• Sonuç bulunamadı

Yezid’in devlet başkanı olması klasik teoriye ne kadar uygundur?

İSLAM KAMU HUKUKU AÇISINDAN KERBELA OLAYI (Meşru Devlete İsyan mı, Meşruiyetin Sorgulanması

1. Yezid’in devlet başkanı olması klasik teoriye ne kadar uygundur?

İslam hukuk teorisine göre devlet başkanının seçimi için meşru usuller ve meşru devletin özellikleri nelerdir?

İslam’da devlet başkanlığının din ve dünya işleri bakımından ne kadar önemli olduğu malumdur. Meşru yollarla Müslümanların idaresini deruhte eden kimseye genel olarak “halife”2, onun temsil ettiği makama ise “hilâfet” adı verilmiştir. Halife için bir çok tanım yapılmış olmakla birlikte genelde, “din ve dünya işlerini yürütme konusunda Hz. Peygamber’e halef olma” tanımı üzerinde durulmuştur. Buna göre Müslümanların devlet başkanı aynı zamanda Hz. Peygamber’in halefidir; din ve dünya işlerini onun belirlediği ve uyguladığı esaslara göre yürütmelidir3. İslam âlimleri halife ile hilâfeti özdeşleştirip halife ile bizzat devletin kendisini kastetmişlerdir. Halife seçmenin dinen zorunlu olduğuna hükmeden çoğunluk İslam âlimleri, devlet başkanını belirleme usulleri, taşıması gereken nitelikler, yetki ve görevleri konusunda da gerekli açıklamaları yapmışlardır. Bizi burada doğrudan ilgilendiren daha çok seçim usulü ve taşıması gereken nitelikler olduğundan kısaca onlara atıfta bulunacağız.

İslam hukukçuları, önceki uygulamalardan ve ilgili nassların yorumundan hareketle devlet başkanının seçimi için farklı usuller üzerinde durmuşlardır. Sünnî hukukçular beyat/seçim, istihlaf, şura ve istila gibi usullerden bahsetmişlerse de bunları seçim ve ahd olarak iki kısımda mütalaa

2

Bundan başka,Emîrü’l-mü’minîn ve İmâm gibi sıfatlar da kullanılmıştır (Bk. Ebû Faris, Abdulkadir, en-Nizâmu’s-siyâsî fi’l-İslâm, Beyrut 1984, 174-178).

3 Bk. Maverdî, Ebu’l-Hasen, el-Ahkâmu’s-sultâniyye, Beyrut 1985, 3; İbn Haldun, Mukaddime

(terc. S. Uludağ), İstanbul 2005, I, 421; Senhûrî, Fıkhu’l-hilâfe ve tatavvuruhâ (tercüme, Nâdiye Abdurrezzak es-Senhûrî), Kahire 1993, 65; Karaman, Hayreddin, Mukayeseli İslam Hukuku, İstanbul 1986, I, 85; Aydın, Mehmet Akif, Türk Hukuk Tarihi, İstanbul 2005, 113.

etmek mümkündür4. Şiî âlimlere göre ise halifenin seçimi için başlıca iki yol bulunmaktadır. Bunlar da tayin (nass) ve seçimdir. Bu mezhepler seçim usulleri konusunda bazı ortak noktalar üzerinde dursalar da ayrıntıda oldukça farklı görüşlere sahiptirler5.

Sünnîlere göre a. Seçim Usulü:

Sünnilerin kabul ettiği bu usule göre, halife seçimle işbaşına gelmektedir. Nitekim ilk halife Hz. Ebû Bekir ve dördüncü halife Hz. Ali bu yolla halife olmuşlardır. Seçimin şekli ve seçmenlerin kim olacağı konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Halifeye olumlu rey verme ve ona bağlılığını bildirme genel olarak “beyât” kavramıyla ifade edilir. Beyatın bütün Müslümanlar tarafından teker teker yapılması gerektiğini söyleyenler bulunduğu gibi, “ehlü’l-halli ve’l-akd” tabir edilen özel seçici kurulun bütün Müslümanlar adına seçim işini gerçekleştirmesinin yeterli olduğu yönünde görüş bildirenler de bulunmaktadır. Bu kurulda yer alanların taşıması gereken ortak nitelik (ilim, rey ve tedbir) ise, devlet idaresi konusunda belirli bir bilgi ve tecrübe sahibi olmak şeklinde ifade edilir. Ancak tarihi vakıalar incelendiğinde dört halife dönemimde yapılan seçimler ne az sayıda Müslümanın ne bütün Müslümanların ve ne de sadece “ehlü’l-halli ve’l- akd”in katılımıyla gerçekleştiği görülür. Bunun içinde devlet başkanlığı seçimi için her dönemde mümkün olan en geniş katılımı esas almanın İslam’ın ruhuna daha uygun olduğu söylenebilir6.

b. Ahd Usulü:

Sünnilerin kabul ettiği ikinci usul ahd veya istihlaftır. Buna göre görevdeki halife kendisinden sonra bu makama geçecek uygun kişiyi belirler. Tatbikatta Hz. Ebû Bekir’in Hz. Ömer’i, onun da aralarından birini seçmek üzere altı kişiyi belirlemesi buna örnek gösterilmektedir. Bu yolla belirlenen kişiye literatürde “veliaht” adı verilmektedir. Bu yolla halifenin belirlenmesine ilk zamanlar karşı çıkılmamış olması genel kabulün gerekçesi olarak gösterilmiştir. Bu usulü meşru sayan ulemâ, kendisinden sonra oğlu başta olmak üzere bir yakınını veliaht tayin etme arasındaki farkları şöyle açıklamışlardır:

4 Ayrıntılı bilgi için bk. Demîcî, Süleyman, el-İmâmetü’l-uzmâ, Riyat 1987, 158vd. 5

Ebû Faris, 207vd.; Aydın, 114vd.

6 Zeydan, Abdulkerim, “Hukûku’l-efrâd fî dâri’l-İslâm” (Mecmû’atu buhûsu fıkhiyye içinde),

1. İstihlafı halife, son demlerini yaşarken icra eder.

2. İstihlafta halife, evladını veya bir yakını aday gösteremez7.

3. Mutemed kişilerle istişare ederek ümmet hakkında en hayırlı ve yararlı kimseyi belirlemeye çalışır.

4. Veliahtlığa aday olan, halihazırda hilafet şartlarını taşıyan bir kimsedir. Halifenin vefatından sonra ya Müslümanların tamamı veya özel yetkili kurul (ehlü’l-halli ve’l-akd) ona beyat edince halifeliği gerçekleşmiş olur.

Bütün bu şartlar, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer tarafından ihdas edilen veliahtlığın özel ve o uygulamayı meşru kılan şartlardır. Emeviler döneminde özellikle de Muaviye tarafından oğlu Yezid’i veliaht tayin etmekle başlatılan sistemin ise pek çok yönden bu uygulamadan farklı olduğu dile getirilerek meşru olmadığı savunulur. Buna göre, Yezid Muaviye hayatta iken, değişik yollarla beyat alınmak suretiyle tayin edilmiştir. Mevcut halifenin yani Muaviye’nin öz oğludur. Ümmetin tarafsız muteber kişileriyle istişare edilmeden ve âmme menfaatinden ziyade şahsî ve ailevî nedenlerle seçilmiştir. Onun tayin ve atanmasında ne Müslümanların tamamının ne de seçici özel kurulun görüşü vardır. Sadece baskıya dayanan ikna yoluyla alınan beyatlar vardır. Ancak bu, verilen alternatifsiz bir kararın onaylatılması olup özgür iradeye dayalı bir seçim ve beyat değildir. Muaviyenin bu olumsuz icraatıyla İslam’da hilafet saltanata dönüşmüş, ondan sonra da genel olarak bu şekilde devam edegelmiştir8.

İslam hukukçuları hilafetin saltanata dönüşmemesi için bazı tedbirler almışlardır. Bunlar arasında veliahd tayin usulünün bağlayıcılığına dair serdedilen görüşler de vardır. Buna göre halife tarafından tayin edilen veliahdın doğrudan halife olup olamayacağı tartışılmıştır. Yani tayin edilen veliahdın halifeliğinin tamamlanması için sadece halife tarafından tayin edilmesi yeterli midir, yoksa bunun sadece aday gösterme mahiyetinde kabul edilip ayrıca ehlü’l-hal ve’l-akd tarafından beyatıyla desteklenmesi şart mıdır?

Bu konuda başlıca iki görüş bulunmaktadır. Birinci görüşe göre, halifenin veliahdını belirlemesi bir tayin işlemidir. Görevdeki halifenin veliahdı tayini onun göreve gelebilmesi için yeterli olup ayrıca seçmenlerin onayına yani beyata gerek yoktur. Fakat bu görüşü savunanlar, önemli bir

7 Bu konuda oğul ve baba gibi yakınların ehil olmaları ve maslahat bulunması durumunda

veliaht olmalarının câiz olduğunu savunan bir grup da vardır, ancak bu tercihe şayan bulunmamıştır (bk. Maverdî, 12; İbn Haldun, I, 450; Demîcî, 194-195).

şart ileri sürmüşlerdir. Buna göre halifenin tayin ettiği veliahdın seçimsiz atanabilmesi için onun mevcut halifenin baba veya oğul gibi yakınlarından olmaması gerekir. Şayet bu gibi yakınlar veliaht gösterilirse o zaman seçim ve beyat şartı aranır. İkinci görüşe göre ise, işbaşındaki halifenin veliaht göstermesi halife olmak için yeterli değildir. Ayrıca ehlü’l-hal ve’l-akdin bu tayini onaylaması şarttır9.

Sünnilerce belirlenen bu seçim usulleri ve belirtilen son iki görüşe göre de Yezid’in tayinini meşru kabul etme imkânı yoktur. Alınan beyatlar, tabir yerinde ise, durumu kurtarma, şekil şartlarını görünüşte tamamlama hedefine yöneliktir.

Şiaya göre

Şiî mezheplerden ehl-i sünnete en yakın olan İmamiyye ve Zeydiyye’nin halifenin tayini için belirlediği usullere bakıldığında sünnîlerden tamamen farklı bir usul takip ettikleri görülür. İmamiyyeye göre halifenin göreve gelebilmesi için tek bir usul vardır o da tayin yani nasstır. Buna göre halife bir önceki halifenin tayini ile belirlenir ve göreve gelir. Halifenin (imam) masum olması gerektiği için, onun seçimle gelmesi mümkün olmaz. Onu ancak kendisi gibi bir masum belirleyebilir. Başlangıçta masum halife Hz. Peygamber’di. O, Hz. Ali’yi, Hz. Ali Hz. Hasan’ı o da Hz. Hüseyin’i halife olarak tayin etmişlerdir. Dolayısıyla Ehl-i Beyt’ten yani Hz. Peygamber’in soyundan olmayanların halife olması mümkün değildir. Şianın diğer bir kolu olan Zeydiyye’ye göre ise halife ancak seçim yoluyla belirlenebilir, ancak adayın mutlaka Ehl-i Beyt’ten olması gerekir10.

Devlet başkanında aranan nitelikler ve Yezid

İslam hukukçuları, İslam devlet başkanı olacak halifenin, genel olarak ictihad seviyesinde bilgi sahibi, -tartışmalı olmakla birlikte- Kureyş kabilesinden, erkek ve İslam toplumunun en faziletlisi olması gibi niteliklere sahip olması gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Bu nitelikleri arayan Sünnî âlimler, zamanın şartlarını göz önünde bulundurarak daha faziletli (efdal) varken, faziletçe daha alt derecede olan (mefdûl) birisinin de halife seçilebileceği görüşünü ileri sürmüşlerdir. Bu konuda Şia’nın Zeydiyye kolu

9 Bk. Maverdî, 11; Ferrâ, Ebû Ya’lâ, el-Ahkâmu’s-sultâniyye, Beyrut 1983, 21; Aydın, 118. 10

Tûsî, Ebû Cafer, el-İktisât fîmâ yeteallaku bi’l-i’tikâd, Necef 1979, 395-358; a.mlf., Risâle fi’l-i’tikâdât (Resâil Şeyh Tûsî içinde), Kum ts., 106-107; a.mlf., el-Mufsah fî imâmeti emiri’l-mü’minîn (Resâil Şeyh Tûsî içinde), 118vd.; Aydın, 119-120.

da Sünnîlerle aynı görüşü paylaşırken, İmamiyye başta olmak üzere diğer Şiilere göre ise daha faziletli varken diğerinin seçilmesi caiz değildir. Verilen örneklere göre Hz. Ali daha faziletli olduğu halde, Hz. Ebû Bekir ve diğer iki halifenin ondan önce bu makama gelmesi Sünnî ve Zeydilere göre câiz olduğu halde, diğer Şiilere göre asla câiz değildir11. Bu nitelikleri Yezid’e uyguladığımız zaman bu noktada ona ciddî itirazların yöneltildiğini görürüz. Zira onun halifeliğine karşı çıkanların en güçlü gerekçelerinden biri, şahsî ve ahlakî tutumları dolayısıyla bu işe ehil olmadığı noktasındaydı. Onun tembel, ihmalkâr olmasının yanında, ilim ve adalet sahibi olmadığı, fısk ve fücurla dolu bir hayat yaşadığı muhalifler tarafından ısrarla dile getiriliyordu12.

2. Yezid’in temsil ettiği devlet meşru kabul edilebilir miydi?