• Sonuç bulunamadı

TBB 1985 YILI GENEL KURULUNDA ELEŞTİRİLERE YANIT KONUŞMASINDAN BAZI BÖLÜMLER

Hukukçu demek, söz ve tenkit hürriyetine en çok yer veren, en çok anlayış gösteren bir insan demektir� Baroların haydi haydi bu eleştirileri hoş karşılaması gerekir� Öncelikle şunu arz edeyim ki, bugün burada biz çalışmalarımızı yeterli görmezken, arkadaşlarımız içinde bulunduğumuz şartları çok iyi değerlendirerek bizlerin çalışmalarını övgüyle karşıladılar�

-Bugün yasalaşmış olan zorunlu müdafilik

hakkında:-Sayın Nabi İnal, bu çalışmaların yeterli olduğundan bahsettikten sonra mecburi müdafilik yasasının getirilmesi konusunda bir teklifte bulundu� Bu teklif fevkalade yerindedir, çünkü savunma mesleği, savunma mercii gibi iddia merciine benzer şekilde bir örgütlenmeye Türkiye’de gerçekten gereksinme vardır� Bu örgütlenme de ancak, mecburi müdafiiliğin kabulü suretiyle ortaya çıkabilir� Mecburi müdafilik ayrıca da yoksul insanların haklarının aranması bakımından çok yararlı bir müessese olacaktır; Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, parasızlık yüzünden hakkını aramayan insan olmamalıdır� Medeni, çağdaş bir demokratik ülkede herkes haklarını arayabilmeli, herkes kendini bir avu-kat tarafından savunabilmelidir� Açıkça söylemek gerekirse, bugün Avuavu-katlık Yasasının adlî yardımla ilgili müessesesi hem yetersiz, hem de gerektiği oranda yardım yapamamakta faydalı olamamaktadır�

Bu konudaki çalışmalarımız vardır, tabii bu çalışmalarımız belki bugünkü koşullarda yeterli bulunmayabilir; ancak bunu, gündeme geldiği zaman çok önemli çalışmalarla bu konuyu dile getirmek, gerçekleştirmek noktasına gelmiş olacağız�

-İşkence

hakkında:-İşkence konusuna temaslara çok yerinde olarak ortaya atıldı, bazı arkadaşla-rımız eleştiri getirdiler� Biz şuna inanıyoruz ki, işkence çok ağır bir suç, vahim neticeleri olan bir insanlık suçu, hiçbir kimseye layık görülmemesi gereken bir olay� Ben yalnız işkenceye maruz kalan insanlara değil, işkence yapan insanlara da lâyık görmüyorum, insana layık görmüyorum� İşte bunun için işkenceye karşıyız�

Bugün Türkiye’de yaygın bir işkence vardır arkadaşlar, saklamaya gerek yok, saklamadığımız takdirde belki önleme çareleri alınabilir� Neden vardır; çünkü devletin çok yetkili adamları işkenceyi bildikleri halde, çünkü hepiniz işkenceyi bildiğiniz halde, hepimiz her an işkenceye uğramış insanlarla karşılaşıyoruz� Bu insanların hepsi siyasî suçlular, sağcılar ve solcular da değil, zavallı vatandaşla-rımız, köylülerimiz; bir tabanca araştırılması yüzünden günlerce dayak altında inlemektedirler� Bunu burada açıkça söylemek mecburiyetindeyim, çünkü bu benim bir namus borcum, hukukçunun görevi�

İşkence, Türkiye’de ayrıca yüreklendirilmektedir, nasıl yüreklendirilmek-tedir; devletin çok yetkili insanları, çok büyük mevkiler işgal etmiş insanlar, “işkence yapıldığından, bahsedilmesi, adaleti şaşırtmak içindir” diyebilmekte-dirler; gene çok yetkili kişiler, “işkence iddiaları fevkalade yanıltıcı iddialardır, biz polislere işkence yapılan insanlara avukat tutamamaktayız, bir anarşisti 50 avukat savunmaktadır” gibi çok kötü bir mukayese ile işkence yapan polislere yeşil ışık yakmaktadırlar� Onun için, bu konu bizim gündemimizdedir, bunu gündemimize almamış olmamız bizim meslek örgütümüzün saygınlığına gölge düşürür, bizi dinleyen arkadaşlarımız bizi küçümserler arkadaşlar�

Evimize eşkiya gireceğine, terörist gireceğine polis girsin; kesinlikle katılmı-yorum� Çünkü polis, ancak hukuki çerçeve içinde ve gerekli kararlarla benim evime girebilir, ben bir suç işlemişsem benim evime girebilir� Suçsuz insanları tedirgin etmek için, suçsuz insanları rahatsız etmek için evlere girip yasa dışı uygulamalarda bulunamaz� Bir eşkiyanın eve girmesi gerçekten hukuk dışı bir olaydır, ama bir polisin hukuk dışı olarak bir eve girmesi çok daha vahim bir olaydır�

Arkadaşlar, adlî zabıta artık gerçekten fevkalade gerekli bir müessese haline gelmiş bulunuyor� Bugün yargı dışında yapılan soruşturmalarla ve bu soruştur-maların etkisi altında insanları yargılamakta ve itham etmektedir ve mahkûm etmektedir� Bu kadar önemli bir konuda yargının fonksiyonları içinde olan

görüntüsü taşımaktadır�

-İşkenceci rejimin eleştirilmemesini savunan Avukat Güven Kurtul’a karşılık

verirken-:

Efendim, konuşmalarımı çok olumlu, çok uzlaştırıcı bir atmosfer içinde yapmak isterken Güven Kurtul arkadaşımızın sözleri bu düşüncemi biraz yara-lamış oldu� Kendisine geçen sene demiştim ki, arkadaş biz politika yapmıyoruz, bizim politikamız demokratik hukuk, hukukun üstünlüğü, hukukun her kişiye eşit uygulanması yönündeki çalışmalardır�

Bu çalışmalar politika ise biz politika yapıyoruz, bizim politikamız bu hukuki çerçeve ile sınırlıdır� Size sunduğum raporda bu çerçevenin dışında tek kelimeye rastlayamayacaksınız� Ancak ben burada gene özür dileyerek arz edeyim, Güven Kurtul arkadaşımızın hukuki felsefesi hakkında bir itiraz ileri sürmek ve onu eleştirmek istiyorum�

Geçen seneden beri hiç yol almamışlar, maalesef aynı noktada kalmışlar��� AVUKAT GÜVEN KURTUL (İstanbul Barosu)–Siz de öyle�

AVUKAT TEOMAN EVREN (Devamla)- Ben de aynı şekildeyim, “karanlık emellere doğru Barolar Birliğini götürmek” gibi isnatlar bugün bize yakıştırıla-cak isnatların en kötüsüdür, kendisi bizim gaflet içinde olduğumuzu söylediler, lütfettiler, aslında hıyanet içinde olduğumuzu söyleyebilirlerdi ve söylemek istediklerini de zannediyorum�

Arkadaşlar, öncelikle bir insanın hukuk düşüncesini hukuk fikrini, hukuk anlayışını kafasına yerleştirmesi lâzım� Bugün dünyada hukuk fakültelerinden mezun, hukuk fakültesi mezunu ve doktora yapmış diktatörler vardır�

Hukuk bilgesinin insanda insiyak haline gelmiş olması lâzımdır� Burada açıkça politikacılık yaptım diyen adam bizi eleştirmek hakkına sahip değildir, bu felsefeyle bizi eleştirmek hakkına sahip olamaz�

Öz eleştiriye saygılıyız, ama öz eleştiri yapıyorum deyip ihbarda bulunmak, muayyen mercilere mesajlar yollamak gibi bir düşünce içerisindeyseler, bu düşünceye de kesinlikle karşı olduğumuzu ve korkmadığımızı [söyleyeyim], belki bu düşüncelerini daha ileri götürüp pişmanlık yasasından istifade edebilecek noktalarda açıklamalarda bulunabilirler� (Alkışlar)

Av. Vedat Ahsen COŞAR

Sevgili Meslektaşlarım, Değerli Konuklar,

Ülkemize, Ankara Barosu tüzel kişiliğine, avukatlık mesleğine, Türk Huku-kuna hizmet etmiş meslek ustalarına olan vefamızı, saygımızı, minnetimizi ifade etmek, onların anısını yaşatmak, “baki kalacak bu kubbede her biri hoş bir seda olan” üstatlarımızı, gelecek kuşaklara tanıtmak ve böylece Ankara Barosunun hem tarihini yazmak ve hem de kurumsal hafızasını oluşturmak amacıyla düzenlediğimiz “Meslek Ustalarını Anma/Meslek Ustalarına Saygı” programının dördüncüsü olan “Teoman Evren’i Anma” etkinliğimize hoş geldiniz�

Sizleri Yönetim Kurulu üyesi arkadaşlarım adına, kendi adıma sevgi ve saygı ile selamlıyorum�

“Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasındayım; Yürüyorum, arkama

bakma-dan yürüyorum. Yolumun karanlığa saplanan noktasında, Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum. Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık; Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar. İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık, Biri benim, biri de serseri kaldırımlar. İçimde damla damla bir korku birikiyor; Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler... Üstüme camlarını, hep simsiyah dikiyor; Gözüne mil çekilmiş bir ama gibi evler. Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi; Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır. Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi; Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır. Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta; Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum! Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta; Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!

Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin; İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler. Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin; Yolumun zafer takı, gölgeden taş kemerler.

Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim; Gündüzler size kalsın, verin karanlık-ları! Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim; Örtün, üstüme örtün, serin karan-lıkları. Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya; Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi. Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir kuyuya, Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi. Başını bir gayeye satmış kahraman gibi, Etinle, kemiğinle, sokakların malısın! Kurulup şiltesine bir tahtaravan gibi, Sonsuz mesafelerin üstünden aşmalısın! Fahişe yataklardan kaçtığın günden beri, Erimiş ruhlarımız bir derdin potasında. Senin gölgeni içmiş, onun gözbebekleri; Onun taşı erimiş, senin kafatasında. İkinizin de ne eş ne arkadaşınız var; Sükût gibi münzevi, çığlık gibi hürsünüz. Dünyada taşınacak bir kuru başınız var; Onu da, hangi diyar olsa götürürsünüz. Yağız

kaldırımlar kadar seni anlayan olur, Ne senin anladığın kadar kaldırımları…”

Değerli Konuklar,

Sözlerime Türk şiir sanatının usta isimlerinden Necip Fazıl Kısakürek’in “Kaldırımlar” isimli şiiriyle başlamamın nedenini sanıyorum biliyorsunuz, ama ben yine de söyleyeyim; rahmetli Teoman Ağabey’in en çok sevdiği ve en güzel okuduğu şiirlerden birisi olduğu için, onun adına düzenlediğimiz anma törenine, “her daim hoyrat olan bu akşamüstüne” bu güzel ve anlamlı şiirle başladım�

“Her ölüm, erken ölümdür” diyor Nietzsche� O’nun ölümü de erken oldu� Hem de çok erken oldu� Erken olmasının ötesinde, Teoman Ağabey’e hiç yakışmayan bir şey oldu ölüm�

Yaşamın, yaşama dair hemen her şeyin bu kadar içinde olan, gönül adamı olan, para gibi, mal mülk gibi, mevki gibi, iktidar gibi insanın yolunu şaşırtan, insanlığını unutturan şeylerle ilgisi olmayan, bunlarla ve bunlara takılıp kalan-larla dalgasını geçen, geride bıraktığı hiçbir şeye dönüp bir daha bakmayan, sadece işini iyi yapan, küçükle küçük, büyükle büyük olan, güvenilir bir dost, güvenilir bir arkadaş, güvenilir bir avukat, saygın bir hukukçu olan, hepsi bir yana “insan” olan, “adam gibi adam” olan Teoman Ağabey’e hiç ama hiç yakışmayan bir şey oldu ölüm�

“Her şey yarım, yârim!” diyor Teoman Ağabey’in o çok sevdiği büyük şair, Kabataş Erkek Lisesi’nde okurken edebiyat öğretmeni olan Behçet Necatigil� Sanıyorum, onun arkasından söylenebilecek en güzel sözlerden biri bu; “Her şey yarım, yârim!” Sen gittiğin için her şey yarım Teoman Ağabey�

Değerli Konuklar,

Yaşamı zevkli kılan şeyler, kolay bulunmayan, ama aslında bulunması hiç de pahalı olmayan şeylerdir� Bunların başında “dostlar” gelir� Onun için bilge Epikuros “insanın bütün yaşamını mutluluk içinde geçirmesine yardım etmek üzere bilgeliğin bize sundukları arasında en önemlisi dost edinme yetisidir” diyor�

Bu yetiye sahip olan ender insanlardan birisidir Teoman Ağabey�

Şimdi O’nun arkasından bunları söylerken, karşıdaki kapıdan içeriye gire-cekmiş gibi geliyor� Bir yerlerde onunla birlikte otururken “Hadi hep beraber kalkıyoruz” demesi geliyor aklıma� “Ağabey biz oturacağız siz gidin” dediğimizde, “Hayır! Hep beraber kalkacağız, ben gidersem arkamdan konuşursunuz” demesi geliyor aklıma�

konuşuyoruz�

Yaşarken çok fazla ayırdında olmayız, olmadığımız için de değerini pek anlayamayız, ama bir gün gelir yaşadığımız her şey bir anı olur� Olgunluğa ulaşmak için, büyümek için insanın anıları olması gerekir� Esasen günleri değil, anıları hatırlarız� Hayatın zenginliği unuttuğumuz anılardadır�

Onunla ilgili benim de, sizlerin de çok anısı var� Az sonra bu anıları konu-şacağız, anılarla yaşatacağız Teoman Ağabey’i�

Yılını tam olarak anımsayamıyorum� 1971 veya 1972 olabilir� İstanbul Hukuk Fakültesinde öğrenciyim� Fena halde solcu, ödünsüz bir devrimciyim� O yıllar, Marksist gelenekten gelen, bu öğretiyle yetişmiş, buna inanmış pek çok kişi gibi benim de tarihi engelsiz bir ilerleme olarak gördüğüm yıllar� O yıllar, solun umutlarının daha henüz ihanete uğramadığı yıllar� O yıllar, dünyanın biçim verilebilirliğine olan aşırı ve içten inancı yüzünden solun henüz bir bedel ödemediği yıllar� Bilimsel umutla binyılcılığın o bilinen karşımı, dünyanın yeni baştan kurulabileceği ve insanların da temelde biçim verilebilir ve hatta mükem-melleştirilebilir oldukları inancıyla yoğrulduğumuz yıllar, o yıllar� Devrim geldi gelecek diye beklediğimiz yıllar, o yıllar� İşte! O yıllardan bir gün İstanbul’dan Ankara’ya ailemin yanına geldiğimde, babamın isteği üzerine tanışmak için bir Cumartesi Günü Teoman Ağabey’in bürosunun bulunduğu Ulus’taki İş Kur Han’a gittim� O yıllarda, avukat olduktan sonra iktidarına son vermek için mücadele edeceğimiz İş Kur Han’ın gücünü, Ankara Barosu üzerindeki etkisini, Teoman Ağabey’in İş Kur Han iktidarının önemli isimlerinden birisi olduğunu henüz bilmiyorum� Bürodan içeriye girdiğimde masasının üzerine ayaklarını uzatmış telefonda birileriyle Pazar günü ava gitme konusunda konuşan genç, esmer, bıyıklı, yakışıklı, şık giyimli birisi oturuyordu� Bana eliyle otur işareti yaptı, oturdum� Konuşmasını bitirdikten sonra kim olduğumu sordu, kendimi tanıttım� Ne konuştuğumuzu tam olarak hatırlayamıyorum� Ama iki şeyi çok iyi hatırlıyorum� Birincisi biraz kibirli, alaycı ve kendini beğenmiş bulmuştum ki, uzaktan öyle, ama yakından hiç öyle değildi� İkincisi bizim devrim için uğraştığımız o yıllarda Ankara’da avukatlık yapan bir aydının hafta sonunda av partisi düzenlemek gibi burjuva veya küçük burjuva zevkleri olmasına hem şaşırmış ve hem de çok kızmıştım� Bunu yıllar sonra dost olduğumuzda kendisine söylediğimde o kendisine özgü yakışıklı gülüşü ve hiç o değişmeyen kendinden emin, karşısındaki ile ince ince ince dalgasını geçen tavrıyla “ben yine ara sıra avlanmaya gidiyorum, ama sen devrim yolunda gitmiyorsun” demişti�

Ben 1975 yılında Ankara’ya gelip avukatlık yapmaya başladıktan sonra zaman içinde arkadaş olduk, dost olduk, iyi mi oldu, kötü mü oldu bilmiyorum,

Barosu Yönetim Kurulu üyesi oldum� Baroda iktidar mücadelesine giriştikten sonra zaman zaman aynı çizgide olduk, zaman zaman karşı karşıya geldik� Ama dostluğumuzu, bir birimize olan sevgimizi, saygımızı hiç yitirmedik� Barodaki mücadelemiz içinde Sayın Soner Kocabey çok iyi bilir, İş Kur Han’ın gücünü yıkmak için Sayın Atila Sav, Sayın Önder Sav, Sayın Teoman Evren üçlüsünü parçalamaya çok çalıştık, ama başarılı olamadık�

Örneğin, 1988 yılında Baro Başkanlığı için Sayın Özdemir Özok’u destek-ledik� Bu süreçte Sayın Özok iyi hatırlar, ayrı gurup kuralım Sayın Özdemir Özok bizimle olunca Teoman Ağabey’de bizimle olur, İş Kur Han iktidarını parçalarız diye hesaplar yaptık, ama başarılı olamadık� Ne Özdemir Ağabey, ne de rahmetli Teoman Ağabey bizimle beraber oldu�

O günlerde Baro seçimleri için sık sık toplanıyoruz, liderimiz Özdemir Ağabey, hepimiz isyanlardayız� Sezenler Sokak’ta şimdi Şan İskendercisi olan yerde içkili bir lokanta vardı� Oradayız� Özdemir Ağabey vardı, Sayın Soner Kocabey, Sayın Sami Kahraman, Sayın Ünal Dinç, rahmetli Burhan Karaçal vardı� Seçimler üzerine konuşuyoruz, teknikler, taktikler geliştiriyoruz� Teoman Ağabey lokantayı bastı� Bize bir fıkra anlattı� Fıkra şu; “Farenin yolu şarapların saklandığı depoya düşmüş, fıçılardan yere sızan şarapları yalamaya başlayan fare iyice sarhoş olduktan sonra -nerede o kedi- diye kabadayı kabadayı ortalıkta dolaşmaya başlamış�” Teoman Ağabey fıkrayı bitirdikten sonra bize dedi ki; “Ulan hepiniz şarap deposuna düşmüş fare gibi kafayı bulmuşsunuz -nerede bu Önder Sav, nerede bu Atila Sav- diye ortada dolaşıyorsunuz, dağılın hepiniz�”

Gerçekte Teoman Ağabey anlatılmaz� O yaşanır, Onunla birlikteyken yaşam-dan ve yaşanılan an’yaşam-dan keyif alınır� O’nu şimdi anılarla yaşatırken de, göre-ceksiniz, çok, ama çok büyük keyif alacağız� O’nun ölümü ile Ankara Barosu seçkin bir üyesini, değerli bir Başkanını yitirdi� Ben ve benim gibi ona yakın olanlar ise arkadaşını, dostunu yitirdi�

Şiirle başladım sözlerime, şiirle son vereceğim� Teoman Ağabey’in çok sevdiği büyük şair, Türkçenin şairi Nazım Hikmet’in vefatı üzerine bir başka büyük şair Pablo Neruda’nın yazdığı ve bir güz günü yitirdiğimiz Teoman Ağabey’in ölümünde bizim duyduğumuz acıyı yansıtan “Güz Çiçeklerinden Nazım’a Çelenk” isimli şiiri okuyarak son vereceğim sözlerime;

“niçin öldün nazım?

ne yaparız şimdi biz şarkılardan yoksun? nerde buluruz başka bir pınar ki, orda bizi karşıladığın gülümseme olsun?

çağıran bakışı nerde bulalım? kardeşim, öyle yeni duygular, düşünceler yarattın ki bende, denizden esen acı rüzgar kapacak olsa bunları, bulut gibi, yaprak gibi sürüklenirler, yaşarken seçtiğin

ve ölümünden sonra sana barınak olan oraya, uzak toprağa düşerler, al sana bir demet şili kasımpatılarından, al güney denizleri üstündeki ayın soğuk parlaklığını, halkların

savaşını, kendi dövüşümü, ve yurdumun kederli davullarının boğuk gürültüsünü�

kardeşim benim, dünyada nasıl yalnızım sensiz,

çiçek açmış kiraz ağacının altınına benzeyen yüzüne hasret, benim için ekmek olan, susuzluğumu gideren,

kanıma güç veren dostluğundan yoksun� hapisten çıktığın gün karşılaşmıştık seninle, zorbalık ve acı kuyusu gibi loş hapisten, zulmün izlerini görmüştüm ellerinde, ama parlak bir yüreğin vardı

yara ve ışık dolu bir yürek� ne yapayım ben şimdi? tasarlanabilir mi dünya

her yana ektiğin çiçekler olmadan? nasıl yaşamalı seni örnek almadan,

senin halk zekanı, ozanlık gücünü duymadan? böyle olduğun için teşekkürler,

(*) 09 Kasım 2007 günü düzenlenen “Teoman Evren anma günü”nde Ankara Barosu Başkanı’nın yaptığı açış konuşması�

Makalenin Geldiği Tarih: 07.12.2015 Kabul Tarihi: 16.02.2015

* Bu makale hakem incelemesinden geçmiştir ve TÜBİTAK – ULAKBİM Veri Tabanında indekslenmektedir.

Adalet Hizmetlerinden