda da sanatsal konuşma aynı zamanda bitmiş, halledilmiş bir tartışma olarak da görülmemelidir.