• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1. YORUMBİLİM VE YORUMBİLİMİN GELİŞİMİ

1.1. Retorik Yöntemden Fenomenolojik Yaklaşıma Giden Süreç

1.1.1. Retorikten Yorumbilime

Her ne kadar bir disiplin olarak Hermeneutik ismi bilimde yerini alması modern döneme denk gelse de, genel itibarıyla her felsefi alanda olduğu gibi felsefi yorumbilimin bilim öncesi başlangıcı da antik döneme dayandırılmaktadır. Böhl, Platon öncesinde “gramerci ve belagatcılar tarafından da, [söz konusu] bağlama uygun olarak yazarın niyetini tespit etmeyi amaçlayan yorum stratejileri[nin]” (Böhl, 2013: 33) uygulandığını dile getirmekle birlikte, Platon’un Ion adlı diyalogu yorumbilimin tarihsel başlangıcı olarak kabul edmektedir. Platon bu diyaloguna yorumu, tanrıların rapsoda (yorumcuya) bahşettiği il-hamla gerçekleştirilen bir sanat olarak yansıtmaktadır. Yorum, tanrıların ilhamıyla ger-çekleştiğinden buna yönelik herhangi bir kural da belirlemez Platon. Tek şart rapsodun, eserlerini yorumladığı şaire karşı duyduğu aşırı sevgi ve hayranlıktır. Ancak bu hayranlık dahi tanrıların yönlendirmesiyle sağlanmaktadır.

Antik dönemden bugüne ulaşan ve felsefi yorumbilim içerisinde en çok atıfta bulunulan bir diğer isim ise Aristoteles’tir. Aristoteles’in Peri Hermeneias (Tr. Yoruma Üzerine) isimli çalışması da ilk yorumbilimsel çalışmalardan biri olarak kabul edilir. Kimi kesim-ler tarafından Peri hermeneias’ta ele alınan konuların yorum ve dolayısıyla yorumbilime ilgili olmadığı düşünülmektedir. Buna neden olarak, çalışmasının taşıdığı başlığa rağmen, üzerinde durulan konuların mantık felsefesine ait olması, anlamaya ve ya yoruma dair herhangi bir açıklamanın bulunmuyor olması gösterilmektedir. Bilen’in de belirttiği gibi Aristoteles’in Peri hermeneias adlı eserinde ilgilendiği ve aydınlığa kavuşturmaya çalış-tığı, terkip ve tasnif olarak adlandırılan zihinsel faaliyetleri yansıtan bildirim ifadeleridir. Burada üzerinde durulan, bir şeyin doğru ya da yanlışlığını bildiren yargı cümlelerdir. Ancak Moritz (2013: 442-443) Todorov’a dayanarak, Peri hermenias’ı felsefi yorumbili-min asıl başlangıcı olarak kabul etmektedir. Başlığın Aristoteles’e değil de, ondan sonraki bir zaman dilimine dayandığını varsayan Moritz, o dönemlerde hermeneuein sözcüğünün anlamının, bir şeyin dile getirilişi olduğunu vurgulamaktadır. Bir başka ifadeyle, anla-mak, açıklamak ve çevirmek anlamlarına gelen hermeneuein sözcüğü, bu dönemde, açık-lamak anlamıyla kullanılmaktaydı. Bu durum Antik dönem felsefesinin neredeyse ta-mamı için geçerlidir. Bu anlamda ise, Aristoteles’in burada önermeler mantığından bah-sediyor olması olağan bir durumdur. Burada özellikle Antik dönemden günümüze bu sözcüğün kavramsal bakımdan uğramış olduğu değişikliğe dikkat çekilmek istenmekte-dir. Ayrıca bu dönemlerde henüz yorumbilim adında herhangi bir felsefi ya da bilimsel bir alanın bulunmadığını da eklemektedir. Platon’da bulunmayan kuralların oluşturduğu boşluk, Aristoteles’in önermeler mantığına yönelik geliştirdiği kurallarla az da olsa gide-rilmiş görülmektedir.

Antik dönemden reformasyon dönemine kadar yorumbilimsel olarak kabul edilebilecek çalışmaların konusunu genel itibariyle kutsal metinler oluşturmaktaydı. Denilebilir ki, yorumbilim ilk dönemlerinde, bir kutsal kitap çalışma alanı olarak görülmekteydi. Yo-ruma dair ilk ayrıntılı kurallar ve felsefi görüşler de yine kutsal metinler bağlamında şe-killenmeye ve sistemleştirilmeye başlamıştır. Söz konusu olan kurallar ise, Ortaçağ’da ağırlık kazanmaya ve çeşitlenmeye başlamıştır. Kutsal metin yorumlarıyla kast edilen ise, ilk olarak Helenistik dönemdeki Orakl ve Homeros yorumları olup, daha sonra yine bu gelenekten etkilenmiş olan Philon’un Yahudiliğin kutsal kitaplarını yorumlaması ve daha

sonra ise, büyük oranda Philon’un yorum yönteminden etkilenerek gerçekleştirilen Hıris-tiyanlığın Kutsal Kitabının yorumlarıdır. Bu durum Protestan kutsal kitap tefsirlerine ka-dar devam etmiştir. (Grondin, 2001: 17)

İleri ki dönemlerde Protestan hareketin karşı çıkışına kadar ki süreçte kutsal metin tefsi-rinde alegori vazgeçilmez bir yöntem olarak kabul edilmiştir. Alegori yönteminin benim-senmesinin altında yatan neden ise, metinlerde görülen literal anlamın altında daha derin anlam(lar)ın bulunuyor olduğu inancıdır. Hem alegori hem de dilbilgisel-tarihsel yoru-mun tarihi Platon ve Aristoteles’den öncelere dayanmaktadır (Böhl, 2013: 26), ancak sis-temleştirilmesi Aristoteles’ten sonraki yıllarda gerçekleşmiştir. Metinlerin oluşum tari-hinden uzaklaşıldıkça, bu dönemde kutsal kitap olarak kabul edilen Homeros’un destan-ları gibi metinleri anlamak da güçleşmiştir. Destanlarda kullanılan dil artık yabancılaş-maya başlamış ve literal açıdan anlaşılmaz olmuşlardır. Bundan dolayı özellikle Stoacı-larda metin yorumuna yönelik daha belirgin bir şekilde bir yöntem arayışı görülmektedir. Alegori yönteminin uygulanması daha eskilere dayansa da, sistematik olarak geliştiril-mesi Stoacılar tarafından gerçekleştirilmiştir (Grondin, 2012: 40-41).

Alegori yönteminin kutsal kitap yorumları için çıkış noktası olması aynı zamanda yorum-bilimin temellerinin retoriğe dayandığını da göstermektedir. Çünkü alegori yöntemi ön-celeri güzel konuşma sanatının öğretimi ve uygulanmasına yönelik olan yöntem olarak kullanıla gelmiştir. Ancak metin yorumuna dair yöntem ihtiyacının artması, yorumun ise, retoriğin ters işlemi olarak kabul edilmesi, bu yöntemin ters işletilerek metin yorumlama-larında uygulanmasına yol açmıştır. Alegorik yöntem, öncelikle bir retorik yöntem biçi-minde ortaya çıkmış olduğundan batı dünyasında, anlam karmaşasına sebebiyet verme-mek adına ‘Allegorie’ ve ‘Allegorese’ arasında ayrım yapılmaktadır:

„Allegorie als ursprünglicher Redefigur, die auf Überliterarisches aus ist, und der Allegorese, die den expliziten Auslegungsvorgang, die Rückführung des Buchstaben

auf den sich in ihm mitteilenden Sinnwillen hin (genaugenommen die Umkehrung der Allegorie), meint.” (Grondin, 2012: 42)

Allegorie retorik yöntem anlamında kullanılırken, Allegorese sözcüğünün hermeneutik yöntem anlamında kullanılması alışılagelmiştir. Türkçede ise ayrım yapılmadan ikisi için de alegori ifadesi kullanılmaktadır. Alegori üzerine en eski tanımın MÖ 1. yüzyılda hatip Heraklit tarafından yapıldığı tahmin edilmektedir:

„Denn die Redefigur, die zwar anderes ausspricht, anderes aber, wovon die Rede ist, durch Merkmale zu erkennen gibt, wird dementsprechend Allegorie genannt.“ (He-raklit in: Christiansen 1969: 135, akt. Joisten, 2009: 37)

Heraklit’e ait olduğu düşünülen bu tanımda Joisten’e göre (2009: 37), alegori yönteminin hem dile getirme sanatı, hem de yorumlama sanatı olan her iki yönüne de dikkat çekil-mektedir. Grondin (2012: 42-43) alegori yorum yönteminin üç nedene dayandığını belir-terek, gerçekte bu nedenlerin bugün de aynen mevcut bulunduğunu eklemektedir. Bunlar;

1. ahlaki, 2. rasyonel ve

3. yararcı (utilitaristisch) nedenlerdir.

Buna göre ahlaki neden, metinlerde ahlaki yönden yoksun görülen noktalar farklı bir şe-kilde yorumlanarak, halk tarafından kabul göreceği bir anlayışta aktarılmaktadır. Rasyo-nel nedenle, akla uygun olmayan ya da akıl yürütmeyle ulaşılabilir olmayan hususlara ilahi yorumlar eklenmektedir. Grondin üçüncü neden olan yararcılığın ise, yazar kaynaklı olduğunu paylaşmaktadır. Eski yazarların akıl dışı ya da ahlaki yönden itibarsızlaştırıl-mamasına stoacılar tarafından ayrı bir önem verilmiştir.

Alegori yöntemini sistematik olarak tek tanrılı dinlerin kutsal kitaplarının yorumda ilk kullananlardan birinin İskenderiyeli Philo(n) olduğu düşünülmektedir. Stoa geleneğinden oldukça etkilenmiş olan Philon, kendisinden önce Homeros’un destanlarını tefsir etmek için kullanılan alegoriyi Yahudilerin kutsal metni olan Tanah üzerinde uygulamıştır. Sto-acılar gibi Philon da alegori yöntemi üzerine yazılı bir kuram ya da yöntem geliştirmemiş, doğrudan uygulamada kullanmıştır. O da tıpkı Antik Yunanda olduğu gibi, Tanah’ın iki ayrı düzlemde anlam barındırdığını düşünerek, Tanah’daki anlatımların hem literal anla-mına, hem de daha önemli gördüğü derin anlamına yönelmiştir. Philon metinlerin iki an-lam düzlemi barındırdığı yaklaşımına metaforik bir düşünceyle ulaşmaktadır. Ona göre tıpkı insanların beden ve ruhtan oluşması gibi, kutsal metinler de görülen ve görülme-yen/gizli iki anlamdan oluşmaktadır. (Joisten, 2009: 36-37; Grondin, 2012: 43-44). Philon’un Tanah’a tek bir anlam boyutuyla değil de iki boyutuyla yaklaşması, yani hem literal hem de alegorik anlamı dikkate alarak geliştirdiği alegori yöntemi, kendisinden aşağı yukarı yüz yıl sonra yaşamış, ancak kendisi gibi İskenderiyeli olan Origenes

(185-254) tarafından üç anlam boyutuna genişletilmiştir. Philon alegori yöntemini Tanah üze-rinde uygularken, Hıristiyan bir teolog olan Origenes üç boyutlu alegori yöntemini hem Eski Ahit hem Yeni Ahit tefsirinde uygulamıştır. Yeni Ahit’in ilk metinlerinin MS 30 -100 yılları arasında oluşmaya başladığı (bkz. Nikolakopoulos, 2014: 48), Kutsal Kitabın tamamlanma sürecinin ise yaklaşık olarak II. yüzyıl itibariyle gerçekleştiği dikkate alın-dığında (Alıcı, 2007:168), bunların yorumlanmasında izlenecek olan yöntem sorunlarının yine MS 1. Yüzyıl sonralarına denk gelmesi oldukça olağan bir durumdur. Çünkü bu ta-rihlerden itibaren, kutsal metinlerin bahsettiği olaylara birebir şahit olan insanlar da artık hayatta değillerdir. Böyle bir durumda ise, hem bizzat bu metinleri yorumlamak, aynı zamanda ise Yeni Ahit ile Eski Ahit arasındaki ilişkiye yönelik tespit ve açıklamalarda bulunmak oldukça güçleşmeye başlamıştır. Erken dönem Hıristiyan dünyasında, Yeni Ahit yorumlanmasından ve buna bağlı olarak yorum tekniklerinin geliştirilmesinden zi-yade, Eski Ahit’te özellikle Hz. İsa’ya dair ipuçları aranmaktaydı. Grondin (2012: 48) bunun, Philon ile Origenes’in alegorik yöntemleri arasındaki fark olduğunun altını çiz-mektedir.

Hıristiyan dünyanın azımsanmayacak orandaki bir kısım temsilcileri tarafından bir pagan yöntemi olarak kabul edilmesinden dolayı, alegori yöntemine ve ismine olumlu yaklaşıl-mamasına karşın, Grondin’in ifadelerine göre daha farklı ve uygun bir adlandırma bulu-namadığı için, uygulanan yönteme yine alegori denilmiştir. Ancak öncelikle Eski Ahit’te Hz. İsa’ya dair ipuçlarının bulunmasına yönelik olan ve bu amaç uğruna uygulanan ale-gori yöntemi, 19. Yüzyılda tipoloji (Typologie)3 ismini almıştır (2012: 46-47). Bu bağ-lamda ise, özellikle Philon’un da dâhil edildiği İskenderiye yorum geleneğine karşı bir hareket olarak Antakya geleneğinde, Origenes’in Kutsal Metinlere (Eski Ahit ve Yeni Ahit) uygulamış olduğu alegori yöntemine şiddetle karşı çıkılmış ve literal anlama ağırlık verilmiştir.

3 „Typoi sind Vorbilder (bzw. Vorausbilder) im Sinne von Vorgestalten, Vorformen und Vorprägungen, mittels derer Korrespondenzen zwischen dem Alten und dem Neuen Testament oder auch zwischen dem Neuen Testament und dem „ewigen Evangelium“, an das die frühen Christen als dem kommenden Reich glaubten, nachgewiesen werden können: (Joisten, 2009:45)“

Origenes’in kutsal metne yönelik gerçekleştirdiği çalışmalar sonucunda ve onun oluştur-muş olduğu yöntemin Ortaçağ boyunca hemen hemen her türlü alegori yönteminde izinin barınıyor olduğu düşüncesinden dolayı, Origenes, metin eleştirisi kuramının (der grosse Begründer der wissenschaftlichen Textkritik) en büyük kurucusu ve öncüsü olarak da kabul edilmektedir (Gögler, 1963: 13). Origines’ten sonra alegori yöntemi üç düzlemden dördüncü düzleme genişletilmiştir. Ancak buradaki dördüncü düzlem Origines’in zaten saptamış olduğu anlamlardan oluştuğu için, yeni bir anlam boyutunun keşfi olarak değer-lendirilmemelidir. Johannes Cassianus (360-430) tarafından geliştirilen dört aşamalı ale-gorik yöntem şu şekildedir (Ueding, 1992: 477):

1. sözcük anlam, tarihi gerçekleri yansıtmaktadır, 2. tropolojik anlam, ahlaki direktifler sunmaktadır,

3. alegorik anlam, Eski Ahit’te Hıristiyan kilisesşne ve İsa peygambere dair gerçek-likleri göstermektedir ve son olarak

4. anagogik anlam, cennete ve Hristiyanlığın geleceğine dair sırlar içermektedir. 12. yüzyılda bu anlamların insan hayatına yönelik belirlemelerine vurgu yapmak açısın-dan “sözcüksel anlam [geçmişte] nelerin gerçekleştiğini, alegorik anlam [anlam] neye inanman gerektiğini, ahlaki [anlam] ne yapman gerektiğini ve anagogik anlam nereye [neyi] amaçladığını öğretmektedir“ (Grondin, 2012: 49-50) biçiminde değerlendirilecek-tir. Böylece Origenes’in alegori yöntemi tüm Ortaçağ boyunca İncil tefsirlerinde ufak tefek farklılıklarla da olsa uygulanmaya devam edecektir.

Ortaçağ skolâstik düşüncesine en az Origenes kadar bir başka isim daha etki etmiştir. Bu isim ise, felsefi yorumbilimciler tarafından Platon ve Aristoteles’in dışında en fazla atıf yapılan Aurelius Augustinus’tur (354-430). Kimine göre kilisenin erken döneminde ge-liştirilen en son sistematik alegorik yaklaşım Augustinus’a aitken (Marten, 2010: 140), kimine göre Augustinus yoruma dair belirlemiş oldukları ve kaleme aldıklarıyla “ilk bü-yük »yorumbilim« stilini” (Heidegger, 1988: 12) vermiştir.

Ebeling ise Augustinus’tan sonraki bin yıllık süreçte yeni bakış açılarının oluşmadığına dikkat çekmektedir (Ebeling, akt. Grondin, 2012: 59). Ebeling’in de belirttiği gibi uzunca bir süre durağanlaşan yoruma dair yeni bakış açılarının ortaya çıkması, Reform hareke-tiyle başlamıştır. Burada, Katolik kilisesinin alegori yöntemine dayanarak Kutsal Kitabı

istediği gibi yorumlamasına ve bu bağlamda aşırı yorumların yapılmasına karşı çıkılmış-tır. Alegori yöntemine karşı çıkışın parolası sola scriptura (yazılı olan tek başına yeterli-dir) prensibidir ki, bununla Kutsal Kitabın literal anlamına yönelme talep edilmektedir. Protestan din adamlarının başlatmış oldukları literal yorum hareketine bakıldığında, ilk dönemlerinde herhangi bir yazılı yöntemin bulunmadığı yönünde genel bir kanaat mev-cuttur. Luther yoruma dair düşüncelerini doğrudan bir yorum yöntemi geliştirmek niye-tiyle yazıya dökmemiş, aksine doğrudan Kutsal Kitap tefsirleri üzerinde uygulamıştır. Ancak bir yorum yöntemi bulunmadığından ve Katolik kilisesinin Protestan görüşlerin dayanaksız oldukları yönündeki eleştirilerinden dolayı, bu hareketin içinde de bir yöntem ya da teknik arayışına girişilmiştir. Bu amaçla bu hareket içerisinde ilk Melanchthon re-torik sanatının metni anlama konusunda yardımcı olacağı düşüncesinden hareketle Aris-toteles retoriğinden yola çıkarak (Redeker, 1985: XLVII), kutsal metin tefsiri için bir yo-rumbilimsel retorik öğretisi oluşturmuştur. Melanchthon, Protestanlık hareketinin yayıl-masında Luther’e en çok hizmeti dokunan isimlerden biridir. Öyle ki kendisi bizzat Pro-testan inancını tanıtmak için birçok konuşmaya katılmış ve bir nevi ProPro-testan hareketinin konuşmacısı ve sözcüsü görevini üstlenmiştir (zur Mühlen, 2011: 286). Ona göre retorik bilgi sadece konuşmacı için değil aynı zamanda yorumcu için de gereklidir. Bunun altında yatan düşünceye göre, yorumcunun, konuşmacının kullandığı bu sanatı nerede ve nasıl kullandığını bilmesi durumunda, bu bilgi onu anlamasını da kolaylaştıracaktır (Grondin, 2012: 62). Melanchthon’un bu girişimi, gerçekte retorik ve hermeneutik’in birbirinden pek de ayrı düşünülemeyeceğini de göstermektedir. Hermeneutik yaklaşımların birçoğu retorik görüşlerle benzerlik göstermektedir. Bu durum, Antik dönemde konuşma sanatı olarak kabul edilen alegori yönteminin daha sonra tefsir sanatı olarak ‘Alegorese’ dönüş-türülmesinde de görülmekteydi. Burada dikkat çekilmesi gereken bir diğer husus ise, Me-lanchthon’un retorik ve diyalektiği yan yana getirmesidir (Grondin, 2012: 63). Retorik sadece ikna etme sanatı olarak değil, aynı zamanda diyalektikle iç içe geçerek, hakikate ulaşma ve bunu gözler önüne sermektir de. Yorum, diyalektik ve retorik üçlüsü Me-lanchthon’da bir araya gelmektedir. Bu durum bir anlamda, ileride Schleiermacher tara-fından bu üçlünün yorumbilim açısından ayrılmaz bir biçimde bir araya getirilmesinin Melanchthon tarafından atılan ilk adımları olrak nitelendirilebilir. Gadamer (1976: 296), özellikle retorikin tefsir/sözlü açıklama sanatına dönüştürme çabaları içerisinde bulunma-sından dolayı Melanchthon’u, bu girişimin ‘babası’ (Pate) olarak adlandırmaktadır.

Reformasyon dönemindeki yorum çalışmalarına bakıldığında, Matthias Flacius Illyri-cus’un yaklaşımı başta olmak üzere, yapılan çoğu çalışmanın Kutsal Kitap tefsirine dair bir dizi kuraldan oluştuğu görülmekle birlikte, yorumbilimsel nitelik taşıyan yorum ku-ramlarının bu dönemde oluşmaya başladığı da düşünülmektedir. Luther, Melanchthon ve Flachius gibi yorum kuramcılarının anlama yaklaşımı, metin bağlamında, sözcük bağla-mında ve gramer bağlabağla-mında sensum literalis denilebilecek bir şeydir. Onlara göre, anla-şılmayan ve karanlık olan yerler İncil dilini iyi bilerek, gramerini iyi anlayarak ve parça bütün ilişkisini iyi kurarak anlaşılabilir. Bu da ancak dilsel bir çalışmayla başarılabilir. Wach, Luther’in ve Melanchthon’un bu dönemdeki tefsir girişimlerinin daha sonraki yıl-larda özellikle yine Protestan teologlar tarafından yapılan çalışmalar sayesinde devam ettirilmesiyle, bir hermeneutik biliminin oluşumunun sağlandığı görüşündedir. Bu du-ruma özellikle Katolik ve Protestan kiliselerinin birbirlerinin tezlerini çürütebilmek adına geliştirdikleri yaklaşımların katkı sağladığı söylenebilir. Çünkü Wach’a göre bu çekişme sayesinde her iki taraf da, sorunların çözümü ve kendilerini haklı çıkarabilmek için daha derin ve nitelikli felsefi ve kuramsal düşünce faaliyetleri yürütmüşlerdir. Protestan teo-logların faaliyetleri, Katolik teologlar tarafından kendilerine yöneltilen ‘literal anlamın anlaşılır olduğu inancına sahip olmalarına rağmen niçin yorum kurallarına ihtiyaç duy-dukları’ yönündeki ironi içeren eleştirilere rağmen, kesintiye uğramamıştır. (Wach, 1984: 12-15; Joisten, 2009:112-113)

Bir sonraki başlığa geçmeden önce, yine bu bölümde belirtilmek durumunda olan bir di-ğer husus bulunmaktadır. Her ne kadar yorumbilimsel yaklaşımlar, kutsal metinler bağ-lamında sistemleşmeye başlamış ve bu durum Reformasyon dönemi de dâhil olmak üzere aralıksız devam etmiş olsa da, öncesinde Rönesans’la birlikte yorumbilimsel çalışmalar, hapsoldukları tek bir alandan çıkıp, üç alana ayrışmaya başlamıştır. Söz konusu alanlar ise uhrevi, felsefi ve hukuki olarak sıralanabilirler (Grondin, 2012: 13).

1.1.2. Yorumbilimin Doğuşu: Dannhauer’in Mantıksal Yorumbilimi Olarak “ Her-meneutica”

Rönesans döneminde felsefi ve bilimsel çalışmaların artması ve Avrupa kıtasının matba-ayla tanışması sonucunda modern matbaacılığın gelişmeye başlamasıyla birlikte, bu ça-lışmaların daha geniş çevrelere yayılması, anlama ve yorum sorunsalının kutsal metin

tefsirleri dışında da daha yoğun bir biçimde ele alınmasını beraberinde getirmiştir. Röne-sans’tan Aydınlanma dönemine kadar ki süreçte ortaya çıkan yazar-okur mesafe sorunsa-lından dolayı yoruma dair ilginin çoğalması ve bilimsel nitelikteki çalışmaların artmasıyla birlikte, yorum konusunun ne türde bilimsel bir çerçeve içerisinde ele alınacağına dair tartışmalar da başlamıştır. İlahiyat alanında sürdürülen çalışmaların diğer metin türleri açısından yetersiz kalması ve aynı zamanda Avrupa kıtasında artan rasyonellik düşüncesi, yoruma dair bilimsel dayanaklar ve aynı zamanda bu çalışmaların belirli bir bilim alanına bağlı kalarak gerçekleştirilmek durumunda olduğuna dair düşünceler ifade edilmeye baş-lanmıştır. Bu bağlamda yorumbilim açısından Aydınlanma döneminin özelliği yorum tar-tışmalarının ilk kez bu dönemde bir isim altına toplanmasıdır, bu isim hermeneutica’dır. Bu dönemin bir diğer özelliği ise hermeneutica’nın ne türde bir bilimsel değere sahip olduğuna dair ciddi tartışmaların başlamasıdır. Bu dönemin yorumbilim bağlamındaki önemli temsilcileri arasında Johann Conrad Dannhauer, Johann Martin Chladenius ve Georg Friedrich Meier’in isimleri bulunmaktadır.

Yorumbilimin sadece dini metinler için değil de, tüm bilimleri kapsayacak genel bir öğ-retiye dönüştürülmesi talebinde bulunan ilk isim din âlimi, yorumbilimci ve şair olan Jo-hann Conrad Dannhauer’dır (1603-1666). Hermeneutica sacra sive methodus exponen-darum sacrum litterarum (1654; Die Hermeneutik der Theologie oder die Methode der auszulegenden heiligen Schriften) isimli özellikle dini yorumbilim ağırlıklı olan eserinde, Dannhauer ilk kez, hermeneutica sözcüğünü bir öğreti adı olarak kullanmıştır. Ancak Dannhauer bu çalışmasından çok önce genel bir yorumbilim tasarı ve talebinde bulun-muştur. Dannhauer’in genel yorumbilim talebinin altında yatan ana fikir Schlette’ye göre, her bilinenin bir bilimi olduğu gibi, yorumun da bilimi olmak durumunda olmasıdır. Çünkü yorum sürecinde uygulanan yöntem veya teknik bilinmektedir. Genel bir öğreti olması gerektiği düşüncesinde olduğu yorumbilimin yeri ise ilahiyat değil, felsefedir. Yo-rumbilimin, tek bir alana ait değil, aksine tüm bilimlerin kendi nesnelerine uygulayabile-cekleri genel öğreti olması gerektiğini düşünen Dannhauer, yorumbilimi hem dilbilgisi (Grammatik) hem de mantık felsefesiyle eşit bir konuma yerleştirir. Dannhauer, özellikle hukuk, ilahiyat ve tıp alanları için yorumbilimin bir başlangıç öğretisi (Propädeutik) ol-duğu düşüncesine sahiptir. Nasıl ki, bu üç alana ait farklı farklı gramerler değil, tek bir genel gramer mevcutsa, yorumbilim de bu alanlar için genel bir öğreti olmak

durumun-dadır. Bununla birlikte düşüncelerinin henüz bugünkü anlamda bir felsefi boyutta olma-masına karşın, yorumbilimin ne yönde bir öğreti olduğu ya da olması gerektiği yönündeki